"KÖŞE İSTİYORUM,KÖŞE"!..CUMHURİYET'E YAZAR OLMAK İSTEYEN TÜRBANLI KİM?..İŞTE İLGİNÇ İŞ BAŞVURUSU!..
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, "Ben başörtülü çalıştırmam, Yeni Şafak Kemalist birini çalıştırır mı?" sözüyle başlayan polemikte yeni bir boyut.Cumhuriyet'e yazar olmak için bir türbanlıdan teklif geldi...
Haftalık olarak yayınlanan Gerçek Hayat Dergisi'nde bugün hayli ilginç ve ironik bir yazı yer aldı. "Köşem Sultan geliyor!" başlığıyla bir yazı yazan Ümmühan Atak Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışmak istediğini söylüyor.
İşte ilginç iş müracaatı...
Köşem Sultan geliyor!
Malum (bir kısım da denebilir) medyanın son zamanlarda `türbanlı´ yazar kapma yarışına dikkat etmişsinizdir. İçi dolu, nitelikli, insani yazılar yazanlar bir tarafa. Medya eğer, sırf siyasi konjonktür gereği, "içimizde türbanlı da bulunsun" diyorsa, ben de varım! Yazacağım köşenin adı bile hazır; Köşem Sultan. Beni bu düşüncelere iten sebepleri, aşağıda bir bir yazdım. Her şeyin, "türbanlı magazin muhabiri arayışlarından haberdar oluşumla" başladığını göreceksiniz. Ha, yine de bu yazdıklarımdan alınan olursa, cidden alınırım...
*****
Çok değil, birkaç hafta önce, bir televizyon kanalının bünyesinde çalıştırmak üzere `türbanlı eleman´ aradığını duyduk. O gün Yeni Şafak gazetesinden Mehmet Şeker´in köşesinden duyurduğu bu bilgi, gün içinde, tevafuken gelen telefonlarla pekişti. Mesleğe henüz yeni başlamış, bir-iki yıllık geçmişleri olan arkadaşlarım arıyor ve soruyorlardı; "Ne yapmalıyım?"
Bu televizyon kanalıyla ortak iş yapan ajans, bizim kızları arayıp "Bizimle çalışın" diyordu. Kendilerinden nasıl bir iş beklediklerini sorduklarında aldıkları cevaba ve gelişen diyaloga bakalım:
"- Magazin muhabirliği yapacaksın."
"- Ama ben magazin muhabirliği yapmadım ki hiç."
"- Öğretiriz"
"- Ama ben tesettürlüyüm..."
"- Tamam işte. Bu yüzden seni seçtik."
"- ?..."
"- Sen, türbanlı bir muhabir olarak, magazin alemlerine dalacak ve topluma kötü örnek olan ünlü isimlere hesap soracaksın!"
"- Hesap sormak mı? Nasıl?"
"- Elbette! Misal, Hülya Avşar´ın karşısına geçip mikrofonu uzatacaksın ve `Çoluğun çocuğun var, nasıl utanmadan evlilik dışı ilişki yaşıyorsun?´ diye soracaksın."
"- Sonra!!!"
"- Unutma, sen `seçilmiş´ insansın. Bunu ancak sen yapabilirsin. Toplumun bu olumsuz gidişatını sen durduracaksın!"
"- Sonra??"
"- Sonrası şu, sana bu işin karşılığında iyi para vereceğiz. 3 bin YTL falan."
***
Konuşmalar, bu `proje´nin, bütünüyle siyasi gündem üzerinden tasarlandığı üzerine sürüyor. Arkadaşlara, uzun uzun, Abdullah Gül´ün cumhurbaşkanı olmasıyla türbanın ülke gündemine geldiğini ve bu "fırsatı" değerlendirip, türbanlıların `aslında´ ne kadar özgüven sahibi ve topluma `örnek´ olduklarını göstermek istediklerini anlatıyorlar. Bizim kızların kafası iki şeyle karışsın isteniyor; "Ya ben bu önemli misyonu üzerime almayınca toplum kendine gelmezse?" ve "Bu parayı İslamcılarla kıyamete kadar çalışsam bir arada bulamam."
***
İlk hamlede, kendilerine bu kadar büyük bir `misyon´ yüklenmesinin altında buzağı aramayışlarının sebebini ise şöyle açıklıyorlardı; "E, ama bunu bize teklif edenler, daha önce beraber çalıştığımız şimdilerde liberal mümin olan Müslüman abilerdi."
Tabi ki Hülya Avşar gibi bir ismin karşısına çıkıp hesap sormanın hiç de akıl kârı olmadığını biliyorlardı. Tabi ki, mankeniyle, ressamıyla, şarkıcısıyla, şovmeniyle devasa magazin alemini hidayete erdiremeyeceklerini biliyorlardı. Kafalarını karıştıran, daha önce beraber çalışırken ceplerine üç kuruş maaş vermekten erinen Müslüman iş adamlarının `samimi görünümlü´ teklifleriydi. (Her Türk insanının "samimi görünümlü Müslüman iş adamları" denildiğinde aklına "Doğan