28 Mar 2011 10:04
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:10
KİMSE SİZİN KADAR VİCDANSIZ OLAMAZ! AHMET HAKAN VE NURAY MERT'İ TOPA TUTTU!
Biz sizin “yazmadıklarınızı” sıralasak utancınızdan insan içine çıkamazsınız.
Kimse sizin kadar vicdansız olamaz
Nedim Şener ve Ahmet Şık içeri alındığında, Ergenekon dostu arkadaşın ileri sürdüğü gibi, “utangaç” değil, basbayağı açık tepki göstermiştim.
Polis değildim, savcı değildim, hâkim değildim, müddei değildim.
Niçin alındıklarını bilemezdim.
Suçlu olup olmadıklarını da bilemezdim.
Hâlâ bilmiyorum...
İçime sinmeyen bir şeyler vardı ve vicdanımın sesini dinleyerek, kendimce vuzuha kavuşturulmasını istediğim (beklediğim) noktaların altını çizdim... Böylece, Ergenekon meselesini Nedim’le Ahmet’in içeri alınmasına indirgeyerek “sırtlarındaki yükü” atan; bombaları, eylem planlarını, cinayetleri andıçları, lahikaları hiç görmeyen çevrelerden de bol aferin aldım.
Ruşen Çakır mesela, canlı yayında “aferin, bravo” filan gibi laflar etti.
Mahallenin ablasından da aferin aldım, yanlış hatırlamıyorsam.
Ergenekon meselesini hiç kurcalamayan “salim arkadaşların” internet sitelerinden de aferin aldım. Almaya devam ediyorum.
Nuray Mert “aferin” demez... Ağzımla kuş tutsam bu asabi hanımefendiye yaranamam.
Bir televizyon programında, “iç düşman yoktur, suçlu vardır” diyen arkadaşına şarlıyordu... “Ne münasebet, elbette iç düşman olur, asker iç düşman değerlendirmesi yapar” diyordu.
Nedim’le Ahmet meselesi zuhur edince, “polisin iç düşman yarattığından, yeni suç tanımları oluşturduğundan” yakınmaya başladı...
Şimdi kafam karıştı.
İç düşman olur mu, olmaz mı?
İç düşman değerlendirmesini asker yaparsa olur, polis yaparsa olmaz mı?
Bu mu?
Böyle dedim diye “aferin” ihtimali büsbütün ortadan kalkacak.
Sağlık olsun...
Bu kadar “aferini” ne yapacağım ki?
İşte bir kısmını sahiplerine iade ediyorum...
Bir kısmı da, 12 Mart edebiyatından, 12 Mart edebiyatının en güzel örneği olan “Bir Düğün Gecesi”nden “romantizm” devşirmeye uğraşan ve gülünç olduğuyla kalan Ertuğrul Özkök’e gitsin.
Hakikaten de “aferin...”
Bir arkadaşı (Ahmet Hakan Coşkun, nihayet bir yazısını okuyabildim), Nedim’le Ahmet konusunda duyarlık sergilemeyen “yandaşlara” küfrederken, kendisi de “nostalji”nin korunaklı sularında geziniyor... Hem de, referandumda “evet” diyeceğini açıkladığı için yumurtayla taciz edilen Adalet Ağaoğlu’ndan ödünç aldığı cümlelerle.
Ergenekon davası Nedim’le Ahmet’ten ibaret değildir muhteremler.
Nedim ve Ahmet meselesinde içimize sinmeyen noktaları yazalım.
Basılmamış kitaba yönelik girişimi taaccüple karşılayalım...
Fakat, şu örgütün cinayetler kalemini de görelim artık.
Hrant Dink’e kim ne yaptı?
Malatya Zirve Kitabevi’nde ne oldu?
Kafes nedir?
Dost bombalar neyin nesidir?
Kendi uçağını düşürüp cami bombalayacak kadar gözünü karartmış müntesipler de nerden zuhur etmiştir?
Kara propaganda siteleriyle, “merkez medya gazeteleri” arasındaki paralellik neye işaret etmektedir?
Bunları da görelim...
Bu konularda tek laf etmiyorsunuz, gazetelerinizde ve televizyonlarınızda tek satır habere yer vermiyorsunuz... Sonra da ödünç cümlelerle “faşizm nostaljisi” yapıp, başkalarını “vicdanlı” olmaya çağırıyorsunuz.
Mesele vicdansa, kimse sizin kadar vicdansız olamaz...
Bir de, kimin ne yazdığına ya da yazmadığına bakarak hüküm çıkarmaya uğraşıyorsunuz. Allah’tan korkmadan...
Biz sizin “yazmadıklarınızı” sıralasak utancınızdan insan içine çıkamazsınız.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ
Nedim Şener ve Ahmet Şık içeri alındığında, Ergenekon dostu arkadaşın ileri sürdüğü gibi, “utangaç” değil, basbayağı açık tepki göstermiştim.
Polis değildim, savcı değildim, hâkim değildim, müddei değildim.
Niçin alındıklarını bilemezdim.
Suçlu olup olmadıklarını da bilemezdim.
Hâlâ bilmiyorum...
İçime sinmeyen bir şeyler vardı ve vicdanımın sesini dinleyerek, kendimce vuzuha kavuşturulmasını istediğim (beklediğim) noktaların altını çizdim... Böylece, Ergenekon meselesini Nedim’le Ahmet’in içeri alınmasına indirgeyerek “sırtlarındaki yükü” atan; bombaları, eylem planlarını, cinayetleri andıçları, lahikaları hiç görmeyen çevrelerden de bol aferin aldım.
Ruşen Çakır mesela, canlı yayında “aferin, bravo” filan gibi laflar etti.
Mahallenin ablasından da aferin aldım, yanlış hatırlamıyorsam.
Ergenekon meselesini hiç kurcalamayan “salim arkadaşların” internet sitelerinden de aferin aldım. Almaya devam ediyorum.
Nuray Mert “aferin” demez... Ağzımla kuş tutsam bu asabi hanımefendiye yaranamam.
Bir televizyon programında, “iç düşman yoktur, suçlu vardır” diyen arkadaşına şarlıyordu... “Ne münasebet, elbette iç düşman olur, asker iç düşman değerlendirmesi yapar” diyordu.
Nedim’le Ahmet meselesi zuhur edince, “polisin iç düşman yarattığından, yeni suç tanımları oluşturduğundan” yakınmaya başladı...
Şimdi kafam karıştı.
İç düşman olur mu, olmaz mı?
İç düşman değerlendirmesini asker yaparsa olur, polis yaparsa olmaz mı?
Bu mu?
Böyle dedim diye “aferin” ihtimali büsbütün ortadan kalkacak.
Sağlık olsun...
Bu kadar “aferini” ne yapacağım ki?
İşte bir kısmını sahiplerine iade ediyorum...
Bir kısmı da, 12 Mart edebiyatından, 12 Mart edebiyatının en güzel örneği olan “Bir Düğün Gecesi”nden “romantizm” devşirmeye uğraşan ve gülünç olduğuyla kalan Ertuğrul Özkök’e gitsin.
Hakikaten de “aferin...”
Bir arkadaşı (Ahmet Hakan Coşkun, nihayet bir yazısını okuyabildim), Nedim’le Ahmet konusunda duyarlık sergilemeyen “yandaşlara” küfrederken, kendisi de “nostalji”nin korunaklı sularında geziniyor... Hem de, referandumda “evet” diyeceğini açıkladığı için yumurtayla taciz edilen Adalet Ağaoğlu’ndan ödünç aldığı cümlelerle.
Ergenekon davası Nedim’le Ahmet’ten ibaret değildir muhteremler.
Nedim ve Ahmet meselesinde içimize sinmeyen noktaları yazalım.
Basılmamış kitaba yönelik girişimi taaccüple karşılayalım...
Fakat, şu örgütün cinayetler kalemini de görelim artık.
Hrant Dink’e kim ne yaptı?
Malatya Zirve Kitabevi’nde ne oldu?
Kafes nedir?
Dost bombalar neyin nesidir?
Kendi uçağını düşürüp cami bombalayacak kadar gözünü karartmış müntesipler de nerden zuhur etmiştir?
Kara propaganda siteleriyle, “merkez medya gazeteleri” arasındaki paralellik neye işaret etmektedir?
Bunları da görelim...
Bu konularda tek laf etmiyorsunuz, gazetelerinizde ve televizyonlarınızda tek satır habere yer vermiyorsunuz... Sonra da ödünç cümlelerle “faşizm nostaljisi” yapıp, başkalarını “vicdanlı” olmaya çağırıyorsunuz.
Mesele vicdansa, kimse sizin kadar vicdansız olamaz...
Bir de, kimin ne yazdığına ya da yazmadığına bakarak hüküm çıkarmaya uğraşıyorsunuz. Allah’tan korkmadan...
Biz sizin “yazmadıklarınızı” sıralasak utancınızdan insan içine çıkamazsınız.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ