Kast ajansları “kast sistemi” kurmuş! Oyuncu piyasasında “oligarşi” mi var?
Medyaradar analisti Atilla Akar, menejer Ayşe Barım olayından hareketle adı geçen sektöre ilişkin izlenimlerini ve gözüne çarpan çelişkileri aktardı…
Efendim; bilumum oyuncu, artist piyasasında bir şeyler oluyor anlaşılan. Hem de ne oluş!.. Büyüğünden küçüğüne, ünlüsünden ünsüzüne bu piyasanın bütün unsurları şu anda çok tedirgin görünüyor. Nasıl tedirgin olmasınlar ki? Devlet 21 şirketin ilk defa üzerlerine gidiyor. Ancak bunların içinde ID İletişim ve Ayşe Barım’ın daha özel bir yeri olduğu anlaşılıyor. İddiaların çoğu onun ve şirketinin etrafında dönüyor. Ne derece gerçektir o ayrı konu. Lakin irin bir kez patlamış görünüyor arkası geleceğe benzer…
Kast Ajansları Bir “Kast” Oluşturmuş!..
İddialar ve tartışmalar muhtelif açılardan sürüyor. Ancak iddiaların ana odağını kimi yapım şirketi ve kast ajanslarının rekabeti ortadan kaldıracak ölçüde sektörü domine ettikleri, baskı uyguladıkları oluşturuyor. Bunların sektörde istemedikleri projeleri engelledikleri, kendilerine boyun eğmeyen oyuncuları dışlayıp işsiz bıraktıkları, genç oyunculara fırsat vermedikleri, vb söyleniyor. Kısaca iddialara göre kast ajansları Hindistan’ın katı “Kast sistemi” gibi bir sistem kurmuşlara benziyorlar!..
Bunlar kendi portföylerindeki belli bir oyuncu grubu dışında kalanlara hiçbir şans tanımadıkları, o yüzden diziler hep belli simalar etrafında döndüğü, onlarla ters düşmek durumunda o piyasada işinin rast gitmediği, dışlanıldığı, belli bir “kaymak tabaka” nın dönen imkân ve ranttan faydalandığı, ciddi mağduriyetler oluştuğu konuşuluyor. O kadar ki çoğu yeteneksiz ve yetersiz oyuncunun sırf bunlarla “iyi geçindikleri” için en iyi rolleri “Kaptıkları” söyleniyor. Tevekkeli değil bende bu kadar ucube, salak sepet dizi ve yeteneksiz oyuncu, birbirinin kopyası aptal diziler, konu fakiri senaryolar nereden çıkıyor diyordum. Meğer buralardanmış!..
İktidar Çabası Her yerde!..
Bizler “İktidar” deyince sadece siyasi iktidarı anlıyoruz. Halbuki iktidar hayatın her alanında var. Ancak bazen öylesine marazi köpürmelere varıyor ki o ölçüsüz hırsların, frenlenmemiş şımarıklıkların, baskın çıkma arzusunun nerelere varabileceğini göremiyorsunuz.
Hele de işin içine para, alanında güç olma arzusu, her şeyi denetleme arayışı, ego, kibir, vb gibi etkiler girince durum iyice vahim bir hal alabiliyor. Hatta bu anlamda belki de bildiğimiz manada “Kapitalizm” diye de bir şey yok. Kapitalizm dediğimiz şey insan hırslarının ve aç gözlülüğünün yoğunlaşmış, örgütlenmiş ve sistemleşmiş hali!..
Her Şeye Hakim Olma Güdüsü Tehlikelidir !..
Dizi sektöründen, sanatçılar aleminden fazla anlamam. Buralardan kimseyi de tanımam. Dizilerle -birkaçı hariç- aram fazla iyide değildir. (Zaten seyretmeye değecek fazla dizi de yok. O yüzden çoktandır yabancı dizilere sardım bende) Kalanları hanım seyrettiği için mecburen göz atar veya kulağıma çalınır. Lakin bir şeyden iyi anladığımı zannediyorum. O da alanı ne olursa olsun sınırlandırılmamış insan egosunun, her şeye hakim olma güdüsünün ne kadar tehlikeli olduğudur. O yüzden bilmem gerekmiyor. Hemen o elektriği alıyorum. Sezdiğim, hissettiğim de denebilir…
Dahası bu sadece dizi sektöründe, kast ajanslarında, artist aleminde, menajerlik sisteminde değil hemen her alanda böyledir. Sanırım burada “Bir şeyin kendisi olacağına belirleyeni ol”, “sahne önünde olacağına sahne önünde olanların ipleri senin elinde olsun” anlayışı geçerli olsa gerek. Artık o dakikadan sonra güç mü sana hakim olur sen mi güce belli değildir. Oyun buna göre kurgulanır!..
Bir “Skandal” a Dönüşen İddialar!..
Meğer bu alanda ne kuvvetli bir nefret birikimi varmış. Birden ufak bir dokunuşta patlamaya dönüştü. Neyse, işin hukuki yönleri beni ilgilendirmiyor. Kim suçlu kim masum ben karar verecek değilim. Medya üzerinden böyle yargı dağıtmaya da pek meraklı değilim. (Zaten bu konuda ilgili merciler kendi soruşturmalarını başlatmış görünüyorlar) O yüzden böyle bir iddiam yok. Bana göre suçu ispatlanana kadar herkes masumdur. Ancak kafalarda oluşan sorulara cevap aramamızı engellemez.
Neyse, ben sadece dile getirilen iddialar doğrultusunda piyasanın temel işleyiş mantığına dair aldığım kokuyu ve gözüme çarpan çelişkilere değinmeye çalışacağım. İşte bunlardan bazıları…
5 Milyon ABD Doları!..
Benim gibi gelirde rakam perspektifim 10’lar basamağını aşamamış ve hiçbir zaman TL bazında bile milyonu olmamış biri için bu rakamlar hayli çılgın. Nitekim Ayşe Barım'ın ünlü bir işadamından 5 milyon dolar aldığı iddiasını duyduğumda epey afalladım. Bu paranın şarkıcı Mert Demir’in eşcinselliğini kamufle etmek için Serenay Sarıkaya ile reklam aşkı yaşadığı imajı yaratmanın karşılığı olduğu söyleniyordu. Bu kişi eşcinsel mi değil mi beni hiç ilgilendirmez. Ama -şayet doğru ise- sahte bir aşk senaryosu düzenlenmesi ve kamuoyunu yanıltma çabası en azından “Etik” açıdan sıkıntılı duruyor.
Neyse, ilk tuhafıma giden şu oldu. 5 milyon dolar gibi “Deli” bir para ne demekti? Telaffuzunda zorlansam bile üşenmeyip oturdum hesapladım. Rakamla 177.519. 000 TL (Yazıyla Yüz yetmiş yedi milyon Beş yüz On Dokuz bin TL) ediyormuş. Nutkum tutuldu. O yüzden “Reklam aşkı” iddiasını belki “Olabilir” bulsam bile rakamı çok “Uçuk” buldum. (Acaba TL ile Doları mı karıştırdılar?) İnanılır gibi değil!..
Dolayısıyla burada iknaya zorlandığım bir “Anormallik” var. Olayın gerçekliğine gölge düşürüyor sanki. “Mantığa aykırı” bir durum. Böylesi basit bir şov için bu derece servet değerinde büyük bir parayı şayet aklını peynir ekmekle yememişse kimse – ne kadar zengin olursa olsun- vermez ve gereği de yoktur diye düşünüyorum. Lakin para, pul konularında ufkumun oldukça sınırlı olduğunu da itiraf ediyorum zaten. Şayet böylesi saçma bir durum için böylesi paralar verilebiliyorsa ben 30’a yakın kitabı olup da halen üç otuz paralara talim eden biri olarak bu dünyadan çekip gideyim en iyisi!..
“Kadın Hakları” ile Ne İlgisi Var?..
Birde şunu anlamadım. Olayın hemen ertesine yapılan kimi açıklamalarda herhalde Ayşe Barım ve Serenay Sarıkaya’nın kadın olmasından ve başarılı bulunmalarından dolayı “Kadın hakları” na, “kadın dayanışması” na vurgu yapılıyor. Ne ilgisi var? Özellikle onlar için söylemiyorum. Sadece “Prensip” olarak vurguluyorum. Kadın madın anladık da, atıyorum şirketin sahibi erkek olsaydı ya da bütün bunlar bir erkeğe isnat edilseydi “Normal” ya da “Mubah” mı olacaktı? Diyelim ki bir kadın yanlış yapıyor o zaman görmezden mi gelinecekti? “Vah zavallı kadın” mı denilecekti? “Haydi kızlar kız kardeşimizi savunmaya” mı olacaktı?
Kaldı ki bu olayda adı geçen kadınlar hiç de “Ezilen kadın” profilinde görünmüyorlar. (Evlere gündeliğe gittiklerini de hiç sanmam!) Kadınlar hatalı ya da suçlu bile olsa “Madem hemcinsimiz hadi savunalım” mı demeliler? Kadınların yanlış yapma ya da –varsa- suç işleme özgürlükleri mi var? Bu nasıl bir mantıktır? Kadın veya erkek cinsiyete göre değil sadece etik veya hukuki yönden yargılanabilir. Kadın veya erkek olmaları ne kendi başına suç ne de masumiyet karinesidir. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bu kadın hakları kavramını kötüye kullanmak değil de nedir? O zaman olay acaba bilinçli olarak saptırılmak için mi buralara çekiliyor diye düşünürüm.
Örneğin aynı ajansa bağlı oyuncu Bergüzar Korel Ayşe Barım hakkında ortaya atılan iddialara tepki göstermiş. Olabilir. Hakkıdır. O da “Kadını hedef alan zihniyet”, “Kadın dayanışması” gibi laflar etmiş. Korel, eğer sadece “Arkadaşımdır, dostumdur, hatta şirketimin patronu olduğu için savunuyorum” deseydi anlardım. Saygı duyar, “Aferin, zor anında arkadaşına destek çıkmış” derdim. Ama o da gene olayı kadına çekmiş. Oysa buradaki olayda Ayşe Barım kadın olduğu için hedefe konulmuyor. İddiaların içeriği bu değil.
Türk İstihbarat Tarihinin Efsane İsmi!..
Gene bu tartışmalar içinde dikkatimi çeken durumlardan birisi de şu oldu. “Kuşçubaşı Eşref” isimli bir sosyal medya hesabından söz ediliyor. (Bu isimli bir hesap halen duruyor) Burada belirtilen iddialara göre Ayşe Barım’ın elinde “Gizli görüntüler” bulunuyor. Bunların bir kısmının cinsel içerikli diğer kısmının ise uyuşturucu ve şiddet içeren görüntüler olduğu ileri sürülüyor. Demek ki bunların şantaj amaçlı videolar olduğu ima ediliyor.
Burada ilginç olan söz konusu hesaptaki tweetlerin Ocak 2017 yılında atılmış olması. Yani 8 sene önce. Burada Ayşe Barım A.B diye geçiyor. Daha ziyade “Gezi olayları” ndaki rolüne ilişkin iddialara değiniliyor. Fakat buradaki gariplikler şunlar. Türk istihbarat tarihinde bir efsane olan “Kuşçubaşı Eşref” in adını alan bu kişi kim? Hakikaten istihbaratçı olabilir mi?
Doğru ise bu bilgilere nasıl ulaştı? Elindeki bilgileri niye yetkili makamlarla, savcılıkla paylaşmadı? Ancak sıkıntı şurada, (Varsayalım ki tüm iddialar doğru olsa bile) internet ortamındaki aynı tarz iddialar üzerinden sonuç çıkartabilir mi? İddialar yabana atılır türden olmasa da buradan bir sonuç çıkmaz. Kanıtlanması gerekir. Aksi halde her isteyen istediği her kişi hakkında istediğini söyler. Acaba burada gecikmiş bir “İstihbarat operasyonu” mu kast ediliyor? Eğer öyleyse işin ucu bambaşka yerlere de gidebilir mi?..
Madalyonun Öteki Yüzü!..
Öte yandan bir de madalyonun öteki yüzü var. Denilebilir ki “Menejerlerin görevi zaten ne ki. Oyunculara projelerde rol ayarlamak, onlara yol göstermek, para kazandırmak, piyasa ortamında koruyup kollamak, vb değil mi?” Dolayısıyla Ayşe Barım ya da başka biri bunları yaptığı için suçlanabilir mi? Elbette öyle ve bu itiraz haklıdır.
Nitekim Yazar-Senarist Gani Müjde’de iddiaların hukuki bir dayanağı olmadığını savunarak, menajerlik mesleğinin doğası gereği bu tür durumların etik tartışmalara neden olabileceğini, ancak suç teşkil etmeyeceğini ifade etmekteydi. Müjde “Sevseniz de sevmeseniz de menajerler zaten kendi oyuncularına alan açmak için varlar." demekteydi. İlk bakışta gayet haklı bir itiraz.
Evet, prensipte doğru. Ancak ortada bir sıkıntı olduğu da anlaşılıyor. Yoksa bu kadar infial oluşmazdı. Burada sorun bu sınırların ne kadar zorlandığı, ne kadar kendine yontulduğu olsa gerek. “Ayşe Barım bunları yapmıştır” diyemem. Ancak edindiğim izlenim söz konusu piyasada sert rekabet trendinin normal sınırları zorlayıp, diğerlerini silmeye doğru yol aldığıdır. Kavganın esası buna benziyor. O yüzden asıl problem tekelleşme eğiliminde görünüyor. (Araya kıskançlıklar, çekememezlikler, düşmanlıklarda, vb girebilir tabii ki. Ya da ne bileyim rakip bir firma ya da yapımcının oltalamaları olabilir o başka!) Bundan zarar görenler isyanları oynuyor!..
Asıl Mevzu Tekelleşme!..
Anlaşılan, şayet bu tartışmanın bir faydası olacaksa o da “Tekelleşmenin Sakıncaları” nın fark edilmesi olur herhalde. Şayet piyasa “Hep bana” ya göre kurgulanacak ve bunun sonucunda “Biri yer biri bakar” olursa sıkıntı doğması kaçınılmazdır. Olaya bu açıdan baktığımızda bir tür rant ve pastadan pay kapma yarışı bile denebilir. Buradaki sorun hırsların boyu, egoların kapasiteyi aşmasına benziyor. Bunun önlemi nasıl alınır bilmiyorum ama bir şekilde alınmalı herhalde. Darısı diğer alanlardaki tekelleşmelerin başına!..
Türkiye’de bugün hemen her alanda bir “Tekelleşme” ve “Haksız rekabet” uygulamasına denk gelmeniz mümkün. O yüzden -adı geçen olay ve kişilerden bağımsız- çok daha büyük toplumsal bir olguyla karşı karşıyayız. Biraz palazlanan herkes bir diğerini silmeye ya da zapturapt altına almaya çalışıyor. “Büyük balık küçük balığı yutar” misali!..
Ortalık küçük “İktidar adacıkları”, “Mini faşizmler” ve dişi veya erkek “Hitler taslakları” ile dolu. Bunun bir parçası olarak oyuncu piyasası da kendi çapında bir “Oligarşi” oluşturmuş görünüyor. Tabii içlerinden kimileri ayrıca kendilerine özel “Tiranlık” da kurmak istemiş olabilirler o başka!..
Yaşananlar herkese ders ola!..
- 01. 2025