14 Ara 2012 11:35
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:30
KÖŞE YAZARLARI ERGENEKON DAVASI İÇİN NE YAZDI?
Ergenekon davasında karar beklentisi dün çok sayıda kişiyi Silivri'ye topladı. Bugün bir çok gazetecinin gündeminde de Ergenekon duruşması vardı.
Yalçın Doğan (Hürriyet)
Çöp sepetinde imzasız bir mektup. Casusluk ihbarı yapan bir mektup. Mektubu bulan kadın bunu derhal gizli servise gönderiyor.
Ardından soruşturma başlıyor.
Mektuptaki yazı bir yüzbaşının el yazısına çok benziyor.
...
Aradan iki yıl geçiyor, el yazısının yüzbaşıya değil, bir binbaşıya ait olduğu ortaya çıkıyor. Binbaşı yargılanıyor, el yazısının ona ait olduğu kanıtlandığı halde, binbaşı beraat ediyor.
Emile Zola çıkıyor ve bir gazetede “Suçluyorum” diye bir yazı yazınca, ortalık karışıyor. O sırada hükümet değişiyor.
Mahkumiyetini çekmekte olan yüzbaşı yeniden yargılanıyor.
...
Yüzbaşı bu kez beraat ediyor. Tam on iki yıl sonra. Rütbesi ve nişanları geri veriliyor.
O yüzbaşının adı Dreyfus. Hukuk tarihine damgasını vuran davalardan biri.
Çöp sepeti, imzasız ihbarlar, yıllar süren davalar, somut kanıtlardan yoksun iddialar. Ne kadar benziyor değil mi?
Ahmet Hakan (Hürriyet)
“Ergenekon” denilince akla artık...
Zindanda unutuluşa terk edilen tutuklular geliyor.
Şemdin Sakık’ın “gizli tanık” yapılışı geliyor.
Avukat feryatları geliyor.
“Suçum ne?” diye yazılan kitaplar geliyor.
Milletvekili seçildikleri halde zindandan çıkamayanlar geliyor.
...
Buna karşılık...
“Ergenekon” denilince...
Kimsenin aklına...
Suikast planları, Ümraniye bombaları, silahlar, cinayetler falan gelmiyor.
...
Çünkü “kasa” denilen adam beş parasız öldü.
Çünkü “bir numara” denilen adam inceden meczup çıktı.
Çünkü toplumun tüm kesimleri “Ergenekon” denilen öcüye ikna edilemedi.
Soğuk bir aralık gününde binlerce kişinin otobüslere doluşup Silivri’ye gitmelerinin...
Yedikleri biber gazına rağmen, maruz kaldıkları tazyikli suya rağmen, tattıkları jandarma copuna rağmen bana mısın dememelerinin...
Temel nedeni budur.
....
Yani ortaya çıkan bu “eser”, biraz da “adalet istiyoruz” feryatlarına kulaklarını tıkayan gönüllü Ergenekon savcılarının eseridir.
Eserleriyle rahatlıkla gurur duyabilirler.
Fatih Altaylı (Habertürk)
ERGENEKON davası dün de büyük bir rezaletle devam etti.
Dava öyle bir hale geldi ki, Türkiye’deki bir imkânsızı başardı.
Aynı potada erimesi mümkün olmayan insanları aynı potada eritti.
Ortaya çok garip bir durum çıkardı.
...
Mesela Veli Küçük ile Mustafa Balbay aynı potada erir mi, olacak iş mi?
Hepsini aynı potaya koydun mu, olan hukuka oluyor.
Hukukun ayarı düşüyor.
...
Durduk yerde yeni bir gecikme.
Mütalaa başka bir celseye kaldı.
Davanın bitmesi de en az birkaç ay daha uzadı.
Zaten tartışmalı bir yargılama, daha da tartışmalı hale getirilir mi?
İş mi bu!
Fehmi Koru (Star)
Dün parmakları televizyonların kumanda cihazlarında dolaşan izleyiciler ekranda gördükleri manzara karşısında şaşırmışlardır. CHP’nin bildik iki yüzü, gırtlakları patlayasıncaya kadar bağırarak, mahkemede görülen davalarla ilgili akla zarar şeyler söylüyorlardı.
Meğer içeride ‘faşist hukuk’ uygulanmaktaymış...
...
‘Ergenekon’ genel başlığı altında Silivri’de görülmekte olan davalar Türkiye’nin siyasi tarihinde yaşanan yanlışlıklarla ilgili. Danıştay baskınından gazete bahçesine bombalar atmaya, seçilmiş iktidarları devirme tuzağına, darbe hazırlıklarına kadar nice olay yargılanıyor ‘Ergenekon’ kapsamında...
Yargılananların hepsi haklarındaki iddiaları hak ediyor mu? Kuşkuluyum. Yargılanan çok sayıdaki ‘sanık’ arasında haksız yere gözaltına alınan, tutuklanan, aylar ve yıllarca cezaevinde yatan/lar yok mu? Kuşkuluyum. Kuşkumun sebebi, çok sanıklı davalarda kurunun yanında yaşların da yanabileceğini, davanın taşıdığı özelliklerin yargılayanları yanlışlıklara sürükleyebilecek karmaşıklığını bilmem.
...
CHP’nin demokrasi-dışı formüllerden medet ummuş kıytırık siyasi proje sahiplerinin peşine takılmasını anlamak çok zor. ‘Ergenekon’ kapsamında yürütülen davaların bazısı geçmişte CHP’lilerin de şikâyetçi olduğunu sandığım demokrasi-dışı eylemlerle ilgili çünkü.
Mümtaz’er Türköne (Zaman)
Silivri’deki manzaralar, savcının tamamlamaya çalıştığı “esas hakkındaki mütalaa”nın hem özeti, hem de delili gibi. Yargıçlar alenî bir baskı altında. Mahkeme salonu miting alanı gibi. Türkiye bu şartlarda Ergenekon’dan çıkmaya çalışıyor. Çıkacak mı? Davayı bu noktaya, yüzünün akıyla taşıyan yargıçların tavrı, adaletin hükmünü salondaki müsamerelere aldırmadan vereceğini gösteriyor. Mahkeme sadece bir davayı değil, bir dönemi sona erdiriyor. Ergenekon dosyası ile birlikte bir dönem kapanıyor. Ümraniye’deki el bombalarının bulunması ile başlayan süreci hatırlayın. Dava açıldığında sesi çok çıkan bir koro, bu davanın on yıllarca süreceğini ve bitirilemeyeceğini öne sürüyordu.
...
Bugün “esas hakkında mütalaa”ya sıra gelmesi bile mahkeme heyeti adına başlıbaşına büyük bir başarı. Yargı, o kadar baskıya, yıldırma ve çarpıtma çabasına rağmen işini hakkıyla yaptı. Mütalaanın ve sonrasında mahkemenin kararının başlı başına bir adalet mücadelesinin eseri olduğunu hepimiz biliyoruz.
...
Silivri, Ergenekon’dan çıkışın kapısı olarak hatırlanacak. Türkiye, devlet içinde iktidar peşinde koşan ve kendisine emanet edilen silahı ve yetkileri kişisel çıkarı için kullanan çeteleri yargıladı. Aydınlanmayan köşe bucak bırakmadı. Artık hepimiz devletimizden eminiz. Çaresiz kalıp başka hukuklar, başka nizamlar arayanlar bile. Bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü tesis etmek artık daha kolay. Ergenekon, milleti sıkıştığı dar yerden çıkartacak bir efsane idi; karanlıkta bırakan bir kabusa dönüştü. Sonunda Ergenekon’dan gerçekten çıkmanın vakti geldi.
Necati Doğru (Sözcü)
Aralık ayının soğuk kış günü. Silivri’ye ülkenin en uzak şehirlerinden bu kadar insan akıp geliyorsa; “bir kötülük” sezdiler. Tehlikeli bir kötülük. Bulaşıcı olmasından korktukları bu “tehlikeli kötülüğü” önleyebiliriz umuduyla dün Silivri’de “Hapishane ve Mahkeme Kampı” diyebileceğimiz yerleşkenin önünde binlerce insan birikti. ...
Bu döneme bir ad bulunacaksa; Balyoz- Ergenokon- Odatv davalarının birbirine benzerliklerine bakılarak; belki de Türkiye adalet tarihinin “pusu davaları dönemi” denilecek. Gazetecilerin anlattığı buydu: Türkiye’ye pusu kuruldu. Önce; “devlet içinde bir karanlık yapılanma var. Bu yapılanma istediği zaman darbe yapıp seçilmişi indiriyor. Bunu yargılayalım. Karanlık yapıyı temizleyelim” diye yola çıkıldı. Çok güzel. Herkes ister: Adaleti eksiksiz çalıştıralım. Karanlık yapıyı kazıyalım. Fakat bugün gelinen nokta; taraflı, peşin hükümlü, kararı önceden verilmiş “pusu davaları dönemi” ne gömülmek oldu. Ve ileri demokrasiye geçtik diye halk aldatıldı.
Altan Öymen (Radikal)
Silivri’deki Ergenekon davalarının başlangıcı malûm. Önce bir Ergenekon davası vardı. Sonra ikincisi çıktı. İki ayrı mahkemede görülmeye başladılar. Adları ‘Birinci Ergenekon’ ile ‘İkinci Ergenekon’ oldu.
Sonra öteki davalar oluştu. Ayrı ayrı savcılar tarafından soruşturmaları yapıldı, iddianameleri yazıldı. Ayrı ayrı mahkemelerde işlem gördüler.
Birinci ve ikinci Ergenekon davaları, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesine el bombası ile molotofkokteyli atılması, Danıştay saldırısında kullanılan glock marka silahın Alparslan Arslan’a satılması, savcı Zekeriya Öz’ün tehdit edilmesi, ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’, İnternet Andıcı, İlker Başbuğ hakkındaki dosya, Şile’de yapılan kazılara ilişkin dosya...
Bunlar hep ayrı ayrıydı. Hepsi ‘Ergenekon’ adı altında tek bir davanın içine sokuldu.
...
Silivri’de ise, şimdi karar verme sırası, Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hüseyin Özese başkanlığındaki hâkimler heyetinde... (Heyetin diğer üyeleri: Hüsnü Çalmuk, Sami Haşıloğlu, Ercan Fırat, Mehmet Uslu, Nihat Topal.)
Tabii, önce savcıların esas hakkındaki mütalaası okunacak. Savcılar, (Mehmet Ali Pekgüzel, Murat Dalkuş ve Nihat Taşkın) önce Ergenekon örgütünün varlığını kanıtlayabilecek bulgulara ulaşmışlarsa onları açıklayacaklar, sonra da örgütün başının, başkanının, yöneticilerinin ve yardım edenlerinin kimler olduğunu ve haklarında hangi cezayı istediklerini...
Sıra sonra savunmaya, daha sonra da karara gelecek.
Ama dün akşam her şeyden önce savunmanın talepleri vardı. Mahkeme, bu yazı tamamlanıncaya kadar o talepleri ele alıp henüz cevaplamamıştı.
Bu da, bu gibi davalarda başlı başına bir tartışma konusu olmaya devam ediyordu
Çöp sepetinde imzasız bir mektup. Casusluk ihbarı yapan bir mektup. Mektubu bulan kadın bunu derhal gizli servise gönderiyor.
Ardından soruşturma başlıyor.
Mektuptaki yazı bir yüzbaşının el yazısına çok benziyor.
...
Aradan iki yıl geçiyor, el yazısının yüzbaşıya değil, bir binbaşıya ait olduğu ortaya çıkıyor. Binbaşı yargılanıyor, el yazısının ona ait olduğu kanıtlandığı halde, binbaşı beraat ediyor.
Emile Zola çıkıyor ve bir gazetede “Suçluyorum” diye bir yazı yazınca, ortalık karışıyor. O sırada hükümet değişiyor.
Mahkumiyetini çekmekte olan yüzbaşı yeniden yargılanıyor.
...
Yüzbaşı bu kez beraat ediyor. Tam on iki yıl sonra. Rütbesi ve nişanları geri veriliyor.
O yüzbaşının adı Dreyfus. Hukuk tarihine damgasını vuran davalardan biri.
Çöp sepeti, imzasız ihbarlar, yıllar süren davalar, somut kanıtlardan yoksun iddialar. Ne kadar benziyor değil mi?
Ahmet Hakan (Hürriyet)
“Ergenekon” denilince akla artık...
Zindanda unutuluşa terk edilen tutuklular geliyor.
Şemdin Sakık’ın “gizli tanık” yapılışı geliyor.
Avukat feryatları geliyor.
“Suçum ne?” diye yazılan kitaplar geliyor.
Milletvekili seçildikleri halde zindandan çıkamayanlar geliyor.
...
Buna karşılık...
“Ergenekon” denilince...
Kimsenin aklına...
Suikast planları, Ümraniye bombaları, silahlar, cinayetler falan gelmiyor.
...
Çünkü “kasa” denilen adam beş parasız öldü.
Çünkü “bir numara” denilen adam inceden meczup çıktı.
Çünkü toplumun tüm kesimleri “Ergenekon” denilen öcüye ikna edilemedi.
Soğuk bir aralık gününde binlerce kişinin otobüslere doluşup Silivri’ye gitmelerinin...
Yedikleri biber gazına rağmen, maruz kaldıkları tazyikli suya rağmen, tattıkları jandarma copuna rağmen bana mısın dememelerinin...
Temel nedeni budur.
....
Yani ortaya çıkan bu “eser”, biraz da “adalet istiyoruz” feryatlarına kulaklarını tıkayan gönüllü Ergenekon savcılarının eseridir.
Eserleriyle rahatlıkla gurur duyabilirler.
Fatih Altaylı (Habertürk)
ERGENEKON davası dün de büyük bir rezaletle devam etti.
Dava öyle bir hale geldi ki, Türkiye’deki bir imkânsızı başardı.
Aynı potada erimesi mümkün olmayan insanları aynı potada eritti.
Ortaya çok garip bir durum çıkardı.
...
Mesela Veli Küçük ile Mustafa Balbay aynı potada erir mi, olacak iş mi?
Hepsini aynı potaya koydun mu, olan hukuka oluyor.
Hukukun ayarı düşüyor.
...
Durduk yerde yeni bir gecikme.
Mütalaa başka bir celseye kaldı.
Davanın bitmesi de en az birkaç ay daha uzadı.
Zaten tartışmalı bir yargılama, daha da tartışmalı hale getirilir mi?
İş mi bu!
Fehmi Koru (Star)
Dün parmakları televizyonların kumanda cihazlarında dolaşan izleyiciler ekranda gördükleri manzara karşısında şaşırmışlardır. CHP’nin bildik iki yüzü, gırtlakları patlayasıncaya kadar bağırarak, mahkemede görülen davalarla ilgili akla zarar şeyler söylüyorlardı.
Meğer içeride ‘faşist hukuk’ uygulanmaktaymış...
...
‘Ergenekon’ genel başlığı altında Silivri’de görülmekte olan davalar Türkiye’nin siyasi tarihinde yaşanan yanlışlıklarla ilgili. Danıştay baskınından gazete bahçesine bombalar atmaya, seçilmiş iktidarları devirme tuzağına, darbe hazırlıklarına kadar nice olay yargılanıyor ‘Ergenekon’ kapsamında...
Yargılananların hepsi haklarındaki iddiaları hak ediyor mu? Kuşkuluyum. Yargılanan çok sayıdaki ‘sanık’ arasında haksız yere gözaltına alınan, tutuklanan, aylar ve yıllarca cezaevinde yatan/lar yok mu? Kuşkuluyum. Kuşkumun sebebi, çok sanıklı davalarda kurunun yanında yaşların da yanabileceğini, davanın taşıdığı özelliklerin yargılayanları yanlışlıklara sürükleyebilecek karmaşıklığını bilmem.
...
CHP’nin demokrasi-dışı formüllerden medet ummuş kıytırık siyasi proje sahiplerinin peşine takılmasını anlamak çok zor. ‘Ergenekon’ kapsamında yürütülen davaların bazısı geçmişte CHP’lilerin de şikâyetçi olduğunu sandığım demokrasi-dışı eylemlerle ilgili çünkü.
Mümtaz’er Türköne (Zaman)
Silivri’deki manzaralar, savcının tamamlamaya çalıştığı “esas hakkındaki mütalaa”nın hem özeti, hem de delili gibi. Yargıçlar alenî bir baskı altında. Mahkeme salonu miting alanı gibi. Türkiye bu şartlarda Ergenekon’dan çıkmaya çalışıyor. Çıkacak mı? Davayı bu noktaya, yüzünün akıyla taşıyan yargıçların tavrı, adaletin hükmünü salondaki müsamerelere aldırmadan vereceğini gösteriyor. Mahkeme sadece bir davayı değil, bir dönemi sona erdiriyor. Ergenekon dosyası ile birlikte bir dönem kapanıyor. Ümraniye’deki el bombalarının bulunması ile başlayan süreci hatırlayın. Dava açıldığında sesi çok çıkan bir koro, bu davanın on yıllarca süreceğini ve bitirilemeyeceğini öne sürüyordu.
...
Bugün “esas hakkında mütalaa”ya sıra gelmesi bile mahkeme heyeti adına başlıbaşına büyük bir başarı. Yargı, o kadar baskıya, yıldırma ve çarpıtma çabasına rağmen işini hakkıyla yaptı. Mütalaanın ve sonrasında mahkemenin kararının başlı başına bir adalet mücadelesinin eseri olduğunu hepimiz biliyoruz.
...
Silivri, Ergenekon’dan çıkışın kapısı olarak hatırlanacak. Türkiye, devlet içinde iktidar peşinde koşan ve kendisine emanet edilen silahı ve yetkileri kişisel çıkarı için kullanan çeteleri yargıladı. Aydınlanmayan köşe bucak bırakmadı. Artık hepimiz devletimizden eminiz. Çaresiz kalıp başka hukuklar, başka nizamlar arayanlar bile. Bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü tesis etmek artık daha kolay. Ergenekon, milleti sıkıştığı dar yerden çıkartacak bir efsane idi; karanlıkta bırakan bir kabusa dönüştü. Sonunda Ergenekon’dan gerçekten çıkmanın vakti geldi.
Necati Doğru (Sözcü)
Aralık ayının soğuk kış günü. Silivri’ye ülkenin en uzak şehirlerinden bu kadar insan akıp geliyorsa; “bir kötülük” sezdiler. Tehlikeli bir kötülük. Bulaşıcı olmasından korktukları bu “tehlikeli kötülüğü” önleyebiliriz umuduyla dün Silivri’de “Hapishane ve Mahkeme Kampı” diyebileceğimiz yerleşkenin önünde binlerce insan birikti. ...
Bu döneme bir ad bulunacaksa; Balyoz- Ergenokon- Odatv davalarının birbirine benzerliklerine bakılarak; belki de Türkiye adalet tarihinin “pusu davaları dönemi” denilecek. Gazetecilerin anlattığı buydu: Türkiye’ye pusu kuruldu. Önce; “devlet içinde bir karanlık yapılanma var. Bu yapılanma istediği zaman darbe yapıp seçilmişi indiriyor. Bunu yargılayalım. Karanlık yapıyı temizleyelim” diye yola çıkıldı. Çok güzel. Herkes ister: Adaleti eksiksiz çalıştıralım. Karanlık yapıyı kazıyalım. Fakat bugün gelinen nokta; taraflı, peşin hükümlü, kararı önceden verilmiş “pusu davaları dönemi” ne gömülmek oldu. Ve ileri demokrasiye geçtik diye halk aldatıldı.
Altan Öymen (Radikal)
Silivri’deki Ergenekon davalarının başlangıcı malûm. Önce bir Ergenekon davası vardı. Sonra ikincisi çıktı. İki ayrı mahkemede görülmeye başladılar. Adları ‘Birinci Ergenekon’ ile ‘İkinci Ergenekon’ oldu.
Sonra öteki davalar oluştu. Ayrı ayrı savcılar tarafından soruşturmaları yapıldı, iddianameleri yazıldı. Ayrı ayrı mahkemelerde işlem gördüler.
Birinci ve ikinci Ergenekon davaları, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesine el bombası ile molotofkokteyli atılması, Danıştay saldırısında kullanılan glock marka silahın Alparslan Arslan’a satılması, savcı Zekeriya Öz’ün tehdit edilmesi, ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’, İnternet Andıcı, İlker Başbuğ hakkındaki dosya, Şile’de yapılan kazılara ilişkin dosya...
Bunlar hep ayrı ayrıydı. Hepsi ‘Ergenekon’ adı altında tek bir davanın içine sokuldu.
...
Silivri’de ise, şimdi karar verme sırası, Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hüseyin Özese başkanlığındaki hâkimler heyetinde... (Heyetin diğer üyeleri: Hüsnü Çalmuk, Sami Haşıloğlu, Ercan Fırat, Mehmet Uslu, Nihat Topal.)
Tabii, önce savcıların esas hakkındaki mütalaası okunacak. Savcılar, (Mehmet Ali Pekgüzel, Murat Dalkuş ve Nihat Taşkın) önce Ergenekon örgütünün varlığını kanıtlayabilecek bulgulara ulaşmışlarsa onları açıklayacaklar, sonra da örgütün başının, başkanının, yöneticilerinin ve yardım edenlerinin kimler olduğunu ve haklarında hangi cezayı istediklerini...
Sıra sonra savunmaya, daha sonra da karara gelecek.
Ama dün akşam her şeyden önce savunmanın talepleri vardı. Mahkeme, bu yazı tamamlanıncaya kadar o talepleri ele alıp henüz cevaplamamıştı.
Bu da, bu gibi davalarda başlı başına bir tartışma konusu olmaya devam ediyordu