MAVİ RİNG'İN YÖNETMENİ ÖMER LEVENTOĞLU: BU ÜLKEDE 17 BİN FAİLİ MEÇHUL VAR BİR TANE SİNEMA FİLMİ YOK!
Murat Tolga Şen, Mavi Ring filminin yönetmeni Ömer Leventoğlu ile 'mahkumların açlık grevi' konusuna eğilen filmini konuştu.
Fer Film Prodüksiyon ve Almanya’dan Proserv Productions ortak
yapımcılığı ile çekilen ve yönetmen koltuğunda Ömer Leventoğlu’nun
oturduğu Mavi Ring’in çekimleri geçtiğimiz haftalarda tamamlandı.
Fuat Kav’ın 1989 yılında Eskişehir’den Aydın Hapishanesi’ne mahkûm
sevkini anlatan aynı adlı kitabından esinlenilerek yazılan film,
hapishane yönetimini protesto etmek için açlık grevine başlayan bir
grup mahkûmun işkence dolu sevkiyatta yaşadıkları anlatılıyor.
Filmin kadrosunda Ezgi Çelik Doktor Pınar’ı, Nazmi Kırık bir siyasi
mahkûmu canlandırırken, filmde ayrıca Kemal Ulusoy, Diyar Dersim,
Giyasettin Şehir, Erdal Ceviz gibi isimler rol alıyor.
’Açlık grevi’ gibi hassaslığını koruyan bir konuya eğilen filmin
yönetmeni Ömer Leventoğlu’na daha önce "Ölümden Kalma" nın
yönetmeni Okşan Dede’ye yaptığımız gibi 5 soru sorduk. Sorular
biraz sivri ama cevaplar samimi... Film gösterime girmeden önce
okumanız gereken türden bir röportaj olduğu kanaatindeyim. İyi
okumalar...
Bu bir Kürt filmi mi, yoksa Türkiyeli izleyicileri de aynı
şekilde kucaklayarak derdini anlatacak bir yapım mı?
Filmimiz, dünyanın her yerindeki sinema izleyicilerinin yanı sıra
Türkiyeli izleyicileri de kucaklayarak derdini anlatmaya öykünen
bir Kürt filmidir. Bir filmin Türkiyeli izleyicileri kucaklaması
için "Kürt filmi olmaması" gerektiğini düşünmüyoruz. Kürt filmleri
de pekâlâ Türkiyeli izleyicileri çekebilir. Tersini düşünecek
olsaydık, bu durumda Türk filmlerinin de Türkiyeli izleyicileri
kucaklayamayacağını iddia etmeliydik. Çünkü Türkiyeliler sadece
Türkler değildir, başka bir deyimle Türkiye’de yaşayan Kürtler de,
en az Türkler ve başka halklar kadar "Türkiyeliler" dediğimiz
kesime dahildir.
Yunanlı filozof Aristo’nun mantıksal tutarlılık, yani ’çelişmezlik’
ilkesine göre de "Türkiyeli izleyici" demek "Türk" değil,
Türkiye’de yaşayanların toplamını kapsamalı. Eminim ki siz de zaten
"Türkiyeli izleyici"den Türk olan izleyicileri kast
etmiyorsunuzdur. Zira bir filmin Kürt filmi ya da Türk filmi olması
başka, kucaklayıcı olup olmaması başka bir bağlamdır. Ayrıca bana
göre sinema demek; kendisini etnisiteye, coğrafyaya, siyasal olana,
toplumsal şartlanmalara ve konjonktürel önyargılara hapsetmeyen
sanat dili demektir, bütün bunları aşarak insana ulaşan, baş harfi
büyük "İ" ile başlayan ve tarihin öznesi olmuş olan "İnsan"a
odaklanan, onun evreninde derinleşen görsel, estetik dil
demektir.
Ayrıca içinde yaşadığımız sosyal ve toplumsal koşullar, yani barışa
olan ihtiyacımız, alışılagelmiş Türk filmlerinin dışında da
filmlerin çekilmesini daha çok gerekli kılıyor. Kürt filmleri de
buna dahildir. Bu yüzden de bizim filmimiz, kapsayıcı, empatiye
dayalı, toplumsal vicdana çağrı yapan, insan oluşumuzdaki ortak
paydanın altını çizen, dolayısıyla da herhangi bir milliyet değil,
vicdana ve ahlaka çığıran bir dile ve sinemasal üsluba sahiptir, en
azından bunun için sinema yapıyoruz. Dolayısıyla da biz, sanatı,
insana dair temel erdemlerin hakim kılınması için önemli bir güç ve
büyük bir olanak olarak görüyoruz. Mavi Ring filmi ile de bunu
açığa çıkarmak ve ortak insani paydaları dile getirmek
istiyoruz.
‘Amacımız devrimci sinema yapmak’ demişsiniz. Sinema ile
devrim yapmak ya da devrimin ateşini yakmak mümkün mü? Genelde bu
filmlerin seyircisi az oluyor. İzleyenlerin
değişeceğini/değiştireceğini düşünüyor musunuz?
- Takdir edersiniz ki, "devrimci sinema" oldukça geniş bir kavram.
Sinema teknolojisinden tutalım da, sinemanın mali sistemine,
kullandığı görsel dil, anlatma, öyküleme üslubu, yapım sürecindeki
çalışma ve üretim ilişkileri, kamerayı kullanma tarzı, dağıtım
karteli ile kurduğu bağ vs, bütün bu konulardaki edip eyleme
biçiminiz bu kapsama girer. Biz devrimciliği içeriğinden
soyutlayarak klasik siyah-beyaz gazete tarzına indirgeyen bir
kavrayışa sahip değiliz. Elbette sinema ile devrim yapılmaz, ne ki
sinema da, insan hüneri olan diğer bütün anlatma yolları, kelam
etme araçları gibi tutucu yaşamın kalıplarını kıran estetik bir
değerdir. Bu bakımdan hiç değilse geçerli sinema anlayışına bir
tıkırtı düzeyinde olsa bile ses etmiyorsanız, bu durumda sadece
sayılarla ifade edilen filmler ile piyasaya çıkarsınız, o kadar...
Bu bizim sinemamız değildir.
Öte yandan "Bu filmlerin seyircisi az oluyor" ifadesinin tam olarak
neyi ifade ettiğini bilmiyorum, ama eğer bugün bir "Türk
sineması"ndan bahsedebiliyor isek, bunu, Yılmaz Güney sinemasına
borçlu olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Yılmaz Güney, sinema
çalışmalarının olgunlaşma döneminden itibaren hep devrimci sinema
yaptı. Seyircisi de hep çok fazlaydı. Hatta bu ülkedeki sinemayı
bataktan kurtardı, seks furyasına kayan sığ ve cibilliyetten yoksun
sinema anlayışına karşı çıktı, toplumda hikayeleri gizlenmiş
kesimlere kamera tutarak sinema yaptı. Büyük bir toplumsal çürümeye
karşı Don Kishot gibi direndi ve sanat üretti. Bizim devrimci
sinema dediğimiz şey de işte biraz buna benziyor, yani sanatın
sarsıcı doğasına itibar eden, bu kaygıyla estetik değerler üretmek
için didinen bir çabayı kastediyoruz. Bununla toplumu baştan aşağı
dönüştürme niyetinde değiliz, bu kadar cahil ve ayakları yerden
kesik bir kadro değiliz, ama yoğun bir zihinsel emek ve tutku dolu
bir üretim var, sinema izleyicilerinin bunu hissedeceğini,
göreceğini ve hakkını vereceğini umuyoruz.
Özellikle finansal sıkıntılar sebebiyle çekimlerin
tamamlanması bir hayli gecikti sanırım. Film çekmek zor mu? Yeniden
başa sarsanız, girişir misiniz bu maceraya?
Muhalif ve bağımsız sinema Türkiye’de her zaman belli bir zorluğa
sahiptir. Bu mecrada sinema yapmaya çalışan her arkadaş kadar biz
de zorlandık. Halen de sorunlarımız devam ediyor. Zira sinema
teknolojisi önemli oranda dijital hale geldi, ucuzladı diye
düşünülse de, gerçekte yapım süreçleri o kadar ucuzlamadı. Bizim
filmimiz de, günlük ortalama 100 kişinin sette yer aldığı bir
büyüklüğe sahipti. Bu da bizi oldukça zorladı. Çekimlerimiz yarım
kaldı ve mevsimsel gereklilikler nedeniyle, son anda, uçurumdan
kurtardık.
Yeniden başa sarılsa, hemen bugün başlarım, yarın sabaha kalırsak
zaman ve enerji kaybıdır ve bu da sinemada büyük
kayıptır...
Yaptığınız film içinize sindi mi? Meselesi tamam ama
sineması çok eksik filmler izliyoruz çünkü bu aralar... Sinemanın
ABC’sine uyduğunuzu, ortaya ’olmuş’ bir iş çıkardığınızı düşünüyor
musunuz?
Hayır, her bakımdan yetkin bir iş çıkardığımıza inanmıyorum.
Yaptığım her iş az-çok kusurludur, ama Mavi Ring filmi,
amaçladığım, öngördüğüm kadar bile kusurlardan arınmış bir film
olmadı. Ekonomik koşullar, oyuncu kadrosu ve devamlılıklar gibi
bağlayıcı birçok değişken bizi olumsuz etkiledi. Böylece, olması
muhtemel bir başarıya da ulaşamadığımı düşünüyorum. Yani açıkçası,
daha iyisini yapabilirdik.
Ancak şunu da söylemeliyim; edebiyatta da, sinemada da, felsefede
de, yani entelektüel çaba gerektiren ve sanatsal yaratıcılık ile
ortaya çıkan bütün ürünlerde mükemmellik yoktur. Sanatçı, musalla
taşına gitmeden önceki en son ürününde "olmuş" bir iş çıkartır. Ben
de bundaki kusurlarımı bir sonraki işimde azaltacak, bundaki eksik
yaratıcılık ve sığ ele alışımı bir sonraki projede gidermeye
çalışacağım. Fakat her şeye rağmen bir sinema filmi olarak Mavi
Ring, Türkiye izleyicisinin bugüne kadar alışkın oldukları sinema
estetiği ve içerik bakımından ilginç ve izlenmeye değer bir eser
oldu.
Açlık grevleri, faili meçhuller... Bunlar hala çözülememiş
ülke gerçekliğimiz... Bağımsız sinema bu meseleyi yeni yeni dert
etmeye başladı. Burada da, özellikle festivaller düşünüldüğünde,
sinemasal bir rant oluşmasından korkuyoruz. Bu konuda bizi ve okuru
nasıl rahatlatacaksınız?
Acının anlatımı üzerine hikaye kurmak, Homeros’tan bu yana,
anlatılmış ne kadar destan, yakılmış ne kadar türkü ve yazılmış ne
kadar şiir varsa, hepsinde bir miktar yer etmiştir. İster İlyada
kıyımını, ister Karadeniz’deki doğa katliamını, Gazze’de ya da
Guatemala’daki savaşın orta yerinde kalmış bir çocuğu ya da Yahudi
bir piyanisti anlatın, isterse Kürt sorununun biçtiği hayatlardan
birini seçip dramatik insan hikayelerinden birine kulak verin,
hepsinde bir miktar "insan hali" anlatımı vardır ve bunların hepsi
de az-çok dramatiktir. Ölüm oruçları da ya faili meçhuller de
böyledir. Rant peşinde iseniz, buralardan da rant elde etme
çabasına girebilirsiniz. Ama her ne kadar bu konulara eğilen sinema
eserlerinin çoğaldığı düşünülse de, ben, kentsel yaşam
fantezilerinin sinemada ya da TV dünyasında anlatıldığının yüzde
biri kadar bile insanların gerçek hayatta yüz yüze olduğu bu yıkıcı
hikayelerin yer almadığını düşünüyorum.
Oransal olarak bakarsanız 17 bin faili meçhul var bu ülkede ama 17
değil, 7 tane de değil, bir tane bile bu faili meçhulleri anlatan
bir sinema filmi yok. Toplumsal gerçekçi hikayelerin çoğaldığını ve
bu alanda bir rant oluştuğunu söylemek için, bağımsız sinemacıların
hangi koşullarda film yaptıklarına bakmadan onlara haksızlık olur.
Kaldı ki o kadar imkanlar kısıtlı ki, film yapılamıyor. Daha ne
olsun? Daha nasıl ikna olursunuz bilmiyorum ki? Gene de ikna
olmayan varsa, o kişilere, insanın yellenmesini sinema haline
getirip milyonlarca gişe yapan filmler ile bağımsız sinemacıların
tamamlanamayıp batan filmlerini karşılaştırmalarını öneririm.
Teşekkürler...