04 Eki 2010 09:04
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:40
MAĞDUR OLAN AVCI MI YOKSA CEMAAT Mİ?
Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Hanefi Avcı'nın tutuklanmasının ardından gündeme gelen soruları değerlendirdi. İşte o yazı...
Kim mağdur? Avcı mı, ’cemaat’ mi?
Eski emniyetçi Hanefi Avcı, sansasyon oluşturan bir kitap yazıyor ve insanları en ağır ithamlarla lekeliyor. Asıl "itibarsızlaştırma" bu! Niçin yapıyor bunu? İki sebep söylüyor Avcı.
İlki daha önce haklarında dava açılan bazı meslektaşlarını koruma güdüsü. İkincisi çok özel hattının dinlemeye takılmış olması. Bu iki sebepten kaynaklanan öfke patlamasıyla, "Her işin arkasında cemaat var!" dedirten bir paranoyaya kaptırıyor kendini.
Ancak zamanla anlaşılıyor ki iki sebebin de insanlarla paylaşılmayan yönleri bulunmakta. Mesela Avcı, ’meslektaşlarına sahip çıkma adına’ akla hayale gelmedik şeyler söylüyor; ancak hiçbir sözü görevden alınan emniyetçilerle ilgili ’somut bulgular’ı ortadan kaldırmıyor. "Kefilim." dediği insanlarla ilgili hukukî süreç devam ediyor ve zanlılar karmaşık ilişkilerini izah edemiyor. ’Uyuşturucu baronu’ ile üç yüz bilmem kaç kere görüşen bir emniyet yetkilisi, Avcı’nın "Kefilim." garantisi ile aklanabilir mi? Ya da bir ihale çetesi ile doğrudan temas kurup onlara açıkça yardım eden bir emniyet müdürünün hatası, Hanefi Bey’in "Arkadaşımdır." sözüyle örtbas edilebilir mi? Daha önemlisi, Hanefi Bey neden somut bilgi ve belge sonucu suçlanan insanları korumak için bu kadar çırpınma lüzumu hissedip, bir zamanlar kendisine yapıldığı gibi insanları ’cemaatçi’ diye suçluyor? "Bütün değer yargılarımı kaybettim." sözünün bir başka manası olsa gerek...
Hanefi Bey’in dengesini bozan ikinci sebep ’özel’ durumunu daha net ortaya çıkarıyor. "Sadece iki kişinin bildiği telefon hattı." diyordu Avcı, ve cemaati, bu hattı dinlemekle suçluyordu. Ne ilginçtir ki dinlemeye takıldığını ona haber veren de ’cemaat üyesi’ olmakla suçlanan polis şefiymiş. Avcı, kanunsuz dinlendiğini söylüyordu. Ortaya çıkan gerçek hiç de onu teyit etmiyor. Bir kere, dinleme yasal bir süreç içinde gerçekleşmiş. Güvenlik güçleri ’örgüt dinlemesi’ yaparken ha bire ’efsane polis müdürü’ diye tanıtılan Hanefi Avcı, bu numarayla görüşmüş. İşte meselenin bamteli burada: Yargı, "Ey efsane, senin Devrimci Karargâh örgütüyle bağın ne?" diyemeyecek mi? Bir insanın geçmişte iyi şeyler yapması, onunla ilgili hukukî bir işlemin yapılamamasını gerektirir mi? Kaldı ki bugün Avcı’yı yere göğe sığdıramayanlar, daha düne kadar onu işkencecilikten ve cemaatçilikten linç ediyordu.
MASUM BİR AŞK İLİŞKİSİ DEĞİL MESELE...
Avcı, ’anı kitabı’na son bir ek yaparak, ’cemaat’i suçladı. O eki, kimin yazdığı ya da yazdırdığı bile kuşkulu. Belli ki dinlemeye takıldığının farkında ve bunun hesabının sorulacağını hissetmiş. Cemaat suçlamasını kendine zırh yaparak, o zırh sayesinde, kendisini mağdur, "cemaat"i zalim gösterecekti. Bu, bayat ama etkili bir numara...
Meselenin bir de yüz kızartan yanı varmış meğerse. Hanefi Bey, evli olduğu halde evli bir bayanla aşk yaşıyormuş. Şimdi deniyor ki, "Herkesin günahı kendine..." Eyvallah; ancak sen bütün olayları ’özel bir telefon hattı’na dayıyorsan ve o bahsettiğin hatla ’sevgili’ görüşmesi de yapıyorsan ve o hat ortaya çıkacak diye insanlara ağır suçlamalar yapıyorsan, o hat üzerinden yürüttüğün örgütsel ve kişisel ilişkilerin hiç yokmuş gibi davranamazsın. Bazı meslektaşlarımızın meseleyi masum bir aşk hikâyesine dönüştürmesi de yanlış. Ortada bir adam var; sürekli yalan söylüyor, insanları karalıyor, listeler yapıp gazeteci dostlarına dağıtıyor ve ilişkilerini gizleyerek hedef saptırıyor.
Şimdilerde şöyle bir klişe pompalanıyor: "Cemaate dokunan yanıyor." Aslı öyle değil bu cümlenin. Onlarca hadise ispat etti ki yanacak olan ’cemaat’e dokunuyor. Herhangi bir meselede ayıbı olan, kusuru bulunan ve bunu gizlemeye çalışan bazıları, bütün suçlarını ’cemaat’ adını verdikleri bir yapıya yıkarak kendilerini aklamaya uğraşıyor. ’Efsane emniyet müdürü’ niçin bir gizli terör örgütüyle kriptolu görüşmeler yaptığını açıklamak yerine, ’cemaat’in kendisini ’itibarsızlaştıracağını’ söylüyor. Beyefendi, sen önce kuşku uyandıran karmaşık ilişkilerine makul bir açıklama getir; sonra başkalarını suçla. Ergenekon’u aklamak için neden bu kadar çırpındığını, kiminle nerede iş tuttuğunu, kimlerin sana destek sağlayıp propaganda ve iletişim yardımı yaptığını söyle ki, senin kim olduğunu anlayalım...
’Cemaat’ hakkında daha önce de pek çok sansasyonel suçlama yapıldı. Hepsi de yalan ve iftira çıktı. Mesela Ankara 2 No’lu DGM’de başlayan ’Fethullah Gülen davası’ tam 8 yıl sürdü. Bugün Avcı’nın yaptığı bütün tezvirat o gün başkaları tarafından ifa edildi. Ve mahkeme, oybirliğiyle beraat kararı verdi. Üst yargı beraati oybirliğiyle onadı. Şimdi ayıp değil mi aynı teraneyi tekrar tekrar gündeme getirmek?
Bir çarpıcı misal daha: Genelkurmay başkanı olacakken Yaşar Büyükanıt hakkında kara propaganda yapıldı. O zaman da ’cemaat’ suçlandı. Sonra ne oldu? Meğer Ergenekon zanlısı subayların yönettiği bazı birimler, Büyükanıt’ın soyunu, sopunu, banka hesabını, eşinin mal varlığını vs. araştırıp bunları belli yollarla ifşa etmişti. Bir başka zaman, bazı kişilerin görüntülerinin çekildiği ve kullanıldığı söylendi. Orada da ’cemaat’ suçlandı. Sonra ne oldu? Ergenekon davasında 51 No’lu DVD denilen belgeyle anlaşıldı ki bazıları pek çok izinsiz dinleme yapmış, görüntü kaydetmiş ve insanlar üzerinde baskı kurmuştu...
Örnekler çok; saymakla bitmez. Bu ülkede kirli işler yapan birileri suçüstü yakalanmaya başlayınca hemen ’cemaat’i suçlayarak hedef saptırıyor. Ne acıdır ki bazı iyi niyetli insanlar da bu akıntı karşısında bîtap düşüp kalabalığın arasına karışıp gidiyor. Defalarca şahit olduğumuz psikolojik harp bize gösterdi ki, bu tür durumlarda asıl mağdur, ağır suçlamalarla karşı karşıya kalan ’cemaat’in ta kendisidir. Neyse ki Allah’a havale edilecek çok şey var bu ülkede. Bu topraklarda defalarca tuzak kurup insanlar hakkında kötü zanların oluşmasına sebep olanların maskesi elbette bir gün düşecek; ha bu dünyada düşmüş, ha ahirette; değişmiyor akıbetleri.
Eğer bu iş ’cemaat organizesi’ olsaydı...
Düşeceği durumu izah etmekte zorlanan bir emniyet müdürü, bir kitap yazarak kendine bir korunak inşa etti. O sığınaktan psikolojik harp taktiklerine başvurarak, "Beni itibarsızlaştıracaklar." deyip ayıplarını, kusurlarını ve tabii ki hukuken suç sayılan icraatlarını kapatma telaşına düştü...
Her neyse! Sonuçta kitap tartışıldı, konuşuldu ve insanlar suçlandı. Üzerinden vakit geçti. Artık kitabın adı bile duyulmuyordu. Gündemden düşmüştü. Ne var ki, hukukî süreç ’gündem maddeleri’ne göre işletilmiyor. Yargı, elindeki bilgi ve belgeye göre hareket etmek zorunda. Bu nedenle Hanefi Avcı, savcılığa davet edildi. Çünkü ağır bir suçlamayla karşı karşıya. Bahsi geçen örgüt tırı vırı bir dostluk kulübü değil; terör örgütü. Hanefi Bey ifade vermeye gitmedi, "yakalama kararı" çıkartılması için kendisine tanınan sürenin dolmasını bekledi. O sürenin dolacağı günü hesaplayarak basın toplantısı yapacağını duyurdu. O da biliyordu ki, mahkeme davete kulak asmayan bir zanlı için ’zorla getirme’ kararı verecekti. Nitekim öyle oldu. Savcıya konuşmayan Avcı’yı hâkimler tutukladı. Demek ki, tutuklanmayı gerektiren bilgi ve bulgular söz konusuydu...
Bütün bu süreçleri bilmeden ya da umursamadan yazı yazanlar yanlış bir mantık yürütüyor ve maalesef bir saplantı haline gelen ’cemaat’ suçlamasından medet umuyor. Hâlbuki bu iş ’cemaat’ iradesine kalsa bu süreç devam ettirilmezdi. Nasıl olsa kitap çoktan gündemden düşmüştü. Hazır mesele soğumuşken tutuklama kararıyla bir adam niçin ’mağdur’ duruma düşürülsün ve tartışmalar yeniden alevlendirilsin ki! Bizim medyanın muhakeme etmediği gerçek şu: Ortada ciddi bir soruşturma ve o dosya içinde önemli belgeler var ki tutuklama kararı çıkartılıyor. Bu açıdan baktığınızda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis’in açılış resepsiyonunda söylediği cümleyi doğru algılamak gerekiyor. Ne diyordu Başbakan: "Yargı durup dururken yoldan geçen birini almıyor değil mi?"
Avcı-Yamacı hikâyesi
Avcılarla ilgili pek çok fıkra anlatılır. Hanefi Avcı konusu sık sık tartışıldığında aklıma bu fıkralar geliyor. Çünkü takınılan tavır bazen tastamam fıkrayı çağrıştırıyor.
Malum; palavrayı seven bir avcı varmış; bir de o gerçek dışı anlatımları mantıklı hale getirmek için çırpınan bir yamacı. Bir gün avcı köy meydanında coştukça coşmuş ve demiş ki, "Bir geyik gördüm. Yavaşça yanına yaklaştım. Bir attım, kurşun geyiğin ayağından girdi, kafasından çıktı." Köy ahalisi, "Hadi oradan sen de!" demiş, "Olur mu öyle şey!" Avcı saçmaladığını anlayıp duraksamış; ama yamacı atlayıp tevil etmiş bu absürt tabloyu: "Efendim, sakin olun. Ben de oradaydım, geyik başını kaşıyordu, o yüzden kurşun ayağından girip kafasından çıktı." deyivermiş.
Adam coşmuş bu tevil karşısında. "Yine bir gün bir attım. Vurduğum kuşun yanına gittiğimde ne göreyim. Meğer kuş, kızarmış, püryan olmuş, yanında soğan, sarımsak, yoğurt beni bekliyormuş." Köylü yine isyanda. Avcı dönmüş endişe dolu gözlerle yamacıdan yardım istemiş. Yamacı, "Yetti kardeşim, biraz insaf et. Hadi vurdun diyelim kuşu. Sonra sürtünmeden dolayı ateş oldu, düştü tepsiye. Ama soğanı, sarımsağı nereden bulayım ben şimdi?"
Bizde de Avcı söylüyor, bazıları yamacılık yapıyor. Bakalım ne yalanlar duyacağız ve ne yamacılar göreceğiz. Bir gün, "İnsaf be kardeşim!" sesinin yükseleceği kesin..
Ekrem Dumanlı / Zaman
Eski emniyetçi Hanefi Avcı, sansasyon oluşturan bir kitap yazıyor ve insanları en ağır ithamlarla lekeliyor. Asıl "itibarsızlaştırma" bu! Niçin yapıyor bunu? İki sebep söylüyor Avcı.
İlki daha önce haklarında dava açılan bazı meslektaşlarını koruma güdüsü. İkincisi çok özel hattının dinlemeye takılmış olması. Bu iki sebepten kaynaklanan öfke patlamasıyla, "Her işin arkasında cemaat var!" dedirten bir paranoyaya kaptırıyor kendini.
Ancak zamanla anlaşılıyor ki iki sebebin de insanlarla paylaşılmayan yönleri bulunmakta. Mesela Avcı, ’meslektaşlarına sahip çıkma adına’ akla hayale gelmedik şeyler söylüyor; ancak hiçbir sözü görevden alınan emniyetçilerle ilgili ’somut bulgular’ı ortadan kaldırmıyor. "Kefilim." dediği insanlarla ilgili hukukî süreç devam ediyor ve zanlılar karmaşık ilişkilerini izah edemiyor. ’Uyuşturucu baronu’ ile üç yüz bilmem kaç kere görüşen bir emniyet yetkilisi, Avcı’nın "Kefilim." garantisi ile aklanabilir mi? Ya da bir ihale çetesi ile doğrudan temas kurup onlara açıkça yardım eden bir emniyet müdürünün hatası, Hanefi Bey’in "Arkadaşımdır." sözüyle örtbas edilebilir mi? Daha önemlisi, Hanefi Bey neden somut bilgi ve belge sonucu suçlanan insanları korumak için bu kadar çırpınma lüzumu hissedip, bir zamanlar kendisine yapıldığı gibi insanları ’cemaatçi’ diye suçluyor? "Bütün değer yargılarımı kaybettim." sözünün bir başka manası olsa gerek...
Hanefi Bey’in dengesini bozan ikinci sebep ’özel’ durumunu daha net ortaya çıkarıyor. "Sadece iki kişinin bildiği telefon hattı." diyordu Avcı, ve cemaati, bu hattı dinlemekle suçluyordu. Ne ilginçtir ki dinlemeye takıldığını ona haber veren de ’cemaat üyesi’ olmakla suçlanan polis şefiymiş. Avcı, kanunsuz dinlendiğini söylüyordu. Ortaya çıkan gerçek hiç de onu teyit etmiyor. Bir kere, dinleme yasal bir süreç içinde gerçekleşmiş. Güvenlik güçleri ’örgüt dinlemesi’ yaparken ha bire ’efsane polis müdürü’ diye tanıtılan Hanefi Avcı, bu numarayla görüşmüş. İşte meselenin bamteli burada: Yargı, "Ey efsane, senin Devrimci Karargâh örgütüyle bağın ne?" diyemeyecek mi? Bir insanın geçmişte iyi şeyler yapması, onunla ilgili hukukî bir işlemin yapılamamasını gerektirir mi? Kaldı ki bugün Avcı’yı yere göğe sığdıramayanlar, daha düne kadar onu işkencecilikten ve cemaatçilikten linç ediyordu.
MASUM BİR AŞK İLİŞKİSİ DEĞİL MESELE...
Avcı, ’anı kitabı’na son bir ek yaparak, ’cemaat’i suçladı. O eki, kimin yazdığı ya da yazdırdığı bile kuşkulu. Belli ki dinlemeye takıldığının farkında ve bunun hesabının sorulacağını hissetmiş. Cemaat suçlamasını kendine zırh yaparak, o zırh sayesinde, kendisini mağdur, "cemaat"i zalim gösterecekti. Bu, bayat ama etkili bir numara...
Meselenin bir de yüz kızartan yanı varmış meğerse. Hanefi Bey, evli olduğu halde evli bir bayanla aşk yaşıyormuş. Şimdi deniyor ki, "Herkesin günahı kendine..." Eyvallah; ancak sen bütün olayları ’özel bir telefon hattı’na dayıyorsan ve o bahsettiğin hatla ’sevgili’ görüşmesi de yapıyorsan ve o hat ortaya çıkacak diye insanlara ağır suçlamalar yapıyorsan, o hat üzerinden yürüttüğün örgütsel ve kişisel ilişkilerin hiç yokmuş gibi davranamazsın. Bazı meslektaşlarımızın meseleyi masum bir aşk hikâyesine dönüştürmesi de yanlış. Ortada bir adam var; sürekli yalan söylüyor, insanları karalıyor, listeler yapıp gazeteci dostlarına dağıtıyor ve ilişkilerini gizleyerek hedef saptırıyor.
Şimdilerde şöyle bir klişe pompalanıyor: "Cemaate dokunan yanıyor." Aslı öyle değil bu cümlenin. Onlarca hadise ispat etti ki yanacak olan ’cemaat’e dokunuyor. Herhangi bir meselede ayıbı olan, kusuru bulunan ve bunu gizlemeye çalışan bazıları, bütün suçlarını ’cemaat’ adını verdikleri bir yapıya yıkarak kendilerini aklamaya uğraşıyor. ’Efsane emniyet müdürü’ niçin bir gizli terör örgütüyle kriptolu görüşmeler yaptığını açıklamak yerine, ’cemaat’in kendisini ’itibarsızlaştıracağını’ söylüyor. Beyefendi, sen önce kuşku uyandıran karmaşık ilişkilerine makul bir açıklama getir; sonra başkalarını suçla. Ergenekon’u aklamak için neden bu kadar çırpındığını, kiminle nerede iş tuttuğunu, kimlerin sana destek sağlayıp propaganda ve iletişim yardımı yaptığını söyle ki, senin kim olduğunu anlayalım...
’Cemaat’ hakkında daha önce de pek çok sansasyonel suçlama yapıldı. Hepsi de yalan ve iftira çıktı. Mesela Ankara 2 No’lu DGM’de başlayan ’Fethullah Gülen davası’ tam 8 yıl sürdü. Bugün Avcı’nın yaptığı bütün tezvirat o gün başkaları tarafından ifa edildi. Ve mahkeme, oybirliğiyle beraat kararı verdi. Üst yargı beraati oybirliğiyle onadı. Şimdi ayıp değil mi aynı teraneyi tekrar tekrar gündeme getirmek?
Bir çarpıcı misal daha: Genelkurmay başkanı olacakken Yaşar Büyükanıt hakkında kara propaganda yapıldı. O zaman da ’cemaat’ suçlandı. Sonra ne oldu? Meğer Ergenekon zanlısı subayların yönettiği bazı birimler, Büyükanıt’ın soyunu, sopunu, banka hesabını, eşinin mal varlığını vs. araştırıp bunları belli yollarla ifşa etmişti. Bir başka zaman, bazı kişilerin görüntülerinin çekildiği ve kullanıldığı söylendi. Orada da ’cemaat’ suçlandı. Sonra ne oldu? Ergenekon davasında 51 No’lu DVD denilen belgeyle anlaşıldı ki bazıları pek çok izinsiz dinleme yapmış, görüntü kaydetmiş ve insanlar üzerinde baskı kurmuştu...
Örnekler çok; saymakla bitmez. Bu ülkede kirli işler yapan birileri suçüstü yakalanmaya başlayınca hemen ’cemaat’i suçlayarak hedef saptırıyor. Ne acıdır ki bazı iyi niyetli insanlar da bu akıntı karşısında bîtap düşüp kalabalığın arasına karışıp gidiyor. Defalarca şahit olduğumuz psikolojik harp bize gösterdi ki, bu tür durumlarda asıl mağdur, ağır suçlamalarla karşı karşıya kalan ’cemaat’in ta kendisidir. Neyse ki Allah’a havale edilecek çok şey var bu ülkede. Bu topraklarda defalarca tuzak kurup insanlar hakkında kötü zanların oluşmasına sebep olanların maskesi elbette bir gün düşecek; ha bu dünyada düşmüş, ha ahirette; değişmiyor akıbetleri.
Eğer bu iş ’cemaat organizesi’ olsaydı...
Düşeceği durumu izah etmekte zorlanan bir emniyet müdürü, bir kitap yazarak kendine bir korunak inşa etti. O sığınaktan psikolojik harp taktiklerine başvurarak, "Beni itibarsızlaştıracaklar." deyip ayıplarını, kusurlarını ve tabii ki hukuken suç sayılan icraatlarını kapatma telaşına düştü...
Her neyse! Sonuçta kitap tartışıldı, konuşuldu ve insanlar suçlandı. Üzerinden vakit geçti. Artık kitabın adı bile duyulmuyordu. Gündemden düşmüştü. Ne var ki, hukukî süreç ’gündem maddeleri’ne göre işletilmiyor. Yargı, elindeki bilgi ve belgeye göre hareket etmek zorunda. Bu nedenle Hanefi Avcı, savcılığa davet edildi. Çünkü ağır bir suçlamayla karşı karşıya. Bahsi geçen örgüt tırı vırı bir dostluk kulübü değil; terör örgütü. Hanefi Bey ifade vermeye gitmedi, "yakalama kararı" çıkartılması için kendisine tanınan sürenin dolmasını bekledi. O sürenin dolacağı günü hesaplayarak basın toplantısı yapacağını duyurdu. O da biliyordu ki, mahkeme davete kulak asmayan bir zanlı için ’zorla getirme’ kararı verecekti. Nitekim öyle oldu. Savcıya konuşmayan Avcı’yı hâkimler tutukladı. Demek ki, tutuklanmayı gerektiren bilgi ve bulgular söz konusuydu...
Bütün bu süreçleri bilmeden ya da umursamadan yazı yazanlar yanlış bir mantık yürütüyor ve maalesef bir saplantı haline gelen ’cemaat’ suçlamasından medet umuyor. Hâlbuki bu iş ’cemaat’ iradesine kalsa bu süreç devam ettirilmezdi. Nasıl olsa kitap çoktan gündemden düşmüştü. Hazır mesele soğumuşken tutuklama kararıyla bir adam niçin ’mağdur’ duruma düşürülsün ve tartışmalar yeniden alevlendirilsin ki! Bizim medyanın muhakeme etmediği gerçek şu: Ortada ciddi bir soruşturma ve o dosya içinde önemli belgeler var ki tutuklama kararı çıkartılıyor. Bu açıdan baktığınızda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Meclis’in açılış resepsiyonunda söylediği cümleyi doğru algılamak gerekiyor. Ne diyordu Başbakan: "Yargı durup dururken yoldan geçen birini almıyor değil mi?"
Avcı-Yamacı hikâyesi
Avcılarla ilgili pek çok fıkra anlatılır. Hanefi Avcı konusu sık sık tartışıldığında aklıma bu fıkralar geliyor. Çünkü takınılan tavır bazen tastamam fıkrayı çağrıştırıyor.
Malum; palavrayı seven bir avcı varmış; bir de o gerçek dışı anlatımları mantıklı hale getirmek için çırpınan bir yamacı. Bir gün avcı köy meydanında coştukça coşmuş ve demiş ki, "Bir geyik gördüm. Yavaşça yanına yaklaştım. Bir attım, kurşun geyiğin ayağından girdi, kafasından çıktı." Köy ahalisi, "Hadi oradan sen de!" demiş, "Olur mu öyle şey!" Avcı saçmaladığını anlayıp duraksamış; ama yamacı atlayıp tevil etmiş bu absürt tabloyu: "Efendim, sakin olun. Ben de oradaydım, geyik başını kaşıyordu, o yüzden kurşun ayağından girip kafasından çıktı." deyivermiş.
Adam coşmuş bu tevil karşısında. "Yine bir gün bir attım. Vurduğum kuşun yanına gittiğimde ne göreyim. Meğer kuş, kızarmış, püryan olmuş, yanında soğan, sarımsak, yoğurt beni bekliyormuş." Köylü yine isyanda. Avcı dönmüş endişe dolu gözlerle yamacıdan yardım istemiş. Yamacı, "Yetti kardeşim, biraz insaf et. Hadi vurdun diyelim kuşu. Sonra sürtünmeden dolayı ateş oldu, düştü tepsiye. Ama soğanı, sarımsağı nereden bulayım ben şimdi?"
Bizde de Avcı söylüyor, bazıları yamacılık yapıyor. Bakalım ne yalanlar duyacağız ve ne yamacılar göreceğiz. Bir gün, "İnsaf be kardeşim!" sesinin yükseleceği kesin..
Ekrem Dumanlı / Zaman