20 Nis 2010 09:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:14

''LIGHT AMA MAÇO CUMHURİYET!..'' POSTA YAZARI CUMHURİYET GAZETESİ'NDEKİ DEĞİŞİMİ DEĞERLENDİRDİ!..

Cumhuriyet Gazetesi, bir yılı aşkın süredir tutuklu yargılanan Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay'ın yerine, temsilcilik görevlerinin yerine getirilmesi gerekçesiyle yeni bir temsilci atadı.

Light ama maço Cumhuriyet

Cumhuriyet Gazetesi, bir yılı aşkın süredir tutuklu yargılanan Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’ın yerine, temsilcilik görevlerinin yerine getirilmesi gerekçesiyle yeni bir temsilci atadı. Ancak, Balbay’ın Silivri’den “Ben ilk müebbet cezamı gazetemden aldım” sitemi, Cumhuriyet’in Balbay’a sahip çıkmadığı izlenimini uyandırdı. Hemen arkasından ise üç yeni yazar başladı, Anayasa Profesörü Süheyl Batum, televizyon programcısı Kürşat Başar ve roman yazarı Tuna Kiremitçi. Tuna Kiremitçi, bir zamanlar genç kızların sevdiği, ama son tavırlarıyla kadınların kızdığı bir roman yazarı. Köşe yazılarının Cumhuriyet’e ne kadar uygun olduğu tartışması bir yana, anlaşılan Cumhuriyet, gençleşiyor, hafifliyor ama maço tavrını değiştirmiyor, köşelerini “yakışıklılara” açarken kadın yazarlara kapıları kapalı kalmaya da devam ediyor.

Çalışan işçi de parasını alamıyor!

Başbakan Erdoğan, resmi rakamı yüzde 14.5’a çıkan işsizliği azaltmak için “Herkes bir işçi alsa sorun hafifler” deyince işverenlerle bozuştu. Oysa bu kez kriz bahane edilerek işçinin ücretinin ödenmemesi, ya da kayıt dışı işçi çalıştırma konusunda işverenin yanlışını işaret ederken haklıydı. Türkiye’de işveren, işçiyi üretim için neredeyse en son unsur olarak görmek istiyor. Kimse emeğin hakkını vermek istemiyor. Hele şimdiki gibi işsizlik tavana vurdu mu, bahane hazır: bunu atar, daha ucuza, yenisini alırım, ya da üç kişinin işini bir kişiye yaptırırım! İşçiler, bir gün birikmiş paramızı alırız ümidiyle işe devam ederken işsizlik rakamlarının da içine girmiyor. Ama ücretini alamayan, üstelik de sigortası yapılmamış, primi, vergisi ödenmeyen işçi, çalışıyor sayılabilir mi? Kriz bahane edilerek emek sömürüsü yapıldığı için herkes hiç olmazsa ücret ve sigorta garantisi var diye kamuda çalışmak istiyor. Erdoğan bunu gündeme getirdiğine göre demek hükümet durumun farkında. O zaman Maliye Bakanlığı görevlileri nasıl kapı kapı dolaşıp vergi denetimi yapıyorsa çalışma müfettişleri de iş yerlerini dolaşıp çalıştırılan işçilerin sigortalı olup olmadığını soruşturabilir. Ücretlerinin ödenmediği şikayetlerinin üzerine gidebilir. İşçiler, boğaz tokluğuna aylarca çalışıp, sonra da sahipsiz olduklarını düşünerek, başka iş aramak üzere yeniden iş piyasasına dönerken fırsatçı işverenler ellerini oğuşturarak işçilik ücretlerini bedavaya getiriyor!

Asıl niyeti güçlü Başkan olmak

Başbakan nihayet ağzındaki baklayı çıkardı: Başbakan olmak yetmiyor, başkan olmak istiyor. Yapılmak istenen anayasa değişikliğinin temelindeki yargıya hakim olma isteğinin nedeni, bundan sonra geçilmek istenen başkanlık sisteminde daha da çok gerekli olacak yargı denetiminden kurtulmaktır! Başbakan Erdoğan’ın, tıpkı Turgut Özal gibi, gönlünde yatanın başkanlık sistemi olduğunu zaten biliyorduk. Bu ülkede bir süre başbakanlık yapan ve hayli yıpranmış da olsa, kuvvetler ayrılığının denetimine ayağı takılan her başbakan, başkanlık rüyası görmeye başlıyor. Hele yurt dışında dolaşıp ABD Başkanını, Rusya’yı, Fransa’yı görünce, yani protokoldeki bir numaranın, ülkenin en güçlü adamı olduğu sisteme tanık oldukça, artık iki numara olmak istemiyor! Hele first lady’ler arasındaki, kim içeri girince kim kalkacak gibi aklımıza bile gelmeyecek sıkıntılar, muhtemeldir ki çözüm gerektiriyor! Peki bu nasıl gerçekleşecek? Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin, yol haritasını yazmış: “İlk adım: AK Parti 2011 seçimlerinde yine Meclis’te çoğunluğu alacak. İkinci adım: Ertesi yılki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Anayasa değişikliği önerecek. Devlet başkanının görevleri belirlenecek; bakanlar kurulu ile TBMM’ye yeni bir yapı verilecek. Üçüncü adım: Meclis’te uzlaşma sağlanamazsa, 60 günde referanduma gidilecek. Dördüncü adım: Değişiklik referandumdan geçerse 2012’de, halk ilk başkanı seçmek için sandığa gidecek.” Yani 2012’de “bir daha milletvekilliğine adaylığımı koymayacağım” diyen Erdoğan, başkanlığa adaylığını koyacak ve kendi hesabıyla seçilecek. Ülkeyi, ne yargı, ne cumhurbaşkanı, ne meclis denetimi olmadan yönetecek! Oysa başkanlık sisteminde birinci adam, en güçlü adamdır ama her ülkede, o sistemin, mutlak egemenliğe dönüşmemesi için denetim mekanizmaları oluşturulmuştur. Artık anayasa değişiklikleri referanduma gittiği zaman bunun demokrasiye geçiş değil, başkanlık sistemine gidişin ilk aşaması olduğunu halka anlatmak daha kolay olacaktır. Sis dağılıyor, olay netleşiyor.

Yazgülü Aydıoğan/Posta