23 Mar 2017 11:50 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:34

Keskin Kalem'den keskin yazı: Hürriyet gazetesi PR'cı eşlere mi teslim?

Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine çok konuşulacak bir yazıya imza attı.

Sevgili dostlar ve medya mahallesinin güzel insanları!

Biliyorsunuz zor zamanlardan geçiyoruz.

Malumunuz 16 Nisan’da referandum var.

Öyle ya da böyle, ülkemin güzel insanları, belki önümüzdeki 20 belki 50 yılı etkileyecek bir tercih yapacak.. Belki de daha uzun bir süreyi etkileyecek vereceğimiz “Evet” ya da “Hayır”....

Bilemiyoruz tabi...

Referandum yapılması kararı siyasi bir karardı, sonuçları da siyasi olacak elbette... Ben kimin ne tercihte bulunacağından ya da bulunması gerektiğinden çok, her iki durumda da ülkenin nasıl bir şey ile karşılaşacağı üzerine kafa yoruyorum.

Sadece ben değil, aklınıza gelebilecek herkes aynı şekilde kafa yoruyor emin olun! Bu kafa yormaların sebebi sadece Türkiye’nin içindeki referandum meselesi değil elbet.

Avrupa, Amerika, Rusya ile yaşadığımız krizler ve ardı ardına gelen öncekilerin tetiklediği başka krizler referandum sürecini daha kritik hale getiriyor.

Ürkmeme ve tedirgin olmama neden olan gelişmeler var. Ama bu ayrı bir yazı konusu... Ne diyelim Allah ülkemizi ve insanımızı korusun.

Meselemiz bu değil asıl mesele tabi ki medyamızın hali... Referandum arifesindeki medyanın içler ağlatan hali...

Televizyon kanallarını izleyip, gazeteleri okuduğumda gördüğüm manzara beni daha derin kaygıların içine attı.

En çok da izlediğim tartışma programları, izlerken kendimi boğuluyor hissine kapıldığım programlar, dehşet uyandıran, bilgiden, gerçekten yoksun haber metinleri, birbirinin kopyası haberler, manşetler, ego ve kibir budalası ekran yüzlerinin “abidik gubidik” yorumları...

Maşallah sefalet fışkırıyor her yerden... Gazeteciliğin bu kadar sindirilip, cehaletin ve ortalama zekanın gazete ve tv’leri esir aldığı günlerden geçiyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, her şeye rağmen, mesleğin onurunu işini yapmaya çalışarak koruyan insanlar da var. Hatta alternatif haber ve yorumlar ya da bilgi üreten gazeteciler de var.. Ama maalesef az sayıdalar...

Manzarayı genel olarak korkunç kılan, hastalıklı bir ortalama zeka her gün medyanın önemli bir bölümünde virüs gibi yayılmaya devam ediyor. Size annemin yaptığı mihlamalardan ya da Karadeniz’in kıyılarına hırçın vuran dalgalarından bahsetmek isterdim. Ama işte olmuyor... Sadece bu satırları kaleme aldığım saatte, bir an elimde kumanda zap yaparken gördüğüm tartışma programı bile ortaya çıkan rezilliği anlatmaya yeter...

Dedim ya zap yaparken karşılaştım.. Malum saat 20:00 olduğu anda haber kanallarında tartışma programı başlıyor. Hani şu birbiriyle neredeyse aynı görüşte olan adamların, bir kadın eşliğinde tartıştığı izlenimi veren programlar yani...

Hani her ekranın ortasına genelde bir kadının moderatör olarak oturtulup, sağının ve solunun bir tek uzman kadın bulmayı bile akıl etmediği için sağlı sollu erkeklerin kuşattığı programlar... Moderatör kadının da kafasını bir o yana bir bu yana sallayıp “siz ne diyorsunuz” deyip durduğu sadece erkeklerin görüş beyan ettiği haber kanallarının klasikleşmiş Prime Time saçmalığı..



Neyse efendim, zapladığımda karşıma çıkan kanal Habertürk’tü. Bir yanda eski askerler. Genelkurmay Eski İstihbarat Dairesi Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Eski Askeri savcı Ahmet Zeki Üçok... (kendisi TSK içindeki FETÖ yöpılanmasını ilk fark eden, üzerine gittiği için de FETÖ’cü yaratıklar tarafından tutuklanıp, kendisine ve ailesine çektirilmedik çile bırakılmamış isimlerden biridir)

Diğer tarafta programa anlaşılmadık şekilde bir anda daimi konuk olarak kapak atan ve kendisini gazeteci, yazar diye filan tanıtan Rasim Ozan Kütahyalı ile çoğunlukla kendini Gazeteci ekranda ise sunucu ya da moderatör olarak ifade eden Balçiçek Pamir vardı.

Ahmet Zeki Üçok, FETÖ denen melaneti anlatırken bir gün önce Ankara’dan yayılan yeni bir darbe iddiasını hatırlattı. Zira o iddia sosyal medyada bir anda yayılmış, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek belediye araçlarını harekete geçirmiş, deyim yerindeyse ortalık darbe iddialarıyla çalkalanmıştı. Stüdyodaki herkes bu iddialardan haberdardı... Haberi olmayan iki kişi vardı. İkisi de gazeteciydi. Balçiçek ve Rasim Ozan...

Yani gazeteci olarak en önce bu iddialardan haberdar olması gereken stüdyodaki iki isim o iddialardan habersizdi.

Üçok, “Dün akşam Kemalist subaylar darbe yapıyor söylentisi vardı” deyince Kütahyalı “Dün” diye yerinden zıpladı, Balçiçek hanım da “Ankara’da?” diye dehşete düştü. Sonra Rasim dönüp Balçiçek’e “Ya sen böyle bir şey duydun mu” deyince Balçiçek “İlk defa duydum” dedi. Sonra dönüp konuşmaya devam ettiler. Yarın da çıkıp gazeteciyiz biz diye konuşacaklar... Sağır sultan bile duymuş, ne diyelim Günaydın... İzlediğiniz o program medyadaki genel sefalet halinin aynasıdır.

Ne bildiğinizin, konunuza ne kadar hakim olduğunuzun artık hiç bir kıymeti yoktur. Maksat bir programın icra edilmesi ve sürenin doldurulması ise, CNN Türk ve NTV’nin de diğerlerinden pek bir farkı olduğunu söyleyemeyeceğim.

Mesela aynı fikir yoksunu, kopya refleksi, elinize bir kumanda alıp 5 dakika bu kanallar arasında gezdiğinizde görürsünüz.

Mesela Londra’da, İstanbul’da Brüksel’de bir terör saldırısı olsa, bu saldırıları birbirinden farklı örgütler yapsa... Sırayla açın adını verdiğim kanalları..


Hepsinde beşer dakika arayla göreceğiniz isim aynıdır. Abdullah Ağar.. Bilemedin Mete Yarar...

Soruyorum; bu konularda görüş beyan edecek başka isim yok mu.. Abdullah Ağar ile Mete Yarar dışında bilgi sahibi ya da bu konuda akıl yürütecek insan kalmadı mı... Ağar ve Yarar'a bir tavsiye, "Farkında mısınız? Sizden farklı görüşlere sahip olan ya da analizler yapan kişilere konulan ekran yasağının perdesi olarak görünüyorsunuz."

Abdullah Ağar en sevdiğim, isimlerden... İzlediğinizde görürsünüz, hiç bir televizyon kanalını kırmaz. Kulağında kulaklık, Skype ile her zaman hazır halde bekler.. Öyle ki, evinin bir köşesini ekran için dekor yaptığını filan düşünebilirsiniz... İlk arayandan başlar TV kanallarına bağlanmaya... Duyduğuma göre iş o noktaya geldi ki haber merkezlerinden önce arayan “Abdullah Ağar’ı ilk biz bağladık" diye övünmeye başlar olmuş.

Yanlış anlaşılmasın Abdullah Ağar terör konusunda uzman isimdir ama kardeşim Nusaybin’de PKK terörünü yorumluyorsan, Londra’daki terör saldırısını da bir zahmet sen yorumlama.. Bütün kanalların sırayla aynı yorumu vermesi sadece beni rahatsız etmiyor. Emin olun izleyici de rahatsız...

Dün de ekranda aynı manzara vardı. Gün içinde FETÖ, PKK yorumlayan Abdullah Ağar, akşam saatlerinde Westminister’daki saldırıyı sırayla yorumladı haber kanallarına..

Durum bu, her yerde aynı isimler aynı yorumlar... Birbirinin kopyası başlıklar, manşetler... Ekranlara bakıyorum. Diğerlerinden farklı bir bilgi arıyorum. Yok... KJ ya da manşetler bile aynı anda değişiyor. Örneğin dün Londra saldırısı..



CNN Türk, HABERTÜRK, NTV, A Haber ve diğerleri hepsi birden önce “Londra’da silah sesleri” diyerek duyurdular. Sonra “Londra’da Terör Saldırısı” dediler.

Ekran kayıtlarına bakın birbirinden farklı çizgide ve birbiriyle rekabet ettiğini söyleyen kanalların, bütün dünyanın gözünün çevrildiği bir olayda aynı manşetleri atması, neredeyse saniye farkıyla hepsinin birden aynı başlıklara dönmesi normal mi?

Elbette değil... Bu rezalettir... Başka bir şey değil..

Tümünün aynı manşetleri atmasıyla ortaya çıkan rezilliği bir kenara bırakalım. Ya olayla ilgili verilen anlık bilgilerdeki kısırlık? O da ayrı bir kepazelik. Bu haber merkezlerinde gerçekten yabancı dil bilen birileri yok mu acaba? Acaba hangi kaynaklara bakarak yazıyorlar ya da bilgi aktarıyorlar ekranlarına.. Yoksa hepsini ajanslardan gelen bilgilere sadık kalarak mı yazıyorlar? Çünkü bu kanalların attıkları manşetlere baktığınızda üst başlıkların nasıl aynı anda ve aynı ifadelerle aynılaştığını görüyorsanız, alt satırdaki bilgilerin de birbiriyle aynı olduğunu görüyorsunuz.

Bu TV haberciliğinde dibe vurmanın hangi seviyede yaşandığını da göstergesidir....

Sevgili dostlar, aslında niyetim bu rezillikleri uzun uzun anlatmak değil.. Ama kardeşim yaz yaz bitmiyor. Yazıyı uzatmak da istemiyorum ama bu mesleğe yapılan haksızlığı da sindiremiyorum...

Utanıyorum...

Yani uzattıysam kusuruma da bakmamanızı dilerim.


ÖTEKİ VE BERİKİ GÜNDEMLERİN SARIŞIN SUNUCULARININ SAVAŞI

Sevgili okuyucularım malumunuz ekranın rağbet gören iki programı var. Biri TRT'te yayınlanan Gündem Ötesi, diğeri Habertürk'te yayınlanan Öteki Gündem.

Belki hatırlayanınız vardır, Öteki Gündem'i, şu anda Gündem Ötesi'ni sunan Pelin Çift götürüyordu. Ancak Çift ani bir kararla Habertürk'ten ayrıldı, kendisiyle özdeşleşen programı da TRT'de “Gündem Ötesi” ismiyle sürdürüyor.

Habertürk'teyse bayrağı tıpkı Pelin Çift gibi “sarışın” olan Cansu Canan devraldı. Devraldı almasına da, ikili arasında baş gösteren savaş söneceğine her geçen gün daha da kızışıyor.

Sunucularımızdan biri kitap çıkarıyor, hemen diğeri de bir bakmışsınız kitap çıkarıvermiş. Biri konferansa gitmiş, “hayranlarıyla” selfie çekilmiş, hooop hemen diğeri de sosyal medyada benzer bir fotoğraf paylaşıyor.

İş öyle bir hal aldı ki sevgili okuyucularım, rekabet devletin zirvesine bile ulaştı.

Biri Cumhurbaşkanı Erdoğan'la röportaj yapıyor, diğeri birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı'yla fotoğrafını paylaşıyor...

Görünce pes dedim.

Pelin Çift'i severim Allah için. Her zaman düzgün duruşu, birikimiyle çevresinden takdir topladı. Cansu Canan'sa geriden gelmenin getirdiği hırsıyla “eğreti” duruyor.

Kısa süre önce tarih ustası İlber Ortaylı'yla bir programı vardı, oturup izleyeyim dedim. Ancak İlber Hoca yayında o kadar sıkıldı ki, yüzünden “ne işim var burada” diye düşündüğü okunuyordu. Zaten yayından da erken ayrıldı.

Cansu Canan günler boyunca sosyal medya hesaplarından “İlber Hoca hastalandı” propagandası yaptı. Ne kadar işe yaradı bilmem...

Ama lafı daha fazla uzatmayayım, sadede geleyim.

Pelin Çift okuyor, kitaplarını yazıyor, araştırıyor. Bu belli... Ancak Cansu Canan, “her şeyi bilirim” edasıyla o soruları sordu mu gerçekten aklımdan neler geçiyor bir bilseniz!

Yahu bu ülkede o kadar tarihçi, okumuş yazmış insan var. Eğitimde düştüğümüz hal de ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile geldiğimiz noktadan memnuniyetsiz.

Koca Türk halkı tarihi, ilimi, bilimi buralardan mı öğrenecek? Bu kadar diyorum ve cevabı vicdanlarınıza bırakıyorum...

KANAL YÖNETİCİLERİ KARNESİ



CNN TÜRK Erdoğan Aktaş: "CNN Türk'e gelirken şahsına özgü hareketleri de beraberinde getirdi. Kanalın refleksleri gözle görülür şekilde değişti. Ama şu ara sanki duraklama döneminde, CNN Türk'teki Boratav ekibiyle yaşadığı gerilim halen devam ediyor. O gerilimle kendini biraz geriye çekti. Ex Damat Mehmet Ali Yalçındağ referansı ile gelmiş olması dezavantajıydı. Haberci kimliği ise avantajı... Ya bir yol bulacak ya da yol yapacak...



HABERTÜRK Veyis Ateş: Haberci değil. Protokol insanı. Varlığını siyasete borçlu olduğunu o kadar belli ediyor ki, O'nun için bulunduğu yerde genel müdür kalmak, hayat-memat meselesi.. Gerisi de pek umrunda değil. Biraz tembel olması dezavantajı, çalışanlarıyla mesafeli ve terbiyeli ilişkisi de avantajı .. Habere biraz daha kafa yorsa belki kanalın ekranına yansıyan saçmalıkları da kontrol edecek. Zor dostum... İyisi mi sen siyasetin ipine sarılmaya devam et...



NTV Nermin Yurteri: Ankara siyasetinden çok şey öğrendi. NTV'nin aradığı isimdi. Kanalını ne siyasete bulaştırdı ne de habere.. Güzel kadınlar, yakışıklı erkekler kısmıyla ekranının görüntüsünü ve prestijini kurtarıyor. Haberlerin içini siyaset müdahalesi nedeniyle bilinçli olarak boşalttığını düşünüyorum. Çünkü izlediğimde haberlerinden bir şey anlamadığım tek kanal... Ne diyorlar, ne yapıyorlar belli değil. Ama şunu söyleyelim. Nermin Yurteri Ferit Şahenk için bulunmaz bir yönetici... Kanalını siyasi çalkantılardan uzak tutmayı başarmış olması gerçekten takdire şayan. Ferit bey kıymetini bilmeli Nermin hanımın...

A Haber: A haber yöneticisi kim bilmiyorum. Bilsem de durum değişmez çünkü yöneticiye bağlı olmayan bir yayın politikası var. Kim olsa o işi yapar yani...

HÜRRİYET GAZETESİ PR'CI EŞLERE Mİ TESLİM?

Son dönemde Hürriyet gazetesinde üst düzey ve birim müdürü ya da çalışanların eşlerinin işleri çok konuşuluyor.

Aslında bu yeni değil oldukça eski bir durum. Ertuğrul Özkök'ün genel yayın yönetmeni olduğu dönemlerden beri süregelen bir vaka...

Nasıl mı? Özkök'ün o dönem kızı ile evli olan Ercan Saatçi yani Ertuğrul Özkök'ün damadı, bir PR şirketine ortak oldu.

Saatçi'nin müşterilerinin röportajları ve haberleri Hürriyet'te çarşaf çarşaf yer aldı.

Hatta medya satın alma ajanslarına Hürriyet'e fiyat verdirmiyorlar ve kendisi müşteri diye alıyordu.

Hürriyet magazin müdürü Selim Akçin'in eski eşi de Deep İletişim'in sahibi malumunuz. Aynı durum Selim beyler için de geçerliydi. Bedava gezilerle PR ajansının müşterilerine yer verildi.

Hatta bunu İzzet Çapa defalarca yazdı köşesinde..



Hürriyet'teki en son bomba ise ekonomi müdürü ile ilgili. Hürriyet ekonomi müdürü Sefer Levent'in eşi Belgin Bayır Levent de bir PR şirketine ortak oldu.

Hürriyet'te ve Doğan grubunda gazeteciliğe akçeli işleri bulaştırma konusundaki gelenek müthiş...

Kuşaktan kuşağa geçecek sanki...

Şimdi efendim bu bayan Levent bu durumu sosyal medya hesabından da duyurdu.

Bu da tarihi tekerrür ettirdi. Yani, Sefer Levent'in eşinin müşterileri, Hürriyet gazetesinde bol bol yer almaya başladı.

Haberleri amiral gemisi diye adlandırılan Hürriyet'in en önemli sayfalarında çarşaf çarşaf yapılıyor.

Patronunuzun bu durumdan haberi var mı acaba bilmiyorum. Yoksa yöneticilerinizin başka işlerini hallediyorsunuz da sizin bu yaptıklarınıza göz mü yumuyorlar. Bilemem...



Hürriyet okur temsilcisi namuslu gazeteci Faruk Bildirici de artık duruma isyan etti. Her gün yazıyor.

Bildirici bir gün köşesinden aynen şu ifadeleri yazdı: "Doğan Grubu Yazılı Medya İlkeleri’nde ‘davetle gidildiğinin yazıda yer alması zorunluluğu’ bulunmasının nedeni, gazeteciye objektif davranması gerektiğinin hatırlatılması aslında. Bu ilkenin ikinci nedeni de okurun, o yazıyı ‘geziye davet edilmiş bir gazetecinin kaleme aldığını’ bilerek okuması. Başka bir deyişle, okur, “Bu bir davet gazeteciliği ürünüdür” denilerek, haber veya yazıdaki tanıtım unsurlarına karşı uyarılmış oluyor.

Hürriyet’te bu ilkenin uygulanmasının, ‘davet gazeteciliği’nin sakıncalarını ortadan kaldırdığı söylenebilir mi? Hayır. Ama ‘davet gazeteciliği’ sorununun Hürriyet ile sınırlı olmadığı da açık. Zaten bu yazıyı, ‘davet gazeteciliği’nin Türkiye medyasında giderek daha da ağırlık kazandığı gözlemlerime dayanarak yazdım. Bütün medya kuruluşları artık başkasını suçlama kolaycılığına sapmadan önlem almak zorunda. Görmezden gelinecek noktayı çoktan aştı.

DAVET gezilerinin sonuçlarıyla ilgili fikir vermesi bakımından uluslararası bir kruvaziyer şirketiyle ilgili Hürriyet’te çıkan ‘davet’ haberlerini inceledim. Tabii bir de gezi öncesi yazılanlar var ama onları saymadım. Bu şirketin turlarının tanıtımı için son 1.5 yıl içinde Hürriyet’ten farklı servislerden üç yazar ve bir muhabir, Atina, Miami ve Uzakdoğu gezilerine davet edilmiş; her biri yarım sayfa olmak üzere tam beş haber yayınlanmış bu şirketle ilgili. Hepsi de o şirketin gemi turlarının tanıtımı niteliğinde. Nitekim davetler yoluyla beş kez geniş ‘haber’ yayınlatan bu şirket, Hürriyet’e hiç reklam vermemiş. Bu da haber görünümlü o metinlerin reklamdan daha etkili olduğunun ve ayrıca reklam vermeye gerek bırakmadığının kanıtı olsa gerek..."


****


KRİPTO YAZAR TAKIMI TİR TİR TİTRİYOR

Sevgili dostlar yaklaşık 15 gün önce Milli İstihbarat Teşkilatı'nın hazırladığı ve savcılıklara gönderdiği bylock listesi sadeleştirildi. Sadeleştirildi diyorum, Yani, FETÖ'nün sinsi planlarını kimse görmeden kriptolu bir sistemle hayata geçirmek için kullandığı bylock'u kimlerin net olarak kullandığı ortaya çıktı..O liste savcılıklara gitti.. Kullananlar arasında elbet gazeteciler de var. Bazıları gözaltına alındı. Onları Medyaradar'da okudunuz. O listenin tamamı henüz ortaya çıkmış değil. Kulağıma gelen bilgiler doğruysa, o listenin tamamı ortaya çıktığında, köşelerini sinsi şekilde FETÖ'ye alet eden kripto yazar takımı da ortaya çıkacak. Tir tir tirtiriyorlar. Doğruysa hepimizin ağzı açıkta kalacak çünkü duyduğunuzda "FETÖ ile ne ilgisi var" diyeceğiniz isimler de Bylock kullanıcısı olabilir.

****

Sevgili dostlar yaz yaz bitmiyor... Gazeteciliğin siciline kara çalan bir rezil düzen peydah olmuş.

'Kalemimiz keskin olsun' diye and içtik söz verdik... Yazmaktan ve üzerine gitmekten vazgeçmeyiz..

Bugünlük bu kadar...Ama siz bana yazmayı unutmayın. Gazeteciliğin şerefi şu günlerde her şeyden daha önemli. Bunu unutmayın. Gördüğünüz duyduğunuz rahatsız olduğunuz ne varsa Keskin Kalem'e yazın.

Unutmayın Keskin Kalem biraz da sizsiniz!