"KİMSE KIZMASIN KENDİMİ YAZDIM" DEMİŞTİ...AMA BU YAZISI BİRİLERİNİ YİNE KIZDIRACAK!..İŞTE HASAN CEMAL'İN GÖZÜYLE DARBECİ İLHAN SELÇUK!..
'İlhan Selçuk gözaltına alınınca neredeyse kırk yıl öncesine gittim.' diyen Hasan Cemal, darbe yapmak için yola çıkanların nasıl demokrasi kahramanı yapıldığını yazdı. İşte tarihi notlar:
"Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" adlı kitabıyla 'devrimcilik' yıllarını yazdığı için eski tüfekler tarafından afaroz edilen Hasan Cemal, yine o yıllara dair itirafalarda bulundu. "İlhan Selçuk'un gözaltına alınmasıyla cumtacılık yıllarımı düşündüm" diyen Cemal'in o döneme ait samimi itirafları..
Darbecilikten,cuntacılıktan demokrasi kahramanlığına...
İlhan Selçuk gözaltına alınınca neredeyse kırk yıl öncesine gittim. 1969´u, 1970´i, 1971´i düşündüm.
Darbeci ya da cuntacı yıllarımı...
Bu işlerin içindeki bir çoğumuz gibi ben de mesleğimi o zamanlar devrimci diye tarif ediyordum. Bir araç olan askeri darbe ile `devrim´in önünü açacaktık çünkü...
Öyle inanıyorduk.
Gözümün önünden geçip giden filmin karelerinde kimler yoktu ki. Doğan Avcıoğlu´yla İlhan Selçuk vardı, İlhami Soysal`la Uğur Mumcu vardı, Cemal Madanoğlu Paşa´yla birlikte daha nice general ve asker kişi vardı.
O tarihlerde `darbe´nin peşindeydik. Özellikle Ankara´da askerle `organize işler´in içindeydik.
"YANLIŞLIKLA VURULAN GENCİ,ÜLKÜCÜLER VURDU DEDİK"
Bize çalışan bazı devrimci gençler sağda solda bomba patlatarak asker için darbe ortamı oluşturuyordu. "Ordu-gençlik el ele, milli cephede!" mitingleri düzenleniyordu.
Bir keresinde, bir arkadaşı tarafından kazayla öldürülen devrimci bir genci, "Ülkücüler vurdu!" diyerek neredeyse bütün Ankara ayağa kaldırılmış, büyük bir gösteri yapılmıştı.
DEMİREL YOBAZDI, HALK CAHİL..
Başbakan Demirel`le hükümetini ve `faşizm´i protesto ederek Ankara´da Tandoğan Meydanı´na yürüyenler, aslında neye alet olarak yürüdüklerini bilmiyorlardı tabii...
Dergimizin adı Devrim´di.
Doğan Avcıoğlu yönetiyordu.
İki hedefimiz vardı:
Biri Demirel, öteki Ecevit.
İkisini de düşman görüyorduk. İkisi de umut olmaktan çıkarılmalı, ikisi de siyaseten yıkılmalı, inandırıcılıkları beş paralık edilmeliydi.
AP lideri ve Başbakan Demirel, `Amerikan emperyalizmi`nin uşağı idi. Ayrıca bir `yobaz`dı, `gizli gündem´ sahibi; `Nurlu ufuklar´ diyerek Türkiye´yi irtica karanlığına çekmek isteyen Said Nursi cemaatindendi çünkü...
Ecevit ise çok partili demokrasiye sahip çıkan bir `romantik´ti. Demirel´e alternatif oluşturduğu için de demokrasiye umut bağlanmasına neden oluyordu.
Oysa, demokrasi bize yaramazdı.
Halk cahildi!
Bizde seçim sandığından hep Menderes, Demirel gibi emperyalizmin işbirlikçileri, bir de `şeriatçı gericiler´ çıkıyordu.
Ne mi yapmak lazımdı?
Önce askeri bir darbeyle parlamentonun ve partilerin kapısına kilit vurulacaktı. Ve Moskova´da pişirilen `kapitalist olmayan yol`dan devletçi bir düzene doğru yol alacaktı Türkiye...
SADDAM'I ÖVERDİK
Irak´ta Saddam Hüseyin´i, Suriye´de Hafız Esad´ı, Libya´da Kaddafi`yi, Sudan´da General Nimeyri`yi ya da Mısır´da Nasır´ı sahneye çıkaran Batı karşıtı, Baasçı, otoriter rejimlerin propagandasını yapıyorduk.
Herşey darbe içindi!
BERAAT ETTİK, PEKİ MASUM MUYDUK?
Herşey, `cahil halk`ın oylarıyla seçim sandığından çıkan işbirlikçi, yobaz, gerici düzene son vermek içindi.
Herşey, cici demokrasi diye yerin dibine batırdığımız çok partili demokrasinin çanına ot tıkamak içindi.
Ama olmadı.
9 Mart değil