Gazze sokaklarındaki sivilleri hedef alan İsrail'in insanlık dışı katliamı devam ediyor.Tüm dünyanın kanını donduran bu katliamın görüntüleri akıllara 2002 yılında yine İsrail'in Filistin zulmünü getirdi. 2002 yılında ikinci intifa sırasında da İsrail önce hava ardından da kara harekatına başlamıştı. Bu sırada iki Türk televizyon ekibi çatışmaları izliyorlardı. Ramallah'ta Arafat'ın kuşatılan karargahının hemen yanında bir binada saatlerce çatışmanın İçinde kalmışlardı. Bulundukları bina tanklarla vurulmuş, saatler süren çatışma sonrasında yanlarındaki birçok Filistinli öldürülmüş ve son anda Türk gazeteciler Mete Çubukçu, Mustafa Şap, Burak Ersemiz ve Talip Alpugan kurtulmuşlardı. Daha sonra İsrail askerleri tarafından çırılçıplak alıkonulan Türk medya ekibi, Bülent Ecevit'in bizzat devreye girmesiyle günler sonra zırhlı araçlarla bölgeden çıkartılmışlardı. Burak Ersemiz, o günlerde yaşanan ve bugünkü katliama benzer saldırıların dehşete düşüren görüntülerini sosyal medyaya paylaştı. İşte benzeri olmayan o görüntüler... ATV muhabiri olarak göreve giden Burak Ersemiz, İsrail'in bir kara saldırısı anında yaşadığı zor saatleri Sabah Gazetesi'nde yayınlanan tüyleri ürperten bir yazı ile anlatmıştı. İşte o yazı KARA HAREKATI : Herkesi otomatik silahlarla tarayan İsrail askerleri odamıza dayanınca can havliyle bağırdık: Ateş etmeyin... Biz asker değil, gazeteciyiz... Bomba sesleri çok tanıdık. Mermilerin duvarlardan sekişi ve vızırtıları gece 23.00...'te tüm binayı kapladı. Biz 6. kattayız; çatışma ise 3. katta. Tanklar binaya ateş ettikçe bize depremi anımsatıyor. Aşağıyı tahmin etmek zor değil. Gece görüş gözlükleri olan otomatik silahlı İsrail askerleri olanca güçleriyle kıstırdıkları Filistinliler'e ateş ediyorlar. Ayakta durmak mümkün değil. Uyuyabilmek ise hayal. İçinde bulunduğumuz bina ile Ramallah'taki birçok bina aynı durumda. Biz de diğerleri gibi ölümü bekliyoruz. Yani Mete, Mustafa, Talip ve üç Filistinli meslektaş. Neden mi? Zifiri karanlık. Ve askerlerin hareket eden her şeye ateş yetkileri var. Kimiz, niçin buradayız bilmeden tetiklerine çatışmanın stresiyle basacak bir parmak, bizi sonsuza dek susturabilir. KAPIMIZI TEKMELİYORLAR Kulağımı yere dayıyorum; tek bir odada tek nefes 7 kişiyiz. Sesler yakınlaşıyor, koridorları ve katları ağır ağır çıkan askerlerin postal sesleri kapıya yaklaşıyor. Alt katta çatışma sesleri hiç kesilmiyor. Ve anlıyoruz ki şimdi 4. katın iki ayrı büro kapısı patlayıcılarla açılıyor. Muhtemelen aralarında telsiz haberleşmesi var. Ve 5. kattalar. Onlarca askerin ayak sesleri 5. kattan 6. kata ulaşıyor. Kapıyı açık bırakmadık; çünkü bu yüzden aniden girecekler ve son, onların eline daha yakın olacak. İçeride zaman kazanmak için demir kapıyı kilitledik. Onlar demir kapıyla uğraşırken kim olduğumuzu anlatmak için zaman kazanabiliriz. Camların önünde duramıyoruz. Kameraları silah zannetmesinler diye alamıyoruz. Bekliyoruz. Sesleri dinliyoruz. Ve postalın demir kapıya attığı tekmeyle irkiliyoruz. Geri sayım başladı... Bulunduğumuz yerden odaya üç kapı var. Zifiri karanlıkta ayağa kalkıp gidersek kapı patlatıldığında ilk içeri girenin psikolojisi yaşam süresini belirleyecek. 20 yaşında bir parmak tetiğe basacak. Ve inanıyoruz ki, biz doğrusunu yapıyoruz. O kadar çok çatışma gördük ki, sona ne kadar yakın olduğumuzu biliyoruz. Var gücümüzle bağırıyoruz... Gazeteci olduğumuzu söylüyoruz; 'biriniz gelsin' diyorlar sonunda. Ama sesler mermilere karışıyor. Ve Filistinli Mahir kapıya gidiyor. Artık son saniyeler...İlk ses mermi değil; gencecik bir asker sesi. Terlemiş, yorgun, şaşkın, ama eli tetikte. Bizi tek tek dışarı çıkartıyorlar. Kapının önünde üç namlı arasında üstümdekileri çıkarıyorum. Üzerimde bomba, silah olmadığını anlıyorlar. Ve ikinci ince bir aramadan sonra eller duvarda teslim olmuşuz sanki. Hareket etmek yasak; konuşmak yasak. Çatışma bitti; önce sessizlik hakim oldu. Sonra bir dakikadan az süren seri bir atış... İki ayrı silahtan geliyordu sanki. Bunun anlamını hemen çözüyorum. Ama doğru tahmin ettim demem için birkaç saat sonunu beklemem gerekecek. METE 'CANLI KALKAN' OLDU Askerler, yandaki büroyu önce bize içimizden birine, Mete'ye açtırmaya çalışıyorlar. İrkiliyoruz. Mete canlı kalkan; bir kapıyı açıyor, ikincisi kilitli. O sırada bir başka asker duruma el koyuyor. Sanıyoruz daha tecrübeli ve kapı bomba atarla imha ediliyor. İçeriden bağırtılar geldiğinde bizi küçük bir odaya tıkıyorlar. Ve koridora sırayla 23 Filistinli polisi diziyorlar. Tek tek ve tamamen soyarak. Gözleri bağlanıyor, ellerine kelepçeler takılıyor ve çıkartılıyorlar. Yanımıza gelen bir asker binanın artık İsrail ordusuna ait olduğunu ve artık yapacağımız her şey için izin almamız gerektiğini söylüyor. Tuvalet izinle, sigara izinle, konuşmak, görüntü almak ise tamamen yasak. Tam 7 saat... Sokaklarda çatışmalar devam ediyor. Ve yan odamızda bir keskin nişancı sokağa bakarak vuracak adam ararken çayını yudumluyor. Ancak bir telsiz emriyle binayı terk ediyorlar. Artık kameralar çalışıyor. Alt katlara iniyoruz. Kapılar patlatılmış, her yer boş kovan dolu. Ve üçüncü kata gelince delik deşik duvarlar. Ağzına kadar açılmış kapının ardında bir ceset bu soğuğu yayıyor. 45 yaşlarında yerel polis kıyafetli ve kapıya o kadar yakın ki... Belli ki kapıyı açmaya gelmiş. Ama sol kulağından giren mermi şakağından çıkmış. Cebinden kimliği çıkıyor. Resmi bir kimlik, Filistin polisi olduğu belli. Ama öldürenler üst taramasını yapmamış. Terörle savaşıyorum diyen bir ülkenin askerlerinin öldürdüğü bir kişinin kimlik tespitini yapmadan gitmesi çok garip. Ve sağ tarafta yan yana dizilmiş 4 ceset. Kafaları delik deşik. 5 cesetin vücudu da sağlam. Kurşunlar kafalardan girip çıkmış. TERÖRE KARŞI TERÖR YukarIda aklıma geleni gözlerim bana kanıtlıyor. Çatıştılar, teslim oldular, silahlarını bırakıp kapıya yaklaştılar... Masum insanları terörizmin canlı bombalarıyla ölen bir ülkenin, İsrail'in, teröre karşı terörle cevap vermesi ne kazandırır? Daha çok canlı bomba ve daha çok masum İsrailli'nin acı çekmesini kazandırır. Yasegül Özdemir /Medyaradar.com