KÖŞE YAZARLIĞI KURUMU TEL TEL DÖKÜLMEYE Mİ BAŞLADI?...KÖŞE YAZARLIĞI ŞİRKET TETİKÇİLİĞİ Mİ?...İŞTE BU SORULARIN YANITI!..
Güncel siyasal kamplaşmanın üzerine medyatik kamplaşmanın haşinliği de eklenince köşe yazarlığı kurumu tel tel dökülmeye başladı.
Hoşgörü olmasın, saygıya ne buyurulur?
Bir iki aydır gazete köşelerine bir şeyler oldu.
Güncel siyasal kamplaşmanın üzerine medyatik kamplaşmanın haşinliği de eklenince köşe yazarlığı kurumu tel tel dökülmeye başladı.
Hınç kumkumaları çoğaldı...
Olur olmaz adamlar patron ve "şirket" tetikçiliğine soyundu...
Bir avuç kelimeyle Türkiye´yi anlayıp çözebileceğine okuru inandırmaya çalışan gizli faşistlerin sesi daha yüksek çıkar oldu.
Bu "arkadaşlar"ın hele gazetelerin internet sitelerindeki yerleri öyle cafcaflı, öyle havalı ki, hiç sormayın!
Öteden beri en sığ sularda bile boğulanların topluma derin siyaset dersleri vermeye devam etmelerine gelince...
Geçiniz efendim, geçiniz; o zaten çok eski hikâye!
Ama arada sessiz sedasız kimi hoşluklar da gerçekleşiyor.
Örnek mi?
İşte bunlardan biri...
Kimi temel meselelerin aslında her gün rastgele kullandığımız lisanın içine saklandığını en iyi bilen aydınlardan biri; Yağmur Atsız yeniden bir "köşe"de yazmaya başladı. Star Gazetesi´nde...
***
Lafı Yağmur Atsız´ın 27 Mayıs´ta çıkan "Hoşgörünün Canı Cehenneme" başlıklı yazısına getirmek istiyorum.
Bence üzerinde durmaya değer!
Bir zamanlar Yeni Yüzyıl Gazetesi´nde hoşgörü kavramından ve bu kavramın ifade ettiği eylemden duyduğum kuşku üzerine birkaç kez yazmıştım.
Hepimiz biliyoruz ki, hoşgörü deyince hoş çağrışımlar uyanıyor insanda.
Ama biraz yakından ve toplum siyaseti açısından baktığınızda fena halde otoriter bir söylem çıkıyor karşınıza!
Dikkat edin, hoş "bulan" yok!
Hoş "gören" var.
Bugün hoşgören yarın nahoş görebilir!
Hoşgörmek, elinde bu otoriteyi bulundurmak demek!
Yağmur Atsız da söz konusu yazısına "hoşgörü sözcüğünen oldum olası pek hoşlanmam. Bir tepeden bakma, bir inayet vardır bu kelimenin ruhunda" diyerek başlamış ve açıklamış: "Gerçi senin bu yaptığın pek makbul bir şey değil ama yine büyüklük, alicenablık bende kalsın, göz yumayım, demek gibi bir lakırdı. Seni hoş görüyorum... Bunun üzerine öteki kalkıp `ulan hoşgörmesen kaç yazar?´ dese verilecek cevabın biraz muğlak kalmaya mahkûmdur."
***
Atsız aynı havayı "müsamaha" ve Batılı "tolerans" sözcüklerinde de buluyor.
"Müsamaha" konusunda (kökündeki cömertliği tepeden bakma değil açıklık olarak anlamalı) tam olarak hak vermiyorum Atsız´a ama nihayetinde birbirimize "katlanmamızı" ifade eden kelimeler bunlar.
Hani otoriter olmasalar bu kez de otoriteye teslim olma pozisyonunu ifade etmekten kaçınmaları imkânsız.
Peki en hoşu, en uygunu ne?
Atsız "saygı"yı öneriyor.
"Ben bu bağlamda `saygı´ kavramını tecih ederim" diyor; "saygı, aşağıdaki yukarıdaki münasebeti içermez..."
Tabii, Atsız´ın bu konuyu açmasındaki maksat, kavramların düz ve yan anlamları hakkında bir analiz yapmak değil. Türk toplumunu gitgide sarmaya başlayan "kimlikler" meselesini buradan kalkarak tartışıyor Atsız.
***
Fakat işte tam burada hem Atsız´a hem de kendi okuruma bir noktayı hatırlatmak istiyorum.
Kavramlar her toplumda aynı anlam yüküne sahip değil.
Kendi tarihleri ve sosyolojileri belirleyici nitelikte.
"Saygı" kavramının Batı´daki anlam yüküyle bizdeki kavranışı arasında büyük farklar var.
Bir tarihte "adına sevgi dediğimiz gizli didişme-çatışma hali ye