09 Kas 2010 15:18 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:46

''MEDYA DÜNYASI, KURTLAR SOFRASI!'' EKRANLARIN EN ÇEKİCİ SPİKERİ GÜLAY ÖZDEM'DEN BOMBA AÇIKLAMALAR!

Ekranlarla haber kanalı 24'te tanıştı.NTV'de gece haberlerinin vazgeçilmezi oldu.Habertürk TV'deki "macerası" ise iki gün sürdü.Gülay Özdem merak edilenleri Medyaradar'ın usta röportajcısı Yüksel Şengül'e anlattı.

Geçtiğimiz günlerde televizyon dünyasında yaşanan bir olay herkesin diline düştü. Olayın kahramanı olan NTV gece haberlerinin spikeri Gülay Özdem, önce çalıştığı kanaldan ayrılıp Habertürk’e geçti. Ne var ki, iki gün sonra hiç kimseye bir açıklama yapmadan oradan da ayrıldı. Şu anda işsiz olan Gülay Özdem’le Ortaköy Lavanta Cafe’de buluştuk. Yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar ilk kez Medyaradar’a anlatan Özdem, tabii hayat hikayesiyle birlikte yeni hedeflerini de açıkladı.

RÖPORTAJ: YÜKSEL ŞENGÜL

FOTOĞRAFLAR: BAHADIRHAN ERKOÇ

Yüzü, mimikleri ve ses tonu, tıpkı ekrandaki gibi Gülay Özdem’in. Hele dudağının hemen kıyısındaki beni, muhteşem. Ondan etkilenmemek mümkün değil. Kameraların önünde ve canlı yayın rahatlığında tam bir profesyonel olan Özdem’in etkilendiği ise objektifler. Fotoğrafları çekilirken inanılmaz bir şekilde mahçup, ürkek ve telaşlı görünüyor.

Sizin objektifler karşısında telaşlanmanız doğrusu çok şaşırttı beni…

Galiba beni sıkan ‘donuk kare’ olayı. Çünkü televizyonun canlı yayını akıp gidiyor. Kamera önünde inanılmaz rahatım, istediğim ifadeyi yüzüme verebiliyorum. Ama fotoğraf makinesi söz konusu olunca ne olur çekmeyin diyorum.

Sizin kötü poz verebileceğinize inanmıyorum…

(Gülüyor) Emin olun oluyor, öyle pozlar çıkıyor. Bazen kötü bir makineyle çekilebiliyor, iyi kadraj yapılmayınca kötü sonuçlar çıkıyor. Bu yüzden hassasım bu konuda, sevmiyorum fotoğraf çektirmeyi.

Aslında kamera da daha toplu, daha şişman göstermiyor mu insanları: Özellikle kadın sanatçılar bu konuda çok dertli…

Elbette kamera da şişman gösteriyor, iri gösteriyor. Beni normal hayatta görenler ‘Aman Allah’ım, siz ne kadar minyonsunuz, ufak tefeksiniz’ diye şaşırıyor. Ekrandan epey etine dolgun görünüyorum.

Ama bu sizi ürkütmüyor, rahatsız etmiyor…

Bakın, Türkan Şoray da kamera ve fotoğraf makinesi önünde inanılmaz bir heyecan duyuyor. Canlı yayına katılmıştı ve yayın öncesi inanılmaz heyecanlandı. Ben çok şaşırmıştım. ‘İyi görünüyor muyum?’ diyordu. Oysa o Türkan Şoray’dı, kötü görünmesi mümkün müydü! O çocuksu heyecanı, işinde bu kadar başarılı olmanın galiba anahtarı. Her zaman o endişeyi taşımak, her zaman tetikte olmak, işine saygı gibi geliyor bana. Türkan Şoray olmak kolay değil ki… Onu herkesin örnek alması gerekiyor. Çünkü kamera ve objektif önünde mümkün olduğu kadar iyi görünmek zorundayız. Saçınız da, makyajınız da, kıyafetiniz de mükemmel olmalı. Birinden biri kötü olursa, kafanız ona takılır. O haberi okurken, aklınız buna takılırsa, görevinizi tam yapamayabilirsiniz, hata yapma olasılığınız artabilir.

Siz haberleri sunarken, karşınızdaki monitörden kendinize sık sık bakar mısınız?

NTV’deyken, stüdyodaki monitörler bizi göstermezdi. Haberi okuyup bitirdikten sonra, VTR girerken bir iki saniye görebilirim kendimi ancak. Bazı kanallarda monitörden spiker kendini izler, saçını başını düzeltir. NTV’de bu yoktur ve bu iyi bir şeydir. Monitör, spikerin dikkatini dağıtabilir. Kafası saçına takılabilir, kaşına takılabilir.

Oysa asıl önemlisi verilen haberdir, değil mi?

Kesinlikle, en önemlisi haberi en iyi şekilde sunabilmektir. Ancak elbette işin görsel tarafını da yok sayamayız.

Ben şimdi en çok merak edilen konuyu açmak istiyorum izninizle… Siz NTV’de gece haberlerini güzel güzel sunarken, Habertürk’ten teklif aldınız ve oraya geçtiniz. İki gün sonra oradan da ayrıldınız. Nasıl oldu, neler yaşadınız, anlatır mısınız bu ilginç olayı? Madem iki günde Habertürk’ü terkedecektiniz, neden NTV’den ayrıldınız?

Şöyle söyleyeyim o zaman, benim NTV ile ayrılma kararım zaten vardı. Yönetimle bunu karşılıklı konuşmuştuk.

Neden NTV’den ayrılma kararı aldınız?

Yaz başında tartışma programlarının saatleri başlayınca benim yayın saatim daha geçe kaydırıldı. Bu benim istemediğim bir şeydi. Mevcut yayın akışı içinde yapılabilecek fazla da bir şey yoktu. Sonra da ayrılma kararı verdim. Ancak bu kararım anında internette yankılandı, duyuldu. Ardından Yiğit (Bulut) Bey aradı, gittim görüştüm. O kadar hızlı bir geçiş yaptım ki Habertürk’e, öyle sanıyorum ki birbirimizi tam anlayamadık bile.

Acele ettiniz…

Ben değil, Yiğit Bulut acele etti ve çok ısrarcı oldu. NTV’den ayrıldıktan bir gün sonra Habertürk için tanıtımı çektik. Yiğit Bey, isterseniz bir hafta bekleyelim, bu arada tanıtımımız devreye girer, biz de hazırlıklarımızı yaparız dedim.

Siz yine haber spikerliği yapacaktınız, değil mi?

Evet, 24.00’teki haberleri sunacaktım. Düz bir haber sunumundan ziyade, daha canlı noktaları olan, konukları olan bir program diyebiliriz. Daha hayatın içinden.

Peki sonra neler oldu?

Sonrasında şaşkınlıklar yaşadım. Orada görev tanımları konusunda biraz alışık olmadığım bir düzenle karşılaştım. Çünkü NTV’de herkes görevini bilir, her şey tıkır tıkır yürür. Habertürk’te bu ortamı göremedim. Bu birincisi…

İkincisi!..

İkincisi çok hızlı karar verdiğimi ve orada mutlu olamayacağımı anladım.

İki gün yayın yaptınız ama…

Evet, iki gün yayın yaptım. Ama benim de bir hayatım var. Yedi yirmi dört televizyonda yaşayamam. Zaten 10 yılımı medyada doldurdum, farklı kanallarda, farklı programlarda. Mutlu olduğum, öğrendiğim, kendime bir şeyler kattığım yerdir benim çalışacağım yer.

Habertürk’te yürümeyen, iki gün içinde sizi canınızdan bezdirip ayrılmanıza neden olan neydi?

Canımdan bezdirmek değil de, orada oturmuş bir düzen var. Yiğit Bulut demiş ki, bu işler böyle böyle olacak. Ben burada yanlış bir şey de söylemek istemiyorum şimdi. Birbirimizi iyi anlayamadığımızı düşünüyorum.

En büyük problem neydi, ben bunu merak ediyorum?

Tek problem ilk gün konuştuğumuzun dışında bir takım sürprizlerin çıkması ve o sürprizlerin beni mutlu etmeyeceğini anlamamdır.

Neydi o sürprizler?

Mesai saatleri başlıca sıkıntıydı. Mesela, toplantılara katılmak istediğimi söyledim. Gündemi anında takip etmem gerekiyordu, kimlerin ve hangi konuların üzerine gideceğimizi bilmeliydim. Bunların dışında 21.00’de orada olmam istendi. Ben o saatte orada olamam dedim. Saat 22.00’de kanalda olurum, 24.00’te haberlerimi sunarım, görevimi yaparım diye düşündüm. Benim açımdan, bir spiker olarak yayından önce iki saatlik hazırlık yeterlidir. Bazı meslektaşlarım önceki kanalda, yayından kısa süre önce gelip kamera önüne geçerdi. Bu iyi bir şey diye söylemiyorum… Bu onayladığım bir şey değil.
Habertürk benim anlayışımda değildi.

Şimdi ne yapıyorsunuz?

Görüştüğüm bir iki kanal var. Netleşene kadar açıklamak istemiyorum. Zaten kamera önüne geçmeden önce en az on gün hazırlık yapacağım. İşimi öyle seviyorum ki.

Biz de sizi seviyoruz…

Bu sevgiyi çevremden, izleyenlerimden alınca çok mutlu, çok güçlü hissediyorum kendimi.

Bir röportajınızda ‘İlerisini hiç düşünmeden adım atabilirim’ demişsiniz.

Ben aslında bunu söylerken altını çizmek istediğim olay şuydu, biraz fazla risk alabilirim. Bunu demek istedim. Gözü karayımdır. Benim bir şey kaybedeceğimi zannedip insanların üstüme geldiği noktada, kaybedebileceklerimi hiçe sayabilirim. Hiçbir şey umurumda değildir bu anlamda…

O zaman ben anladığımı Medyaradar okurlarına hemen anlatmak istiyorum. ‘Nasılsa o kanaldan buraya geldi, buradan da hemen gitmeyeceğine göre, biz istediğimizi yaptırabiliriz’ gibi düşündüler… Yanılıyor muyum, bilmiyorum!

Bu ve benzeri davranışlar, sonucu bana ne kaybettirirse kaybettirsin, ben onu göğüslerim.

Onlar Gülay Özdem’i tanımadıkları için bunu yaptılar ama siz de hemen rest çekiverdiniz…

Prensiplerim, ilkelerim benim için hayattaki her şeyden önemlidir. Paradan, şöhretten önemlidir. Benim bir hayatım var çünkü. Bir röportajımda sordular, ‘NTV hayatınızda çok şey değiştirdi mi?’… NTV benim hayatımda hiçbir şey değiştiremez. Sadece kariyerim açısından bir şeyler değiştirebilir. Ben yine aynı Gülay’ım. Yaptığım hiçbir iş benim alışkanlıklarımı değiştiremez. Ben üç sene önce de buraya arkadaşlarımla gelip kahvaltı yapıyordum, şimdi de.

Bu medya dünyasındaki insanların çok acımasız olduklarına inanıyor musunuz?

Evet, medya dünyasındaki insanların acımasız olduklarına inanıyorum. Kurtlar sofrası burası. On yıldır tek başınayım bu dünyada. Radyoyla başladım, sonra televizyona geçtim. Zaten istek üzerine geçtim televizyona, benim hedeflediğim bir şey değildi.



Neydi hedefiniz?

Açıkçası önüme hedefler de koymadım. İyi iş yapmanın verdiği kişisel tatmini yaşıyordum diyebilirim. İyi iş yapınca, mutlu olurum ben. Sonra bir baktım ki, bu noktadayım. Medya dünyasında ilişkiler çok farklı. ‘Bu kadın şimdi buraya geldi, eyvah benim ayağımı mı kaydıracak?’ endişeleri duyulabilir. Mesleki kıskançlığı anlayabilirim. Keşke ben de onun gibi başarsam düşüncesini anlayabilirim. Ama bunu içselleştirip, kişisel savaşlara dönüştüren o kadar çok insan varki. Medya çok ilginç bir yer. Benim kimyamın asla uyuşmayacağı bir yer.

Savaştan kaçıyor musunuz?

Hayır, asla savaştan kaçmam. Ama onlarla asla aynı silahları kullanarak savaşmam. Ben dürüst savaşları seviyorum. Onlar belden aşağı vuruyorlar. Önce inanmak istemiyorum, yok böyle şeyler yapmazlar diyorum ama sonra bakıyorum ki, neler yapılmış neler, şaşırıyorum.
Medya dünyası dediğim gibi kurtlar sofrası. Oysa çok üzülüyorum, neyi paylaşamıyorlar acaba, inanın bilmiyorum.

Rakipsiniz ve tehlikesiniz onlar için. Böyle bakılıyor galiba.

Ama benim derdim değil bu. Ben sadece işimi iyi yapıyorum. Görev tanımım neyse onu en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Bana bir şey katmayan erkekle de beraber olmamın anlamı yok. İnsanlar çok çabuk suistimal edebiliyorlar. Ben çok çabuk inanırım. Çok çabuk güvenirim. Yanlış tabii.

Bu yaşadığınız son olayla birlikte artık gardınızı alacaksınız mutlaka… ‘Bir müsibet, bin nasihatten iyidir’ denir ya…

Kesinlikle artık gardımı alacağım. Ben mesleki anlamda birkaç basamak yol aldığımı biliyorum. NTV beni taçlandırdı, insanlar beni NTV ile tanıdı. Ben rüştünü ispat etmiş bir spikerim, bir sunucuyum. Herkes görevini sevdiği için yapmalı. Kaldı ki bu iş ekip işidir, asla tek başınıza var olamazsınız. İyi bir ekip sizi çok başarılı noktalara götürür, kötü bir ekiple dünyanın en başarılı spikeri de olsanız yok olursunuz… Ben mesai saatleri içinde sadece çalışanım.
Bundan sonra görev tanımları öncelikle konuşacağım şey olacak, netleşmeden asla adım atmam hiçbir yere. Belki de yazılı anlaşma bile yapabilirim. Noter tasdikli. Çünkü iyiniyet her zaman suistimal edilebiliyor.

NTV’den Habertürk’e geçişte ücret konusu netleşmiş miydi, yoksa o da mı aceleye geldi?

Benim bir standardım var, bunun altına düşmem diye söyledim, bu da kabul gördü. Ama bunlarla ilgili resmi bir şey olmadı. Oysa ben profesyonelim. Elbette önceki yıllarda çok süründüm, zorluğunu çok çektim. Tecrübe kolay elde edilmiyor.

Yoksa siz imza atmadan, anlaşma yapmadan mı gittiniz?

(Gülüyor) Evet.

İnanmıyorum!

Bunu yazmasak daha iyi.

Sizin iyi niyetinizi açıklamak istiyorum, yazacağım.

Bana nefes aldırılmadı. Her şey çok aceleye geldi. İstiklal Caddesi’nde koştura koştura kıyafet aradım. Neyse… İşin özeti şudur, biz birbirimizi iyi anlayamadık. Sizin az önce söyledikleriniz bu işin tanımıdır: ‘Nasıl olsa burada, bir şey de imzalamadık henüz.’

Nasılsa eli mahkum gibi düşünüldü…

Benim prensiplerim vardır. Gittim ve mutsuzum burada, olmayacak dedim. Bugüne kadar öyle çok suistimal edildim ki, artık bunu yaşamak istemiyorum. 33 yaşımdayım ama çok yorgunum. Çünkü insanlar çok yorucular. Hiçbir iş beni yormaz ama insanlar çok yoruyor. Artık canımın acımasını istemiyorum. Canım çok acıdı çünkü. Bu saatten sonra buna izin veremem. Kimsenin canımı yakmasına artık izin vermeyeceğim.

Oyunu kurallarına göre oynayacaksınız o zaman…

Bu savaşta bel altı asla vuramam. Yine dürüst olacağım, açı sözlü olacağım. Benim silahım, işimi layıkıyla yapabilmektir. Bunun için çok ızdırap çektim, çok acılar çektim. Çok ağladım ben. Tuvaletlere kaçıp gözyaşları döktüğüm çok olmuştur. Çalıştığım çoğu yerde psikolojik baskılarla karşılaştığım oldu. Başarılı olmak, hedef olmak demektir. İnsanların bakışlarındaki o acımasız süzmeyi o kadar çok yakaladım ki. Bu çok üzücü. Başkalarına karşı asla öyle olmadım, hırs nedir, nasıl bir duygudur hayatımda bilmedim. Kişisel ihtiraslarım olmadı. Böyle olanlara şaşırıyorum. Bunlar çok yorucu şeyler ve hayat o kadar uzun değil. Zaten hayat zor, ne olur birbirimize bunu yapmayalım.

Biraz da başka konulara geçelim... Hep denir ki “Haber spikerleri, haberleri sunarken yaptığı her hataya karşılık maaşından belli ücretler kesilir”... Doğru mudur bu?

Ben de mesleğe başlamadan duyardım böyle şeyleri. TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda, spiker hata yaptı, maaşından kesilecek derdik. Böyle bir şey elbette yok.
Canlı yayın riske açık bir ortamdır. Hem sıcaktır, hem adrenalin yaratır vücudunuzda, hem de hatalarınızı bir şey şekilde tolore eder. Ama bütün yayın boyunca diliniz sürçerse olmaz tabii (Gülüyor).

Kamera önünde, canlı yayında en büyük hatanızı açıklar mısınız?



Bir gün canlı yayında, çok sevdiğim editörüm, kırk yıllık Bayram Bilge Tokel’i, Topel diye yazıyor. Hem elimdeki kağıtta Topel yazıyor, hem de ekranda. Endişeliyim ama her halde ben yanlış hatırlıyorum diye düşünüyorum. O anda yayını sürdürmek zorundasınız, bununla uğraşamıyorsunuz. Nasıl bir şeker insan ki, yayında bu hatayı düzeltmedi.

Gülay Özdem haberleri neredeyse sert sayılabilecek tarzda sunuyor. Bunun sebebi haberlere duygu katmamak mı, yoksa tarzınız mı bu?

İşin getirdiği ciddiyet belki. Kameranın ışığı yanınca o ciddiyete bürünüyorum. İşimiz haber çünkü. Küçük bir mimik bile haberde büyük problemler yaratabilir. Ben her zaman söylerim, keşke Oğuz Hakyemez kadar olaya hakim olabilsem, onun gibi olabilsem.
Ben mimiklerimi ve vücut dilimi çok kullanıyorum. Kullanmamam gerekiyor. Bazen gülümsediğimi sansam bile banttan izleyince gülmediğimi hayretle görüyorum. İstesem de gülemiyorum demek ki. Dilim sürçünce, hata yaptım ne olur bağışlayın der gibisinden bir gülümsemem olur.

Haber spikeri olmak tamamen sizin amacınız mıydı?

Hayır, değildi.

Peki nasıl girdiniz bu mesleğe?

Benim hedefimde haber spikerliği hiç yoktu. Ben NTV’ye geçtikten sonra uzun süre beni Banu Güven’le çok benzettiler. İnanın ben Banu Güven’i NTV’ye gittikten sonra izledim. Öncesinde hiç denk gelmedim, hiç izlemedim.
Bir insanın nesini örnek alırsın, bilgisini örnek alırsın.

Taklit olunca…

Bir insanı taklit edersem, benim bir kişiliğimin olmaması lazım. Çünkü bir tane Banu Güven var, bir tane Gülay Özdem var, bir tane Yüksel Şengül var… Hepimiz birer taneyiz. Banu Güven’i asla taklit etmedim. Kimsenin kimseye ihtiyacı yok. Kendimiz olursak başarılı oluruz zaten.

NTV’de Banu Güven hep ön planda. Gülay Özdem güzelliği ve sunumu ile bu tekeli kırabildi mi?

Görseliz ve göreceliyiz. Yaptığımızı kimi beğenir, kimi beğenmez. Dünyada farklılıklar olmalı mutlaka. Banu Güven elbette farklı, şahsına münhasır. Önemli olan budur. Herkes kendi gibi olmalı, ben de kendim olmalıyım.
Az önce haber spikerliği mesleğini neden seçtiğim konusunu konuşuyorduk, oraya dönelim. Daha önce 24’ün genel yayın yönetmeniydi. Beni isteyen oydu zaten, ‘Mutlaka bizimle olmalı bu kız’ demişti. NTV Haber Koordinatörü Mustafa Hoş. Ben o zamanlar yarışma programı sunuyordum.

‘Sesler, Yüzler, Mekanlar’ adlı program.

Evet, bu programın formatı da ona aitti. Hayatımda yaptığım en özel bir işti. Benim yaşım kadar sanat hayatı olan kişilerle konuştum, onları tanıma fırsatım oldu.



Var mı o dönemden unutamadığınız anılar?

Bir gün Burhan Şeşen konuğumuz olacaktı. Ancak son anda Gökhan Şeşen de geldi. Nasıl panik oldum, çünkü Gökhan Şeşen’e hazırlanmamıştım. Sonunda şöyle bir çözüm buldum, Burhan Bey için hazırladığım soruları böldüm, kişiselleştirmeden sordum. Çok güzel oldu, hatta Gökhan Şeşen’le daha çok konuştum. Gökhan Bey de ‘Ne kadar çok şey biliyorsunuz hakkımızda’ dedi (Gülüyor).
24’te çalışırken Cüneyt Arkın’ın evine türbanlı bir yönetmenle gittik. Cüneyt Bey’in kayınvalidesi ağlamıştı. Geçkin yaşına rağmen oldukça bakımlıydı o hanım ve türbana olan tepkisini gösterdi orada. Ağlamaya başladı ve zor durumda kaldık. Cüneyt Bey’in canı sıkıldı. Oturuyoruz ve kayda başlayacağız ama Cüneyt Bey yüzüme bakmıyor. Gerginim ve ne yapacağımı bilemiyorum. Yeşilçam’ın ünlü bir yönetmeniyle yaptığım sohbet aklıma geldi. Kısa süre önce kaybetmiştik onu. Cüneyt Bey bu ünlü yönetmenimiz sizinle ilgili şunları söylemişti dedim, kafasını kaldırdı ‘Ah canım ağabeyciğim’ dedi, yüzüme baktı. Gözlerini yakalayınca, ortam düzeldi. Sonra çok keyifli sürdü program.
Çok değerli sanatçıların konuk olduğu bir programdı o. Yaklaşık 65 bölüm boyunca, bunu söylerken tüylerim diken diken oluyor, hepsi de programdan ayrılırken; ‘Biz bunca yıllık meslek hayatımızda bu kadar iyi hazırlanmış, bu kadar düzgün soru soran bir sunucu görmedik’ dediler. Bu benim için en büyük ödüldür. Bu arada Yüksel Bey, söylemeden geçemeyeceğim, bugüne kadar yaptığım en keyifli röportaj oldu bu. Çünkü adeta klasik olmuş, ne yaptınız, ne zaman başladınız, nerelerde çalıştınız gibi soruları sevmiyorum.



Siz klasik deyince şu soru aklıma geldi. Bu işe ne zaman başladınız diye sorarlar hep ünlülere. Kimi beş yaşında şarkı söylediğini söyler, kimileri de taklitler yaptığını anlatır. Siz de elinize saç fırçasını alıp haber sundunuz mu?

Haber değil ama yaptığım her şeye kendimden bir şeyler katardım. Mesela, dergi okurken ayağa kalkardım, sanki önümde çok kalabalık bir insan kitlesi var ve onlara okuyormuş gibi davranırdım. Ders çalışırken mesela, öğretmen rolü oynayarak evimdeki panoya tebeşirle yazı yazarak çalışırdım. Yani gelecekte görsel bir iş yapacağımı biliyordum. Bunu hissediyordum çünkü içimde başka bir şey vardı. Kalabalığın önünde bir iş yapacağımdan adım gibi emindim. Ancak bunu hedeflemedim, ihtiras haline de getirmedim. Sadece yürüdüm.

Aslında izlenmeyi, bakılmayı seviyordunuz o zaman.

Ses tonumun baskın olması ve diksiyonumun iyi olması sebebiyle okulda bir şey okunacaksa hemen ben seçilirdim. Bayram törenlerinde kompozisyon yazar, çıkar onu okurdum. Galiba bunlar beni biraz yüreklendirdi ve evet yapabiliyorum dedim.

Televizyon ekranındaki kişi yalnız diksiyonuyla değil biraz da fiziğiyle ön plana çıkmalı galiba...

Kesinlikle! Az önce onu da söylemeye çalıştım. İstediğiniz kadar yaptığınız işe haberciyim ya da gazeteciyim gibi farklı isimler takın, ne meslek yaparsanız yapın, televizyonun içine girdiğiniz anda yaptığınız iş şov business oluyor. Şov yeri, orada her şey bir oyun, ben öyle algılıyorum. Çok ciddiye aldığım bir şey değil. Çünkü çok ciddiye alırsanız çok tehlikeli de olabilir. İşinizi yaparken mutlaka ciddiyet de almalısınız. Ama ölçü çok önemli. Burada oyun oynuyoruz diye boş verirseniz o çok büyük sorun olabilir. Ama görsel olarak da bu işin çok mühim olduğunu bilmemiz lazım.



Kanal yöneticileri arada ‘Program dikkat çekmeli’ ya da ‘Program izlenmeli’ diyerek bazı tavsiyelerde bulunurlar mı?

Kanal yöneticilerinden şimdiye kadar aldığım uyarılara çok şükür bu güne kadar ihtiyacım olmadı. Bir şekilde Allah yardım etti ve işler iyi gitti. Genellikle aksesuarlarıma ve mimiklerime takıldılar. Ben de illa ki doğrusunu yapıyorum tavrında olmadım, tek istediğim her işte benden bir parça olmasıydı. Özgünlüğü de bozmayı sevmiyorum. Benim yüzüklerim var. Çocukluğumdan beri böyle bir takıntım var, yüzüklerimi takmayı seviyorum. Benim yüzüklerimi çıkarmamı istiyorlarsa bunun gerçekten problem olduğunu bana anlatmaları gerekiyor. Bunun ne kadar büyük bir problem olduğunu bilmeliyim. Gençler küpe, piercing takıyorlar ve yıllar öncesine dönüp baktığınızda aslında tarihte de bunları yapan çok güçlü hükümdarların ve din adamlarının olduğunu biliyoruz. Bunlar eskiden problem değilmiş, şimdi problem. Çünkü şimdilerde biz her şeyi belirli bir kalıba sokmaya çalışıyoruz. Oysa ki benim bir kalıbım yok, ben de bunu anlatmaya çalışıyorum. Ben insanların istedikleri şeyler içerisine sokabilecekleri birisi değilim. Benim böyle kaygılarım yok. Bana on sene önce ilk televizyon programımı yaptığım sıralarda, ‘Senden bir halt olmaz, küçük dağları ben yarattım havası yok sende. Çalışkansın, her işi yaparsın ama bundan sonra fazla yol alamazsın’ dediler. Ve inanın bana o küçük dağları ben yarattım havası taşıyan insanlardan hayatım boyunca uzak durdum, bundan sonra da uzak duracağım. İnsanlara hak ettiği gibi davranmayı öğreniyorum.

Röportajın başında da değindik, siz sert olamıyorsunuz. Belki kaşlarınızı yayında çatıyorsunuz ama gerçek hayatta bu olmuyor galiba.

Yok, benim alakam yok. O asık suratlı çatık kaşlı kız ben değilim.

Bir zamanlar haber spikerliği promterdan geçen yazıları okumaktan ibaretti, ama şimdilerde bu bir imaj hadisesi haline geldi. Sizce bu kanalların arasındaki rekabetten mi kaynaklanıyor? O rekabet haber spikerlerine nasıl yansıyor?

Haber sunmaya başladığım andan itibaren çok farklı haber spikerleri gördüm. Kimi kendisini bu işe adamıştı, bütün dünyası buydu. Ama yayından yarım saat önce makyaj odasına girip de stüdyoya koşturarak gidenleri de gördüm. O da ‘Yedim yuttum artık ne geleceğim erkenden burada koşturacağım’ tavrından kaynaklanıyor. Kimi için yaptığı iş çok mühim değildir. ‘Beş dakika önce de gelsem olur, zaten yazılıyor’ der. Bu durum kurumlardan ziyade kişilerle ilgili bir şey, yani sizin nasıl yaklaştığınızla ilgili. Mesleğe başladığım ilk yıllarda, çok erken bir saatte kanala gidip toplantıya giriyor ve o gün havuza düşen bütün haberleri ezberlemeye çalışıyordum. Belki o haberleri girmiyorduk ama kendimi yayında çok daha rahat hissediyordum. Her ihtimali düşünmek gerekiyor. Evde de böyleyimdir. Uyanır uyanmaz haber kanallarını açarım, internete girerim, gazeteleri okurum. İnsanların habere ne tepki verdiğine bakarım. Konuyla ilgili bilgilenmeyi işin mutfak kısmını çok seviyorum.



Türkiye’de haber akışı trafiği inanılmaz boyutlarda, bir haber spikeri olarak size göre mesleğin zor yanları neler?

Büyük olasılıkla dünyada da böyledir, rekabet ve yarış vardır. Ama dediğim gibi medyanın içinde kemikleşmiş yapılar, çok isim yapmış insanlar var. En zor tarafı o insanların arasında var olma savaşını sürdürmek. Kaldı ki ben bunu bir savaş olarak görmedim. Az önce de dedim ya benim için asıl olan çalışmak ve işimi iyi yapabilmek. Benden isteneni verebilmek, yeri geldiğinde fazlasının da var olduğunu gösterebilmek. Potansiyeliniz varsa bunu bir şekilde gösterirsiniz. Zannediyorum en büyük zorluğu tutunabilmek.

Yani esas zorluklar görevi yaptığınız ortamla ilgili oluyor, öyle mi?

Kesinlikle yayında yapılacak işler çok zor değil. Biraz doğaçlama yeteneğiniz varsa bir son dakika geldiğinde soğukkanlılığınızı koruyarak konuya hakimmiş gibi davranabiliyorsanız, işin büyük kısmını çözmüşsünüz demektir. Değilseniz bile o anda topu çok iyi karşılamalısınız. Bu futbol tabirini çok severim, göğsünüzde yumuşatıp pası atabiliyorsanız dengeyi ancak bu şekilde sağlayabilirsiniz. Kendinizden eminseniz ve doğaçlama yeteneğiniz varsa canlı yayınlarda en zor dakikalarda bile bir şekilde yayını götürebilirsiniz. NTV’deki bir yayınımda altı saat boyunca stüdyodan çıkmadığım oldu. Gece 24.00’da yayına girdim ve 01.15’e kadar yayın kesilip bana dönebilirler diye ayakta bekledim.

Hangi haberdi o?

Mavi Marmara baskınından kurtulanların dönüşüyle ilgili haberdi. Önemli olan insanların bilmek isteyebileceği şeyleri düşünüp empati yapabilmek. Bu çok yorucu olabiliyor ama onun da çok büyük bir mutluluğu var. Yani pabuçları ayağımdan çıkarıp, yorgunluktan olduğum yere çöktüğümü bilirim. Ama içimde tuhaf bir mutluluk vardır. Görevini yapmış olabilmenin mutluluğu…

Bugüne kadar sesinizi titreten, boğazınızı düğümleyen, gözünüzü yaşartan, sunmakta zorlandığınız haber ya da haberler oldu mu?

Öyle haberler oldu elbette. Ben çok duygusalım, reklâmları izlerken bile ağlarım. Hayatımın büyük bir bölümünde ailem bana dramatik dizileri, filmleri, haberleri izletmedi. Çünkü kendimi çok kaptırıyordum. Sonra mesleki anlamda bir deneyim kazanıyorsunuz ve bunu bir iş olarak görüyorsunuz. Ben en çok Mardin’deki Bilge Köyü katliamında üzülmüştüm. Orada muhabire o kadar kızdım ki ama onun da işi bu, çok bıçak sırtı bir iş yapıyoruz. Soru sormak ve o bilgiyi almak zorunda. O evin içinde bütün yakınlarını, kardeşlerini, annesini, babasını kaybetmiş bir çocuğa muhabir soruyor; ‘Ne gördün?’ diyor. ‘Önce babamı gördüm, ardından annemi gördüm, sonra da kardeşlerimi gördüm’ deyip ağlamaya başlıyor. Orada bir çocuğa neden bu soru soruluyor diye delirdim ve o çocuğun sesinin titreyerek ağlamaya geçişi beni bitirdi. Bir sonraki haberi ilk defa çok zorlanarak okudum. Boğazım düğümlendi, gözlerim yaşardı. Sonrasında buradan idmanda olduğum için o VTR’leri izlememeye, bir sonraki haberimin kurgusuyla uğraşarak geçirmeye çalıştım.



Hiç oyunculukla ilgili bir düşünceniz olmadı mı, teklif gelmedi mi?

‘24’ te çalıştığım dönemde iki dizi teklifi geldi. O zamanlar dizi sektörünün o kadar dışındayım ve kimseyi tanımıyorum ki, hemen ve hiç düşünmeden reddettim.

Hangi diziydi?

İnanın dizileri bilmiyorum ikisi de şehir dışı projelerdi. Tomris Giritlioğlu ile konuşmuştuk ve insanlar onun adını duyduğunda bana ‘Sen delisin’ dediler. Tomris Hanım’la çalışabilmek için insanlar kapısında yatıyormuş. Bense ‘24’ te mesaim olduğunu söyleyerek onun teklifini reddetmiştim. Sonrasında Can Dündar’ın programına katıldığında ayaküstü sohbet etme fırsatı buldum. Bana şunu söylemişti; ‘Benim ışık gördüğüm herkes olur. Ben siz de oyunculuk ışığını gördüm. Deneyimin olup olmaması mühim değil’.
Konservatuara girmek en büyük hayalimdi. Ama hayat bazen sizi istemediğiniz yönlere çekebiliyor. Şu anda Pana Sinema Akademisi’nde oyunculuk dersleri alıyorum. Çok değerli hocalarımız var ve çok güzel şeyler öğreniyorum. Oyuncu olmayacaksam bile aldığım eğitim ekranda yapacağım her işte çok büyük katkı sağlayacak. Bana ‘Sen neden oyunculuk yapmıyorsun, çok başka bir enerjin var’ diyorlardı. Ama iyi ki de o zaman yapmamışım. Çünkü o zamanlar, yani beş sene önce aklım bu kadar başımda değildi. Şimdi de olup olmadığı tartışılır ya (Gülüyor).
O zaman verdiğim kararlar büyük olasılıkla beni çok mutlu etmeyecekti. Kafanız karışıkken hiçbir şeye karar vermemeniz gerek derler ya o kadar doğru ki. Ben bundan sonraki hayatımda hep bunu yapacağım. Kafam karışıkken hiçbir şeye karar vermeyeceğim.

Hangi rolü oynamak istersiniz?

Bana yüzümün yapısı ve hatlarımdan dolayı ‘Ya kötü kadın ya vamp kadını oynarsın’ diyorlar. ‘Eyvah!’ dedim bu kadar kötü görünüyor olmamalıyım. O karakterler tabi ki çok önemli, iyiyi belki hepimiz çok kolay oynarız ama kötüyü, vampı oynamak belki biraz daha zor gibidir, zor olanı yapmaktan da keyif alırım. O beni besler diye düşünüyorum. Zaten oyunculuk içinde olmayanı yapabilmektir. Uzun yıllar bir sinema filminde oynamayı çok istiyorum. Aslında nasıl bir karakter oynamak istediğimi bilmiyorum ama biraz zor bir iş yapmak istediğimi biliyorum. Kimi karakterler başrolü bile geçer, o karakter oyuncuları bu işin temel taşlarıdır.



Belki medyada kuyunuzu kazanları oynarsınız.

(Gülüyor) Evet, bu çok iyi fikir, bunu bir yere yazacağım. Hiç düşünmemiştim bunu, canımı yakanları oynamak isterim doğrusu… Bu müthiş bir fikir, sağolun.

Bunu yanında spikerlik devam edecek mutlaka, değil mi?

Haber spikerliği için bir süre öncesine kadar ‘Acaba doğru bir işi mi yapıyorum? Başka bir kimlik mi üzerime yapışıyor?’ diyordum. Ama şimdi biliyorum ki istediğiniz zaman istediğiniz tarafa yönelebilirsiniz. Şu sıralar program da yapmak istiyorum. Diğer taraftan oyunculuk da yapabilirim. Enerjimi en doğru nereden yansıtabileceksem onu yapmak istiyorum. Ne benimle çalışanları yorayım ne onlar beni yorsun, güzel güzel anlaşalım gitsin.

Güzel bir hanımsınız ve hayranlarınız çok fazla, evlilik teklifi aldınız mı, böyle teklifler geldi mi?

Evlilik teklifleri geliyor. İnternet üzerinden ‘Tam da annemin istediği gelin’ gibi şeyler okuyorum. Bir kahve içmeye davet edenler, küçük küçük dörtlükler, dizeler yazanlar… O kadar şeker ve tatlılar ki, bu kadar insanın beni tanıyor olması da bana tuhaf geliyor. Ekrandan bana aşık olan erkekler de var. Ben aşka pek inanmıyorum. Bence asıl önemlisi sevmek, çünkü sevgi emektir. Elbette ben de aşık oldum bir dönem ve evlendim. Ama daha sonra boşandım. Yürümedi. Şu anda da hayatımda kimse yok.

‘Gülay Abla ne kadar güzel sunuyor, keşke ben de onun gibi spiker olsam, haber sunsam’ diye içi giden genç kızlara ne tavsiye edersiniz, neler anlatmak istersiniz?

Bir kere şunu açık yüreklilikle söylemem lazım, çelik gibi sinirleriniz olmak zorunda. Burası çok büyük rekabetin döndüğü bir piyasa ve ne yazık ki yetenek tek başına yetmiyor. Asıl olanın performans olması gerekirken burada öyle bir şey olmadığını görüyorsunuz. Yani dışı sizi içi beni yakar gibi bir durum var. Eğer işin içine girmek istiyorlarsa çok güçlü olmak zorundalar. Yılmamaları lazım, ben bunları niye yaşıyorum diye kapı arkalarında çok ağladığım. Kendime ‘Bunu hak edecek ne yaptım?’ diye çok sordum. Ama bu noktada en önemlisi, kendilerine inanmak, tahriklere kapılmamak, sağlam durmak ve inandıkları doğruların üzerine gitmek. Ve en önemlisi de çok çalışmak ve öğrenmek.



Nereden başlamaları gerekiyor, bir genç kız liseyi bitirince ne yapmalı?

Gazetecilikle ilgili bir bölüm okuması gerekiyor. Benimki tamamen tesadüf eseri oldu. Makine mühendisliği okurken, gelen talepler üzerine radyoda çalışmaya başladım. Şiir programıyla yola çıktım, ardından kültür sanat programı ve yarışma programı derken habere geldim. Benim hikâyem her gün karşılaşılabilecek bir hikâye değil.

Makine mühendisliğini bitirdiniz mi?

Bitirmedim, çünkü çok isteyerek yapmıyordum ve o çizimlerle uğraşmaktan açıkçası sıkılıyordum. Eğitim sistemimizin de çarpıklığı bunda büyük etken. Bugün sokaktan çevirdiğiniz insanlara sorun çoğu istediği bölümü okumamıştır. Bu mesleği yapmak isteyen insanlara önerebileceğim, bunun okulunu okuyup bu işe öyle girmeleri. Orada eğitim alacaklar ve sonrasında da çok çalışacaklar. Stajyerler geliyor görüyorum, bizden çok daha yetenekli ve akıllı olduklarını düşünüyorum. Çok duygusal olmasınlar, biraz daha katı olsunlar, güçlü olsunlar. Ben duygusalım ama kendimi güçlü de hissediyorum. Bir şey beni öldürmüyorsa güçlendiriyor. Her düştüğünüzde biraz daha güçlü kalkıyorsunuz, eğer kalkabilirseniz. Ben kendime çok telkinde bulanan biriyimdir. ‘Durma Gülay yürü, ayağa kalk bu işi başaracaksın’ diye. Hiç kimseyle derdim yok, bütün derdim kendimle, kendi yapabildiklerimle ve yapabileceklerimle… Zaten bir başkasını taklit ederek başarılı olan birini hiç görmedim.

Gelin bir fantazi yapalım... Şu anda kamera önünde olduğunuzu düşünün ve Türkiye ile ilgili en çok olmasını istediğiniz güzel haberleri sıralayın... Müjdeli haberler verin bize...

(Gülüyor). Türkiye’de artık terör bitti, Türkiye’de artık işsizlik bitti. Türkiye’de artık kız çocukları okusun kampanyaları bitti. Çünkü, bütün çocuklarımız, kız erkek ayırmaksızın okumayı yazmayı biliyorlar. Bütün bunların bittiğini duyuran bir bülten sunmayı çok isterdim.

Sundunuz işte... Tüm olumsuzlukları Medyaradar okurları için buradan bitirdiniz... Ağzınıza sağlık...

Ne mutlu bana (Gülüyor).