24 Mayıs 2013 15:48
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:11
"MEDİNE'DE BIRAKTIĞIM SEVGİLİLER..." NİHAT HATİPOĞLU'NDAN BABASINA ANLAMLI YAZI!
Nihat Hatipoğlu bugün Sabah'taki köşesinde vefat yıldönümü olan babası Haydar Hatipoğlu'nu yazdı.
Medine’de bıraktığım sevgililer... (Bir vefat yıldönümü ve hatıralar)
Cumartesi günü ikindi sonrasıydı. Medine’deki Baki mezarlığına girdim. Hayli kalabalık vardı. Sağ tarafta ehl-i beyt’in büyüklerinin mütevazı mezarları vardı. Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve diğerleri. Karşımda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) diğer kızlarının, onların yanı başında ise Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eşlerinin mezarları duruyordu. Üzerlerinde kubbe, mermer vs. yoktu. Baş taşlarında isimleri yazılı değildi. Yerden yükseklik 2-3 santimden fazla değildi.
Mezarları da yaşamları gibi mütevazıydı. Toprakla bütünleşmişti.
Biraz ilerledim. Orada Hz. Peygamber’in (s.a.v.) oğlu Hz. İbrahim’in mezarı, maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik’in mezarı ve diğerleri.
Bazı araştırmacılara göre 10 bin, diğerlerine göre 30 bin civarında sahabe (Peygamberimizin arkadaşları) oraya uzanmışlar. Mezarlarında sessizce dirilecekleri günü bekliyorlar. Abartısız, isimsiz olarak. Yürüyüşüme devam ettim. Mezarlığın sonuna doğru. Sol yanda Medine’deki yağma günlerinde orayı müdafaa ederken şehit düşen ’Harre Şehitleri’ biraz ötesinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sütannesi Hz. Halime sağ yamaçta ise 3. halife Hz. Osman’ın mezarı yer alıyordu. Ne kadar mütevazı. Ne kadar sessiz. Abartısız. Ne kadar narin. Ne kadar kimsesiz. Ne kadar sahipsiz.
Hz.Osman’ın mezarı başında dakikalarca durdum. Tıpkı şehid olduğu gün gibi sanki. Toprağın altında; saçı, sakalı, yüzü bembeyaz 83 yaşındaki şehit halifenin orada aynen öyle uzandığını hissediyorsunuz. Sanki hiç bozulmamış vücuduyla. Sanki Kuran okurken, başına vurulan kılıçla kanının aktığı gün gibi.
Orada duamı edip, Fatihamı okuyup aşağıya indim. Mezarlığa büyük bir sessizlik hâkimdi. Oradaki binlerce insanda derin bir haşyet -ürperti ve vakar- hali var. Herkes nerede, kimlerin arasında olduğunun farkında. Yürüyen herkes, başına konmuş güvercinleri ürkütmemek için sanki adımlarını sessizce atıyor. Ayakkabısını eline almış, mezarlığı çıplak ayakla dolaşan da var, gözyaşları içinde dolaşan da. Bu tarifsiz bahçeyi, bir cennet vadisi gibi adımlayan da var.
Kabataslak bir hesap yaptım. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) bu yana üç milyona yakın insan gömülmüş bu mezarlığa. Ama mezarlık onların tümünü içine almış. Ve ta derinlere taşımış. İzahı zor bir hal. Tarifi imkânsız bir mezarlık.
Babamın mezarı başında
Hz. Osman’dan aşağı doğru yürüdüm. Bir parsel sonra, ikinci parselde, Medine’de vefat eden babamın -Haydar Hatipoğlu- mezarı var. Onun yanına gittim. İlk gün olduğu gibi duruyor. O da diğerleri gibi abartısız, sessiz, sakin oraya uzanmış. En çok sevdiği yerde, en çok sevdiğinin, âşık olduğunun yanında. Rahmetli babam her baba gibi bizleri çok severdi. Ama Hz. Peygamber’i (s.a.v.) bizden daha fazla sevmişti.
Hadis kitabını yazdığı gün
Mezarının başına oturdum. Uzun yıllar öncesini düşündüm.
Siirt, Uşak, Afyon, İzmir il müftülüğü yaptıktan sonra Diyanet’te Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği yaptığı yılları.
İşte o yılların orta bölümünde kendisine Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerini derleyen altı hadis (Kütübü Sitte) kitabından birisi olan İbni Mace’yi terceme ve şerh (yorumlama) için talepte bulunuldu. Tereddüt etti. Hakkını verebilir miyim diye. Uzun uzun düşündü. Sonra istihareye (rüyada bir şey görebilir miyim diye dua etmek) yattı. Ertesi sabah tercemeye başladı. Bize rüyada ne gördüğünü hiç anlatmadı. Bu konularda ketumdu. Gizlerdi. Ben, onun her gece teheccüt -gece uykudan uyanılıp kılınan nafile bir namaz- namazını kıldığını çok sonraları öğrenmiştim. Sonraları yakın bir sevdiği bana rüyasını anlattı. "Efendimizin yanında kitabın müellifi olan İbn Mace lakablı büyük hadis âlimini görmüş. O, kitabını efendimize iletmiş Efendimiz de kitabı rahmetli babama verip bu işi Haydar’a verdik demiş" rüya böyle.
Kitabı yazarken çoğu kez ona kâtiplik yapardım. O söyler, ben yazardım. Çoğu kez ağladığını görürdüm. Tam on ciltlik eseri 8 yılda bitirdi. Bazen onun sabah namazından önce uyanıp yazdığını görürdüm. Odasına kapanmış. Gündüz il müftüsü olduğu için vakit ayıramıyor, gece ise yazdığı için uykusuz kalıyordu. Sabah namazı vakti seccadesine el sürerdim, secde yeri ıslaktı. Gözyaşlarından ötürü. Tarifi imkânsız bir peygamber aşkı vardı.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatını yazdığı gün
Kitapta Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatı bölümünü yazacaktık. Bir-iki sahifelik bu bölümü tam bir ayda bitirdik. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatını anlatırken her ayrıntıda duruyor, devam edemiyor başını önüne eğip ağlıyordu. Sessizce kalkıyordu. "Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat etti" cümlesini yazmaya tahammül edemiyordu.
Bu nasıl bir sevdaydı bilmiyorum. Hiç bilemeyeceğim.
Çünkü son yıllarında Peygamberimizin adını söylerken yutkunuyordu. Mutlaka gözleri yaşarıyordu.
Medine’de ölmekle ilgili hadis
Hiç unutmadığım bir gündü. Şöyle bir hadis vardı kitapta. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyorlar: "Kimin gücü yeterse Medine’de ölsün. (Bana komşu olsun) Çünkü ben Medine’de ölene mutlaka şefaat ve şehadet edeceğim."
Bu hadisi yazdırdı. Ben hemen heyecanlanıp sordum. Baba dedim, Medine’de ölsün ne demek! İnsan ölmeyi dilemekle ölmez ki!
Gözlerimin içine baktı. Bu tür konuları konuşurken ilk kez gülümsediğini hatırlıyorum. "Oğlum" dedi: "Çaresiz bir hastalığı olursa ve Medine’de ise orada kalsın" demek olabilir. Gözlerinin içinin güldüğünü gördüm. Çünkü o da bunu istiyordu. Ve istediği oldu.
Ankara Etlik semtindeki son vaazında "Hakkınızı helal edin. Bu sefer Hz. Peygamber’e (s.a.v.) misafir kalacağım" demişti zaten.
Sevgiliyle vuslat var
Ve son haccında bütün Türk hacılara Arafat’taki genel duayı yaptı. Ayrılmak istemediği Medine’den ayrılacaktı. Dönüş zamanı geldi. Havaalanına giderken Yeşil Kubbe’ye döndü ve şöyle dedi:
- Efendim! Hani ben sizinle kalacaktım. Yine beni istemediniz. Yine beni gönderiyorsunuz.
Medine havaalanında uçağı beklerken -ki Türkiye’ye dönüşünü birkaç kez ertelemişti- oturduğu yerde, hacıların kucağında, ey Hayy olan Rabbim diyerek vefat etti. Uçuş kartı alındığı için de pasaportu bulunsa cenazesi Türkiye’ye gönderilecek bir raporla. Ama pasaport bulunamadı. Uzun süre aranmasına rağmen. Uçak kalktı. Pasaport cebindeydi. Bulamadıkları pasaport. Sanki gizli bir el aldı ve sonra yerine koydu. Çünkü orada Medine’de, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mezarına 200 metre uzaklıkta toprağa uzanması gerekiyordu. Uzun yıllar hadis ilmine olan hizmeti, Hz. Peygamber aşkı ve dini ilimlerindeki vukufiyeti ona bu güzel sonu hazırladı.
Manevi makamlar ilmin kefaretidir
Bazen kişi ilminin karşılığını işte böyle alır. Nebi’ye (s.a.v.) misafir olarak. 1986’da babam İzmir il Müftüsü iken Mısır’a beni ziyarete geldi. O dönemde özel eğitim için oradaydım. El-Ezher’ın âlimleriyle ilginç bir sohbeti olmuştu. Mısırlı âlimler (Prof. Dr. Abdülvedud Çelebi ve arkadaşları) bir Türk âliminin ilmini tartmak istemişlerdi. Kendilerince.
Tabakat, usul ve fıkıh kitaplarının mütalaasıyla başlayan, elfiye’ye kadar uzanan ilmi -dinibir sohbetin sonunda Mısırlı âlimler Arapça dilbilgisi ve dini ilimler sahasında karşılarında çok güçlü mahir bir âlimi gördüklerinden dolayı olsa haylice hayret etmiş ve Türkiye hakkındaki kanaatlerini değiştirmişlerdi. Prof. Abdülvedud hoca daha sonra bu izlenimini ’el-Cumhuriye’ adlı gazetede, köşesinde dile getirmişti. Özetle şöyle demişti:
"Biz Türkiye’nin İzmir il Müftüsü ile tanıştık. Türkiye’de bu seviyede âlimlerin olabileceğini zannetmiyorduk. Muktedir bu âlimle tanışmamıza ülkemizde eğitim gören oğlu vesile oldu.
Medine Mezarlığı’ndan ayrılırken
Rahmetli babamın ve komşularının mezarlarının başında bütün bunlar gözümün önünden geçti. İşte dünya bu. İşte bütün dünya bu. İşte uğruna birbirimizi hırpaladığımız, hırpani dünya bu. İşte ölesiye sevdiğimiz dünya bu. İşte hiçbirimize mülk olmayacak dünya bu. Sonumuz toprak. Mütevazı evimiz orada bizi bekliyor. Amelimizle orayı mamur edebiliriz ancak. İmanımız bizim cennet ve cehennemimizin ebediliğine, amelimiz ise nasıl karşılık göreceğimize belge olacak. Bu duygularla orayı terk ettim.
23 Mayıs 1995 babamın vefat tarihiydi. Dün gibi. Üzerimde çok hakkı vardır. Manen, muhabbeten ve ilmen. Çok müftü ve vaiz yetiştirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Din İşleri Yüksek Kurulu’nda çalıştığı yıllarda önemli fetvalara ve kararlara imza attı Hatta birçok önemli kararı o yazdı. İnanmadığı hiçbir karara imza atmadı, bilakis muhalefet şerhi yazdı. Gerekirse bunu başka gün yazarım. Fatihanızı almak için paylaşmak istedim. Rabbım ona ve bütün vefat eden yakınlarınıza rahmet etsin. İyi muamele etsin. Ahirette makamlarını yükseltsin.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Cumartesi günü ikindi sonrasıydı. Medine’deki Baki mezarlığına girdim. Hayli kalabalık vardı. Sağ tarafta ehl-i beyt’in büyüklerinin mütevazı mezarları vardı. Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve diğerleri. Karşımda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) diğer kızlarının, onların yanı başında ise Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eşlerinin mezarları duruyordu. Üzerlerinde kubbe, mermer vs. yoktu. Baş taşlarında isimleri yazılı değildi. Yerden yükseklik 2-3 santimden fazla değildi.
Mezarları da yaşamları gibi mütevazıydı. Toprakla bütünleşmişti.
Biraz ilerledim. Orada Hz. Peygamber’in (s.a.v.) oğlu Hz. İbrahim’in mezarı, maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik’in mezarı ve diğerleri.
Bazı araştırmacılara göre 10 bin, diğerlerine göre 30 bin civarında sahabe (Peygamberimizin arkadaşları) oraya uzanmışlar. Mezarlarında sessizce dirilecekleri günü bekliyorlar. Abartısız, isimsiz olarak. Yürüyüşüme devam ettim. Mezarlığın sonuna doğru. Sol yanda Medine’deki yağma günlerinde orayı müdafaa ederken şehit düşen ’Harre Şehitleri’ biraz ötesinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sütannesi Hz. Halime sağ yamaçta ise 3. halife Hz. Osman’ın mezarı yer alıyordu. Ne kadar mütevazı. Ne kadar sessiz. Abartısız. Ne kadar narin. Ne kadar kimsesiz. Ne kadar sahipsiz.
Hz.Osman’ın mezarı başında dakikalarca durdum. Tıpkı şehid olduğu gün gibi sanki. Toprağın altında; saçı, sakalı, yüzü bembeyaz 83 yaşındaki şehit halifenin orada aynen öyle uzandığını hissediyorsunuz. Sanki hiç bozulmamış vücuduyla. Sanki Kuran okurken, başına vurulan kılıçla kanının aktığı gün gibi.
Orada duamı edip, Fatihamı okuyup aşağıya indim. Mezarlığa büyük bir sessizlik hâkimdi. Oradaki binlerce insanda derin bir haşyet -ürperti ve vakar- hali var. Herkes nerede, kimlerin arasında olduğunun farkında. Yürüyen herkes, başına konmuş güvercinleri ürkütmemek için sanki adımlarını sessizce atıyor. Ayakkabısını eline almış, mezarlığı çıplak ayakla dolaşan da var, gözyaşları içinde dolaşan da. Bu tarifsiz bahçeyi, bir cennet vadisi gibi adımlayan da var.
Kabataslak bir hesap yaptım. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) bu yana üç milyona yakın insan gömülmüş bu mezarlığa. Ama mezarlık onların tümünü içine almış. Ve ta derinlere taşımış. İzahı zor bir hal. Tarifi imkânsız bir mezarlık.
Babamın mezarı başında
Hz. Osman’dan aşağı doğru yürüdüm. Bir parsel sonra, ikinci parselde, Medine’de vefat eden babamın -Haydar Hatipoğlu- mezarı var. Onun yanına gittim. İlk gün olduğu gibi duruyor. O da diğerleri gibi abartısız, sessiz, sakin oraya uzanmış. En çok sevdiği yerde, en çok sevdiğinin, âşık olduğunun yanında. Rahmetli babam her baba gibi bizleri çok severdi. Ama Hz. Peygamber’i (s.a.v.) bizden daha fazla sevmişti.
Hadis kitabını yazdığı gün
Mezarının başına oturdum. Uzun yıllar öncesini düşündüm.
Siirt, Uşak, Afyon, İzmir il müftülüğü yaptıktan sonra Diyanet’te Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği yaptığı yılları.
İşte o yılların orta bölümünde kendisine Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerini derleyen altı hadis (Kütübü Sitte) kitabından birisi olan İbni Mace’yi terceme ve şerh (yorumlama) için talepte bulunuldu. Tereddüt etti. Hakkını verebilir miyim diye. Uzun uzun düşündü. Sonra istihareye (rüyada bir şey görebilir miyim diye dua etmek) yattı. Ertesi sabah tercemeye başladı. Bize rüyada ne gördüğünü hiç anlatmadı. Bu konularda ketumdu. Gizlerdi. Ben, onun her gece teheccüt -gece uykudan uyanılıp kılınan nafile bir namaz- namazını kıldığını çok sonraları öğrenmiştim. Sonraları yakın bir sevdiği bana rüyasını anlattı. "Efendimizin yanında kitabın müellifi olan İbn Mace lakablı büyük hadis âlimini görmüş. O, kitabını efendimize iletmiş Efendimiz de kitabı rahmetli babama verip bu işi Haydar’a verdik demiş" rüya böyle.
Kitabı yazarken çoğu kez ona kâtiplik yapardım. O söyler, ben yazardım. Çoğu kez ağladığını görürdüm. Tam on ciltlik eseri 8 yılda bitirdi. Bazen onun sabah namazından önce uyanıp yazdığını görürdüm. Odasına kapanmış. Gündüz il müftüsü olduğu için vakit ayıramıyor, gece ise yazdığı için uykusuz kalıyordu. Sabah namazı vakti seccadesine el sürerdim, secde yeri ıslaktı. Gözyaşlarından ötürü. Tarifi imkânsız bir peygamber aşkı vardı.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatını yazdığı gün
Kitapta Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatı bölümünü yazacaktık. Bir-iki sahifelik bu bölümü tam bir ayda bitirdik. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatını anlatırken her ayrıntıda duruyor, devam edemiyor başını önüne eğip ağlıyordu. Sessizce kalkıyordu. "Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat etti" cümlesini yazmaya tahammül edemiyordu.
Bu nasıl bir sevdaydı bilmiyorum. Hiç bilemeyeceğim.
Çünkü son yıllarında Peygamberimizin adını söylerken yutkunuyordu. Mutlaka gözleri yaşarıyordu.
Medine’de ölmekle ilgili hadis
Hiç unutmadığım bir gündü. Şöyle bir hadis vardı kitapta. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyorlar: "Kimin gücü yeterse Medine’de ölsün. (Bana komşu olsun) Çünkü ben Medine’de ölene mutlaka şefaat ve şehadet edeceğim."
Bu hadisi yazdırdı. Ben hemen heyecanlanıp sordum. Baba dedim, Medine’de ölsün ne demek! İnsan ölmeyi dilemekle ölmez ki!
Gözlerimin içine baktı. Bu tür konuları konuşurken ilk kez gülümsediğini hatırlıyorum. "Oğlum" dedi: "Çaresiz bir hastalığı olursa ve Medine’de ise orada kalsın" demek olabilir. Gözlerinin içinin güldüğünü gördüm. Çünkü o da bunu istiyordu. Ve istediği oldu.
Ankara Etlik semtindeki son vaazında "Hakkınızı helal edin. Bu sefer Hz. Peygamber’e (s.a.v.) misafir kalacağım" demişti zaten.
Sevgiliyle vuslat var
Ve son haccında bütün Türk hacılara Arafat’taki genel duayı yaptı. Ayrılmak istemediği Medine’den ayrılacaktı. Dönüş zamanı geldi. Havaalanına giderken Yeşil Kubbe’ye döndü ve şöyle dedi:
- Efendim! Hani ben sizinle kalacaktım. Yine beni istemediniz. Yine beni gönderiyorsunuz.
Medine havaalanında uçağı beklerken -ki Türkiye’ye dönüşünü birkaç kez ertelemişti- oturduğu yerde, hacıların kucağında, ey Hayy olan Rabbim diyerek vefat etti. Uçuş kartı alındığı için de pasaportu bulunsa cenazesi Türkiye’ye gönderilecek bir raporla. Ama pasaport bulunamadı. Uzun süre aranmasına rağmen. Uçak kalktı. Pasaport cebindeydi. Bulamadıkları pasaport. Sanki gizli bir el aldı ve sonra yerine koydu. Çünkü orada Medine’de, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mezarına 200 metre uzaklıkta toprağa uzanması gerekiyordu. Uzun yıllar hadis ilmine olan hizmeti, Hz. Peygamber aşkı ve dini ilimlerindeki vukufiyeti ona bu güzel sonu hazırladı.
Manevi makamlar ilmin kefaretidir
Bazen kişi ilminin karşılığını işte böyle alır. Nebi’ye (s.a.v.) misafir olarak. 1986’da babam İzmir il Müftüsü iken Mısır’a beni ziyarete geldi. O dönemde özel eğitim için oradaydım. El-Ezher’ın âlimleriyle ilginç bir sohbeti olmuştu. Mısırlı âlimler (Prof. Dr. Abdülvedud Çelebi ve arkadaşları) bir Türk âliminin ilmini tartmak istemişlerdi. Kendilerince.
Tabakat, usul ve fıkıh kitaplarının mütalaasıyla başlayan, elfiye’ye kadar uzanan ilmi -dinibir sohbetin sonunda Mısırlı âlimler Arapça dilbilgisi ve dini ilimler sahasında karşılarında çok güçlü mahir bir âlimi gördüklerinden dolayı olsa haylice hayret etmiş ve Türkiye hakkındaki kanaatlerini değiştirmişlerdi. Prof. Abdülvedud hoca daha sonra bu izlenimini ’el-Cumhuriye’ adlı gazetede, köşesinde dile getirmişti. Özetle şöyle demişti:
"Biz Türkiye’nin İzmir il Müftüsü ile tanıştık. Türkiye’de bu seviyede âlimlerin olabileceğini zannetmiyorduk. Muktedir bu âlimle tanışmamıza ülkemizde eğitim gören oğlu vesile oldu.
Medine Mezarlığı’ndan ayrılırken
Rahmetli babamın ve komşularının mezarlarının başında bütün bunlar gözümün önünden geçti. İşte dünya bu. İşte bütün dünya bu. İşte uğruna birbirimizi hırpaladığımız, hırpani dünya bu. İşte ölesiye sevdiğimiz dünya bu. İşte hiçbirimize mülk olmayacak dünya bu. Sonumuz toprak. Mütevazı evimiz orada bizi bekliyor. Amelimizle orayı mamur edebiliriz ancak. İmanımız bizim cennet ve cehennemimizin ebediliğine, amelimiz ise nasıl karşılık göreceğimize belge olacak. Bu duygularla orayı terk ettim.
23 Mayıs 1995 babamın vefat tarihiydi. Dün gibi. Üzerimde çok hakkı vardır. Manen, muhabbeten ve ilmen. Çok müftü ve vaiz yetiştirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Din İşleri Yüksek Kurulu’nda çalıştığı yıllarda önemli fetvalara ve kararlara imza attı Hatta birçok önemli kararı o yazdı. İnanmadığı hiçbir karara imza atmadı, bilakis muhalefet şerhi yazdı. Gerekirse bunu başka gün yazarım. Fatihanızı almak için paylaşmak istedim. Rabbım ona ve bütün vefat eden yakınlarınıza rahmet etsin. İyi muamele etsin. Ahirette makamlarını yükseltsin.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ