26 Eki 2010 12:38 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:44

LAFA GELİNCE TÜRKİYE'Yİ SALLAYAN 4.KUVVET MEDYA KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMİYOR!

Milliyet yazarı Can Dündar, medyanın son dönemlerdeki eğilimlerini değerlendirdi. İşte o köşe yazısı...

Medyada ıssızlık günleri

Cumhuriyet gazetesinin 20 Mayıs 1974 tarihli birinci sayfasında iki fotoğraf kullanılmış.
Biri afla salıverilenlerin fotoğrafı... Altında Erdoğan Köseoğlu imzası var.
Hemen yanda 19 Mayıs kutlamalarının fotoğrafı... Onun altındaki imza da İbrahim Köseoğlu’na ait...
Baba-oğul, aynı gün, aynı sayfaya imza atmışlar birlikte...
Ne mutluluk!
Foto muhabirliğini babadan devralmış Erdoğan Köseoğlu...
1980 öncesi ve sonrasının, yani kamerayla sokağa çıkmanın cesaret istediği dönemin fotoğraflarını çekmiş.
Mehmet Yaşin, “Dijital öncesi dönem” diye tanımlıyor o devri...
Yani bol kepçeden deklanşöre basılmadığı, filmin idareli kullanıldığı, hataların bilgisayarda düzeltilemediği, eksik kalan ışığın eklenemediği dönem...
İşte o dönemde Cumhuriyet’te çalışmış Erdoğan Köseoğlu...
“Karanlık odanın aydınlık yüzü” diyorlar ona... Yakışıklı bir adam... 1950 doğumlu... İki kız çocuk babası... AFSAD’dan, ÇGD’den, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden ödülleri var.
* * *
İki sene önce üst üste iki kalp krizi geçirmiş. İkincide beyinde hasar oluşmuş. Köseoğlu, bitkisel hayata girmiş.
O gün bugündür derin bir sessizliğin içinde...
Dostları, ailesi, hem onu yaşatmak, hem tedavisine maddi destek sağlamak için “Fotoğraf Peşinde Bir Ömür” adlı bir kitap çıkardılar. (İrtibat adresi: [email protected])
Köseoğlu’nun bir dönemin belgesi sayılacak siyah beyazları var albümde:
Kemal Türkler’in cenazesinin, Barış Derneği davasının, 1 Mayıs kutlamalarının, işçi eylemlerinin fotoğrafları...
Bu kitap, onun kaybolan hafızasını saklıyor.
* * *
Köseoğlu’nun hep dardakilerden yana çektiği fotoğraflarına bakarken, “Meslek yıllarında kim bilir kaç ihtiyaç sahibinin yarasını belgelemiştir” diye düşündüm.
Onların derdine koşarken kendini unutmuş olmalı...
Lafa gelince “Türkiye’yi sallayan 4. kuvvet medya”nın kendi söküğünü dikememesi, kendi çalışanlarına sosyal güvenlik sağlayacak bir dayanışmayı becerememesi, sendikaların medyadan dışlanması, gazetecileri nasıl da korunaksız, dayanaksız, yapayalnız bıraktı.
Sadece bu konuda mı?
Türkiye’nin basın özgürlüğü sıralamasında 178 ülke içinde 138’inciliğe düşmesinin utancında da bir ortak tavır sergileyemedik medyada...
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi meslektaşlarımızın insafa sığmayacak bir süredir cezaevinde tutulmalarında da...
Yazdıklarından ötürü kovulan köşe yazarlarını savunmada da...
Basına yönelik giderek dozu artan baskılar karşısında da...
* * *
Dün Mehmet Ali Birand, “Medya Mahallesi”nde, RTÜK’ün Kanal D ve CNN-Türk’e yeni kestiği fahiş cezaları eleştirirken “Ciddi tehlike görüyorum. Yayıncılık yapmak imkânsız hale geliyor” diyordu.
Herkes için ortalığı ayaklandıran medya, iş kendi derdine gelince derin bir sessizlik içinde...
Dayanışmadan eser yok. Hafızamız silinmiş gibi...
Sanki bitkisel hayattayız.
Ve böyle gidersek, daha çok ağlaşırız.

Can Dündar/Milliyet