''KOMEDİ'' FESTİVALLERE YENİDEN DÖNMEK İSTİYOR!
Bu yıl üç büyük festivalde mizah duygusuna sahip sadece iki film vardı ama ikisi de büyük ödülü kaptı. Asık suratlı filmlerden herkes sıkıldı! Murat Tolga Şen'in yeni yazısı...
Yazının başında, devamını daha iyi anlamanızı sağlayacak, bazı
listeleri sunmak istiyorum. Öncelikle Nisan ayında düzenlenen
32. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışan filmlere
bir bakalım.
Özür Dilerim (Cemil Ağacıkoğlu), Yozgat Blues (Mahmut Fazıl
Coşkun), Saroyan Ülkesi (Lusin Dink) Kelebeğin Rüyası (Yılmaz
Erdoğan), Köksüz (Deniz Akçay), Karnaval (Can Kılcıoğlu), Hayatboyu
(Aslı Özge), Sen Aydınlatırsın Geceyi (Onur Ünlü), Soğuk (Uğur
Yücel), Devir (Derviş Zaim).
Bu yıl, 20. Altın Koza’da bu yıl yarışan filmler ise
şunlardı;
Çanakkale Yolun Sonu (Mustafa Kemal Uzun), Daire (Atıl İnaç), Eve
Dönüş Sarıkamış 1915 (Alphan Eşeli), Gözümün Nuru (Hakkı Kurtuluş –
Melik Saraçoğlu), Hadi baba Gene Yap (Emre Yalgın), Hayat Boyu
(Aslı Özge), Jin (Reha Erdem), Köksüz (Deniz Akçay), Lal (Semir
Aslanyürek), Soğuk (Uğur Yücel), Yarım Kalan Mucize (Biket İlhan),
Yozgat Blues (Mahmut Fazıl Coşkun).
50. Altın Portakal’da yarışan filmleri de listeleyerek
bitirelim;
Cennetten Kovulmak (Ferit Karahan), Kısa Film (Ali Kemal Çınar),
Kusursuzlar (Ramin Matin), Kutsal Bir Gün (Serdar Temizkan), Mavi
Dalga (Zeynep Dadak – Merve Kayan), Mavi Ring (Ömer Leventoğlu),
Meryem (Atalay Taşdiken), Sev Beni (Maryna Er Gorbach – Mehmet
Bahadır Er), Uvertür (Alpgiray M. Uğurlu), Uzun Yol (Nihat
Seven).
Baktık ve ne gördük? Toplamda 28 film ve bu 28 filmin sadece ikisi
bir mizah anlayışına sahip. Ecnebiler buna “sense of humour” diyor
hatta İngiliz’lerin sahip olmakla en övündüğü şeylerden biri bu.
“Berbat bir mutfağımız ama harika bir espri anlayışımız var”
derler.
Filmler komik olmak zorunda mı? Elbette değil ancak sinema
sanatının ciddi olması gerektiğiyle ilgili kaktırmalar yüzünden
dünyada hiçbir ülkede olmadığı kadar asık suratlı bir sinema
yapıyoruz. Gişe sinemasını bu tespitin dışında bırakıyorum, lafım
festivalcilere…
Peki, iyi mi yapıyoruz? Tabi ki hayır! Bir filmin içine mizah
duygusunu yerleştirmek gerçek bir sinemacı
kabiliyetidir. Hicvin keskinliği ve zekasını anlatımdan
çıkarmak büyük hata...
Festivallerde yarışan filmlerimiz bu yetenekten yoksun, arada
karşımıza böyle işler çıktığında da ödülleri topladığını
görebiliyoruz. Sen Aydınlatırsın Geceyi, Altın Lale’yi, Gözümün
Nuru ise Altın Koza’yı kazandı. Çünkü içerdiği trajediye rağmen
kendi haline kahkaha atabilen filmlerdi bunlar. Yaptıkları
eleştirinin gücü de bu hafiflemiş umursamazlıktan geliyordu ve hem
seyredenlerin hem de jürinin kalbine dokunmayı başardılar.
Sinema yapmak isteyen gençler bu yazıyı akıllarının bir kenarına
not etsin lütfen. Entelektüel gösteriş uğruna mizahın gücünü
kullanmaktan vazgeçmeyin. Güldürebilen şeylerin daha çok acıttığını
unutmayın, Züğürt Ağa’yı, Selamsız Bandosu’nu, Çöpçüler Kralı’nı,
Muhsin Bey’i hatırlayın.
Komedi Türkiye’deki festivallerden kovulmuş bir tür ama gişe
sinemasının yozluğundan kurtulup dönmek istiyor. Bizdeki
festivallerde her türü bulursunuz ama komediyi bulamazsınız.
Kırılma noktası olan 80’lerde, entelektüel birikime sahip olmayan
ama ayrıksı işler yapmak isteyen bir yönetmen kuşağı ve o
yönetmenlerin eleştirmen arkadaşları tarafından komedi
festivallerden kovuldu. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni bu
dışlanma duygusunu çok güzel anlatır. Hazır filmini anmışken, Ertem
Eğilmez’in çırağı Yavuz Turgul bu formülü bilir, hem yıllar
sonra hatırlanacak filmler yapar hem de o filme giren seyirciyi iyi
bir film seyrettiğine ikna ederdi. Şu an her iki tarafta da bu
kalitede işler çıkmıyor.
Bu anlamda festivaller Türk sinemasını hızla tektipleştiriyor
diyebiliriz. Gişe garantili klişelerden kaçmak isteyen sinemacılar
“sanat filmi” çekeyim derken yeni bir klişe bataklığında
debeleniyor. Genç yönetmenler bu tuzağa çok çabuk yakalanıyor,
büyük borçlar altına girip ilk filmlerini çekiyorlar ve sonraki
yılları bu filmin borçlarını ödeyerek geçiriyorlar. Sinemamız şu
anda bir “ilk yönetmenler” ve “ilk filmler” mezarlığı. Bu gençlerin
çoğu ikinci filmini çekemeyecek. Gözümün Nuru filminin rüya
sekansında “sinema yapmak isteyen gencin başındaki belalar” bir
Sırat Köprüsü mecazında harika bir şekilde gösterilir.
Son sözüm bu ülkede “farklı sinema” yapmak isteyenlere… Film
festivallerinin seçici, değerlendirici jürilerinin “entelektüel
duruş” kaygısına kapılmayın. İçi boş, şekilci ve bağnaz bir
yaklaşım bu… Sinema yapan/yapmak isteyen genç yönetmenlerin bu
tuzağa düşmemesi gerekiyor. Kendi sinemanızı yapın, mutlaka
kazanacaksınız. Ya Onur Ünlü gibi sonunda ya da Hakkı Kurtuluş ve
Melik Saraçoğlu gibi en başında…
Okuduğunuz için teşekkürler…
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]