25 Oca 2017 10:54
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 22:25
Kemal Öztürk iktidar yanlısı medyayı topa tuttu: Tüm bunların emrini Reis mi veriyor?
"Gazete manşetleri hiç bu kadar ciddiyetsiz olmamıştı. Yayın yönetmenlerinin kalibresi hiç bu kadar düşmemişti. Köşe yazarlığı hiç bu kadar ucuzlamamıştı."
Eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, geçtiğimiz günlerde gazetelerine yönelik olarak "Yeni Şafak Erdoğan karşıtlığına yakıt taşıyor", "Yeni Şafak Davutoğlu'na oynadı ama bitti" gibi ifadeler kullanan gazeteci Cemil Barlas ve Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adlarını anmadan "Bütün birikimimizi heder ediyorlar. Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde" dedi.
Kemal Öztürk'ün "Gazetecilikten geriye kalan" başlığıyla yayımlanan (25 Ocak 2017) yazısı şöyle:
23 yıl önce ne büyük heyecan duymuştuk. O zaman hepimiz gençtik. Şimdi birbirimizin, aklaşmış saçlarına ve sakallarına bakıp, geçen zamanın izlerini konuşuyoruz (ben daha şanslıyım sanırım, saçlarım beyazlamadı henüz!).
Zordu gazeteci olmak. Muhabir olarak işe girmek istediğimde, dönemin yayın yönetmeni Nabi Avcı, bana bir ay süre vermiş, kendimi ispatlamamı istemişti. Deli gibi çalıştığımı, geceleri uyuyamadığımı, her haber için ayrı heyecan duyduğumu hatırlıyorum. Sonunda kendimi ispatladığımı ve işe başlayacağımı söylemişti de, dünyalar benim olmuştu.
Köşe yazarlığı ulaşılmaz mertebeydi
Dünyanın en iyi aydınlarından alıntılar yapılırdı düşünce sayfasında. Türkiye'nin en nitelikli entelektüellerinden yazı alınırdı. Yeni Şafak'ta makale yayınlamak kolay değildi.
Yazı dizileri, araştırma dosyaları, özel haberler ve kılı kırk yaran haber dili, gazeteciliğe entelektüel bir seviye getirmişti.
Yazı işleri odasının kapısında beklerdik. Haberimizi kullanacaklar mıydı, kullanırlarsa birinci sayfaya girecek mi ona bakardık. Manşet olma ihtimali kalbimizin hızını arttırırdı. Bir muhabirin haberi manşet oldu mu, o gün herkes onu kutlardı. Haber yapmak da, haberci olmak da kıymetliydi anlayacağınız.
Köşe yazarı olmak, bizim asla ulaşamayacağımız bir mertebeydi. Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren, İsmet Özel, İsmail Kara, Mustafa Özel gibi köşe yazarlarını gördük mü, heyecanlanırdık. Hele hele, biz muhabirlerin ismi bir köşede geçti mi, o köşeyi keser, yemeye kalkardık! O kadar değerliydi yani.
Gazetenin sahipleri fedakarlık yaptı hep
Gazetede ajans haberinin fazlalığı bizim için ayıp karşılanırdı. İllaki özel haber olacak, illaki araştırma olacak, illa ki bize mahsus olacak haber. Hele hele, Ajans haberine “takla attırıp”, muhabirin haberiymiş gibi vermek çok ayıptı. Yakalanan muhabir fena fırça yerdi.
Gazetenin sahibi Mahmut Kış, hiç kar etmeden, uzun yıllar gazeteyi finanse etti. Çok hakikatli ve işimize karışmayan, saygın bir aileydi. Sonra Albayrak ailesi gazeteyi, gazetenin misyon bayrağını devraldı. Onlar da aynı fedakarlık ve hassasiyetle gazeteyi bugüne kadar taşıdılar.
O günün gazeteciliğinden geride ne kaldı?
Şimdi hepimiz, 23. yıl yemeğinde bir araya geldik ve birbirimize bakarken o günleri özlemle anıyoruz. Sanırım en çok özlediğimiz şey, samimiyet ve kalite. Tüm sıkıntılarımıza rağmen, 28 Şubat'ın sert darbelerine rağmen, bitmeyen mücadele azmi, güven veren samimiyet ve hiç düşmeyen kaliteyi ne kadar özlediğimizi anlatıyoruz birbirimize.
O günün gazeteciliğinden geriye ne kaldı? Çok az şey. Çok az kıymet, çok az değer. Mesleğimiz hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. Gazete manşetleri hiç bu kadar ciddiyetsiz olmamıştı. Yayın yönetmenlerinin kalibresi hiç bu kadar düşmemişti. Köşe yazarlığı hiç bu kadar ucuzlamamıştı. Ve haberin değeri hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti.
Artık gazeteci ya da köşe yazarı olmak isteyenler yayın yönetmenlerinin imtihanından geçmiyor, Siyasilerin torpilini arıyorlar.
Bütün birikimimizi heder ediyorlar
Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde.
Ne büyük dram. Ne büyük erozyon. Ne büyük kayıp bizim için. Çünkü muhafazakar medya, ahlakı, adaleti, dürüstlüğü, kaliteyi ve millet menfaatini hep önde tutmak için uğraştı. Bunun için de çok fedakarlık yaptı, bedel ödedi. Zira “kartel medyası” dediğimiz insanları bu yüzden eleştiriyorduk.
Peki şimdi?
Kartel medyasının artıkları, lejyonerler, lejyon hastalığına yakalananlar, aslını kaybedenler ve kifayetsiz muhterisler elinde bu camianın birikimi perişan ediliyor. Sadece seviyeyi aşağı çekmekle kalmıyorlar, aynı zamanda kendinden başka herkesi, muhafazakar medya da dahil, suçluyor, iftira atıyor, mahkum ediyor ve bir nefret halesi oluşturuyorlar. 23. yılını kutladığımız gün, bu müfteri ekip yine Yeni Şafak Gazetesi'ne saldırıp, iftira atmakla meşguldü.
Faturayı “Reis”e kesiyorlar
Ne hazindir ki, bu kifayetsiz muhterisler ve lejyonerler bunları yaparken, siyasilerin arkasına saklanıyorlar, iktidarın gölgesinde kaybolmaya çalışıyorlar. Sanki “Reis” tüm bunların yapılmasının emrini vermiş gibi, her şeyi ona fatura ediyorlar.
Sonra da devletin uçaklarında, “gücü buradan alıyoruz” pozları veriyorlar. Oysa bu seviyesizlikten, bu ahlaksızlıktan herkes gibi, devletin üst makamları da rahatsız sanırım. Ancak neden bir şey yapmıyorlar, bunu bilmiyorum.
Sonuçta 23 yılı geride bıraktık bu meslekte. Yaşlanmak, yıllarla değil de, bu moral bozucu şeyleri gördükçe daha da hissediliyor sanki.
Ancak kendi adıma şunu söyleyeyim: Kalemim ve sözümle ekmeğimi kazanıyorum. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğim. Sonuna kadar adalet, ahlak, özgürlük, dürüstlük, millet, ülke ve insanlık için kullanacağım bunları.
Bedeli ne olursa olsun, vazgeçemeyeceğim.
Kemal Öztürk'ün "Gazetecilikten geriye kalan" başlığıyla yayımlanan (25 Ocak 2017) yazısı şöyle:
23 yıl önce ne büyük heyecan duymuştuk. O zaman hepimiz gençtik. Şimdi birbirimizin, aklaşmış saçlarına ve sakallarına bakıp, geçen zamanın izlerini konuşuyoruz (ben daha şanslıyım sanırım, saçlarım beyazlamadı henüz!).
Zordu gazeteci olmak. Muhabir olarak işe girmek istediğimde, dönemin yayın yönetmeni Nabi Avcı, bana bir ay süre vermiş, kendimi ispatlamamı istemişti. Deli gibi çalıştığımı, geceleri uyuyamadığımı, her haber için ayrı heyecan duyduğumu hatırlıyorum. Sonunda kendimi ispatladığımı ve işe başlayacağımı söylemişti de, dünyalar benim olmuştu.
Köşe yazarlığı ulaşılmaz mertebeydi
Dünyanın en iyi aydınlarından alıntılar yapılırdı düşünce sayfasında. Türkiye'nin en nitelikli entelektüellerinden yazı alınırdı. Yeni Şafak'ta makale yayınlamak kolay değildi.
Yazı dizileri, araştırma dosyaları, özel haberler ve kılı kırk yaran haber dili, gazeteciliğe entelektüel bir seviye getirmişti.
Yazı işleri odasının kapısında beklerdik. Haberimizi kullanacaklar mıydı, kullanırlarsa birinci sayfaya girecek mi ona bakardık. Manşet olma ihtimali kalbimizin hızını arttırırdı. Bir muhabirin haberi manşet oldu mu, o gün herkes onu kutlardı. Haber yapmak da, haberci olmak da kıymetliydi anlayacağınız.
Köşe yazarı olmak, bizim asla ulaşamayacağımız bir mertebeydi. Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren, İsmet Özel, İsmail Kara, Mustafa Özel gibi köşe yazarlarını gördük mü, heyecanlanırdık. Hele hele, biz muhabirlerin ismi bir köşede geçti mi, o köşeyi keser, yemeye kalkardık! O kadar değerliydi yani.
Gazetenin sahipleri fedakarlık yaptı hep
Gazetede ajans haberinin fazlalığı bizim için ayıp karşılanırdı. İllaki özel haber olacak, illaki araştırma olacak, illa ki bize mahsus olacak haber. Hele hele, Ajans haberine “takla attırıp”, muhabirin haberiymiş gibi vermek çok ayıptı. Yakalanan muhabir fena fırça yerdi.
Gazetenin sahibi Mahmut Kış, hiç kar etmeden, uzun yıllar gazeteyi finanse etti. Çok hakikatli ve işimize karışmayan, saygın bir aileydi. Sonra Albayrak ailesi gazeteyi, gazetenin misyon bayrağını devraldı. Onlar da aynı fedakarlık ve hassasiyetle gazeteyi bugüne kadar taşıdılar.
O günün gazeteciliğinden geride ne kaldı?
Şimdi hepimiz, 23. yıl yemeğinde bir araya geldik ve birbirimize bakarken o günleri özlemle anıyoruz. Sanırım en çok özlediğimiz şey, samimiyet ve kalite. Tüm sıkıntılarımıza rağmen, 28 Şubat'ın sert darbelerine rağmen, bitmeyen mücadele azmi, güven veren samimiyet ve hiç düşmeyen kaliteyi ne kadar özlediğimizi anlatıyoruz birbirimize.
O günün gazeteciliğinden geriye ne kaldı? Çok az şey. Çok az kıymet, çok az değer. Mesleğimiz hiç bu kadar seviye kaybetmemişti. Gazete manşetleri hiç bu kadar ciddiyetsiz olmamıştı. Yayın yönetmenlerinin kalibresi hiç bu kadar düşmemişti. Köşe yazarlığı hiç bu kadar ucuzlamamıştı. Ve haberin değeri hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti.
Artık gazeteci ya da köşe yazarı olmak isteyenler yayın yönetmenlerinin imtihanından geçmiyor, Siyasilerin torpilini arıyorlar.
Bütün birikimimizi heder ediyorlar
Bir sel gelip, sanki tırnaklarımızla biriktirdiğimiz tüm değerleri silip süpürdü. Bütün birikimimiz, bütün çabamız, bir 'kuş' kadar beyni olmayan, yeni yetme yayın yönetmenleri, köşe yazarları, tv yorumcuları tarafından heder ediliyor gözümüzün önünde.
Ne büyük dram. Ne büyük erozyon. Ne büyük kayıp bizim için. Çünkü muhafazakar medya, ahlakı, adaleti, dürüstlüğü, kaliteyi ve millet menfaatini hep önde tutmak için uğraştı. Bunun için de çok fedakarlık yaptı, bedel ödedi. Zira “kartel medyası” dediğimiz insanları bu yüzden eleştiriyorduk.
Peki şimdi?
Kartel medyasının artıkları, lejyonerler, lejyon hastalığına yakalananlar, aslını kaybedenler ve kifayetsiz muhterisler elinde bu camianın birikimi perişan ediliyor. Sadece seviyeyi aşağı çekmekle kalmıyorlar, aynı zamanda kendinden başka herkesi, muhafazakar medya da dahil, suçluyor, iftira atıyor, mahkum ediyor ve bir nefret halesi oluşturuyorlar. 23. yılını kutladığımız gün, bu müfteri ekip yine Yeni Şafak Gazetesi'ne saldırıp, iftira atmakla meşguldü.
Faturayı “Reis”e kesiyorlar
Ne hazindir ki, bu kifayetsiz muhterisler ve lejyonerler bunları yaparken, siyasilerin arkasına saklanıyorlar, iktidarın gölgesinde kaybolmaya çalışıyorlar. Sanki “Reis” tüm bunların yapılmasının emrini vermiş gibi, her şeyi ona fatura ediyorlar.
Sonra da devletin uçaklarında, “gücü buradan alıyoruz” pozları veriyorlar. Oysa bu seviyesizlikten, bu ahlaksızlıktan herkes gibi, devletin üst makamları da rahatsız sanırım. Ancak neden bir şey yapmıyorlar, bunu bilmiyorum.
Sonuçta 23 yılı geride bıraktık bu meslekte. Yaşlanmak, yıllarla değil de, bu moral bozucu şeyleri gördükçe daha da hissediliyor sanki.
Ancak kendi adıma şunu söyleyeyim: Kalemim ve sözümle ekmeğimi kazanıyorum. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğim. Sonuna kadar adalet, ahlak, özgürlük, dürüstlük, millet, ülke ve insanlık için kullanacağım bunları.
Bedeli ne olursa olsun, vazgeçemeyeceğim.