12 Mayıs 2023 13:50 Son Güncelleme: 12 Mayıs 2023 14:04

Kılıçdaroğlu’na ‘Rusya’ fısıltısını kimler yaptı? Atlantic Council detayı…

CHP lideri ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Rusya'ya yönelik "Seçimlere müdahale edecekler" çıkışının arka planı ortaya çıktı.

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından Rusya'ya yönelik çok sert bir paylaşım yaptı. Son dönemde sosyal medyada yer alan sahte içerik ve kaset iddialarından Rusya'nın sorumlu olduğunu iddia eden Kılıçdaroğlu hem Türkçe hem de Rusça yaptığı paylaşımda, “Sevgili Rus Dostlarımız, dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar, kumpaslar, deep fake içerikler, kasetlerin arkasında siz varsınız. Eğer 15 Mayıs sonrası dostluğumuzun devamını istiyorsanız, elinizi Türk'ün devletinden çekin. Biz hala işbirlikten ve dostluktan yanayız” dedi. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ise “Bu tür iddiaları katiyen reddediyoruz. Resmen açıklıyoruz; Türkiye'deki seçimlere hiçbir müdahale söz konusu olamaz” ifadelerini kullandı ve “Türkiye'deki ana muhalefet adayına bu yöndeki iddiaları ileten her kimse yalancıdır” diye ekledi.

Söz konusu açıklamaların ardından ‘söz konusu iddiayı Kemal Kılıçdaroğlu’na kimin ilettiği’ merak konusu olurken Sol yazarı Ali Örnek’ten çarpıcı bir iddia geldi. Örnek, bugünkü köşe yazısında Kemal Kılıçdaroğlu'na ‘Rusya'yı fısıldayan’ ekibin, NATO tarafından fonlanan düşünce kuruluşu Digital Forensic Research Lab olduğunu ifade etti ve girişimin amacının taraf değiştirmeleri için Rus pilotlara Ukrayna istihbaratının rüşvet teklifini iletmeye oldukça geniş bir yelpaze olduğunu dile getirdi…

İşte o köşe yazısının tamamı:

KILIÇDAROĞLU, TROLLER, DEEP FAKE: KİM KORKAR HAİN MOSKOF'TAN

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Rusya’yı 14 Mayıs seçimlerine müdahale etmekle suçlayarak, 2016 ABD seçimlerinde gösterime giren “Hain Moskof ve Sefil Trolleri” filminin Türkiyeli sinemaseverlerle de buluşacağını duyurdu. Serinin devam filmi, 2020 ABD Başkanlık seçimlerinde “Hunter Trollere Karşı” adıyla gösterime girmişti. Her iki filmin tümüyle kurgu olduğu daha sonra en üst düzeyde bile itiraf edilse de geride Ukrayna savaşına ABD’nin doğrudan müdahil olmasını meşrulaştıran Rusofobi baki kaldı. Kılıçdaroğlu’nun Tweet’i de daha şimdiden benzer bir etki yaratmış görünüyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sürpriz bir çıkış yaparak, "Dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar, kumpaslar, Deep Fake içerikler, kasetlerin arkasında siz varsınız. Eğer 15 Mayıs sonrası dostluğumuzun devamını istiyorsanız, elinizi Türk’ün devletinden çekin. Biz hala işbirlikten ve dostluktan yanayız." Tweet’iyle Rusya’yı hedef aldı… Bu Tweet’ten hemen önce, CHP’nin en ABD yanlısı isimlerinden biri olan Erdoğan Toprak, gazeteci İsmail Saymaz’a Rusya'nın seçim sürecine bir müdahalesi olup olmadığıyla ilgili olarak "O tip duyumlar var. Kampanyalarla ilgili bazı hamleler olduğunu düşünüyoruz örtülü olarak" diye konuştu. Toprak’ın asıl çarpıcı sözleriyse Rusya’nın Türkiye’deki yatırımlarıyla ilgiliydi: “Çıkarımız olumlu yöndeyse devlet aklıyla hareket ederiz. Kinle hareket etmeyiz. Ama bugün bir partiyle hareket eden bir devletin yarın öbür gün bu projelerle benim iç işlerime karışıp karışmayacağının garantisi yok.”

ÇİN’E KIZIP UYGUR DÖVMEK

2015 yılında Çin’in Uygurlara zulmünü protesto etmek isteyen Ülkü Ocakları, İstanbul’daki bir Çin lokantasını basıp Uygur aşçıyı dövmüştü. Belki böyle bir atasözü yaratmak için hala şansımız vardır çünkü belli ki bir ihtiyaç var: Kılıçdaroğlu’nun tweet’inde “dün bu ülkede ortaya saçılan montajlar”dan Rusya’yı sorumlu tutsa da garip nokta son dönemdeki yegane montaj kumpasının kendisinden oy tırtıklayan Muharrem İnce’yi hedef almasıydı. Yani bir Rus müdahalesi olduysa bile bu Kılıçdaroğlu’nun aleyhine olmadı… Bu basit mantık hatasına rağmen, “Kimmiş o hain troller” halet-i ruhiyesi muhalefet cenahını esir aldı. İşe bakın ki, daha geçen hafta Alman devlet kanalı DW bu konuda bir haber yapmıştı. DW’ye göre “Datailor” firmasının yaptığı bir araştırma, Rusya’nın bu iş için 12 bin trol’ü aktive ettiğini ortaya koyuyordu. Bu cinnet hali içinde Datailor’un raporun eski olduğu ve ‘deep fake’ ya da ‘deep web’ gibi yanları bulunmadığını açıklaması dikkat çekmedi. Dikkat çekmeyen bir diğer nokta ise DW’nin Datailor’un ifadesiyle “açık kaynaklardan derledik” dediği eski bir raporu yeni ve su götürmez gerçeklere dayanıyor gibi sunmasıydı.

TROLLERİ İFŞA EDEN EDENE

Aslında Moskof oyununu bize ilk duyuran Datailor değil, Digital Forensic Research Lab… Digital Forensic Research Lab raporunda, Rus istihbaratı bağlantılı olduğu iddia edilen bir sitede Mehmet Perinçek ve Cem Gürdeniz’e yazı yazdırılması gibi çarpıcı deliller(!) gözler önüne seriliyor. Hemen ekleyelim, “Digital Forensic Research Lab” NATO tarafından fonlanan The Atlantic Council’in bir uzantısı… Dahası Atlantic Council “Dürüstlük Girişimi”nin ortaklarından. Bu girişimin amacı kendi ifadeleriyle şöyle: “Rusya’nın Birleşik Krallık’ta Avrupa ve Kuzey Amerika genelindeki demokratik kurumlara karşı oluşturduğu tehdidin siyasetçilerin, karar alıcıların, kanaat önderlerinin ve diğer ilgili tarafların dikkatine sunulması için The Institute for Statecraft tarafından kuruldu.” Bu ulvi amaca haiz girişimin bir diğer üyesi de Bellingcat… İlgi alanları Rus dezenformasyonuyla mücadeleden, taraf değiştirmeleri için Rus pilotlara Ukrayna istihbaratının rüşvet teklifini iletmeye oldukça geniş bir yelpaze.

BAYAT HİKAYE: RUSSIAGATE

Digital Forensic Research Lab’ın raporunda Türkiye’ye müdahale faaliyetini yönlendirdiği iddia edilen Internet Research Agency için şöyle deniliyor: “2016 ABD seçimlerine de müdahale edip Demokrat Hillary Clinton’a seçimleri kaybettirdiler…” 2016 – 2020 yılları arasında ABD’yi kasıp kavuran bu iddiaya göre binlerce Rus troll Trump’ın kazanmasını sağlayacak biçimde ABD’li seçmenlere etki etmişti. ABD’nin eski başkanı Nixon’u deviren Watergate skandalını çağrıştırırcasına skandala “Russiagate” ismi de verilerek “Sonuna kadar gideceğiz” denmiş olundu. Bu kapsamda Trump kampanyasını yürütenlerin Rus dezenformasyon ekibiyle bağlantısını soruşturmak için Özel Yetkili Savcı Robert Mueller bile görevlendirildi. Ancak 2 yıl sonra Mueller “Trump kampanyasıyla Rusya arasında bir bağ bulamadım” diye 400 sayfalık raporla geri döndü. Demokrat Parti ekibini bu rapor da susturamadı, “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu” dercesine Clinton ekibi, “Trump-Rusya işbirliği olmadıysa bile Rusya troll kampanyası yürüttü” diye devam etti. “Russiagate”in ana dayanağı İngiliz ajan Christopre Steele’nin “Yalan suçlama” yüzünden İngiltere’de mahkum edilmesi, kaynağı İgor Donçenko’nun FBI’a yalan söylemekten yargılanması, ABD Seçim Komisyonu’nun Steele dosyasındaki rollerini örtbas etme çabaları yüzünden Hillary Clinton ve ekibine para cezası kesmesi ve nihayet New York Üniversitesi’nin “Seçimlere Rus trollerin etkisi kısıtlı oldu” raporu… Tüm bunlar bugün bile Russiagate iddialarının hâlâ ortaya atılmasına engel değil.

Bilakis, Russiagate sayesinde 2020 seçimlerinde serinin devam filmi olan “Hunter Trollere Karşı” geniş bir izleyici kitlesine ulaştı. Bu filmde Joe Biden’in oğlunun bir tamircide unuttuğu ve Trump’ın kampanyasına ulaştırılan Laptop başrolü oynuyordu. Hunter Biden’in labtop’undan çıkan maillerde “Pedofili” diye andığı babasının kah Ukraynalı, kah Çinli zenginlerle bağlantısı olduğu ve bu işten hatırı sayılır bir meblağ kaldırdığı ortaya çıktığında tabii ki yine eski koz piyasaya sürüldü “Ruslar seçimlerimize müdahale ediyor” Ancak laptopun hiç de düzmece olmadığı Erdoğan için Sabah gazetesinin misyonunu Biden için yüklenen New York Times tarafından itiraf edildi. Tabii en az tepki çekecek zamanda, Ukrayna savaşı başladıktan sonra… Dahası “Bu bir Rus dezenformasyonudur” diye görüş bildiren 51 ABD’li istihbaratçının ortak mektubunu kaleme alan eski CIA Müsteşar Yardımcısı Michaell Morell geçtiğimiz ay ABD senatosunda verdiği ifadede “Aslında Rusların dezenformasyonu olduğuna dair hiçbir delilimiz yoktu. Bize mektubu da Dışişleri Bakanı Antony Blinken yazdırdı” diye samimi itiraflarda bulundu. Yani aslında Hunter Biden skandalı, ABD’li seçmen tercihini etkileyen bir istihbarat operasyonuydu. Ancak sanılanın aksine operasyonu Ruslar değil, bizzat ABD’li istihbaratçılar çekmiş, Joe Biden da bu sayede seçimi kazanabilmişti. Üstelik Rusya-Ukrayna savaşı sayesinde kimse Biden’ın peşine de düşemedi.

YALANLAR GİDİCİ DÜŞMANLIK BAKİ

Russiagate’i “seçim kazanmaya yönelik ucuz hamleler” olarak görmek pekâlâ mümkün ancak değil. Clinton ve sonrasında Biden’in sürdürdüğü “Hain Moskof Trolleri” bugün aksi onlarca kanıta rağmen ABD’de geniş bir kitle tarafından gerçek sanılıyor. Bu gerçek sanma hali ise Rusofobi’yi körüklüyor. Öyle ki, Trump’ın sivil bir yolcu uçağını patlatarak düşüren terör saldırısıyla ilgili Moskova’yla istihbarat paylaşması bile bu kesimlerin tepkisine neden olmuştu. Bugün Biden yönetiminin doğrudan Ukrayna savaşının tarafı haline gelmesine ABD kamuoyunun desteği de Russiagate ile yaratılan histeriyle mümkün hale geldi. Kılıçdaroğlu da tek tweet’i ile benzer bir histeriyi körüklemiş görünüyor.

180 DERECE Mİ 360 DERECE Mİ

Şimdi 6’lı masa bileşeni olan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu katıldığı bir canlı yayında iktidarlarıyla IŞİD arasında 360 derece fark olduğunu söyleyerek tarihi bir gafa (Veya belki de itirafa) imza atmıştı. Açıkçası CHP’nin “Dış politikada 180 derece dönüş olacak” dedikten sonra Ukrayna konusundaki vaatleri bu tarihi gafla aynı mantık hatasına sahip. Zira “180 derece dönüşün” ete kemiğe büründüğü hali bizi yine bugünkü noktaya getiriyor. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun dış politika kurmaylarından eski Büyükelçi Namık Tan’ın TRT ekranlarında yaptığı açıklamada, “NATO üyesi ve AB adayı ülkemizin bu bağlamda tarafı bellidir. Dolayısıyla etkin tarafsızlık değil, gerçek denge siyaseti izleyeceğiz” dedikten sonra sıraladığı somut adımlar zaten halihazırda AKP hükümeti tarafından izlenen Ukrayna siyasetinin köşe taşlarını oluşturuyor: “Montrö’ye sadakat, tahıl koridoru, tutsak değiş tokuşu…”

Kılıçdaroğlu’nun Rusya’yı seçimlere müdahale suçlaması, bir süredir liberallerin nakış gibi işlediği bir masalın oluşturduğu arka planda inandırıcılık kazanıyor. O da ABD’nin Erdoğan’ın Ukrayna konusundaki “tarafsız” tutumundan rahatsızlığı! Savaş başlayalı bir buçuk yıl olmuşken ABD’den bu yönde tek bir açıklama bile gelmemesi ve hatta eski ABD elçisi James Jeffrey’in “Washington’da Ukrayna konusunda Erdoğan’dan duyulan memnuniyeti” dile getirmesi hatta Türkiye’nin anayasaya aykırı bir biçimde, TBMM kararı olmadan savaş döneminde Ukrayna’ya zırhlı araç, SİHA ve hatta uzun menzilli roket sistemleri satması bile bu tevatürü öldüremedi. Ancak NATO’nun Macaristan dışındaki üyeleri savaşa bizzat dahil olduklarından Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği açık desteğe rağmen Erdoğan “Tarafsız İsviçre” olarak görülüyor.

Bilakis Rusya’da Kremlin’e yakın analizler, olası bir Kılıçdaroğlu iktidarına ihtiyatlı yaklaşıyor. Analizlerde, liderler arasındaki kişisel bağlara değil, rakamların bağlayıcılığına duyulan güven hakim: Ertelenen BOTAŞ borcu, yakın zamanda dış ödemeler dengesi sarsılacağı aşikar Türkiye’nin daha da bel bağladığı Rus turistler, tarımda Rusya’ya artan bağımlılık, ortak enerji projeleri ve Suriye’de Türkiye’nin, ABD-Rusya geriliminin ortasına kendisini konuşlandırması… Üstelik “Putin ve Erdoğan’ın şahsi dostluğunun Türk-Rus ilişkilerine olumlu etkisi” diye lafa başlayan analizler, son 7 yılda Rus uçağının düşürülmesinden TSK birliğinin İdlib’te bombalanmasına kadar ikili ilişkilerde yaşanan eşi benzeri görünmemiş krizleri de göz ardı ediyor. Dolayısıyla insan ister istemez soruyor: Dostlukları böyleyse düşmanlıkları nasıl olurdu acaba?