19 Ağu 2022 11:14 Son Güncelleme: 19 Ağu 2022 11:45

Kemal Kılıçdaroğlu seçimin ilk turuna ilişkin emin konuştu! ‘Birinci turda alırız…’

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin genel merkezinde gazetecilerle sohbetinde, “Cumhurbaşkanlığını birinci turda alırız” diye konuştu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Merkezinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.

T24'ten Asuman Aranca'nın aktardığına göre, Kılıçdaroğlu’na sorulan sorular ve öne çıkan başlıkları şöyle:

Hafta sonu Altılı Masa’nın son toplantısı var. Bu toplantıdan ne beklenmeli? Adaylık ve diğer meselelerde yol haritası ne zaman nasıl olur?

Türkiye'nin bu kadar sorunu var, derdi var. Bizim kamuoyuna yaptığımız her açıklama ittifakı bir araya getiren düşünceler bütünlüğünü oluşturuyor. Yani güçlendirilmiş parlamenter sistemden söz ediyoruz. Bir toparlanma sürecini ya da hasar tespit komisyonu gibi bir toparlanma sürecinin başlangıcında neleri yapacağımızı anlatıyoruz. Bir şekliyle bir program da açıklamış oluyoruz aslında. Böyle bakmak lazım.

Mülteci sorunu ile ilgili altılı masada birtakım görüş ayrılıkları söz konusu? Esad’la diyalog konusunda görüş birliğine varılmış değil… Altılı masa olarak ortak bir zeminde buluşabilecek misiniz?

Ben buluşabileceğimiz kanısındayım. Yani zaten bir ortak çalışma yapıldı, bir grup kuruldu. Bu grup ön raporunu hazırladı. O raporlar genel başkanlara sunuldu. Genel başkanların onayı alındı. Şimdi liderler oturacaklar. Onu konuşacaklar. Ben çok büyük bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Ciddi bir görüş farklı çıkacağını sanmıyorum. Çünkü liderler Türkiye'ye gelen sığınmacı olarak Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmelerini istiyorlar. Burada bir tereddüt yok zaten.

Dönme koşullarının oluşturulması lazım. İnsani olarak, insani boyutunu düşünerek, yani ırkçılık temelinde değil, tam tersini kendi ülkelerinde, huzur içinde yaşayabilecekleri bir atmosferin yaratılması lazım.

O konuda bizim dört aşamalı bir planımız var. Suriye'yle önce ilişkileri resmi olarak biz Suriyelileri göndereceğiz ama muhatabımız Suriye'nin meşru hükümeti olması lazım. Meşru hükümetle karşılıklı büyükelçiliklerin açılması, o görüşmelerin yapılması arkasından onların can ve mal güvenliklerini buradan gidenlerin sağlanması ve teminat altına, güvence altına alınması, artı onlara, orada bizim iş adamlarının fabrikalar kurarak, istihdam yaratmaları gibi. Zaten vardı o fabrikalar. Suriye'de vardı. Onların çalışması lazım yeniden. Buna benzer uygulamalar, bunlar dillendirilir. Yani kamuoyunun da bizim yaptığımız bu açıklamalara çok büyük bir tepki göstermediğini de biliyoruz yani herkes makul görüyor bunu. Sadece şöyle bir düşünce zaman zaman geldi. Biz neden onların evini, yolunu, okulunu yapalım diye biz yapmıyoruz aslında Avrupa Birliği'nden aldığımız fonlarla ve bizim müteahhitler onları yapacaklar. Bu konuda batının da sorumluluğu var çünkü. Batı buradan oraya göçün yani Avrupa'ya göçün kesilmesini istiyorsa bize bu desteği vermek zorundadır. Bu desteği verir. Onların istediği şu benim gördüğüm kadarıyla yaptığım görüşmelerde ya biz kaynak aktarırız ama bu kaynağı gerçekten amacına uygun kullandınız mı kullanmadınız mı? Bunlar belli bir zaman dilimi ya da doğrusu belli zaman dilimleri içinde onlara bu bilgilerin verilmesi lazım. Şu kadar parayı şuraya harcadım. Onlar da arzu ederlerse gelip denetleyebilirler. Yani şeffaf bir uygulama, saydam bir uygulama istiyorlar. Biz de onu sağlayacağız. Görevimiz zaten onu yapmak.

Suriye ile iktidarın normalleşme çabası var. Siz bu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ta en başından beri Suriye politikasının yanlış olduğunu söyleyen benim. En başından beri yanlış yapıyorsunuz diyen benim. Komşularla ilişkilerin iyi tutulması gerektiğini söyleyen benim. Hatta bir Türkiye'de bir uluslararası Suriye konferansı düzenleyin diye hükümete çağrı yapıp bir mektup gönderen de benim. 2012’ydi, Erdoğan'a bir mektup gönderdim çünkü bana demişti ki nasıl yapacağız Suriye konferansını? Ben de onun üzerinden bir mektup yazmıştım ve gündemi de belirledim. Konferansın nasıl yapılacağı, hangi konuların konferansta görüşüleceği vesaire diye bir mektup gönderdim. Bu çerçevede yaparsanız uluslararası Suriye Konferansı'nı ilişkiler hem düzelir, hem de daha sağlıklı bir zemin yaratmış oluruz sorunun çözümünde. Olmadı. Arkasından biz bir uluslararası Suriye konferansı düzenledik. Pek çok ülke, Amerika ve Rusya da dahil olmak üzere geldiler. Onlar da konferansı izlediler.

Şimdi yaptıkları hatanın farkını biraz da geç olsa ve maliyeti ağır olsa gördüler. Şimdi bir ilişki zemini yaratmaya çalışıyorlar.

Önce bunu işte istihbarat görüşüyor. Ya biz bir istihbarat devleti değiliz ya. Biz demokratik bir devletiz. Bir ülkeyle görüşme yapıyorsan görüşürsün büyükelçileri. Büyükelçiliklerin karşılıklı açılmasına bakılır. İstihbarat örgütleri her zaman görüşür. Yani diplomatik ilişkiler olduğu zaman istihbarat örgütleri görüşmez mi? Hayır her zaman görüşür istihbarat örgütleri. Ama önemli olan sizin Suriye'yle ilişkileri daha sağlıklı bir zeminde yürütmenizdir.

Şimdi eğer bunu yaparlarsa memnun oluruz tabi. Sonuçta kavgayla bir yere varılamayacağına göre. En azından yapılan hataların tekrar edilmemesi açısından önemli bir adım olur. Bunun maliyeti nedir? 33 askerimiz, çok sayıda hayatını kaybeden siviller, üç milyon 600 bin Suriyelinin Türkiye'ye gelmesi ve Türkiye'nin çok ciddi bir travma yaşaması, sosyal olarak özellikle Suriyelilerin yerleşik olduğu alanlarla zaman zaman çıkan olaylar, bunların Türkiye'de giderek kalıcı hale gelmeleri gibi bir olgunluğun ortaya çıkması gibi pek çok sorunu beraberinde getirdi iktidar. Bunu tekrar Suriyelileri resmi yönetimle anlaşarak geri göndermek istiyor. Tabii şu çok önemli. Devleti yönetenlerin hani bizde çok güzel bir atasözü vardır. Büyük lokma ye ama büyük laflar etme öyle bir atasözümüz var bizim. Düne kadar önce kucakladığınız, arkasından her türlü hakareti yaptınız. İnsanla şimdi yüz yüze gelmeye mecbur oluyorsunuz. 33 askerimizin şehit edilmesi, orada yaşanan büyük dramların sorumlusu kim? E tarih bunu yazacaktır herhalde. Tarih yazacaktır yani. Bir barışma ikliminin yaratılması güzel.

Ama kavgayı yaratanların topluma hesap vermesi lazım. Toplumdan çıkıp özür dilemesi lazım. Bir yanlışlık yaptık demesi lazım. Bir hata yaptık demesi lazım. Pek çok insanımızı perişan ettik demesi lazım. Sadece biz değil Suriyelileri de perişan ettik demesi lazım. IŞİD militanlarının oraya nasıl geldiği, nasıl IŞİD militanlarının finanse edildiği, Suriye'nin iç işlerine nasıl müdahale edildiğini hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz yani. O nedenle ilişkiler güzel, gelişsin, hiçbir itirazımız yok. Suriyeli kardeşlerimiz da kendi ülkelerine dönsünler. Belli bir güven içerisinde. Ama siyaset kurumunun oturup bir iç hesaplaşması yapması lazım ve toplumdan özellikle devleti yönetenlerin ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından özür dilemeleri gerekiyor. Şimdi gördüler bunu. Gördüler ama yine dışarının umarım dışarının telkinleriyle değildir. Eğer kendi iradeleriyle gördülerse en azından bunu tekrar etmezler bir daha. Ama dışarının telkiniyle ya gideceksin tokalaşacaksın diye telkinle yapılmışsa bu da farklı bir şey, farklı bir acı tablo yani.

Davutoğlu’nun Esad’la diyaloğa karşı olduğu söyleniyor…

Ben bir problem olacağını sanmıyorum. Yani, bugün geldiğimiz noktada bir problem olacağını sanmıyorum.

5’li çete yurt dışına para kaçırıyor dediniz. Bunu biraz daha açmanız mümkün mü?

5’li çete mensuplarının, Londra'da çok büyük malikaneleri var, imkanları var, iş yerleri var. Paraların büyük bir kısmını dışarıda tutuyorlar zaten. Bunu hepimiz biliyoruz yani. Bütün dünya biliyor aslında. Onlar da biz yurt dışına para götürmüyoruz demiyorlar zaten. Yani şuna dayanıyorlar onlar; Erdoğan ailesi götürüyorsa biz de götürürüz diyorlar... Erdoğan ailesi götürmüyor mu? Götürdü. Man Adası'nı söyledik. Belgelerini söyledik. Bankanın dekontlarını açıkladık. Banka "bu dekontlar bize ait değildir" hiç demedi. Ama işte hakime telefon edip özel hakimler tayin edip işte tazminata beni mahkum edip Yargıtay’dan karar tersine çıkıyor. Ama sonuçta ben bir dekont açıklıyorum. Dekontu açıkladığım banka ‘bu dekont bize ait bir dekont değildir’ demedi. Demiyor yani. Bu kadar basit bir şey. Şimdi onlar götürdüğüne göre diğerleri de götürüyor. Kendi geleceklerine güvencelerini yurt dışında arıyorlar. Paraları oraya götürüyorlar. Ne kadar götürdüler bilmiyorum ama bu devletin onu bildiğini biliyorum.

Kaçış hazırlığı mı sizce bu?

Birden fazla neden olabilir? Yani tek başına bir kaçış hazırlığı dersek doğru olmamış olur. Dışarıda yatırım yapıyorlar. Yatırımlarını götürebilirler. Dışarıda yerleşmek isteyebilirler kendileri aileleri. Kendilerini orada daha güvenceli hissedebilirler. Paralarını, nakitlerini oraya götürebilirler. Yatırımlarını oraya kaydırabilirler. Bunlar olabilir. Normalde benim bildiğim bir insan kendi ülkesine yatırım yapar, kendi ülkesinin büyümesini, kalkınmasını sağlar. Dışarıdan yatırım yapacaksa, dışarıdaki yatırımlar içerideki yatırım arasında bir koordinasyon olması lazım. Elbette dışarıda da yatırım yapılmalı ama oradaki birikimlerin Türkiye'ye gelmesi lazım.

Haziran ayında 5’li çetenin size ulaşmaya çalıştığını duymuştuk. Aracılar gönderdiklerini, siz de Twitter hesabınızdan doğrulamıştınız. Bu durum hâlâ devam ediyor mu?

Yok hayır.

Aracılar kimlerdi?

O şimdi açıklanmaz. Ama yok artık kesildi o. Yani tweet'ten sonra kesildi.

Temel Karamollaoğlu, altılı masanın eski öneminin kalmadığını ifade etti?

Metni tam okumadım. Ama Temel Bey’in daha sonra yaptığı açıklamaları okudum. Şimdi orada kastettiği şu. Eski seçim yasasına göre artık oylar bir partinin hanesine yazılıyordu. Sonra değiştirdiler bunu. Artık oylar bir partinin hanesine yazılmıyor yani. Eskiden hani ittifak artık oyların getirdiği artı vardı. O artı ittifakın işine yarardı. İki taraf için de, sadece bizim Millet İttifakı için değil... Cumhur İttifakı için de ona yurt dışı oylar da eklenince bizim kaybettiğimiz milletvekilleri var. Onların kaybettikleri var. Bizim kazandığımız var. Onların da kazandıkları var. Şimdi seçim kanunu değiştirince artık oylar kalmadı. Dolayısıyla Temel Bey ona vurgu yapmak istiyor. Yoksa altılı masanın ne kadar önemli olduğunu Temel Bey biliyor.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'la görüştüğümüzde bir an koalisyon mutabakatına işaret etmişti. Gerek adaylığın açıklanması gerek bir ittifakın şekillenmesi için. Bir ön koalisyon mutabakatına siz nasıl bakıyorsunuz? Temel Karamollaoğlu, koalisyonun seçimden sonra yapılacağını söylüyor.

E seçimden sonra zaten yani seçim olmadan siz hükümeti nasıl kuracaksınız? Ancak seçimden sonra olabilir. Ama bugünden bizim yayınladığımız her bildiri aslında ittifakın bir anlamda. Ne diyorlar ona? Seçim şeyi mi seçim beyannamesi gibi bir şey yani. O hazırladığımız ve kamuoyuyla paylaştığımız altı genel başkanın imzaladığı. Seçim beyannamesi. Aynı zamanda bu ittifakın kendi içindeki tutarlığını gösteren vaatlerini gösteren iftira geldiği zaman neleri yapacağını kamuoyuna açıklayan belgeler bunlar. Bunları alt alta yazıp topladığınızda gayet güzel Türkiye için önü aydınlık bir program çıkıyor ortaya. Aynı zamanda. Bir hükümet programı taslağı da çıkıyor ortaya. Her görüşmenin böyle bir yararı var. Bir görüşmede diyelim ki ağırlıklı olarak ekonomiye almışsanız, bir başka görüşmede bürokrasiyi almışsanız, bir başka görüşmede parlamentodaki yapılanmayı bir başka görüşmeden anayasada ve meclis içtüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri almışsanız hepsini bir araya getirdiğinizde bir mantık bütünlüğü çıkıyorsa uygulama bütünlüğü çıkıyor ortaya. Bunu bütün altı lider onayladıktan sonra da altı liderin programı haline dönüşmüş oluyor. Bu ileride bize daha sonraki aşamalarda dil birliği de sağlamış olacağız. Yani hepimiz aynı şeyleri savunan liderler olacağız. Ben de aynı şeyi söyleyeceğim. Temel bey de, Meral Hanım da, efendim Sayın Davutoğlu da, Babacan da, hepsini dillendirecek. Gültekin Bey de hepimiz dillendireceğiz yani.

İktidar kanalından veya size muhalif olan kesimlerden Altılı Masaya en çok yöneltilen eleştirilerden birisi, ekonomi gibi bazı konularda liderlerin farklı şeyler söylüyor olması. Bir dağınıklık mı var?

Bizim açıklamalarımızı okusunlar. Okumadan konuşuyorlar. Eski alışkanlıkları üzerine inşa etmişler, siyaset alışkanlıklarını. Yeni siyaset anlayışı önce karşıdaki rakibin ne dediğini oturup iyice okumaktan geçer. İyi okumadan oturup konuşursanız doğru değil. Burada da iyi okumadıkları anlaşılıyor. Keşke bizim güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş metnimizi okuyabilseler. Keşke ondan sonra genel başkan yardımcılarının seçim güvenliği konusunda yaptığımız çalışmaları dinleyebilseler, okuyabilseler. Hepsinde bir bütünlük var. Ve gerçekten de bütün vidaları gevşemiş bir devlet yapısını yeniden inşa etmek istiyoruz. bir kurumsal inşadan söz ediyoruz biz. Ve bu kurumsal yeni kurumlar mesela kurulmasını istiyor, oluşturulmasını istiyoruz. Sıradan bir birliktelik değil bizim birlikteliğimiz. Onlar hala bunun farkına varmış değiller. Bozdukları Türkiye'yi, çarklarını bozdukları Türkiye'yi ne hale getirdiklerinin farkında bile değiller. Çünkü onlar başka şey düşünüyorlar. Halkı düşünmüyorlar. İktidar sahiplerinin şu anda tek düşündükleri kendi gelecekleri ve paraları. Başka bir şey düşünmüyorlar. Biz ülkeyi düşünüyoruz. Ülkenin yeniden inşası gerekiyor. Üniversiteleriyle, bağımsız kurumlarıyla eğitim sistemiyle, dış politikasıyla bozulan ve bugüne kadar hep Türkiye aleyhine sonuç veren ve Türkiye'nin büyük zararlar gördüğü bir anlayışı tümüyle değiştirmek istiyoruz. Dolayısıyla onlar bizi anlayamazlar. Anlamaları için düşünme, düşünmeleri lazım. Onların düşünmeye ihtiyaçları yok. Çünkü bir kişi düşünüyor. Akıllarını kiraya verenler siyaset yapamazlar.

İlk turda mı biter seçim? Altılı masanın adayı kazanır mı ilk turda?

Parlamento aritmetiği lehimize olur. Lehimize sonuçlanır. Bu tablo giderek kendisini gösteriyor. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi artık AK Parti'nin önünde gidiyor. Ve önümüzdeki süreç içinde bu biraz daha hızlanarak devam edecek. Parlamentoda da çoğunluğu alacağız. Millet İttifakı olarak çoğunu alacağız. Amacımız ki onu da gene altı lider bir arada belirleyeceğiz. Belli bir zaman dilimi içinde güçlendirilmiş parlamenter sistemi ayağa kaldırmak ve bozulan çarkları yeniden işler hale getirmek. Cumhurbaşkanlığını birinci turda alırız.

Parlamenter sistem için yeniden bir geçiş süreci olacak. Cumhurbaşkanının görevleri yetkileri, yardımcıları olacak mı? Altılı masada konuşuldu mu?

Henüz konuşulmadı ama konuşulacak. Bununla ilgili her parti kendi içinde şu anda çalışıyor. Altı parti de kendi içinde çalışıyor. Belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra partililer, liderler diyecekler ki 'biz hazırız artık bunu konuşabiliriz'... Dediklerinde masaya geleceğiz ve konuşacağız.

Sizin bu konudaki bir politikanız ne olacak? Ona dair hazırlıklarınız tamam mı? Onları açıklayabilir misiniz?

Biz de kendi içimizde şu anda görüşüyoruz, tartışıyoruz. Sadece milletvekilleri olarak değil, dışarıdan akademik çevrelerden de destek alıyoruz. Geçiş süreci nasıl olmalı? Bu süreç içinde neler yapmalıyız? Önceliklerimiz neler olmalı? İlk yayınlayacağımız kararnameler, diğerleri ne olmalı? Altı partiyi bir arada tekrar bir arada çalışacağız. Altı parti. Dolayısıyla altı partinin de öncelikleri, hedefleri ne olmalı diye biz böyle düşünüyoruz. Büyük bir olasılıkla diğer partiler de böyle düşünüyorlar. Onlar da bunun üzerinde bir çalışma yapıyorlar. Çalışmanın olgunlaşmasını bekliyoruz. Olgunlaştıktan sonra bir araya geleceğiz ve bunu da yine kamuoyuyla paylaşacağız.

Medyaya yönelik baskılar giderek artıyor. bazı sitelere erişim yasağı devam ediyor. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bir siyasal iktidar medyayı, korkutacak alan olarak görüyorsa gerçeklerle yüzleşmek istemiyor demektir. Çünkü medya, sizin güzel bir şeyiniz var hani; insanın köpeği ısırması haberdir diye... Medya siyasal iktidarın göremediği ama toplumsal çıkar açısından, siyasal iktidarın görmesi gereken olayı yazıyor zaten. Dolayısıyla medyanın varlığı en çok siyasal iktidarın işine yarar. Akıllı bir yönetim bunu böyle yapar. Bağımsız bir medya olur. Dolayısıyla benim hatamı rahatlıkla yazar. Ben de o hatayı tekrar etmem. Veya bir yerde olay olmuştur. O olaydan benim haberim yoktur. Medya süratle olayı almış, gündeme getirmiştir. Biz de süratle müdahale ederiz oraya. Yasaklar hiçbir siyasal iktidara artı kazandırmamıştır. Yasak. Bir siyasal iktidar açısından kaybetme sürecinin başlaması demektir. Yasak getiriyorsanız artık ben ülkeyi yönetemiyorum ve lütfen konuşmayın hatalarımı dillendirmeyin. Eksikliklerimizi dillendirmeyin. Yolsuzlukları dillendirmeyin, kayırmaları dillendirmeyin. Bu demektir yasak bu. Yasak başka niçin olabilir yani? Siz bir haber yapıyorsunuz ve doğruysa ve bu habere Beğenseniz de beğenmeseniz de gerçek acı da olsa gerçekle yüzleşeceksiniz. Medya siyasal iktidarın gerçekle yüzleştiği bir şeydir, bir alandır aslında. O alan ne kadar büyük olursa siyasal iktidar da o kadar rahat eder. Ama siz daraltırsanız, yasaklarsanız gerçekler bu sefer ne diyorlar böyle birbirlerine haber vererek? Fiskos yaparak. Fısıltı gazetesi. Fısıltı medyası olur. Fısıltı medyası ise bir iktidarın hiç istemediği medya mecradır. Ama oraya zorluyorlar yani.

Cumhurbaşkanı Erdoğan cemevlerini ziyaret etti. Sonrasında Hacı Bektaş'a gitti. Daha önce cemevlerine yönelik saldırılar vardı. Seçim amaçlı bir ziyaret mi sizce yoksa Erdoğan bir alevi-sunni çatışması çıkmaması için müdahale mi ediyor?

Eskiden cumhurbaşkanları zaten giderlerdi yani ben Ahmet Necdet Sezer'i biliyorum, bürokratken. Süleyman Demirel, Allah rahmet eylesin, giderdi. Erdoğan gelmiyordu. Bu sefer geldi. Olabilir yani. Ben oraya gitmesi topluma sıcak ve güzel mesajlar vermesi o iklimin atmosferine olarak mesajlar vermesi güzel bir şey yani. Herhangi bir karşıtlığım bir şeyim yok. Keşke sürekli olabilse. Biz eskiden Mevlana'ya da giderdik. Ben de giderdim oraya. O da gelirdi. Konuşmalar yapardı o atmosfere uygun olarak. Fakat ben konuşma yapınca bir sefer Mevlana'yı bıraktılar. Kılıçdaroğlu gelmesin diye. E olur yani. Tören de yapmıyorlar. Şimdi böyle bir garabet de çıktı ortaya. Anadolu kültürünü tarihsel derinliği içinde bizim topluma anlatmamız lazım. Toplumu anlatacak olan siyasetçiler o gün sıcak siyaset değil bir gelecek ufku çizmeleri lazım. Mevlana da olabilir, Ahi Evran da olabilir Hacı Bektaş Veli de olabilir. Bütün bunlar aslında siyasetçi toplumu kaynaştırma fırsatı veriyorlar. O alanları veriyor. Bu alanların siyasetçi tarafından toplumun barışması, kucaklaşması için mesaj vermeleri gerekiyor bu mesajların verildiği alan olarak güzellik olarak görüyorum yani. Öyle değerlendiriyorum.

Cumhurbaşkanının sizin SGK Genel Müdürlüğü'nüz üzerine yeni bir çıkışı var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben de arkadaşlara dedim ya o kadar çok hastane açtık, temel attık. 44 hastane, dispanser ve sağlık merkezi açılmış genel müdürlüğüm döneminde. Çıkarın dedim. Neyse orada arkadaşlar vardı. Onlar bazılarını çıkarmışlar. Hastane de var, dispanser de var. Mesela Türkiye'nin en büyük diyaliz merkezi var. Onu açtık. Bir sürü yer var yani böyle. Beni hayrete düşüren kendisinin bürokrasinin nasıl çalıştığını bilmemesidir. Ya orası zaten bağımsız bir kurum ve biz yatırım yapıyoruz. Türkiye'nin en büyük hastanelerini yapan zaten Sosyal Sigortalar Kurumu ve o gelenek benden önce de vardı. Benim zamanımda da oldu. Dediğim gibi Erdoğan dünyadan habersiz. Kendi iç dünyasında bir şeyler söylüyor. Ciddiye alınacak birisi değil yani. Bir şey daha ifade edeyim bakın. Bütün bunların tamamını ihalelerle yaptık. Bütün ihale dosyalarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonu'na götüren tek genel genel müdür benim bütün ihale dosyaları, o zaman tartışma olmuştu, KİT Komisyonu'nda. Ben de bütün ihale dosyalarının hepsini bir kamyona yükledik. Getirdik. Buyurun alın araştırın. Varsa bir kusurumuz çıkarın diye. Rapor verdiler. Bir şey yoktur diye, yoktur tabii. Zaten bir şey bulsalardı kıyameti koparırlardı.