Keskin Kalem'den keskin yazı: Hürriyet gazetesi PR'cı eşlere mi teslim?
Medyaradar'ın gizemli yazarı Keskin Kalem yine çok konuşulacak bir yazıya imza attı.
Sevgili dostlar ve medya mahallesinin güzel insanları!
Biliyorsunuz zor zamanlardan geçiyoruz.
Malumunuz 16 Nisan’da referandum var.
Öyle ya da böyle, ülkemin güzel insanları, belki önümüzdeki 20
belki 50 yılı etkileyecek bir tercih yapacak.. Belki de daha uzun
bir süreyi etkileyecek vereceğimiz “Evet” ya da
“Hayır”....
Bilemiyoruz tabi...
Referandum yapılması kararı siyasi bir karardı, sonuçları da siyasi
olacak elbette... Ben kimin ne tercihte bulunacağından ya da
bulunması gerektiğinden çok, her iki durumda da ülkenin nasıl
bir şey ile karşılaşacağı üzerine kafa yoruyorum.
Sadece ben değil, aklınıza gelebilecek herkes aynı şekilde
kafa yoruyor emin olun! Bu kafa yormaların sebebi sadece
Türkiye’nin içindeki referandum meselesi değil elbet.
Avrupa, Amerika, Rusya ile yaşadığımız krizler ve ardı ardına gelen
öncekilerin tetiklediği başka krizler referandum sürecini daha
kritik hale getiriyor.
Ürkmeme ve tedirgin olmama neden olan gelişmeler var. Ama bu ayrı
bir yazı konusu... Ne diyelim Allah ülkemizi ve insanımızı
korusun.
Meselemiz bu değil asıl mesele tabi ki medyamızın hali...
Referandum arifesindeki medyanın içler ağlatan hali...
Televizyon kanallarını izleyip, gazeteleri okuduğumda gördüğüm
manzara beni daha derin kaygıların içine attı.
En çok da izlediğim tartışma programları, izlerken kendimi
boğuluyor hissine kapıldığım programlar, dehşet uyandıran,
bilgiden, gerçekten yoksun haber metinleri, birbirinin kopyası
haberler, manşetler, ego ve kibir budalası ekran yüzlerinin “abidik
gubidik” yorumları...
Maşallah sefalet fışkırıyor her yerden... Gazeteciliğin bu kadar
sindirilip, cehaletin ve ortalama zekanın gazete ve tv’leri esir
aldığı günlerden geçiyoruz.
Yanlış anlaşılmasın, her şeye rağmen, mesleğin onurunu işini
yapmaya çalışarak koruyan insanlar da var. Hatta alternatif haber
ve yorumlar ya da bilgi üreten gazeteciler de var.. Ama maalesef az
sayıdalar...
Manzarayı genel olarak korkunç kılan, hastalıklı bir ortalama zeka
her gün medyanın önemli bir bölümünde virüs gibi yayılmaya devam
ediyor. Size annemin yaptığı mihlamalardan ya da Karadeniz’in
kıyılarına hırçın vuran dalgalarından bahsetmek isterdim. Ama işte
olmuyor... Sadece bu satırları kaleme aldığım saatte, bir an elimde
kumanda zap yaparken gördüğüm tartışma programı bile ortaya
çıkan rezilliği anlatmaya yeter...
Dedim ya zap yaparken karşılaştım.. Malum saat 20:00 olduğu anda
haber kanallarında tartışma programı başlıyor. Hani şu birbiriyle
neredeyse aynı görüşte olan adamların, bir kadın eşliğinde
tartıştığı izlenimi veren programlar yani...
Hani her ekranın ortasına genelde bir kadının moderatör olarak
oturtulup, sağının ve solunun bir tek uzman kadın bulmayı bile akıl
etmediği için sağlı sollu erkeklerin kuşattığı programlar...
Moderatör kadının da kafasını bir o yana bir bu yana sallayıp
“siz ne diyorsunuz” deyip durduğu sadece
erkeklerin görüş beyan ettiği haber kanallarının klasikleşmiş Prime
Time saçmalığı..
Neyse efendim, zapladığımda karşıma çıkan kanal
Habertürk’tü. Bir yanda eski askerler.
Genelkurmay Eski İstihbarat Dairesi Başkanı İsmail Hakkı
Pekin, Eski Askeri savcı Ahmet
Zeki Üçok... (kendisi TSK içindeki FETÖ yöpılanmasını ilk
fark eden, üzerine gittiği için de FETÖ’cü yaratıklar tarafından
tutuklanıp, kendisine ve ailesine çektirilmedik çile bırakılmamış
isimlerden biridir)
Diğer tarafta programa anlaşılmadık şekilde bir anda daimi
konuk olarak kapak atan ve kendisini gazeteci, yazar diye
filan tanıtan Rasim Ozan Kütahyalı ile çoğunlukla
kendini Gazeteci ekranda ise sunucu ya da moderatör olarak ifade
eden Balçiçek Pamir vardı.
Ahmet Zeki Üçok, FETÖ denen melaneti anlatırken bir gün önce
Ankara’dan yayılan yeni bir darbe iddiasını hatırlattı. Zira o
iddia sosyal medyada bir anda yayılmış, Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek belediye araçlarını harekete geçirmiş, deyim
yerindeyse ortalık darbe iddialarıyla çalkalanmıştı. Stüdyodaki
herkes bu iddialardan haberdardı... Haberi olmayan iki kişi vardı.
İkisi de gazeteciydi. Balçiçek ve Rasim
Ozan...
Yani gazeteci olarak en önce bu iddialardan haberdar olması gereken
stüdyodaki iki isim o iddialardan habersizdi.
Üçok, “Dün akşam Kemalist subaylar darbe yapıyor söylentisi
vardı” deyince Kütahyalı “Dün” diye
yerinden zıpladı, Balçiçek hanım da “Ankara’da?”
diye dehşete düştü. Sonra Rasim dönüp Balçiçek’e “Ya
sen böyle bir şey duydun mu” deyince Balçiçek “İlk
defa duydum” dedi. Sonra dönüp konuşmaya devam ettiler.
Yarın da çıkıp gazeteciyiz biz diye
konuşacaklar... Sağır sultan bile duymuş, ne diyelim Günaydın...
İzlediğiniz o program medyadaki genel sefalet halinin
aynasıdır.
Ne bildiğinizin, konunuza ne kadar hakim olduğunuzun artık hiç bir
kıymeti yoktur. Maksat bir programın icra edilmesi ve sürenin
doldurulması ise, CNN Türk ve
NTV’nin de diğerlerinden pek bir farkı olduğunu
söyleyemeyeceğim.
Mesela aynı fikir yoksunu, kopya refleksi, elinize bir kumanda alıp
5 dakika bu kanallar arasında gezdiğinizde görürsünüz.
Mesela Londra’da, İstanbul’da Brüksel’de bir terör saldırısı olsa,
bu saldırıları birbirinden farklı örgütler yapsa... Sırayla açın
adını verdiğim kanalları..
Hepsinde beşer dakika arayla göreceğiniz isim aynıdır.
Abdullah Ağar.. Bilemedin Mete
Yarar...
Soruyorum; bu konularda görüş beyan edecek başka isim yok mu..
Abdullah Ağar ile Mete Yarar dışında bilgi sahibi ya da bu konuda
akıl yürütecek insan kalmadı mı... Ağar ve Yarar'a bir
tavsiye, "Farkında mısınız? Sizden farklı görüşlere sahip
olan ya da analizler yapan kişilere konulan ekran yasağının perdesi
olarak görünüyorsunuz."
Abdullah Ağar en sevdiğim, isimlerden... İzlediğinizde görürsünüz,
hiç bir televizyon kanalını kırmaz. Kulağında kulaklık, Skype ile
her zaman hazır halde bekler.. Öyle ki, evinin bir köşesini ekran
için dekor yaptığını filan düşünebilirsiniz... İlk arayandan başlar
TV kanallarına bağlanmaya... Duyduğuma göre iş o noktaya geldi ki
haber merkezlerinden önce arayan “Abdullah Ağar’ı ilk biz
bağladık" diye övünmeye başlar olmuş.
Yanlış anlaşılmasın Abdullah Ağar terör konusunda uzman isimdir ama
kardeşim Nusaybin’de PKK terörünü yorumluyorsan, Londra’daki terör
saldırısını da bir zahmet sen yorumlama.. Bütün kanalların sırayla
aynı yorumu vermesi sadece beni rahatsız etmiyor. Emin olun
izleyici de rahatsız...
Dün de ekranda aynı manzara vardı. Gün içinde FETÖ,
PKK yorumlayan Abdullah Ağar, akşam saatlerinde
Westminister’daki saldırıyı sırayla yorumladı
haber kanallarına..
Durum bu, her yerde aynı isimler aynı yorumlar...
Birbirinin kopyası başlıklar, manşetler...
Ekranlara bakıyorum. Diğerlerinden farklı bir bilgi arıyorum.
Yok... KJ ya da manşetler bile aynı anda değişiyor. Örneğin dün
Londra saldırısı..
CNN Türk, HABERTÜRK, NTV, A Haber ve diğerleri
hepsi birden önce “Londra’da silah sesleri”
diyerek duyurdular. Sonra “Londra’da Terör
Saldırısı” dediler.
Ekran kayıtlarına bakın birbirinden farklı çizgide ve birbiriyle
rekabet ettiğini söyleyen kanalların, bütün dünyanın gözünün
çevrildiği bir olayda aynı manşetleri atması, neredeyse saniye
farkıyla hepsinin birden aynı başlıklara dönmesi normal mi?
Elbette değil... Bu rezalettir... Başka bir şey değil..
Tümünün aynı manşetleri atmasıyla ortaya çıkan rezilliği bir kenara
bırakalım. Ya olayla ilgili verilen anlık bilgilerdeki
kısırlık? O da ayrı bir kepazelik. Bu haber
merkezlerinde gerçekten yabancı dil bilen birileri yok mu
acaba? Acaba hangi kaynaklara bakarak yazıyorlar ya da
bilgi aktarıyorlar ekranlarına.. Yoksa hepsini ajanslardan gelen
bilgilere sadık kalarak mı yazıyorlar? Çünkü bu kanalların
attıkları manşetlere baktığınızda üst başlıkların nasıl aynı anda
ve aynı ifadelerle aynılaştığını görüyorsanız, alt satırdaki
bilgilerin de birbiriyle aynı olduğunu görüyorsunuz.
Bu TV haberciliğinde dibe vurmanın hangi seviyede
yaşandığını da göstergesidir....
Sevgili dostlar, aslında niyetim bu rezillikleri uzun uzun anlatmak
değil.. Ama kardeşim yaz yaz bitmiyor. Yazıyı uzatmak da
istemiyorum ama bu mesleğe yapılan haksızlığı da
sindiremiyorum...
Utanıyorum...
Yani uzattıysam kusuruma da bakmamanızı dilerim.
ÖTEKİ VE BERİKİ GÜNDEMLERİN SARIŞIN SUNUCULARININ
SAVAŞI
Sevgili okuyucularım malumunuz ekranın rağbet gören iki programı
var. Biri TRT'te yayınlanan Gündem Ötesi, diğeri
Habertürk'te yayınlanan Öteki Gündem.
Belki hatırlayanınız vardır, Öteki Gündem'i, şu anda Gündem
Ötesi'ni sunan Pelin Çift götürüyordu. Ancak Çift
ani bir kararla Habertürk'ten ayrıldı, kendisiyle
özdeşleşen programı da TRT'de “Gündem Ötesi”
ismiyle sürdürüyor.
Habertürk'teyse bayrağı tıpkı Pelin Çift gibi
“sarışın” olan Cansu Canan
devraldı. Devraldı almasına da, ikili arasında baş gösteren savaş
söneceğine her geçen gün daha da kızışıyor.
Sunucularımızdan biri kitap çıkarıyor, hemen diğeri de bir
bakmışsınız kitap çıkarıvermiş. Biri konferansa gitmiş,
“hayranlarıyla” selfie çekilmiş, hooop hemen
diğeri de sosyal medyada benzer bir fotoğraf paylaşıyor.
İş öyle bir hal aldı ki sevgili okuyucularım, rekabet devletin
zirvesine bile ulaştı.
Biri Cumhurbaşkanı Erdoğan'la röportaj yapıyor,
diğeri birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı'yla
fotoğrafını paylaşıyor...
Görünce pes dedim.
Pelin Çift'i severim Allah için. Her zaman düzgün duruşu,
birikimiyle çevresinden takdir topladı. Cansu Canan'sa geriden
gelmenin getirdiği hırsıyla “eğreti” duruyor.
Kısa süre önce tarih ustası İlber Ortaylı'yla bir
programı vardı, oturup izleyeyim dedim. Ancak İlber Hoca yayında o
kadar sıkıldı ki, yüzünden “ne işim var burada”
diye düşündüğü okunuyordu. Zaten yayından da erken ayrıldı.
Cansu Canan günler boyunca sosyal medya hesaplarından
“İlber Hoca hastalandı” propagandası yaptı. Ne
kadar işe yaradı bilmem...
Ama lafı daha fazla uzatmayayım, sadede geleyim.
Pelin Çift okuyor, kitaplarını yazıyor, araştırıyor. Bu belli...
Ancak Cansu Canan, “her şeyi bilirim” edasıyla o
soruları sordu mu gerçekten aklımdan neler geçiyor bir
bilseniz!
Yahu bu ülkede o kadar tarihçi, okumuş yazmış insan var. Eğitimde
düştüğümüz hal de ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan bile geldiğimiz
noktadan memnuniyetsiz.
Koca Türk halkı tarihi, ilimi, bilimi buralardan mı öğrenecek? Bu
kadar diyorum ve cevabı vicdanlarınıza bırakıyorum...
KANAL YÖNETİCİLERİ KARNESİ
CNN TÜRK Erdoğan Aktaş: "CNN Türk'e gelirken
şahsına özgü hareketleri de beraberinde getirdi. Kanalın
refleksleri gözle görülür şekilde değişti. Ama şu ara sanki
duraklama döneminde, CNN Türk'teki Boratav ekibiyle yaşadığı
gerilim halen devam ediyor. O gerilimle kendini biraz geriye çekti.
Ex Damat Mehmet Ali Yalçındağ referansı ile gelmiş olması
dezavantajıydı. Haberci kimliği ise avantajı... Ya bir yol bulacak
ya da yol yapacak...
HABERTÜRK Veyis Ateş: Haberci değil. Protokol
insanı. Varlığını siyasete borçlu olduğunu o kadar belli ediyor ki,
O'nun için bulunduğu yerde genel müdür kalmak, hayat-memat
meselesi.. Gerisi de pek umrunda değil. Biraz tembel olması
dezavantajı, çalışanlarıyla mesafeli ve terbiyeli ilişkisi de
avantajı .. Habere biraz daha kafa yorsa belki kanalın ekranına
yansıyan saçmalıkları da kontrol edecek. Zor dostum... İyisi mi sen
siyasetin ipine sarılmaya devam et...
NTV Nermin Yurteri: Ankara siyasetinden çok şey
öğrendi. NTV'nin aradığı isimdi. Kanalını ne siyasete bulaştırdı ne
de habere.. Güzel kadınlar, yakışıklı erkekler kısmıyla ekranının
görüntüsünü ve prestijini kurtarıyor. Haberlerin içini siyaset
müdahalesi nedeniyle bilinçli olarak boşalttığını düşünüyorum.
Çünkü izlediğimde haberlerinden bir şey anlamadığım tek kanal... Ne
diyorlar, ne yapıyorlar belli değil. Ama şunu söyleyelim. Nermin
Yurteri Ferit Şahenk için bulunmaz bir yönetici... Kanalını siyasi
çalkantılardan uzak tutmayı başarmış olması gerçekten takdire
şayan. Ferit bey kıymetini bilmeli Nermin
hanımın...
A Haber: A haber yöneticisi kim bilmiyorum. Bilsem
de durum değişmez çünkü yöneticiye bağlı olmayan bir yayın
politikası var. Kim olsa o işi yapar yani...
HÜRRİYET GAZETESİ PR'CI EŞLERE Mİ TESLİM?
Son dönemde Hürriyet gazetesinde üst düzey ve birim müdürü ya da
çalışanların eşlerinin işleri çok konuşuluyor.
Aslında bu yeni değil oldukça eski bir durum. Ertuğrul
Özkök'ün genel yayın yönetmeni olduğu dönemlerden beri
süregelen bir vaka...
Nasıl mı? Özkök'ün o dönem kızı ile evli olan Ercan
Saatçi yani Ertuğrul Özkök'ün damadı, bir PR şirketine
ortak oldu.
Saatçi'nin müşterilerinin röportajları ve haberleri Hürriyet'te
çarşaf çarşaf yer aldı.
Hatta medya satın alma ajanslarına Hürriyet'e fiyat verdirmiyorlar
ve kendisi müşteri diye alıyordu.
Hürriyet magazin müdürü Selim Akçin'in eski eşi de
Deep İletişim'in sahibi malumunuz. Aynı durum
Selim beyler için de geçerliydi. Bedava gezilerle PR ajansının
müşterilerine yer verildi.
Hatta bunu İzzet Çapa defalarca yazdı köşesinde..
Hürriyet'teki en son bomba ise ekonomi müdürü ile
ilgili. Hürriyet ekonomi müdürü Sefer Levent'in
eşi Belgin Bayır Levent de bir PR şirketine ortak
oldu.
Hürriyet'te ve Doğan grubunda gazeteciliğe akçeli işleri bulaştırma
konusundaki gelenek müthiş...
Kuşaktan kuşağa geçecek sanki...
Şimdi efendim bu bayan Levent bu durumu sosyal medya hesabından da
duyurdu.
Bu da tarihi tekerrür ettirdi. Yani, Sefer Levent'in eşinin
müşterileri, Hürriyet gazetesinde bol bol yer almaya başladı.
Haberleri amiral gemisi diye adlandırılan Hürriyet'in en önemli
sayfalarında çarşaf çarşaf yapılıyor.
Patronunuzun bu durumdan haberi var mı acaba bilmiyorum. Yoksa
yöneticilerinizin başka işlerini hallediyorsunuz da sizin bu
yaptıklarınıza göz mü yumuyorlar. Bilemem...
Hürriyet okur temsilcisi namuslu gazeteci Faruk
Bildirici de artık duruma isyan etti. Her gün yazıyor.
Bildirici bir gün köşesinden aynen şu ifadeleri yazdı:
"Doğan Grubu Yazılı Medya İlkeleri’nde ‘davetle
gidildiğinin yazıda yer alması zorunluluğu’ bulunmasının nedeni,
gazeteciye objektif davranması gerektiğinin hatırlatılması aslında.
Bu ilkenin ikinci nedeni de okurun, o yazıyı ‘geziye davet edilmiş
bir gazetecinin kaleme aldığını’ bilerek okuması. Başka bir
deyişle, okur, “Bu bir davet gazeteciliği ürünüdür” denilerek,
haber veya yazıdaki tanıtım unsurlarına karşı uyarılmış oluyor.
Hürriyet’te bu ilkenin uygulanmasının, ‘davet gazeteciliği’nin
sakıncalarını ortadan kaldırdığı söylenebilir mi? Hayır. Ama ‘davet
gazeteciliği’ sorununun Hürriyet ile sınırlı olmadığı da açık.
Zaten bu yazıyı, ‘davet gazeteciliği’nin Türkiye medyasında giderek
daha da ağırlık kazandığı gözlemlerime dayanarak yazdım. Bütün
medya kuruluşları artık başkasını suçlama kolaycılığına sapmadan
önlem almak zorunda. Görmezden gelinecek noktayı çoktan aştı.
DAVET gezilerinin sonuçlarıyla ilgili fikir vermesi bakımından
uluslararası bir kruvaziyer şirketiyle ilgili Hürriyet’te çıkan
‘davet’ haberlerini inceledim. Tabii bir de gezi öncesi yazılanlar
var ama onları saymadım. Bu şirketin turlarının tanıtımı için son
1.5 yıl içinde Hürriyet’ten farklı servislerden üç yazar ve bir
muhabir, Atina, Miami ve Uzakdoğu gezilerine davet edilmiş; her
biri yarım sayfa olmak üzere tam beş haber yayınlanmış bu şirketle
ilgili. Hepsi de o şirketin gemi turlarının tanıtımı niteliğinde.
Nitekim davetler yoluyla beş kez geniş ‘haber’ yayınlatan bu
şirket, Hürriyet’e hiç reklam vermemiş. Bu da haber görünümlü o
metinlerin reklamdan daha etkili olduğunun ve ayrıca reklam vermeye
gerek bırakmadığının kanıtı olsa gerek..."
****
KRİPTO YAZAR TAKIMI TİR TİR TİTRİYOR
Sevgili dostlar yaklaşık 15 gün önce Milli İstihbarat Teşkilatı'nın
hazırladığı ve savcılıklara gönderdiği bylock listesi
sadeleştirildi. Sadeleştirildi diyorum, Yani, FETÖ'nün sinsi
planlarını kimse görmeden kriptolu bir sistemle hayata geçirmek
için kullandığı bylock'u kimlerin net olarak kullandığı ortaya
çıktı..O liste savcılıklara gitti.. Kullananlar arasında elbet
gazeteciler de var. Bazıları gözaltına alındı. Onları Medyaradar'da
okudunuz. O listenin tamamı henüz ortaya çıkmış değil. Kulağıma
gelen bilgiler doğruysa, o listenin tamamı ortaya çıktığında,
köşelerini sinsi şekilde FETÖ'ye alet eden kripto yazar takımı da
ortaya çıkacak. Tir tir tirtiriyorlar. Doğruysa hepimizin ağzı
açıkta kalacak çünkü duyduğunuzda "FETÖ ile ne ilgisi var"
diyeceğiniz isimler de Bylock kullanıcısı olabilir.
****
Sevgili dostlar yaz yaz bitmiyor... Gazeteciliğin siciline kara
çalan bir rezil düzen peydah olmuş.
'Kalemimiz keskin olsun' diye and içtik söz verdik... Yazmaktan ve
üzerine gitmekten vazgeçmeyiz..
Bugünlük bu kadar...Ama siz bana yazmayı unutmayın. Gazeteciliğin
şerefi şu günlerde her şeyden daha önemli. Bunu unutmayın.
Gördüğünüz duyduğunuz rahatsız olduğunuz ne varsa Keskin Kalem'e
yazın.
Unutmayın Keskin Kalem biraz da sizsiniz!