KÜRTLERİN SÖYLEDİĞİ,KENDİLERİNİ DE İNANDIRDIKLARI EN BÜYÜK YALAN NEYDİ? KÜRT ÖĞRETİM ÜYESİNDEN ŞOK AÇIKLAMA!..
"Kürtçeye en büyük haksızlığı Kürtler yaptı" diyen Mardin Artuklu Üniversitesi öğretim üyesi, şair ve yazar Yrd. Doç. Dr. Selim Temo Ergül Zaman Gazetesi'nden Nuriye Akman'a konuştu.
Yrd. Doç. Dr. Selim Temo Ergül, Mardin Artuklu Üniversitesi öğretim üyesi, şair ve yazar. Son olarak yayınladığı iki ciltlik Kürt Şiiri Antolojisi ile dikkatleri çekti.Acısıyla acımamış, Kürt siyasetinden kendini bağımsız tutmaya çalışmış bir Kürt aydını olarak, YÖK'ten karar çıktığı takdirde gelecek öğretim yılında açılacak ilk Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden hareketle, demokratik açılımı konuştuk. Temo, ait olduğu Kürt halkını, ideolojinin çarpıttığı yalanları terk edip, erdeme yaslanan edebiyatın olanaklarını keşfe çağırdı...
-Temo nedir, bir lakap mıdır, isim mi?
-Temo, benim hem anne, hem baba tarafından dedelerimin adı. Temo, Timur adının Kürtçede söylenişidir. Timur, Temer, Temel, Demir, Temir, Teymur gibi Arnavutlardan Kürtlere, Türklerden Lazlara kadar kullanılan bir isimdir. Dedelerimin ismini yazarlık adım olarak aldım. Sonra resmi adım yaptım. Ergül ise, o dönemde verilen soyadlardan birisi.
-Aileniz neden Temo'yu soyad alarak almamış?
-1925'te çıkan olaylarda ailenin pek çok erkeği idam edilmiş. 1930'daki Ağrı ayaklanmasından sonra ailenin kalan bütün erkekleri, 36 kişi idam edilmişler. O zamanki aile büyüğümüzün adı Osmanê Temo imiş. O da idam edilenler arasında, savaşanlardan birini sakladığı gerekçesiyle idam edilmiş. Dolayısıyla Temo'yu soyadı olarak almaktan çekinmişler.
-YÖK'ten olumlu karar çıkarsa 2010-2011 öğretim yılında Mardin Artuklu Üniversitesi'nde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü açılacak. Siz de bu projenin babalarından birisiniz.
-Hayır. Edebiyat çevrelerinde bilinen bir insan olduğum için biraz benim ismim öne çıktı. Aslında üniversitenin yönetiminin böyle bir kararı vardı. Bu konuda kimler çalışıyor diye araştırırken beni de fark ettiler. Teklif getirdiler. Ben de seve seve katıldım bu çalışmaya.
-Bilebildiğim kadarıyla altı öğretim üyesi, otuz öğrenciyi eğiteceksiniz. Müfredatınız hazır mı?
-Müfredatı hazırlarken Dohuk, Erbil, Kerkük, Süleymaniye üniversitelerinin Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin programlarına baktık. Türkiye'deki Türk dili edebiyatı bölümlerinin programlarına baktık. Kürt edebiyatının 20. yüzyılda yaşadığı bir takım gerçeklikleri ile kendi durumumuzu da göz önünde tutarak en gerçekçi programı çıkarmaya çalıştık.
-Gerçekçi derken ne demek istiyorsunuz?
-Bizim verebileceğimiz dersler Kürt edebiyatında ihmal edilen ve bilinmeyen dönemler, klasik edebiyata yönelik yoğun okumalar şeklinde olacak. Dünya edebiyat eleştirisinin geldiği nokta göz önünde tutulacak. Türkiye'deki Türk edebiyatı bölümleri, dünyadaki edebiyat araştırmalarını pek de takip etmiyorlar. Çok klasik bir eğitim sistemleri var ve oradan mezun olup bir edebiyat dergisi almayan insanlar var, hayatları boyunca. Biz bütün bunları dikkate aldık. Bizim herkesin gördüğü dezavantajımızı avantaja çevirmek istedik. Ve hem YÖK'te, hem diğer akademik çevrelerde programı gören insanlar çok beğendiler programımızı. Türkiye'deki hiçbir dil ve edebiyat bölümünde böyle bir program yok dediler.
-Kürtçenin son yüz yılı hep yasaklarla geçti. Daha yeni yeni açılıyor kapıları. Bu dersleri verebilecek insanlar ne zaman nasıl yetiştiler? Acaba yetkinler midir?
-Mem û Zin'i biliyorsunuz. Fazlasıyla gündemde şu anda. Pek bir şey bilinmiyor ama orada çok güzel bir hikâye vardır. Mem, yakın arkadaşı Tacdîn ile newroz gününde dışarı çıkarlar. Sitî ile Zîn'i görürler. Sitî, Tacdîn'in âşık olduğu kız. Dilber demek Arapçada. Zîn de Mem'in görür görmez tutulduğu kız. Orada Mem, Tacdîn'e dönüp der ki, "Bu güller hangi bağda, ne zaman yetişti?" Sözünü ettiğiniz dönemde pek çok insan hangi bağda bilmiyorum ama yetiştiler.
-Yani bütün yasaklamalara rağmen bazı insanlar Kürtçeyi çalışıyorlardı diyorsunuz.
-Evet. Pek çok değerli alim, bilgin, edebiyat adamı burada ya da Avrupa'da gizli ya da açık olarak bu dil ve edebiyat üzerinde çalıştılar. Düşünün ki sadece Mardin ovası bölgesinde 5 bin sözcük derleyen insanlar var. Tabii sizin bir bölümde ders verebilmeniz için akademik olarak master, doktora gibi aşamaları geçmeniz gerekir. O noktada da sosyolojiden tutun da, kimya mühendisliğine varıncaya kadar, hem kendi alanında akademik çalışma yapan hem de Kürt dili ve edebiyatı ile ilgilenen insanlar var. Bir hocamız ilahiyat mezunudur. Kendisi çok iyi Arapça ve Farsça bilir. Bir hocamız Sorbonne Üniversitesi'nde Kürt dili ve edebiyatında doktora yapmış. Bir hocamız çok önemli bir yazar. Zazakî ve Kırmancîsi çok iyi. Amsterdam Üniversitesinden gelecek bir Kürdolog arkadaşımız var. Bir de Fars dili ve edebiyatından mezun bir hoca arkadaşımız var. Toplam altı kişiyiz. Bu insanların tamamı bu konuda eserler vermiş insanlar.
-Yani o yazar arkadaşın dışında hepsi akademisyen.
-Evet. Sanılanın aksine biz şu anda hem akademisyenlerde hem de kitaplarda seçme yaparken zorlanıyoruz. Çünkü Kürt dili ve edebiyatı üzerine binlerce kitap var. Bulgarca, Arnavutça, İngilizce, Arapça, Hintçe kitaplar var. Kürtçe yazılmış kitaplar da var. Pakistan'da, Mısır'da, Yemen'de basılan kitaplar var. Bunları topluyoruz şu anda.
-Bu bölüme girecek öğrenci baştan Kürtçeyi biliyor mu olacak, yoksa orada mı öğrenecek?
-Hazırlık sınıfımız olacak. Hazırlığı geçtiği zaman doğrudan bölüme başlayacak. Geçemezse dili bilme seviyesine göre hazırlık alacak. Dersler Kürtçe yapılacak.
-Neden otuz öğrenci?
-Biz yeni bir üniversiteyiz. Büyük üniversitelerimiz gibi geniş imkânlara sahip değiliz. Otuz rakamı daha gerçekçi. Fakat Muş Alparslan Üniversitesi 2014'te bölüm açacak. Şırnak, Hakkari, Bitlis, Tunceli ve Dicle üniversitelerinin de bölüm açma niyeti var. Biz ilk örnek olacağız. Açıldıktan sonra, başarı ölçümüze göre biz de akademik olarak destekleyeceğiz bu üniversiteleri. Sekiz-on sene sonra Türkiye'de yirmi kadar üniversitede bu bölümlerin açılacağını düşünüyorum.
-Anadilde eğitim için yeterli eğitimci var mı peki?
-Anadilde eğitim için sadece Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt nüfusu içinde düşündüğümüzde iki yüz bine yakın öğretmen gerekiyor. İşte sosyal bilgiler, fen bilgisi, inkılap tarihi, edebiyatı Kürtçe bilen insanlar gerekiyor. Şu anda böyle bir kadro yok. Bu yüzden bu talep haklı olmakla birlikte gerçekçi değil. On sene sonra ben Kürtçe fakülteler görüyorum, belki bütün eğitimi Kürtçe, Türkçe, İngilizce olan. Çünkü bu sadece Kürtlerle ilgili bir mesele değil. Kürtlerin Kürt kültürüne hapsedilmemeleri gerekir. Dünyayı takip etmeleri gerekir. Kürt edebiyatı sadece Kürtlerin birbirini anladığı, Kürtlerin sevdiği bir edebiyat olamaz.
-Yani kalkış noktanız Kürt milliyetçiliği değil diyorsunuz.
-Asla. Tabii Kürt meselesi Türkiye'de çok ideolojikleştirildi. İdeoloji, gerçeklik hakkında yanlış bilinç demektir. Artık onun içerisinden çıkamıyoruz. O kadar çok yalan söylendi ki bu yalanlar gerçeğin yerini almaya başladı. Şu anda biz belki yalanların üretildiği süreç kadar uzun bir zaman diliminde onların yerine doğruları koymakta zorlanacağız. Kürtçe hem çok eski bir yazılı tarihi, yazılı edebiyatı olan bir dil, hem büyük eserleri, mesnevileri, mevlitleri, bilimsel kitapları olan bir dil.
-Türkler uzun süre Kürtçe diye bir dil yok yalanını söylediler. Kürtlerin söylediği, kendilerini de inandırdıkları en büyük yalan neydi?
-Şudur: "Biz mağduruz. Tarih boyunca hep haklı ve mağdur idik. Hiç kimseye zulüm etmedik, hiçbir halkın topraklarına girmedik". Oysa 1204 yılında Bangladeş Kürtlerin elindeydi. Bangladeş'e kadar işgal etmişlerdi. 980 yılında Kürtlerle Vikingler Bakü kapılarında savaşıyorlardı. Viking sikkelerinde görebilirsiniz. Viking tarihinde geçer bunlar. Halen Yemen'de yaşayan Kürt asilzadeleri vardır. Cezayir'de yaşayan Kürt aşiretleri vardır. Yani bir zamanlar emperyal bir halktı Kürtler de. Varlığınızı bu tarihi mağduriyet yalanı üzerine kurduğunuz zaman yaptığınız ve söylediğiniz her şey doğru kabullenilmeye başlıyor. Çünkü siz mağdur olduğunuz için anlayışla karşılanmayı bekliyorsunuz. Kürtçeye en büyük haksızlığı bence Kürtler yaptı.
-Ne yaparak?
-Dili sadece politik bir karşı çıkışın simgesi haline getirerek. Yıllar önce bir Kürt siyasetçisinin bir tanımı vardı. Birinin ellerini, ayaklarını bağlıyorsunuz. Serçe parmağını azıcık hareket ettirmesine "terör" diyorsunuz, "ihanet" diyorsunuz. Böyle bir toplum serçe parmağı ile kendi üzerine bu kadar düşünemezdi. Biz neydik, nereden nereye geldik, dünyaya bizim katkımız nedir? Dünyaya neden ikinci bir Selahattin Eyyubî'yi veremedik?
-Gerçekten yok mu ikinci bir Selahattin Eyyubî?
-Bence var. Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Mevlanâ Xalit, Baba Tahir Üryan, Said-i Nursi, Ebu Hanife Dineverî.
-Sünni Türklerin mezhep imamı Ebu Hanife de Kürt, öyle mi?
-Maalesef! Acı ama gerçek! Ebu Hanife Dineverî hem çok büyük bir astronomdur, hem çok büyük bir İslam alimidir, İslam tarihçisidir. Beş ciltlik bir nebatlar kitabı vardır. Beşinci cildi Kürdistan'daki endemik bitkiler üzerine yazılmış.
-Kürtçe mi yazılmış?
-Hayır. Arapçadır. Bilim dili Arapça o zaman. Sonuçta Kürtler de bir İslam toplumu. Bilim kitaplarını Arapça yazdılar.
-Rahmetli Mehmed Uzun, Kürt edebiyatı var olmanın sınır noktasındadır diyordu. Yani ona göre Kürt edebiyatından bahsedilemezdi. Siz Kürt edebiyatı diye bir olgudan bahsediyorsunuz.
-Mehmed abi bunu 1991'de yazdı. 1991'de Kürtler bütün ülkelerde çok korkunç bir baskı altındalardı ve biz hiçbir metni neredeyse bilmiyorduk. Şu gün itibariyle Kürt edebiyatının yazılı eserlerinin büyük çoğunluğunu biliyoruz. Kürtçedeki en eski edebi metin 8. yüzyıldan kalma. Tabii ki destanlar milattan önce bin yılında da vardı. Ama yazılı edebiyat 8. yüzyılda başlıyor. Şu son yirmi yıllık süre içerisinde o metinlerin çoğunu bulabildik.
-Türkçeye çevrilecek ve ondan sonra göreceksiniz diyorsunuz yani.
-Evet. Kürtçedeki en eski modern edebiyat metni1856 tarihlidir. Osmanlı edebiyatı açısından baktığınız zaman ilk modern eser 1859'dur. Şinasi'nin Şair Evlenmesi 1860'tır. Taaşşuku Talat ve Fitnat 1869'dur. İntibah 1870'dir.
-İlk Kürt romanı ne zaman yazılmış?
-1930. İlk romanlarda şöyle bir özellik var tabii ki. O günkü şehir efsanelerinden yararlanır. Mesela Namık Kemal'in İntibah romanı İstanbul'da anlatılan bir şehir efsanesinin, Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi'nin yeniden yazımıdır. Kürtçedeki ilk modern edebiyat metni dediğim 1856'daki metin de daha önce yazılan Mem û Zîn'i alıp deforme ederek yeniden yazılmıştır. Kürtçe en eski öykü kitabı, 1926 tarihli Meseley Wijdan'dır. Bugün bu metinlerin tamamını görebiliyoruz.
-Yani Mehmed Uzun bunları göremediği için mi böyle söyledi?
-Evet. Mehmed Uzun gibi yazarlarımızın asıl büyük trajedisi hiçbir şey olmadığını sanarak, öyle bilerek yazmalarıydı. Diyelim işte Ermenistan'da bir roman yazılmış. Duymamışsınız bile. Bugün o roman elimizde. 1935'te basılmış, 1936'da Rusçaya çevrilmiş. 1940'ta Fransızcaya çevrilmiş. Fransızcadan tekrar Kürtçeye çevrilmiş. Yani böyle bir talihsiz bir dönemdi Kürt edebiyatı için. Bir dil, edebiyatı yoksa ayakta kalamaz. Kürtçe bütün bu yüz yıllık dil kırımına rağmen, her tarafta bugün ayakta. Bütün dünyada 12 tane televizyon kanalı, 24 saat Kürtçe yayın yapıyor.
-Yine de parçalanmış bir dil Kürtçe. Zazaca var, Sorani var, Kırmançi var. Adı var ama ölü dil haline gelmiş Gorani var. Kiril, Latin, Arap alfabeleri kullanılıyor. Bu kadar karmaşa içinde Kürtler de birbirlerini pek anlamıyorlar. Evrensel düzeyde bir üretim mümkün mü bu parçalanmışlık arasında?
-Bence daha mümkün. Bütün dillerde böyle bir sorun var. Doğu Karadeniz'den mübadele ile Yunanistan'a giden insanlar kırk yıl boyunca orada kullanılan Yunancayı anlayamadılar, aşağılandılar, dışlandılar. Afganistan'dan Evren zamanında getirilen Özbekler, yirmi beş yıldır ülkemizde yaşıyor, hâlâ intibak sorunları var. Pantürkizmin karşısına Pankürdizmi mi çıkarmamız gerekiyor? Yani bütün Kürtler aynı dili anlasın, aynı edebiyat yapsın. Bu korkunç bir şey olurdu. Bu, Kürtlerin homojen olması gerektiği düşüncesine dayanan, yanlış bir düşüncedir. Bugün Türkiye Türkleri Azerilerle anlaşabiliyor, ama Özbeklerle anlaşamıyor, değil mi? Kırgızlarla, Yakutlarla, Uygurlarla hiçbir şekilde anlaşamıyorlar. Bu, diğer dillerin de özelliği, Kürtçenin kusuru sayılmamalı.
-Siz üniversitede herhalde Kırmançiye ağırlık vereceksiniz.
-Bizim bölümümüzden mezun olmak için yaşayan üç lehçeyi çok iyi öğrenmek gerekecek. Onların hepsini edebiyatlarıyla beraber vereceğiz.
-Kürt dili edebiyat bölümlerinin açılması ve mezuniyet vermesi Kürtlerin birbirini daha iyi anlamasına mı yol açacak bu durumda?
-Bu dilin uzmanları yetişecek. Türk dili ve edebiyatı bölümünde okurken de Özbekçeden yetmiş almadığınız zaman zaten geçemiyorsunuz. Türk dili edebiyatı bölümünden mezun olanlar Türkçenin öbür lehçelerini de öğreniyorlar. Ama gündelik hayatta kullanmadıkları için unutuyorlar. Edebiyat öğretmenleri var liselerde değil mi? Özbekçeden yetmiş almış geçmiş. Ama şu gün Özbekçe bir metin koyarsın önüne hiçbir şey anlamaz. Bakın Kuran'a rağmen Arapça standart bir dil değildir. Çok sayıda tefsiri var. Suriye Arapçası ile Mısır Arapçası birbiri ile resmi yazışma yapamayacak kadar farklı. Suriye ile Mısır devletleri İngilizce yazışırlar. Elbette lehçeler birbirine yaklaşmış olacak Kürtçede, ama kendi gelişimlerini de sürdürecekler.
-Türkiye'de yaşayan Kürtlerin önemli bir bölümü Türkçe bilmiyor. Türkçe bilmeden bir işe yarar mı Kürtçeleri?
-Türkiye Cumhuriyeti devletinin tanımı, Türklük üzerine inşa edilmiştir. Yani siz harsî yönünüzle Türkleşeceksiniz, ancak o zaman muteber vatandaş olacaksınız. Bu elitist zihniyet, başta Kürtler olmak üzere pek çok etnik grubu, inanç gruplarını değişik ölçülerde merkezden uzaklaştırdı. Eğer siz gönüllülük temelinde bir ülkenin vatandaşı olarak yaşarsanız, bu ülke sizin de ülkeniz, devletiniz ise, sizi tek bir kimlik, tek bir zihniyet, tek bir ideolojiye mahkûm etmezse, zaten gönüllülük temelinde o dili de öğrenirsiniz. Anadilinizle birlikte iki dilli olursunuz.
Modernleşme projesi Türkiye'ye bir şok olarak uygulandı. Bunu sadece Kürtler yaşamadılar. 1955'e kadar Türkmenler ovaya inemiyordu. Türkmenler Türk değil mi? Avşarlar ovaya inemiyordu, Seyhan Barajı yapılıncaya kadar. Tahtacılar inmiyordu. Diğer küçük etnik gruplar inemiyorlardı.
-Çünkü Türkçeyi konuşamıyorlardı.
-Evet. Yani İstanbul Türkçesi, İttihat Terakki zihniyeti diyebileceğimiz, modernleşmenin ırkçı, faşizan uygulamaları ile birlikte oluşan o kültürel değişime intibak etmediler. 1908 dersek, 100. yılını idrak ettiğimiz (!) II. Meşrutiyetten beri bu sorun var zaten. Yani bu topraklarda sadece Kürtlerle ilgili şeyler olmadı. Türkmen köylerinin adları bile değişti. Biz zorla öğrendiğimiz bir dil ile kendimizi ifade ediyoruz.
-Acaba öğrenmeye direnç gösterdiği için mi Türkçeyi öğrenmiyor, yoksa bunu önemsemediği için mi?
-Türkiye'deki asimilasyon politikasında sadece Kürtler direndi. Bu direnmenin nedeni, Kürtlerin farklı bir hiyerarşik, sosyal yapı içerisinde olmalarıydı. Buna siz feodal sistem dersiniz. Sadece o değil bence. Çünkü Kürtler yüzlerce yıldır kendilerini Ortadoğu'daki asli ve asil halklardan birisi sayıyorlar. Bu psikoloji destanlardan tutun da eski beylik yazışmalarına varıncaya kadar vardır. Yani Kürtlerin belki bin yıldır bir ulus bilinci vardı. Bu yüzden doğal olarak direndiler.
-Şimdi ufukta yepyeni bir dönemin işaretleri var. Kürt aydınlara düşen görev ne bu dönemde?
-Birincisi; bu kadar büyük çaplı bir toplumsal sorun sadece aydınlarla çözülemez. İkincisi, Kürt siyaseti bu sorunun çözümüne Kürt aydınlarını dahil etmiyor. Siz televizyonlarınızda, gazetelerinizde Kürt aydınlarına yer veriyorsunuz. Ama Kürt siyaseti Kürt aydınlarını bu noktada çok da dikkate almıyor. Kürt siyaseti bu sorunu Türk aydınlarına ihale etmiştir. Bize şartname bile göndermediler. Bir ihaleye girmek için asgarî bir şartname ücreti veriyorsunuz ya, o nakdin bizde olmadığını düşünüyorlar.
-Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
-Kürt siyaseti aydın derken sadece ve sadece Türk aydınlarını, özellikle köşe yazarlarını görüyor. Türkiye'de kamuoyunu daha çok medya oluşturuyor. Bu bir yanılsama yaratıyor Kürt siyasetinde. Köşe yazarlarının çok etkin olduklarını, devlette de etkin olduklarını düşünüyorlar. Zannediyorum bu klasik Kürt zihninin de bir zaafı: Türkçe bilen herkesin devlette bir gücü vardır. Ağzı laf yapan kişinin devletle de ilişkili olduğunu sanıyoruz galiba.
-Peki sorunu çoğunluğu köşe yazarlarından oluşan Türk aydınlarına ihale edince ne oluyor?
-Ortaya ciddi sorunlar çıkıyor. Dünyada hiçbir gazetede beşten çok köşe yazarı olmaz. Türkiye'deki en küçük gazetenin en aşağı günlük olarak yirmi köşe yazarı var. Bu yirmi köşe yazarı hemen her gün yazıyor. Son yirmi beş yılda yüz köşe yazarı her gün yazı yazıyor. Bu yedi yüz bin tane makale eder. Bu yedi yüz bin köşe yazısının en aşağı 650 bini Kürtlerle ilgilidir. 650 bin makale, 650 bin söylem, 650 bin fikir yazısının hiçbirinin sahibi, tek kelime Kürtçe bilmez.
-Kürtçe bilmesi şart mıdır?
-Bu kadar anlattığı, yorumladığı gerçeklikle ilişki kuramamış bir kesim söz konusu. Kürtler nasıl insanlardır diye uçakla Diyarbakır'a geliyor. Havaalanından alây-ı valâ ile alınıyor. Beş yıldızlı otele götürülüyor. Yemeğini yiyor, ona bir şeyler anlatılıyor. İlk uçakla İstanbul'a dönüyor. Bu kadar bir izlenimle yazıyor yazısını. Oysa burada çok büyük bir topluluk var. Bunların ekonomik, sosyal, psikolojik, ideolojik sorunları var. Siz bu kitlenin gerçekliğini sadece empati ile algılayamazsınız.
-Kürtler adına siyaset yapanların Kürt aydınlarına bir şartname bile göndermemesinin bir sebebi de, Kürt aydınının kendini milliyetçi olarak kodlamaması olabilir mi?
-Doğru. Ama sadece o değil. Kürt siyasetçisi, kendi kitle tabanının farkında değil. Bir siyasi hareket nedir? Siz insanları bir arada toplarsınız. Bir şey talep edersiniz. Orada bir takım şeyleri göze alırsınız. Onun ötesinde siz siyasetçi olarak, siyasetçilerle oturursunuz. Ama Kürt siyaseti, siyasetçilerle oturmak yerine bu işi Türk aydınlarına ihale ediyor. Bu yüzden arada Kürt aydınları falan kaynıyor diyelim.
-Kürt milliyetçisi olmamak, Kürt aydınları için bir ihanet suçlaması mı getiriyor?
-Hayır. Burada iki dil var. Kürt siyasetinin dilini Türkiye kamuoyu anlamıyor. Kürt aydınından Türkiye kamuoyunun beklediği şey şu: Kürt aydınları dekoderlik yapsın. O söylemi alsın, bize aslında bunlar ne diyor diye çevirsin. Ben burada dekoder görevi görmek istemiyorum. Ama sağda solda Kürt aydını olarak lanse edilen, kamuoyunun o şekilde bildiği, insanların büyük çoğunluğu bunu alıp çözümleyerek, yani deşifre ederek Türkiye kamuoyuna sunuyor. Kürt siyasetinin dili kapalı bir dil.
-Neden kapalı bir dil?
-Çünkü korumacı, kendi içinde kapanmacı bir zihniyet. Anlaşılmama üzerine kurulu. İkincisi, karşı tarafta herhangi bir aydın, bir simitçi için bile "bizi anlasın"ın ölçütü şudur: Bizi her şeyimizle kabul etsin. Bizim yanlışlarımızı da kabul etsin. Bizi eleştirmesin.
-Kürt siyasetçileri mi bunu söylüyor?
-Evet. Hiçbir şekilde eleştirmesin. Olduğu şekilde alsın. Her şeyin gerçeğini biz biliriz.
-İşte o yüzden de bütün bu açılımın, Kürtler adına siyaset yapan yeni grupların da ortaya çıkmasına inşallah sebebiyet verir diye düşünüyorum.
-Türkiye'nin demokratikleşme ihtiyacı, zorunluluğu, hayatiyeti kadar Kürtlerin de bir toplum olarak demokratikleşme ihtiyacı, zorunluluğu ve hayatiyeti var. Sadece DTP'yi kastetmiyorum. Kürt siyaseti, Kürtleri 1960'ların ortalarından itibaren sınıfsız, kaynaşmış, imtiyazsız bir kitle olarak gördü. Oysa Kürt toplumu da diğer toplumlar gibi sınıflı, eşitsizlikleri olan, değişik inanç grupları, değişik mesleki grupları, ekonomik grupları olan bir toplumdur. Kürtlerde bir aydın sorunu yok. Kürtlerde bir bağımsız aydın sorunu var. Kürt aydınları bağımsız davranamadılar.
-Davranmaya yeltenenlerin başına ne geldi?
-Kürt siyasetine karşı bir eleştiri geliştirdikleri zaman ya Kürt siyasetinin mücadele ettiği kesimin içerisine saklanmak durumunda kaldılar, orada takiyye ile yaşadılar, ya da doğrudan hain diye damgalandılar, ötelendiler ve enterne edildiler.
-Kürt toplumuna dinamizm kazandırma potansiyeli de var o zaman bu son açılımın.
-Kürt toplumu aslında dinamik bir toplum. Çok siyasallaşmış ama aynı şekilde dünyaya çok açık, dünyadaki diğer topluluklarla bir empati kurabilen bir halk. Kürtçede hem halk edebiyatı, hem yazılı edebiyatın temeli, erdem felsefesidir. Her türlü konu iyilik kötülük bağlamına gelir ve her zaman iyilik önerilir. Ehmedi Xani der ki, "Sen mir de olsan, emir de olsan, aristokrat da, muteber birisi de olsan, sakın yanlışı ve çirkini söyleme, seni paramparça etseler bile." Kürtler, kendi acılarını başkalarının acılarını anlamak için bir ölçüt olarak kullanan bir halk. Bu yüzden siz, bir oğlu dağda öldürülmüş bir anneyi oğlu dağda askerken öldürülen bir anneye ağlarken görebiliyorsunuz.
-Bunu Türkiye tarafında daha az görüyoruz galiba.
-Maalesef, şehit dernekleri diyorlar ki bizi bir araya getirmeyin. Hayır, seninki can, onunki patlıcan mı? Nuriye Hanım, acı eğer birilerinin acısını anlamaya yarıyor ise gerçektir. Acı başkasının acısını anlamaya yaramalı. Bu yoksa, siz acıyı büyütürsünüz, başkalarının da canı yansın dersiniz ki bu, acınızın gerçek olmadığını gösterir.
-Sürgün ve mazlum edebiyatından sıyrılmaya davet ediyorsunuz halkınızı?
-Evet. Kendine acımakla bir yere varılmaz. Ben şunu iddia ediyorum. Eğer Kürtler kendilerini toplumsal temelleri ve hikâyeleri doğru olan, bu acı ve mağduriyet dışındaki bir şeyle yorumlayabilselerdi, bu şekilde mağdur söylemin içerisinde kalmasalardı, en aşağı bir yirmi Edward Said çıkardı Kürtlerden.
-Onca acı çekerken bunu yapabilirler miydi?
-Kendi kültürlerinde var bu yetenek. Filistinli Edward Said Hıristiyandı hiç değilse. Gidebileceği pek çok kapı vardı. Siz Müslümansınız, hiçbir yere gidemezsiniz. Irak almaz sizi, Suudi Arabistan almaz. Osman Sebrî diye bir şairimiz vardı, 1993'te öldü. Osman Sebrî'yi Fransa yönetimi Madagaskar'a sürmüştü. Gidebilecek hiçbir yeri yok Kürtlerin. Edward Said en azından Avrupa'ya gidebiliyordu. Ama ne yaptı? Avrupa'nın Med ve Yunan savaşlarından beri 2500 yıldır geliştirdiği oryantalist söylemi bir tane kitapla alaşağı etti. Biz ne yapabiliyoruz?
-Kürtler neyi yapamadı?
-Biz Türkiye'de hangi entelektüelin, hangi akademisyenin, hani bilim adamının Kürtlerle ilgili söylediği bir yalanı çürütebildik? Sadece şunu söylüyoruz, ya işte biz şöyle yaptık, annem şöyleydi, babam şöyleydi, biz annemle tandıra giderdik. Bu değil ki. Dünya çok büyük Nuriye Hanım. Edebiyat nedir? Edebiyat bir insanı anda yakalamaktır. Köyü yakılırken de anı yakalayabilirsiniz, bira parası çıkışmadığı zaman da, tuzluğu uzatırken yere düşürürken de yakalayabilirsiniz insanı. Edebiyat bu ayrıntının, o anın peşindedir. Siz köyü yakılırken bir insanı anlattığınızda da çok iyi anlatamayabilirsiniz, ama tuzluğu düşürdüğü zaman çok iyi anlatabilirsiniz. Edebiyat ideolojiler üstü bir şeydir.
-Kürt siyasi hareketine angaje olan Kürt edebiyatını büyük bir atılım mı bekliyor artık?
-Son dönemlerde yaşanan trajedi bir nebze azalınca bu mümkündür tabii. Kürtler son yüzyılın hiçbir döneminde bugünkü kadar güçlü ve özgür olmadılar Ortadoğu'da. Bu trajik yük, bu halkın yaşadığı acımasız gerçeklik, tabii ki Kürt yazarını büyük ölçüde etkiledi. Çünkü hepsi işkence gördüler, öldürülenler oldu. Şu gün ise o durumun biraz insani bir noktaya yaklaşması, Kuzey Irak'ta bir devletlerinin olması, adlarının pekala kullanılabilmesi edebiyatın üstündeki yükü azalttı. Şimdi artık edebiyata ayıracak daha fazla zamanları var.
Tabii Kürt sorunu çözülürse pek çok insan işsiz kalacak, o da ayrı.
-Çözümsüzlükten beslenenler aç kalacak yani?
-Çok büyük bir rant alanı Kürt sorunu. Mesela siz çok az yeteneklere sahip olup çok önemli yerlere gelebiliyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde yükselebiliyorsunuz kamusal alanda. Çünkü Kürt sorunu hakkında yazdığınızda dikkat çekiyorsunuz. Çok daha fazla oy alıyorsunuz bu sorunu derinleştirerek. Oradaki sosyal gerçekliği, politik talepleri, insanların halk olarak taleplerini kabul etmeyerek ya da bizzat onun sözcülüğüne soyunarak. Kürt sorunu bu yüzden çözülmesi en zor sorunlardan birisidir. Kürt sorunu cep telefonu sektöründen bile daha büyük bir rant alanıdır. Kürt sorunu çözülürse Türkiye'de askeriyesinden eğitim sistemine, medyasından ticaretine varıncaya kadar çok insan işsiz kalır. Kürt sorunu olduğu için Doğuda, Güneydoğuda çok rahat bir şekilde devletten ihale alabilen bir kesim var. Devlet orada diyelim ki bir okul yaptıracak. Oradaki Kürt olan ya da Kürt siyasetinin içerisinde olan müteahhite vermiyor, başka birine veriyor. Ya da belediyelerin ihalelerine oranın siyasetine yakın olan Kürtler girebiliyor. Devlet her yıl çok fazla miktarda silah alıyor. Dünyadaki kapitalist ilişkiler içerisinde silah ticareti yapanlar bundan çok büyük paralar kazanıyorlar. Türkiye'deki mevcut yapı bu sorunun olması nedeniyle bu kadar girift, bu kadar çözülmez bir noktada yıllarca. Ergenekon bunun sonucudur.
NURİYE AKMAN/ZAMAN