"MAGAZİN BASINI 'UZUV' DEĞİL 'KELLE' İSTİYOR,KAÇARI YOK,VERECEK KELLEYİ"!..
Armağan Uzun'un Bülent Ersoy'u aldatması olayına farklı bir açıdan bakan Akşam yazarı Ali Saydam,"magazin basını 'uzuv' değil 'kelle' istiyor...Bülent Hanım da alıştırmış onları.Kaçarı yok...Verecek kelleyi..." dedi.
Seçilmiş mi, atanmış mı? Yoksa hiçbiri mi?
Bülent Ersoy´la ilgili `kampanyayı´ izlerken Adnan Abi´yi hatırladım... Dün Kanal D ana haberde, `aldatmanın kanıtı´ görüntüleri gösterilmiş. "Bu kadarı da pes doğrusu" dedirtecek şekilde...
Bülent Ersoy ile ilgili ciddi bir dram var ortada aslında. Ahmet Altan, Attilâ İlhan, Murathan Mungan, Oğuz Atay gibi usta bir kalem yazsaymış hayatını, herkes içi burkularak ve en azından baş kahramana büyük saygı ve sempati duyarak okurmuş o romanı...
Ancak şu anda sürdürülen yargısız infazda iki görüş var ortada. Kimisi "Kendi etti kendi buldu. Bilmiyor muydu gencecik çocuğun onu para ve şöhret için tercih edeceğini? Üstelik daha önce de aynısını yaşadı, ders almalıydı" diye Bülent Ersoy´u yerden yere çalıyor. Kimileri ise "Pembe kimliği var, popüler bir kişilik de olsa sevmeye, sevilmeye hakkı var, aldatıldı ve haksızlığa uğradı" görüşünde. Bülent Ersoy´un kurban olduğunu düşünüyor.
Her iki görüşü de anlıyorum ancak katılmıyorum.
Hayatta "atanmış" ve "seçilmiş" olmak üzere iki unsurdan söz edilir. Tabii Sartre´ın ünlü "İnsan yarı suçlu, yarı kurbandır´ sözünü unutmadan. Cinsiyet, ırk, renk, dil hatta din atanmışlara, meslek, eş, ev ise seçilmişlere örnektir. Bülent Ersoy´un durumu ikisinin tam ortasındadır. Dramı da ondandır.
O da birilerinin sevgili minik bebeğiydi...
Popülerliğini bir kenara koyalım. Bülent Ersoy, atanmış özelliklerini ve dolayısıyla mahrem sayılabilecek dünyasını kamuoyuna karşı doğru yönetebilseydi, kurbanlığı artacak, suçluluğu azalacaktı.
Londra´daki ameliyatından sonra Hürriyet grubunda sürmanşetten verilen ve bir kavanoz içinde kanlı bir et parçasını gösteren fotoğraf hâlâ akıllardadır. Altındaki yazı da: İşte Bülent Ersoy´un kesilen uzvu...
Bütün trajik geçmişinde Ersoy, önce kendini ispat etme mücadelesi verdi, ardından eşitliği olmayan ama adil olduğuna inandığı dünyada kendine diğerleri gibi şans aradı. Sesini bağrına basan bu halkın, kültür ve değerler söz konusu olduğunda nasıl da değiştiğini göremedi, düşünemedi.
Şimdi ortalıkta suçlu bulanlar ve kurban görenler münazara halinde. Belli ki daha da sürecek bu iş. Ersoy şöyle veya böyle aksiyon almadıkça susmayacaklar. Magazin basını bu kez `uzuv´ değil, yine `kelle´ istiyor... Bülent Hanım da alıştırmış onları. Kaçarı yok... Verecek kelleyi... Ne zamana kadar?.. Kendi kellesini verene kadar...
Arada bir Bülent Ersoy´un çocukluk ve gençlik resimlerini yayınlıyorlar. Onlara baktıkça üç şeyi hatırlamadan geçemiyorum. Birincisi, Gene Hackman´ın oynadığı Enemy of the State´den (Devlet Düşmanı)... Genç kadın bir meczuba bakıp diyor ki: "O da bir zamanlar bir annenin sevgili minik bebeğiydi"...
İkincisi Henrik Ibsen´in ünlü oyunu "An Enemy of the People"dan kahramanı yok yere linç etmek üzere evi sardıkları sahne.
Ve son olarak da tabii Adnan Abi´nin sözleri çınlıyor kulağımda... "Hayat kumav be çocuklav..."
İnsanların acımasızlığı karşısında insanların çaresizliği her zaman etkilemiştir beni.
Ali Saydam / Akşam