Koray Çalışkan'dan 15 yazara tek yanıt: Akıl heba, mantık yaş!
Koray Çalışkan, muhafazakar yazarların Kabataş'ı savunan "Diliniz KABA, yüreğiniz TAŞ" başlıklı yazılarına cevap verdi.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyesi Doç. Koray
Çalışkan geçtiğimiz günlerde katıldığı bir TV programının ardından
yeniden patlak veren “Kabataş tartışması” ile ilgili hükümete yakın
gazetelerde “Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ” ortak başlığıyla
yayınlanan köşe yazılarında ortaya atılan argümanları yorumladı.
Doç. Çalışkan’ın Radikal için yazdığı yazı şöyle:
Dün basın tarihinde benzerine rastlamadığımız bir şey oldu.
Gazeteci kedi gibidir. Hepsi aynı sesi çıkarsa da başka yöne gider.
Bu sefer öyle olmadı. 15 gazeteci (sufleyi karıştıranı da hesaba
katarsak) aynı sesi çıkardı, aynı yere gitti. Bir kadın gazeteci
yaptığı bir haber nedeniyle “linç” ediliyormuş, tacize uğrayan
kadına 'Belgen nerede?' diyenler mağduru yeniden taciz ediyormuş,
meslekte toplu hareketleri sevmezlermiş, çünkü cepheleşme
yaratmasından endişe ederlermiş, ama yine de katılırlarmış...
Kabaymış, taşmış...
Şu filmi bir geri saralım, argümanlara tekrar bakalım:
1. Gazeteci değil, haber kaynağı sorumludur.
Hayır. Gazeteci haberi, kaynağının doğru olduğuna emin olmadan ve
bu doğruluğu teyit etmeden yazamaz. Yoksa hakikatin değil yalanın
ortağı olur. Hele bu yalan halkı galeyana getirmek için
uydurulmuşsa, provokasyona girer, ki suçtur.
2. Twitter’da onca provokasyon yapıldı, Kabataş’a
taktınız.
Hayır. Mesele takmak değil, bir organize provokasyonu
haberleştirmektir. Otoriter başbakanın ve yandaş basınının Gezi’ye
karşı başlattıkları yalan mobilizasyonunu halka anlatmaktır.
Twitter’da ileri geri bir çok şey yazıldığı bir gerçek. Buna dikkat
etmek gerek. Ancak 3-5 kişinin takip ettiği ergenlerin
saçmalamasıyla, bir yalanı köpürterek servis eden ulusal
gazetelerde köşesi, yeri olan gazetecilerin yalanı bir değildir.
Bir tutan utansın.
3. Kadın beyanı esas deyip, kadın beyanını esas
almıyorsunuz.
İstatistikler kadınların taciz konusunda neredeyse hiç yalan
söylemediğinin en önemli kanıtı. Kadın beyanı esastır. Doğru. Bir
kadın tacize uğradığını söylediyse, 'kanıt göster' diyemezsin,
kanıtı kamunun, savcının, gazetecinin araması gerekir.
Elif Çakır’ın röportajını anımsayalım: “Biliyor musunuz
bebeğime bile acımadılar… Üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli,
başlarında tuhaf bantlı 70-100 kadar adamın ortasında kaldım…
Bebek arabam elimden gitti… Aklınızın bile almayacağı şekilde
küfrettiler, vurdular, vurdular... Bir amcaydı sanırım müdahale
etmeye çalıştı onu da öldüresiye dövdüler kızıyla birlikte… O
sırada tamamen kendimi kaybettim. Ondan sonra ne olduğunu
hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu. Yerimden
kalktım bebeğimi bulmaya çalıştım. Valiliğin emniyetin elinde
MOBESE kayıtları mevcut.”
100 kadar adam, üzerleri pehlivan gibi çıplak, gün ortasında
Kabataş’ta yürüyorlar, ellerinde de deri eldivenler. Aleni
şiddetini bir tarafa bırak, burnunu karıştıran bir adamın bile 5
tane fotoğrafının hemen çekiliverdiği, herkesin herkesi izlediği
akıllı telefon devrinde, tacizi bırak, böyle bir Hollywood sahnesi
tadında yürünmesi kendi başına dokuz sütuna manşettir.
25 tim, 7 manga, iki takım, yarım bölük kadar fetiş objesi erkeğin
tamamının değil, bir tanesinin yarım fotoğrafının bile olmadığı bir
gün... Üzerine bu mangalarca sapık, binlerce kişinin ortasında,
vapurların boşaldığı bir günde, bir kadıncağıza bebeğiyle
saldırıyor. Bebek arabası bir tarafa uçuyor, kadıncağız başka
tarafa. Bebeği tırmalıyorlar, kadını linç ediyorlar. 100 erkek...
Aynı erkeklere bir yaşlı amca kızlarıyla birlikte “hop!” diyor, o
ve kızları öldüresiye dövülüyor... Senaryo yazsan, fantastik film
kategorisine girer, kötü bir yapımla, inandırıcılıkta Dünyayı
Kurtaran Adam’la yarışır.
15 yazarın 15’inin de bahsettiği kanıt yok. 'Beyan esastır' lafı
yersiz. Çünkü kanıt var. Mağdur olduğu iddia eden kadının
görüntüleri yayınlandı. Olay günü bütün adımlarını izliyoruz. Bebek
arabası hep yanında, uçmuyor. Çevresinde 100 pehlivan yok,
kocasıyla sakince buluşuyor, birlikte yürüyüp gidiyorlar. Bu kadar.
Öldüresiye dövülen yaşlı amcamız da yok, taciz edilip, ölümden
dönen kızları da...
Yani mesele kadın beyanı değil, yalan haberin kanıtı. 15
gazetecinin içinde bu durumu fark edenler var, onlar da topu hemen
Cemaat’e atıyor: “Vardı sildiler” diyor, ya da “Gördüğümüz görüntü
bu kadın değil...” Oysa biliyorlar, biliyor, herkes her şeyin
farkında.
Erdoğan grup toplantısında, zamanında “tasmanızı ben çıkardım”
dediği gazetecileri milli basın tepkisine davet eder etmez ortalık
toz duman oluyor. Mesele, masumiyetiyle herkesin kalbini kazanmış,
ağzı var dili yok ağaçların, parkların ağzı dili olmuş bir sosyal
hareketi propaganda, manipülasyon ve yalanla değersizleştirmek.
Camilere ayakkabıyla girdiler, bira içtiler yalanı gibi.
Cami müezzini 'olmadı öyle şeyler' diyor. Kabataş yalanını
araştıran iki savcının ikisi de tek bir kanıt bulamıyor. Dosya
kapanacak, Ankara 'seçime kadar bekletin' diyor. Eller titriyor, o
dosya kapakları kapanmıyor.
4. Üniversiteye giremeyen başörtülüleri de mi
uydurduk?
İnsandır. Ne de olsa vicdan var. Akıl, durur. Duygular durur. Göz
görmez, kulak işitmez. En zor kapanacak göz, vicdan gözüdür. 15
gazetecinin içinde bu vicdan depreştikçe, eski mağduriyetlerden
taciz hikayelerine yeni kanıtlar peydahlanıyor. Evet doğrudur.
Başörtülü kadınlara karşı ayrımcılık yapılmıştır. Bunun karşısında
da yanında da binlerce insan durmuştur. O günleri geride
bırakmadık. Hâlâ bir çok kamu kuruluşunda çalışamıyor başörtülü
kadınlar. Ama bunun sorumlusu AK Parti . Başkası değil. Dahası
Kabataş yalanına bu masum kitlesel mağduriyeti ortak etmeye
çalışmak, öncelikle başörtüsü mücadelesine ayıp ediyor. “Dalda tek
portakal yok” diyene, “Bak elmalar dalında, yalan söyleme” demek
kadar mantıksızca...
5. Yargılanacaksın diye bağırıp kadın gazeteciye parmak
sallamak.
Burada haklılar. Elif Çakır’ın yalanları, bu yalana ortak olanlar,
“kaba” ve “taş” sözcüklerini ayırmayı becermekten başka tek bir
zeka kırıntısı göstermeden, hadi denilip sufle verilince “örgütlü
köşe yazarlığı” gibi bir garip hakikate imza atanlar, yine de
haklı. “Yargılanacaksın!” yanlış bir laf. Aslı “Yargılandın gitti!”
olmalı. Yalan yanlış haberlerle, ideoloji ve manipülasyon ustalığı
göstermeye gazetecilik demiyoruz. Bunu yapanlar zaten o vasfı
kaybettiler, tarihte yerlerini aldılar. Yanında saf tuttukları
muktedirler güçlerini kaybedince, hemen “ AKP otoriterliğini”
anlatacaklar. At fava bekle, önce eskiden Taraf’ta, eskiden
BirGün'de yazanlar başlayacak.
6. Haberlerinizle manipülasyon yaptınız.
'Siz' ve 'biz' dediklerinden 'biz' kimiz ben bilmiyorum. Kendi
ülkemde giderek yalnız hissederken, birilerinin benim de parçası
olduğum bir kocaman güruhtan bahsetmesi şaşırtıcı. Kendilerine
'biz' demeleri kamplaştıklarının itirafı. Onlar bir kamptaysa,
karşılarındaki kampmış gibi görmeleri doğal. Ben bir kampta
değilim, ama madem onlar kampa girmiş, bakalım nasıl şeyler
yapılıyor bu kampta:
15 yazarın tamamı “Diliniz Taş” diyor. 15 yazının tamamında
aşağılayıcı ifadeler... Bazılarının “içinden daha fazlası geçiyor”
ama “kendilerini tutuyorlar”. Çapulcu, küfürbaz, tıynetsiz,
hormonlu, vandal...
Gelelim manipülasyon iddialarına. HabertürkTV’de Halime Kökçe’yle
birlikte benim de katıldığım programı terk eden Anadolu Ajansı eski
genel müdürü Kemal Öztürk’e...
Söylediği gibi üç kişi terk etmedi. İki kişi terk etti. Biri "ben
de ayrılıyorum" deyip ayrılmadı. Öztürk sonra olgunluk gösterip
Balçiçek İlter’den özür diledi. Bir kadın gazetecinin programını
terk etmenin ne kadar büyük bir nezaketsizlik olduğunu anlamış
olması güzel.
Manipülasyon konusunda Kemal Bey’in basın tarihimizde özel bir yeri
var. 15 yazarın manipülasyon ithamını bu noktayla tartışıp, yazıyı
bitirelim. Eşit ve adil bir seçim olmadığı AGİT dahil tüm
uluslararası saygın gözlemciler tarafından tescil edilmiş
Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylar sayılırken AK Parti genel
merkezine giden, AK Parti milletvekili aday adayı Kemal Öztürk, ilk
sonucu "RTE yüzde 67 aldı" diyerek açıklamıştı. 10 dakikada bir,
biraz azalttığı sonuçları, oy sayımı bittiğinde yüzde 51.7’ye
kadar indirmişti. Sandık çevrelerini boşaltıp, AK Parti'ye
yarayacak psikolojik mücadele veren ve bunu halkın parasıyla,
halkın imkanlarıyla yapan Kemal Öztürk, manipülasyonun şahını IŞİD
Rakka’yı işgal ettiğinde yapmıştı. Anadolu Ajansı’nın Rakka’ya ait
olduğunu iddia ettiği fotoğraflar, pamuk helva yiyen mutlu
çocuklar, ata binen heyecanlı gençler, lunaparklarda çocuklar gibi
şen IŞİD’liler tasvir ediyordu.
Olsun, IŞİD’i bile pamuk helvalarla pembe pembe tasvir etsin
varsın. Elif Çakır’ın avukatı meseleyi herkes için özetledi.
İnsanın kendi avukatının, vekalet verdiği insanın vicdanını korumak
için müvekkiline “Kabataş yalancısısın” demesi... Allah kimseye
böyle bir ders vermesin diyelim burada duralım. Asla düşene tekme
atmayalım, eli deri eldivenli üstü çıplak pehlivanlık
yapmayalım.
Eski avukatından Elif Çakır'a: Ömrünün sonuna kadar 'Kabataş
Yalancısı' olarak anılacak
Varsın bu 15 kişi başkalarını vicdana davet etsinler. Gazetecilik
dersleri versinler. Bu yeni Kültür Kampf, işi Mein Kampf’a
dönüştürmediği sürece, dinlenecek, eleştirilecek. Böyle böyle
seviyemiz yükselecek, bazıları havuzun dibinden, bazıları
yüzeyinden yükselerek...