"KENDİ HEYKELİNİ YAPAN ADAM ; İLHAN SELÇUK"
Star yazarı Ahmet Kekeç, İlhan Selçuk'un bilinmeyen yanlerinin anlatıldığı kitabı okurlarına tavsiye etti..
En aşağılık fikriyat
Okuyoruz, öğreniyoruz, “biyografi yazarlığı” adına seviniyoruz ama bir taraftan da hayret ediyoruz.
Hâlâ mı?
Hâlâ mı “ortaçağın karanlıkları” ve “cumhuriyetin kazanımları” edebiyatı?
Bunlarsız bir cümle kurulamayacak mı?
Bunlarsız bir biyografi ya da tarih kitabı yazılamayacak mı?
Bunlarsız bir “dönem muhasebesi” yapılamayacak mı?
Kimden söz ediyorum?
Peş peşe harika biyografi kitapları yayımlayan Orhan Karaveli’den elbette...
Son kitabı “Kendi Heykelini Yapan Adam”ı imzalayıp bana da göndermiş. Eksik olmasın.
Büyük bir açlıkla okudum.
Neden “açlıkla”?
Çünkü Karaveli, insanda “öğrenme ihtiyacı”uyandırıyor. Tabir-i amiyane ile kuş kondurmuyor, yazdıklarıyla aklımızı tavana fırlatmıyor; basit ve alelade şeylerden söz ediyor, denilebilirse üslubu da basit ve alelade ama yine de insanı çekiyor. Bu da bir yazarlık başarısıdır...
En son, “Sakallı Celal”i okumuş ve oradaki “belgeleme gayretine” hayran olmuştum.
Karaveli, mutlaka yeni hayranlar oluşturacak “Kendi Heykelini Yapan Adam”da, İlhan Selçuk’u anlatıyor.
Matbuatımızın ünlü “İlhan Abi”si, geçmişi, çocukluğu, yetişkinlik dönemi ve politik mücadeleleriyle, bu kitapta geçit resmi yapıyor. Okuyoruz, anlamaya çalışıyoruz ama anlayamıyoruz.
Karaveli, her ayrıntıya girmiş.
Sivas Yıldızeli’nin “çift fanila giydiren” soğuklarından Marmaris’teki enfarktüse, Hikmet Hanım’ın kitaplarından ilk eş Lavinia’nın mukadder yalnızlığına, Ülfet’in doğumundan “talihsiz ağabey” Cihat Sebati’nin ölümüne, İlhan Selçuk portresini tamamlayan bütün bilgileri kitabına serpiştirmiş, hatta “hovardaca” kullanmış ama “politik mücadele”nin bir cüzünü oluşturan “9 Mart hadisesine” hiç girmemiş.
İlhan Selçuk, biliyoruz ki, “darbeci” görüşleriyle maruf bir ağabeyimizdi.
Bunu gizlemiyordu... Hatta, açıkça “subayın siyasete karışma hakkı bulunduğunu” yazıyor, çok partili parlamenter sistemin “başımıza gelmiş en kötü şey” olduğunu savunuyordu.
Bu konuları atlamış
Karaveli...
Hadi “taraftar” mantığıyla yaklaştığı için, bir “ayıba” işaret eden olayları gizleme yoluna gitti diyelim ve tolere edelim.
Fakat, “politik taraf” olarak araya girmeleri ve “izahları” çekilmez oluyor.
Mesela şu satırlar: “1960 yılının Mart ayı... Atatürk’ün partisinin (yani CHP’nin) kendilerine sunduğu olanaklarla tek başına iktidara gelmiş, peş peşe üç kez seçim kazanmış adı Demokrat olan bir parti gitmeye niyetli olmadığını düşündürtüyor...”
Bu satırları, İlhan Selçuk’un 27 Mayıs darbesine bakışını anlatmak için yazıyor ve bir anlamda okurları “darbenin meşruiyetine” hazırlıyor. Araya bol miktarda da, “ortaçağın karanlıkları” ve “cumhuriyetin kazanımları” türünden laflar serpiştiriyor. Okuduğunuzda, “Hah... Hak etmişler bir darbeyle alaşağı edilmeyi” diye düşünüyorsunuz.
Hayır, muradım, “İlhan Selçuk portresinin eksik bırakıldığını” anlatmak değil.
Eksik, o ayrı...
Muradım, Karaveli yaklaşımının, “bir aydın ve entelektüel yaklaşımı” olarak, hâlâ “değer” (!) ifade ettiğini anlatmak.
Demek ki, CHP’nin sunduğu olanaklarla iktidara gelenler (ve gitmek bilmeyenler), ancak ve sadece kendilerine olanak sunanlar eliyle, yani bir darbeyle alaşağı edilebilirler.
İlhan Selçuk ve Orhan Karaveli gibilere göre, bunun adı “devrim” oluyor.
Her şeye rağmen, Karaveli’nin kitabını okuyun.
Hem İlhan Selçuk’un “sterilize” yaşamını, hem de “devrim”
denilen şeyin nasıl aşağılık bir fikriyat olduğunu
öğreneceksiniz.
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ