14 Eyl 2012 09:28
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:08
KÖŞE YAZARLIĞI DENİLEN İŞ SANIRIM EPEY BİZE ÖZGÜ BİR İŞ!
Taraf Gazetesi yazarı Murat Belge, Türkiye'deki köşe yazarlığının tarihine indi..
Köşe yazarlığı
“Köşe yazarlığı” denen iş, sanırım epey “bize özgü” bir iş. İlk “köşeciler” de, gazete sahipleri... Cumhuriyet’in erken yıllarında, “Yunus Nadi bugün ne demiş?” diye merak ediyorsanız, Cumhuriyet gazetesini alacaksınız; “Falih Rıfkı bu işe ne diyor?” diye merak ediyorsanız Dünya’ya, “Ahmet Emin bunu eleştirmiştir” diye umuyorsanız Vatan’a bakacaksınız. Bunlardan hangisi ile görüşleriniz aşağı yukarı hep denk geliyorsa, onun gazetesinin okuru olacaksınız... Hepsini topladığınızda ortaya büyük bir sayı çıkmıyor. O sayı da, zaten, “siyasî seçkinler” dediğimiz kesimin toplamını veriyor.
Şimdi buna göre değişmiş şeyler çok ama üç aşağı beş yukarı devam eden özellikler de hâlâ var. “Köşe yazarı” bence devam eden alışkanlıklar arasında sayılır.
“Eski alışkanlık” sayılır, çünkü bunca değişen etken arasında o mekanizmanın çalışması değişmedi, değişemedi. Bugün de, bir adam, kanaatlerini yazıyor...
Bunu değiştirmenin yolu, bir “ekip çalışması” oluşturmak olabilirdi. Çeşitli konuları araştıran, buna göre eğitimli ve donanımlı birkaç kişi. Aralarında saptayacakları yöntemlere göre, belirli konulara ilişkin bilgiler toplanır, sonra gene bir kişi bunları alır ve bir “yazı” hâline getirir. Bu yöntem, doğal olarak “bilgi”ye ve medyanın “bilgilendirme” işlevine ağırlık tanıyan bir yöntem. Sık sık kullandığımız için neredeyse “deyim”leşmiş bir sözümüz var: “bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmak” diyoruz. Geleneksel yöntemle devam eden “köşe yazarlığı” bu alışkanlığı kemikleştirmek için birebir. Zaten çok zaman yaptığı tastamam bu. Ama tabii “köşe yazarı” varsa “köşe okuru” da var. O da, çok zaman, “şu konuda veriler neymiş” sorusunu sormaktan çok, “Ben bu konuda ne tavrı almalıyım?” diye düşünen biri. Dolayısıyla bu alışkanlıklar birbirlerini karşılıklı destekliyor ve besliyor.
Temelde ekonomik bir biçimlenme, daha doğrusu bir “sınırlama” var: böyle bir ekip tanımı gereği belirli konularda uzmanlığı olan kişilerle kurulur. Onların bu uzmanlığının hakkı verilecekse, bu da o “köşe”nin maliyetini iyice yükseltir.
Öteden beri yaptığımız her işi “ucuza getirme”yi de bir alışkanlık hâline sokmuş bir toplumuz. Sonunda bunlar hepsi geliyor, yoksulluk kaynağına bağlanıyor.
Vardığımız şu noktada bu “yoksulluk” artık herkesi kapsayan genel durum olmaktan çıktı. Ama, bir şey bir alışkanlık, bir gelenek hâlinde biçimlenmişse, kendi yeniden üretimini de kendi bildiği yöntemlerle sürdürür.
Belki hâli vakti yerinde gazetelerde bu dediğim tarzda çalışmaya başlayanlar vardır. Varsa da, şimdiki hâlde, azınlıktadır, tek tüktür sanıyorum.
Oysa dünya karmaşık mı karmaşık, sorunlar çetrefil mi çetrefil! Gerçi, bu tarafını da fazla abartmaya başlamamalı, çünkü sonu yok; “köşe yazarlığından ekip çalışmasına geçelim” derken işi “think-tank” kurmaya kadar vardırabiliriz. Ama varolan “think-tank”lerin performansına bakınca, onlardan da fazla bir şey beklememek gerektiği an
Murat BELGE / TARAF
“Köşe yazarlığı” denen iş, sanırım epey “bize özgü” bir iş. İlk “köşeciler” de, gazete sahipleri... Cumhuriyet’in erken yıllarında, “Yunus Nadi bugün ne demiş?” diye merak ediyorsanız, Cumhuriyet gazetesini alacaksınız; “Falih Rıfkı bu işe ne diyor?” diye merak ediyorsanız Dünya’ya, “Ahmet Emin bunu eleştirmiştir” diye umuyorsanız Vatan’a bakacaksınız. Bunlardan hangisi ile görüşleriniz aşağı yukarı hep denk geliyorsa, onun gazetesinin okuru olacaksınız... Hepsini topladığınızda ortaya büyük bir sayı çıkmıyor. O sayı da, zaten, “siyasî seçkinler” dediğimiz kesimin toplamını veriyor.
Şimdi buna göre değişmiş şeyler çok ama üç aşağı beş yukarı devam eden özellikler de hâlâ var. “Köşe yazarı” bence devam eden alışkanlıklar arasında sayılır.
“Eski alışkanlık” sayılır, çünkü bunca değişen etken arasında o mekanizmanın çalışması değişmedi, değişemedi. Bugün de, bir adam, kanaatlerini yazıyor...
Bunu değiştirmenin yolu, bir “ekip çalışması” oluşturmak olabilirdi. Çeşitli konuları araştıran, buna göre eğitimli ve donanımlı birkaç kişi. Aralarında saptayacakları yöntemlere göre, belirli konulara ilişkin bilgiler toplanır, sonra gene bir kişi bunları alır ve bir “yazı” hâline getirir. Bu yöntem, doğal olarak “bilgi”ye ve medyanın “bilgilendirme” işlevine ağırlık tanıyan bir yöntem. Sık sık kullandığımız için neredeyse “deyim”leşmiş bir sözümüz var: “bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmak” diyoruz. Geleneksel yöntemle devam eden “köşe yazarlığı” bu alışkanlığı kemikleştirmek için birebir. Zaten çok zaman yaptığı tastamam bu. Ama tabii “köşe yazarı” varsa “köşe okuru” da var. O da, çok zaman, “şu konuda veriler neymiş” sorusunu sormaktan çok, “Ben bu konuda ne tavrı almalıyım?” diye düşünen biri. Dolayısıyla bu alışkanlıklar birbirlerini karşılıklı destekliyor ve besliyor.
Temelde ekonomik bir biçimlenme, daha doğrusu bir “sınırlama” var: böyle bir ekip tanımı gereği belirli konularda uzmanlığı olan kişilerle kurulur. Onların bu uzmanlığının hakkı verilecekse, bu da o “köşe”nin maliyetini iyice yükseltir.
Öteden beri yaptığımız her işi “ucuza getirme”yi de bir alışkanlık hâline sokmuş bir toplumuz. Sonunda bunlar hepsi geliyor, yoksulluk kaynağına bağlanıyor.
Vardığımız şu noktada bu “yoksulluk” artık herkesi kapsayan genel durum olmaktan çıktı. Ama, bir şey bir alışkanlık, bir gelenek hâlinde biçimlenmişse, kendi yeniden üretimini de kendi bildiği yöntemlerle sürdürür.
Belki hâli vakti yerinde gazetelerde bu dediğim tarzda çalışmaya başlayanlar vardır. Varsa da, şimdiki hâlde, azınlıktadır, tek tüktür sanıyorum.
Oysa dünya karmaşık mı karmaşık, sorunlar çetrefil mi çetrefil! Gerçi, bu tarafını da fazla abartmaya başlamamalı, çünkü sonu yok; “köşe yazarlığından ekip çalışmasına geçelim” derken işi “think-tank” kurmaya kadar vardırabiliriz. Ama varolan “think-tank”lerin performansına bakınca, onlardan da fazla bir şey beklememek gerektiği an
Murat BELGE / TARAF