06 Eyl 2011 07:25
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:46
"KÖŞE YAZARLIĞINI BIRAKIYORUM!" HÜRRİYET YAZARI ŞAŞIRTTI!
Hürriyet yazarı bugünkü yazısında "köşe yazarlığını bırakıyorum" dedi. Bakın sonra ne yaptı...
MEDYARADAR - Hürriyet yazarı Ayşe Aral’ın "üzülerek söylüyorum; köşe yazarlığını bırakıyorum" başlıklı yazısını bir solukta okuduk. E medya sitesiyiz, bu bomba bir haber. Başlığı görünce hiç de yüreğimiz ağzımıza gelmedi, "eyvah bir yazar daha tasfiye oldu" şeklinde bir düşünce geçmedi aklımızdan.
Aksine heyecanlandık, sakın şaka olmasın dedik, medya sitesi refleksiyle. Korktuğumuz başımıza geldi, şaka yapmış Anşa!.. Günün bombası elimizde bile patlayamadı.
Buyrun bir de siz okuyun Ayşe Aral’ı... Bakın neden böyle bir şaka yapmış...
ÜZÜLEREK SÖYLÜYORUM; KÖŞE YAZARLIĞINI BIRAKIYORUM
Üzülerek söylüyorum; Köşe yazarlığını bırakıyorum Bildiğiniz gibi bayram boyunca sizlerden ayrıydım. Ev taşıma, hadi taşımayı da geçtim; yerleşmece, eksikleri almaca, o ustayla, bu ustayla uğraşmaca derken sizlere yazı mazı yazamadım. Şu an yazdığım yazıyı da yeni taşındığım sitenin çiçekçi dükkânından yazıyorum, çünkü eve hala internet bağlatamadım.
Ben yazı yazarken dükkâna gelen müşteriler; “Bu orkide kaç lira?”, “Bu bonzai ne kadar?” gibisinden taciz ediyorlar beni, işte sizler anlayın halimi.
Başlığa geçmeden, sadede gelmeden, az biraz şu bir haftadır olan bitenden bahsedeyim size benim canım okur dostlarım.
Geçen hafta yükümüzü aldık, İstanbul’un bir ucundaki bir siteden diğer bir ucundaki siteye yatay geçiş yaptık.
Yaptık ama yapana kadar nakliye şirketi, anam ve Ivanka akla karayı seçti. Neymiş; “çok eşyam varmış, ıvır zıvırdan geçilmiyormuş.”
Annem bir yandan böyle söylene dururken, bir ara baktım nakliye şirketinden bir adam elinde telefon, patronuna dert yanıyor; “Yok, abi olmaz, en az beş adam daha lazım ya da bu evi iki günde taşıyalım. Kadın kurumuş çiçekleri, örümcek ağı sarmış çanak çömleği bile taşıttı; kafayı ha yedik, ha yiyeceğiz.”
Bir daldım odaya; “Bana baksana” dedim, “yediğin sekiz lahmacun kalıvermesin şimdi boğazında, nerede varmış örümcek ağı, ha? Ha?”
Sinirleri tam depreşmişken bu sefer Begüm kriz yaratmaya başladı;
“Ben odamda dolap molap istemem; sadece yatak, televizyon ve komedin”
“Eeeee kıyafetleri nereme sokacağım Begüm? Hadi onları hallettik de dolap nereme, ayıptır söylemesi?”
İyice gerilen ben, bahçeye inip temiz hava alayım dedim. Hava da şansıma rüzgârlı, püfür püfür, soğuk soğuk esiyor.
Ayıptır söylemesi bahçede havuz var; “Yahu ne güzel, masmavi, bu yaz ayağım ne deniz ne havuz suyuna değdi, şöyle biraz seyredeyim havuzu” diye düşünürken bir anda kendimi havuzun içinde buluverdim. Bana garezi olan nakliyeci elindeki yatağı sırtlanmış yukarı giderken bana geçirmesin mi?
Önce kurulandım, sonra baktım olacak gibi değil, herkesi çağırdım;
“Tamamdır, eşyaları bulduğunuz müsait yerlere bırakın ve lütfen gidin, gerisini ben hallederim.”
“Bacım, lütfene gerek yok, zaten sen demesen de biz gideceğiz; anamızdan emdiğimiz süt ağzımızdan, burnumuzdan geldi. Ayrıca da saat gecenin on ikisi...”
Neyse gittiler, onlarla beraber anamı, Begüm’ü de sepetledim ve kaldık Ivanka’yla başbaşa...
“Anşa ben ölmüşem, belim bitmiş, benden sana hayır yok bu gece, haydin iyi geceler”
Ve o gece yandı yeni kariyerimin ilk ışıkları. Sabaha kadar en ağır koltuk dâhil her şeyi yerleştirdim. Salon koltuğunu mutfakta, mutfak masasını salonda kullandım.
Yatak odama sadece yatak yastık koydum, yer yatağı yaptım; mobilyasını şutladım. Yatağın etrafına mumlar, hasır sepetler dizdim. Dededen kalma halıyı ve yine dededen kalma antikaları salondan alıp banyoma koydum.
Ertesi gün keşfedilmemiş bir sürü kumaşçı, duvar kâğıtçı, ıvır zıvırcıları keşfetme turuna çıktım.
Üç gün içinde aklınıza gelmeyecek ne kadar deli dolu, ucuz, eski püskü, elden geçip adam olması gereken eşya varsa, aralarından sevdiklerimi üç beş kuruşa kapattım.
Yapışkanlı duvar kâğıtlarıyla sehpalarıma yeni bir kişilik kazandırdım.
Yani uzatmayayım, benim ev bambaşka bir ev oldu. Aykırı, uçuk, deli… Görseniz gözlerinize inanamazsınız.
Bayramın son günü annem aradı; “Meral ile sana uğruyoruz” dedi.
Eyvah dedim, anam şimdi düşüp bayılacak, Meral de mimar; bir ton mok atacak.
Ve annem bayılmadı ama tökezleyip, elleri titrer bir şekilde; “Dedemin halısının banyoda işi ne!” diye ciyakladı.
Meral ise, sıkı durun Meral ise; “Ben böyle bir ev görmedim, böyle bir yaratıcılık, ay inanamıyorum, ağzım açık kaldı Ayşe, valla billâh bayıldım. Ne evler yaptım yıllardır, ben de kendimi üretken sanırdım. Kesin bu evin resmini çekmeliyiz ve bir dergide yayınlatmalıyız. Kızım, iki güne kalmaz bir sürü insandan iş teklifi alırsın”
“Hadi ya?”
“Tabi deli misin, hem de ne para var bu işte”
Bir an gözüm döndü, gazeteden zaten para kazanılmıyor, hâlbuki evleri dizayn etsem düşündüm ki paraya para demem.
“Yeni evle beraber yeni kariyer neden olmasın?” diye aklımdan geçirirken bir an Meral’e döndüm;
“Meral biliyor musun, gazete para vermese bile ben yine de yazarım; senin işinden kazanacağım milyarcıkların, benim canım okur dostlarımın yanında esamesi okunmaz”
Not: Meral çok söylendi, “İyi” dedim, “ara beni çok parlak bir fikre ihtiyacın olur ise, o gün yazım mazım da yoksa gelir, yardım ederim, hahahahaha.”
Ayşe Aral/Hürriyet
Aksine heyecanlandık, sakın şaka olmasın dedik, medya sitesi refleksiyle. Korktuğumuz başımıza geldi, şaka yapmış Anşa!.. Günün bombası elimizde bile patlayamadı.
Buyrun bir de siz okuyun Ayşe Aral’ı... Bakın neden böyle bir şaka yapmış...
ÜZÜLEREK SÖYLÜYORUM; KÖŞE YAZARLIĞINI BIRAKIYORUM
Üzülerek söylüyorum; Köşe yazarlığını bırakıyorum Bildiğiniz gibi bayram boyunca sizlerden ayrıydım. Ev taşıma, hadi taşımayı da geçtim; yerleşmece, eksikleri almaca, o ustayla, bu ustayla uğraşmaca derken sizlere yazı mazı yazamadım. Şu an yazdığım yazıyı da yeni taşındığım sitenin çiçekçi dükkânından yazıyorum, çünkü eve hala internet bağlatamadım.
Ben yazı yazarken dükkâna gelen müşteriler; “Bu orkide kaç lira?”, “Bu bonzai ne kadar?” gibisinden taciz ediyorlar beni, işte sizler anlayın halimi.
Başlığa geçmeden, sadede gelmeden, az biraz şu bir haftadır olan bitenden bahsedeyim size benim canım okur dostlarım.
Geçen hafta yükümüzü aldık, İstanbul’un bir ucundaki bir siteden diğer bir ucundaki siteye yatay geçiş yaptık.
Yaptık ama yapana kadar nakliye şirketi, anam ve Ivanka akla karayı seçti. Neymiş; “çok eşyam varmış, ıvır zıvırdan geçilmiyormuş.”
Annem bir yandan böyle söylene dururken, bir ara baktım nakliye şirketinden bir adam elinde telefon, patronuna dert yanıyor; “Yok, abi olmaz, en az beş adam daha lazım ya da bu evi iki günde taşıyalım. Kadın kurumuş çiçekleri, örümcek ağı sarmış çanak çömleği bile taşıttı; kafayı ha yedik, ha yiyeceğiz.”
Bir daldım odaya; “Bana baksana” dedim, “yediğin sekiz lahmacun kalıvermesin şimdi boğazında, nerede varmış örümcek ağı, ha? Ha?”
Sinirleri tam depreşmişken bu sefer Begüm kriz yaratmaya başladı;
“Ben odamda dolap molap istemem; sadece yatak, televizyon ve komedin”
“Eeeee kıyafetleri nereme sokacağım Begüm? Hadi onları hallettik de dolap nereme, ayıptır söylemesi?”
İyice gerilen ben, bahçeye inip temiz hava alayım dedim. Hava da şansıma rüzgârlı, püfür püfür, soğuk soğuk esiyor.
Ayıptır söylemesi bahçede havuz var; “Yahu ne güzel, masmavi, bu yaz ayağım ne deniz ne havuz suyuna değdi, şöyle biraz seyredeyim havuzu” diye düşünürken bir anda kendimi havuzun içinde buluverdim. Bana garezi olan nakliyeci elindeki yatağı sırtlanmış yukarı giderken bana geçirmesin mi?
Önce kurulandım, sonra baktım olacak gibi değil, herkesi çağırdım;
“Tamamdır, eşyaları bulduğunuz müsait yerlere bırakın ve lütfen gidin, gerisini ben hallederim.”
“Bacım, lütfene gerek yok, zaten sen demesen de biz gideceğiz; anamızdan emdiğimiz süt ağzımızdan, burnumuzdan geldi. Ayrıca da saat gecenin on ikisi...”
Neyse gittiler, onlarla beraber anamı, Begüm’ü de sepetledim ve kaldık Ivanka’yla başbaşa...
“Anşa ben ölmüşem, belim bitmiş, benden sana hayır yok bu gece, haydin iyi geceler”
Ve o gece yandı yeni kariyerimin ilk ışıkları. Sabaha kadar en ağır koltuk dâhil her şeyi yerleştirdim. Salon koltuğunu mutfakta, mutfak masasını salonda kullandım.
Yatak odama sadece yatak yastık koydum, yer yatağı yaptım; mobilyasını şutladım. Yatağın etrafına mumlar, hasır sepetler dizdim. Dededen kalma halıyı ve yine dededen kalma antikaları salondan alıp banyoma koydum.
Ertesi gün keşfedilmemiş bir sürü kumaşçı, duvar kâğıtçı, ıvır zıvırcıları keşfetme turuna çıktım.
Üç gün içinde aklınıza gelmeyecek ne kadar deli dolu, ucuz, eski püskü, elden geçip adam olması gereken eşya varsa, aralarından sevdiklerimi üç beş kuruşa kapattım.
Yapışkanlı duvar kâğıtlarıyla sehpalarıma yeni bir kişilik kazandırdım.
Yani uzatmayayım, benim ev bambaşka bir ev oldu. Aykırı, uçuk, deli… Görseniz gözlerinize inanamazsınız.
Bayramın son günü annem aradı; “Meral ile sana uğruyoruz” dedi.
Eyvah dedim, anam şimdi düşüp bayılacak, Meral de mimar; bir ton mok atacak.
Ve annem bayılmadı ama tökezleyip, elleri titrer bir şekilde; “Dedemin halısının banyoda işi ne!” diye ciyakladı.
Meral ise, sıkı durun Meral ise; “Ben böyle bir ev görmedim, böyle bir yaratıcılık, ay inanamıyorum, ağzım açık kaldı Ayşe, valla billâh bayıldım. Ne evler yaptım yıllardır, ben de kendimi üretken sanırdım. Kesin bu evin resmini çekmeliyiz ve bir dergide yayınlatmalıyız. Kızım, iki güne kalmaz bir sürü insandan iş teklifi alırsın”
“Hadi ya?”
“Tabi deli misin, hem de ne para var bu işte”
Bir an gözüm döndü, gazeteden zaten para kazanılmıyor, hâlbuki evleri dizayn etsem düşündüm ki paraya para demem.
“Yeni evle beraber yeni kariyer neden olmasın?” diye aklımdan geçirirken bir an Meral’e döndüm;
“Meral biliyor musun, gazete para vermese bile ben yine de yazarım; senin işinden kazanacağım milyarcıkların, benim canım okur dostlarımın yanında esamesi okunmaz”
Not: Meral çok söylendi, “İyi” dedim, “ara beni çok parlak bir fikre ihtiyacın olur ise, o gün yazım mazım da yoksa gelir, yardım ederim, hahahahaha.”
Ayşe Aral/Hürriyet