26 Eyl 2010 05:07 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:39

"KOVULAN", MESLEKTAŞLARINCA BÖYLE YALNIZLIĞA TERK EDİLİRKEN, "KOVDURAN, "BÖYLE ALKIŞLANMAZDI! NE OLDU BİZE?

Can Dündar, Bekir Coşkun olayı üzerine geçmişten bugüne bir yolculuk yaptı.

Empati

Reha (Muhtar) Ankara’daymış. Gençliğinin caddelerinden geçmiş, ilk gittiği sinemanın, ilk içtiği meyhanenin, ilk öptüğü kızın izlerini aramış.
Dünkü nostaljik yazısında ben de vardım:
“Yeni evliydim” diyor; “Paris Caddesi’ndeki evimize Can uğramıştı. Atina’ya gitmek üzere ev topluyordum.”
Ben, henüz evlenmemişti diye hatırlıyorum. Çünkü o gün evde, nikâh davetiyelerinin zarfını yazmaya yardım etmiştim.
Yıl, 1982 olmalı.
* * *
Yollarımız 1978’de Mülkiye’nin Basın Yayın Yüksek Okulu’nda çakışmıştı. Aynı sınıftaydık.
Kavaklıdere’deki evlerinde birkaç kez birlikte ders çalışmışlığımız vardır. Ama asıl beraberliğimiz meslekte oldu.
Ben 1979 yazında Yankı’da başladım çalışmaya; o, 1980 başında UBA’da...
Sonra diplomasi muhabiri olarak Milliyet’e geçti.
Ciddi imzaların gölgesindeydik:
İzmir Caddesi’ndeki Milliyet bürosunda Örsan Öymen vardı, Orhan Tokatlı, Derya Sazak, Emin Çölaşan...
Bizim Konur Sokak’taki büroda Mehmet Ali Kışlalı, Hıncal Uluç, Mehmet Yılmaz, Avni Özgürel, Ahmet Taner Kışlalı...
Ertuğrul Özkök ve Emre Kongar, Hacettepe’de hocaydı; arada bizim dergide yazarlardı.
Reha o dönem Yankı’nın hemen karşısındaki Cumhuriyet bürosunda çalışan Sedat Ergin ve Ufuk Güldemir ile yarışırdı.
O büroya da uğrardım; Uğur Mumcu, Hasan Cemal, Mustafa Ekmekçi oradaydı.
Hafta sonları Kızılay’da Set Kafeterya’ya gider, hep aynı köşe masada oturan Attilâ İlhan’la sohbet fırsatı arardık.
Arada Zafer Mutlu da İlhan’a gelirdi. Galiba o zaman Ankara Belediyesi’nde danışmandı. “Ankara’nın Babıali’si” sayılan Rüzgarlı’dan yetişmeydi o da... Tıpkı Güneri Cıvaoğlu, Oktay Ekşi, Bekir Coşkun gibi...
* * *
Reha evlenip Atina için bavul topladığında okulumuz bitmişti.
12 Eylül geçmişti üzerimizden...
Yankı, yolun sonuna gelmişti. Ben de Çetin Emeç’in Hürriyet’ine geçmiştim.
Sonra büyük bir göç dalgası geldi. Saydığım isimler birer ikişer İstanbul’a taşınmaya başladı.
Zafer Mutlu darbeden önce Günaydın’a gitmişti.
Ardından Ertuğrul Özkök Hürriyet’e gitti.
Hasan Cemal Cumhuriyet’in başına gitti.
Hıncal abi Erkekçe’yi kurmaya gitti; peşinden Mehmet Yılmaz gitti.
Attilâ İlhan gitti, Sedat gitti, Ufuk gitti, Avni gitti, Derya gitti.
Hepsi medyada önemli roller üstlendiler.
Kaçı geri dönüp bakmıştır, Ankara’ya geldiğinde (gittiğinde?) Reha kadar duygulanmıştır bilmem...
* * *
Pek çoğuyla 12 Eylül’ü, Başkent’te birlikte yaşadık.
Nostalji yapacak halim yok; kasvetli günlerdi, ağır sansür vardı, yoğun baskı altındaydık.
Ama o darbe döneminde bile Başbakan, alenen gazete patronuna “Köşe yazarına kalemi veren sensin. ‘Ne yapayım hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Kusura bakma, sana burada yer yok’ demelisin” diyemezdi.
Gizlice dediği olmuştur belki; ama dese de patron, köşe yazarını “Başbakan kızıyor, kusura bakma sana burada yer yok” diye kovamazdı.
Kovduğu olmuştur belki; ama kovsa bile “kovulan”, meslektaşlarınca böyle yalnızlığa terk edilirken, “kovduran”, böyle alkışlanmazdı.
“Darbe Ankarası”nı yaşamış bir kuşağın tanıklığıyla, 12 Eylül’ün 30. yılında üzülerek soruyorum:
Ne oldu bize?

Can Dündar/Milliyet