Karar yazarı Mehmet Ocaktan Medyaradar'a konuştu: Kimse Erdoğan sevgime ipotek koyamaz!
Karar Gazetesi Yazarı Mehmet Ocak’tan Medyadar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Ocaktan’ın medya ve siyaset dünyasına dair çok çarpıcı açıklamaları vardı.
Uzun bir aranın ardından hepinize tekrar merhaba. Bu haftaki
konuğum Karar Gazetesi Yazarı Mehmet Ocaktan. Ocaktan'la Akşam
Gazetesi ile başladık, Karar Gazetesi, medya ve siyasete dair pek
çok konuda iki lafın belini kırdık.
“Çizgim aynı, görüşlerim değişmedi” diyor. Kendisine yönelik
eleştirileri acımasız ve yanlış buluyor. Bu ülkede herkesi
yaftalamak moda oldu diye de ekliyor. Karar Yazarı Ocaktan’a
son dönemde kendisine dair yöneltilen eleştirilerin birçoğunu
sordum. Açık yüreklilikle yanıt verdi. ‘Karar Gazetesi Davutoğlu’na
yakın çizgide’ diyenlere yanıtı bir hayli ilginçti. “Eğer bir yere
yakın olmak ya da birinden yana taraf olmak gerekiyorsa bu kişi
Tayyip Erdoğan’dır” diyen Ocaktan, Akşam’dan gönderiliş nedeni ve
bu ayrılığın ardından muhalif bir görüş sergilediği yönündeki
iddialara da yanıt verdi. Bir de geçmiş dönemle ilgili
özeleştirileri vardı. Özellikle Ergenekon ve Balyoz süreciyle
ilgili sözleri dikkat çekiciydi. Şimdi ben aradan çekiliyor ve
sizleri bu çarpıcı röportajla baş başa bırakıyorum. Hepinize
güneşli güzel günler diliyorum…
RÖPORTAJ
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: ANIL ARI
Çiçeği burnunda yeni bir gazete olan Karar’da yazmaktan
mutlu musunuz?
Tabii ki mutluyum. Gazeteci bir gazetede yazmadan var olamaz.
1977 yılında gazeteciliğe başladım. Dolayısıyla o günden bu yana 4
yıllık milletvekilliğini saymazsanız hayatımın büyük bir bölümü
gazetecilik yaparak geçti. Mustafa Karaalioğlu ile Yusuf Ziya Star
Gazetesi’nden ben de Akşam’dan ayrıldım. Biz gazeteciyiz ve mutlaka
bir yerde olmalıydık, doğal olarak nefes alabileceğimiz yeni bir
medya organı gerekiyordu. İmkânlarımız olmadığı için doğal olarak
bir internet sitesiyle başladık. Ama esas amacımız her zaman gazete
çıkarmaktı. Çünkü bunca yıllık geleneksel gazeteciliğin ardından
sadece internet ile sınırlı kalamazdık, her ne kadar sektör
internete kaysa bile. 5 ya da 10 yıl sonra belki gazeteler
olmayacak. Ama şimdilik gazetelerin etkinliği var. Gazete bir
nüsha bile çıksa internet sitesine göre daha etkin. Mesela biz
gazeteyi çıkardıktan sonra internet sitemizin okunurluk oranı iki
üç katına çıktı. Bu tabii gazetenin etkinliğini gösteren bir şey.
Tabi ki yeni bir gazete kurmak zor iş. Ben aynı zamanda Yeni Şafak
Gazetesi’nin de kurucusuyum, Genel Yayın Yönetmenliğini yaptım.
Dolayısıyla bu tür deneyimlerimiz var.
Karar Gazetesi’nin finansmanını nasıl
karşılıyorsunuz?
Öncelikle imkânlarımıza göre davrandık, mesela kadroyu çok geniş
tutmadık. İnternet sitemizde çalışan 20-25 kişilik bir ekip vardı,
üzerine kadro ekledik. Gazetemizin sahibi milletvekilliğim
dönemimden, Bursa’dan tanışırız. Zaten yakındık, liman
işletmeciliği yapan bir şirketin sahibi. Bizim için elini taşın
altına koydu. Biz de onun imkânlarını dikkate alarak iyi bir iş
çıkarmaya çalıştık.
Tirajlarınız ne durumda?
Bir bayiden satış noktasında bir de abone sistemimiz var. Her gün
Kuran cüzü veriyoruz. Onun da tirajı daha ileriye götürdüğü
kanaatindeyim. Ama genelde 40-45 civarında bazen de 30-35 bin
civarına düştüğü oluyor. Artı 10 bin tiraj daha bekliyoruz.
“GAZETECİ KİMSEYİ
İTİBARSIZLAŞTIRMAZ”
Nasıl bir yayın çizginiz var?
Başından beri benim gazetecilik anlayışım bellidir. Hatta
Yeni Şafak’ı kurarken de belirli ilkeler belirlemiştim, haberin
tarafındaki gazete diye. Biz bu ülkede olup biten her şeyi
ekonomiden, siyasete, sivil toplum hayatından eğitime neyse haber
değeri taşıyan bütün unsurlara yer yermek. Ama hiçbir zaman
insanları mahkûm etmeden, onları itibarsızlaştırman, tanımlamalar
yapmadan bir gazetecilik yapmak. Hatta diyelim bir kişi ya da gurup
ile ilgili kimlik gurubu olabilir bir cemaat olabilir ya da halk
kesimleri olabilir onlar ilgili kullanacağımız sıfatları
yapacağımız tanımlamaları onların istemediği bir sıfatı yapmadan…
Geçmiş yıllarda ‘dinci gazete, gerici gazete’ tanımlamaları vardı.
O gurup kendisi ile ilgili böyle bir tanımlamayı istiyor mu?
İstemiyorsa biz yargıç değiliz, bir karar vermek durumunda değiliz
gazeteciyiz sonuçta. Doğal olarak insanları kendilerini istemediği
bir sıfatta kullanmamak gerekiyor.
“HERKESİN BİR HEDEFİ VAR VE DEĞERLER
YERLERDE”
Günümüzde bu dediğiniz sanki çok da
yapılmıyor?
Mesele ne biliyor musunuz? Haberi doğru vermek, insanları
yaftalamamak. Tabii günümüzde artık gazetecilik anlayışı bakımından
temel medya ilkeleri maalesef göz ardı ediliyor. Diyelim ki yargıda
bir karar verildi ya da iktidar bir şey söyledi. İktidarın icraatı
ile ilgili öyle bir tanımlama yapıyorsunuz ki neredeyse onu
bombalar gibi ya da yargı bir karar verdi. Yargıyı topa
tutuyorsunuz. Bu hiç olacak iş değil. Anayasa Mahkemesi Başkanı ile
ilgili bir başlık hatırlıyorum. ‘Kandıramazsın Zühtü’ diye. Şimdi
bir gazeteci böyle bir tanımlama yapmamalı. Bu gazeteciliğin temel
ve atik değerleri açısından kabul edilebilir bir şey değil. Bu
sadece bir kesimde değil, iktidarı destekleyen ya da iktidar
karşıtları açısından baktığımızda da aynı. Herkesin kendi hedefi
var ve orayı adeta yok edercesine itibarsızlaştırıcı bir dil
kullanılıyor. Bu doğru bir şey değil.
Karar Gazetesi dediğiniz türden, etik bir gazetecilik
yapabiliyor mu peki?
Biz bu tarz tanımlamalara gitmeden haberi düz ve doğrudan
veriyoruz. Yazarlar kendi yorulmalarını istedikleri gibi özgürce
yorumlayabilirler. Ama haberde ve başlıkta daha dikkatli bir dil
kullanmaya çalışıyoruz. Okuyucularımızdan da çok olumlu tepkiler
alıyoruz. “Nefes alabileceğimiz, yeni bir mecra doğdu” diyorlar.
Kimseyi itibarsızlaşmadan, hakaret etmeyen bir üslup ile gazete
çıkarıyoruz.
“İLLA BİR YERE AİT OLACAKSANIZ, ERDOĞAN’IN
GAZETESİ OLURSUNUZ”
‘Davutoğlu’nun gazetesi’ diyorlar, bu yeni mecra için.
Sahiden Karar, Davutoğlu’na yakın mı?
Şimdi eğer birinin gazetesi olmak gerekiyorsa Tayyip Erdoğan’ın
gazetesi olursunuz. Çünkü en güçlü siyasi lider, iktidarın
tepesinde Türkiye’yi yöneten tek isim o. Yani bir şey açısından
baktığınızda onun olmak gerekir.
“GÜL’ÜN GAZETESİ DEDİLER BU TUTMADI, BU
KEZ DAVUTOĞLU DEDİLER”
Peki, neden daha Karar, çıkmadan bu yakıştırma yapıldı.
‘Hocacılar’ diye adlandırıldınız?
Her şey söyleyebilirler. Bu artık ülkemizde moda oldu. Diyorum ya;
birilerinin yaftalamalarıyla hayatımızı devam ettiriyoruz. Sürekli
herkes bir şey söylüyor. Ama görüş alan yok. İlk çıkarken ‘Abdullah
Gül’ün Gazetesi’ de dediler. Hiç olmayacak bir şeydi. Sonra
baktılar tutmuyor bu kez ‘Davutoğlu’nun gazetesi’ dediler... Şöyle
bir şey, sonuçta buraya baktığınız zaman gazetenin kimliği ve haber
verme tarzından neyin ne olduğunu anlayabilirsiniz, bu çok zor
değil. Biz AK Parti’ye oy veren AK Parti çerçevesi içinde bir
gazeteyiz. O kesimlere genelde hitap ettiği kesimler açısından
baktığınızda bu AK Parti interlantı içinde değerlendirilmesi
gerekiyor.
“AK PARTİ KARŞITI BİR GAZETE
DEĞİLİZ”
Ama özellikle AK Partililer ve iktidara yakın gazeteciler
tarafından son zamanlarda çok sık eleştiriliyorsunuz…
AK Partililer tarafından eleştirildiğimize dair yorumunuz yanlış.
Sonuçta ben AK Parti’de milletvekilli yaptım. Sürekli AK Partili
çevrelerle iç içeyim. Zaten gazeteyi okuyanların büyük bir bölümü
de bu çevrelerden. Bugüne dek kimseden ‘Bu gazete AK Parti karşıtı
bir gazete’ tanımlaması duymadım. Gazete de zaten öyle değil. AK
Partiye gönül veren, oy veren insanlar esas olarak okur
kitlemiz.
Peki, ‘Davutoğlu’na yakın gazete’ yakıştırması niye. Bunun cevabını
hala alamadım sizden?
Davutoğlu dediğimiz kişi sonuçta AK Parti’nin genel başkanlığını,
başbakanlığını yaptı. Davutoğlu’nu AK Parti’ye genel başkan yapan
da Sayın Erdoğan’dır. Dolayısıyla ona oy vermemizi sağlayan, onu
genel başkan seçen de, dışişleri bakanı yapan da Erdoğan’ın
kendisidir. Dolayısıyla Davutoğlu AK Parti’nin dışında bir yerde
değil. Biz de sonuçta biz de bu çerçeve içindeyiz.
“İKTİDARLAR YANLIŞ YAPTIĞINDA ELEŞTİRMEK
GAZETECİLİKTİR”
Yine soracağım, peki neden eleştiri
alıyorsunuz?
Bizim farkımız belki de şu. Kimseyi kırıcı yaralayıcı bir dil
kullanmıyoruz. Bir de benim açımdan iktidarlar ile ilgili yanlış
yaptıkları zaman eleştiri her zaman olmalıdır. İster iktidarı
destekleyen gazete olur isterse farklı bakış açılarına sahip bir
gazete olur. Esas itibariyle gazetelerin ve medyanın genel anlamda
işlevi toplumun tepkilerini ve onların sorunları dile getirmektir.
Her şey güllük gülistanlık yazarsanız medyanın ve sizin bir
anlamınız olmaz. Ben 2005 yılında terör ile mücadele yasası
çıkarken Yeni Şafak Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeniydim. AK
Parti iktidarı döneminde o gün biz bir manşet attık. Orada bir
ifade vardı terör ile mücadele yasasında ‘silahsız terör örgütü’
diye. Bu ifadeyi tüm sivil toplumları, özellikle muhafazakâr sivil
toplum kesimleri karşı çıktılar dediler ki ‘yarın bir iktidar gelir
bir cami derneğini bile silahsız terör örgütü kapsamına alabilir.
Bu tehlikeli bir tanımlama yasa metninden çıkarılsın’ diye itiraz
edildi. Bir baktık ki iş yavaş yürüyor. Yeni Şafak’ta ‘Musolini
Yasası’ diye manşet attık. AK parti iktidarına karşı. Oysa Ak
Partiyi destekleyen bir gazeteydik. Bu şu demektir AK Parti’yi
desteklerseniz ona her türlü desteği verirsiniz ama eğer yanlış bir
icraat yapıyorsa ya da yanlış bir yasa çıkıyorsa bunu yazmak
medyanın görevidir. Aksi takdirde televizyonlara, gazetelere ve
digital medyaya ihtiyaç olmaz. O gün o yasa çıksaydı AK Parti
iktidarının icraatları açısından yanlış bir icraat olurdu. Partiye
de, bu ülkede yaşayanlar adına da, özgürlükler açısından da yanlış
bir karar olurdu. Yanlışa mutlaka doğru demek gerekmiyor. Bir
iktidarı destekleyebilirsiniz bir partiyi destekleyebilirsiniz ama
yanlış yaptığı icraatları desteklemek, ne güzel işler yapıyorsunuz
demek bence gazetecilik değil.
“GÖNDERİLMEMİZ NORMAL, ŞEKLİ
YANLIŞTI”
Ethem Sancak’a ait medya grubundan gönderilmenize dair
herkes bir şey söyledi, çeşitli iddialarda bulundu. Mustafa
Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ile birlikte aynı gün işlerinize son
verildi. Gerçek sebep neydi?
Gazetelerde yayın yönetmenleri değişebilir bu çok normal. Ben daha
öncede yayın yönetmenlikleri, yazı işleri müdürlükleri yaptım.
Mesela Yeni Şafak’ın sonraki patronları değil ilk çıkardıkları
patronları bana dediler ki biz bir yayın yönetmeni değişimi
yapacağız sen yayın danışmanı olarak ‘kal, keyfine bak. Kabul
etmedim, ayrıldım. Yani bunlar normal süreçler. Hürriyet’e bir
bakın, oradaki yazarların büyük bir bölümü neredeyse gazeteye yayın
yönetmenliği yapmıştır. Ama onun bir kurumsal kimliği vardır. Bir
dönem yayın yönetmenliği bazen yazı işleri müdürlüğü yapar sonra
yazarlık yapar. Ben şimdi gazetenin kurucuları arasındayım. Mustafa
Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert deöyle. Üçümüz de yayın yönetmenliği
yapmışız. Yazarlık yapıyoruz burada. Yine bizim arkadaşımız İbrahim
Kiraz yayın yönetmeni yaptık. Çünkü daha genç bir kuşak. Bir insan
hayatının sonuna kadar genel yayın yönetmeni olarak kalacak diye
bir şey yok. Bu tür değişimler normaldir ama bizim oradaki
değişimde biraz programlanmış bir kovma hadisesi olduğu için belki
çok fazla ses getirdi. O da şudur işte Karaalioğlu, Yusuf Ziya
Cömert ve benim aynı anda, aynı saatte, aynı dakikada işimize son
vermesi işin yapılış tarzı üslubu yanlıştır. Yoksa yayın
yönetmenliğinden değişmek başka birisinin yayın yönetmeni olması
doğaldır. Medyanın akışı içindedir. Ve olur. Bu güne kadar da hep
olmuştur. Bu biraz yapılış tarzı itibariyle şık olmadığı için
belki…
Ethem Bey’e kırgın mısınız?
Çok ilgilenmiyorum. Unuttum bile diyebilirim. Patron istediği kişi
ile çalışır istediği ile çalışmaz.
“ERDOĞAN BİR DÜNYA
LİDERİDİR”
Akşam’dan ayrıldıktan sonra Erdoğan’a muhalif olduğunuz
iddia edildi. Bu doğru mu?
Tabii ki yanlış. Bu neye göre kime göre öyle? Benim o dönemde
yazdığım yazılar da şimdi yazdığım yazılar da ortada. Bu nereden
baktığınıza bağlı! Tayyip Erdoğan bu ülkede siyasi anlamda hem
önemli büyük bir liderdir hem de AK Parti’nin kurucusudur. Bu
hareketi ortaya çıkaran en önemli isim ve hareketin temel taşıdır.
Bu işin bir hakikati, kim ne derse desin. Zaman zaman bazı şeyleri
eleştirebilirsiniz ama bu Sayın Erdoğan’ın bu hareketin lideri
olduğunu değiştirmez. Gerçekten siyasi atmosfer açısından
baktığınızda Erdoğan bir dünya lideridir. Şimdi bunu söylemek bu
hakkı teslim etmek başka bir şey değil.
“AK PARTİ’Yİ ELEŞTİRMEK AK PARTİ
DÜŞMANLIĞI YAPMAK DEĞİLDİR”
Zaman zaman eleştirel yazılarınıza ben de şahit oluyorum
ama… Bunu önceden yapmıyordunuz. Mesela Akşam’dayken!
Aslında AK Parti’nin 2002 yılında kurulduğu süreçten 2007’ye ve
2011’e gelene kadar böyle yazılar da yazdım. Eleştiriyor dedikleri
şey şu? AK Parti temel kuruluş ilkeleri anlamında 2011’e gelene
kadar gerçekten hem özgürlükler hem demokratikleşmede hem insan
hakları bağlamında devrim niteliğinde değişiklikler yaptı. Bunlar
geri alınmış haklar da değil. Ama şu anda genel bir algı var;
toplumun belli kesimlerinde. ‘Acaba AK Parti o ilk günlerdeki
demokratikleşme ve özgürlükler konusundaki devrimci kimliğini
kaybediyor mu?’ diye. Çünkü bazı uygulamalar bunu düşündürüyor.
Özellikle basın özgürlüğü ve tutuklamalar konusunda bu tür algılar
oluşmaya başladı. Böyle bir tabloda diyorum ki AK Parti gerçekten
bu ülkenin ekonomik ve demokratikleşme anlamında standartlarını
yükseltmiştir ama şuna hakkı yok. Böyle bir algı varsa geri dönüp
tekrar kendini kontrol etmelidir. Bu özgürlükçü ve demokrat
kimliğini asla kaybetmemelidir. Şimdi bu tür tereddütler var. Bu
tür tereddütleri gidermelidir diyorsunuz mesela cümlenin içinde. Bu
vay Bu AK Parti’ye karşı… Bu muhalefet ya da muhalif olmak değil
ki. Bu hareketi benimsiyorsunuz bu hareketin içinden diyorsunuz ki
şu tür davranışlar AK Parti’nin demokratik görünürlüğünü
pırıltısını azaltır. Bunu yapmamalı buna hakkı yok. Bu bir
eleştiridir. AK Parti’nin daha zenginleşmesini daha
demokratikleşmesini derinleşmesini sağlayacak içeriden bir
eleştiridir. Bunu bir karşıtlık ya da düşmanlık gibi göstermek
doğru değil… Sonuçta şu ayrı bir yerde farklı bir gazete kurduğunuz
zaman farklı bir duruş sergilediğiniz zaman bu çok her zaman
istenilen bir şey olmaz her zaman. Düşünün ben sabahları gazeteleri
alıyorum. Bizim gazeteyi de koyuyorum öyle başlıklar öyle şeyler
var ki. Diyorsunuz ki gazete medya böyle olmamalı.
“HERKES BİRBİRİNİN GÖZÜNÜ OYMAK İÇİN
YARIŞIRSA O ÜLKEDE YAŞAMAK ZORLAŞIR”
Sizin gözünüzde bir medya nasıl olmalı?
Hakaret olmasın, insanları incitici, insanları kimlikleri üzerinde
onları itibarsızlaştırıcı değersizleştirici bir yaklaşım olmasın.
Yoksa oturursunuz herhangi bir gurubu, herhangi bir siyasi partiyi
ya da kimlik gurubunu çatır çatır eleştirirsiniz. Özellikle
gazetelerin farklı siyasi kimlikler, farklı cemaatlerden tutun da
farklı toplum kesimlerine kadar bir gerilim ortamı yaratması,
kutuplaşmayı azdırıcı bir yaklaşımda bulunması, hepimize zarar
verecek bir şey. Herkes birbirinin gözünü oymak için sıra bekleyen
bir anlayış içerisinde olursa o ülke yaşanılır bir ülke olmaktan
çıkar.
“ERGENEKON VE BALYOZ’DA İYİ SINAV
VEREMEDİK”
Hiç özeleştiri yapıyor musunuz Peki? Karar’da uyguladığınız
bu anlayışı Akşam’da niye uygulamadınız? Çünkü bugün bahsettiğiniz
o dil ve üslup anlayışı orada pek yumuşak sayılmazdı.
Akşam zaten çok geçici bir süreçti. 1,5 yıla yakın kaldık orada.
Ergenekon ve Balyoz süreçleri ile ilgili mesela muhafazakâr kesimin
gazetelerinin çok doğru bir sınav vermediği kanaatindeyim. Gerçi
son dönemde eleştiri noktasında bir tavır çıktı ama o süreç
gerçekten hepimiz açısından yanlıştı. O dönem milletvekiliydim ama
ben de yazsaydım herhalde öyle yazardım, yani diğer arkadaşların
yazdığı gibi. İyi bir sınav veremedik. Neden? Balyoz ve Ergenekon
sürecinde evet Türkiye’nin darbeler konusunda belli sıkıntıları
vardı. Darbe girişimleri ve darbeler bu ülke demokrasisini yıllarca
yormuş ve demokrasinin zenginleşmesine ve derinleşmesine engel
olmuş bir vakadır Türkiye açısından baktığımızda. Balyoz sürecinde
300 küsur generali, subayı hapsini bir torbanın içine koyduğunuz
bir süreçten bahsediyorsunuz. Eğer bir darbe girişimi varsa, ki
bende olduğu kanaatindeyim fakat bu topu topu 5 tane generaldir,
5’i geçmez. Bunun dışında sonuçta askeriyede emir komuta zinciri
içinde yürüyen bir süreçtir. Ama siz bunun içine herkesi dâhil
ederseniz. Orada bir yanlış var demektir. Darbe süreçlerinden evet
Türkiye kurtulsun vesaire şeklinde yazılar yazmak doğruydu ama
oradaki esas tehlike herkesi aynı torbanın içine doldurarak mahkûm
etme anlayışıydı. Hiçbir hukuki süreç ile bağdaşan bir durum
değildi. O yüzden o noktada bir sınav vermede sıkıntı oldu.
“GEZİ SÜRECİ İLK BAŞTA ÇEVRE DUYARLILIĞI
İLE BAŞLADI”
İsmail Küçükkaya’dan görevi devraldıktan sonra Akşam’a
resmen neşter vurdunuz, birçok yazarın işine son verdiniz. Gezi
süreci vardı o dönemde. Hiç pişmanlık duyuyor musunuz
bundan?
Gezi sürecine şimdi dönüp baksaydık belki bütün kesimler daha
farklı değerlendirebilirdi diye düşünüyorum. Mesela başlangıcı
itibariyle gerçekten bir çevre duyarlılığı ile başlamış bir
süreçti. O konuda bir itirazım yok, o gün de bir itirazım yoktu,
şimdi de bir itirazım yok. Ancak sonrasında hem uluslararası
ölçekte hem de Türkiye içinde bir yapı oluştu. ‘Bütün dünya
bir araya geldi. Türkiye’yi yok etmek için böyle bir şey yapıyorlar
‘ gibi bir anlayış içinde değildim, şimdi de değilim ama arka
planda farklı sinsi planlar elbette vardı.
Peki, o isimleri kovduğunuz için pişman
mısınız?
Bakın her gazetenin bir yayın politikası ve çizgisi vardır. Gazete
üst yönetimi de gazetelerdeki editöryal yapıları her zaman
kendilerine göre çalışacak yapılardan oluştururlar. Bu çok doğal
bir şeydir. Kiminle gerçekten frekansların çok daha iyi uyum
içindeyse onlar ile çalışırsınız. Bunu tercih etmek bana göre bir
eksiklik ya da yanlış değil.
“AKŞAM’DA YAPTIĞIM OLAY YANLIŞ
DEĞİLDİ”
Gazete sizinle tek sesli hale gelmişti… Tek sesli ve farklı
görüşlerin olmadığı bir gazete mümkün mü?
Evet, gazete çok sesliliktir ama tekrar aynı cümleyi söyleyeceğim
dünyanın hiçbir gazetesinde, editöryal yapının başındaki hiç kimse
birbirine benzemeyen, herkesin ayrı telden çaldığı bir gazete
istemez. Bu dünyada da yok. Akşam’da gerçekten çok kadro şişkinliği
vardı. Gazetenin sahibi sizden ekonomik anlamda daha yönetilebilir
bir kadro istiyorsa, siz de bunu yapmak zorundasınız. Çalışanlardan
azaltma yaparsınız, yazarlarından azaltma yaparsınız o ayrı şey ama
en kolay iş çok fazla yazar varsa onları azaltırsınız. Bir de
‘Şunlarla daha iyi uyuşurum’ dediğiniz isimleri belirlersiniz,
onlarla çalışırsınız. Mesela birisi vardı onu mutlaka kalmasını
söylemişti bana Çiğdem Toker Ankara Temsilcisi. Hatta izne gitti.
‘İzinde düşün bizimle beraber tekrar çalışalım’ dedim. Dedi ki
‘Farklı şeyleri düşünüyoruz dolayısıyla hem benim açımdan hem sizin
açınızdan sıkıntı olabilir, ben ayrılayım’ dedi. Dolayısıyla biz de
göndermiş olduk. Şimdi işin başında söylediğim editöryal özgürlük
önemlidir ama bu yapıyı oluştururken de aynı frekansta olduğunuz
insanlar ile çalışma ilkesi de bu işlerde genel kuraldır. Benim
yaptığım da biraz oydu diyelim.
“KİMSE ERDOĞAN’A OLAN YAKINLIĞIMI YA DA
ONUNLA İLGİLİ DÜŞÜNCELERİMİ SORGULAYAMAZ”
Önceden aynı görüşte olduğunuz isimler vardı, şimdi
karşınızdalar. Örneğin kendilerine ‘Reisçiler’ diyen bir kesim
Karar Gazetesi’ni ve yazarlarını bir süredir hedef alıyor. Nedir bu
gerilimin sebebi?
Benim çoğundan haberim bile yok. Çok önemsemiyorum. Kimse benim
Tayyip Erdoğan’a olan yakınlığımı, onunla ilgili olan
değerlendirmelerimi yargılama hakkına sahip değil. Hele bu etrafta
dolaşan troller hiç değil. Çünkü ben Tayyip Erdoğan ile ilgili Yeni
Şafak Gazetesi’nde cezaevine giderken yazı yazmıştım. Bunu
cezaevinden çıkarken de yazı yazmıştım. Cezaevinden çıkarken
yazdığım yazıda ‘Artık siz Fazilet Partisi’nin şemsiyesi altında
kalamazsınız. Bütün Türkiye’yi kucaklayan bir parti kurmalısınız’
demiştim. Hatta milletvekili olduğumda bir toplantıda bu cümleyi
tekrar kendisine hatırlatmıştım. Ben o gün Tayyip Erdoğan ile
ilgili ne düşünüyorsam bugün de aynı şeyleri düşünüyorum.
“KİMSE ERDOĞAN SEVGİME İPOTEK KOYAMAZ,
BUNU TEST EDEMEZ”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sempatiniz hala devam ediyor
mu?
Elbette. O konuda hiçbir tereddüdüm yok. Gerçekten AK Parti bu
ülkede demokratikleşme anlamında devrim niteliğinde işler
yapmıştır. Türkiye’nin buradan geriye gitmesi beni endişelendirir.
Eğer burada AK Parti’de yöneticilerinde burada bir sıkıntı
görüyorsam bu demokratikleşme adımlarından geriye gitme endişesi
taşıyorsam bunu yazarım. Bunu yazmam, benim sevgimi birilerinin
test etmesi için vesile olmamalıdır. Kimse kimsenin sevgisine ne
ipotek koyabilir ne de böyle bir test edebilir.
Şu an etkisi azaldı belki ama kısa bir süre önce ülke
gündeminde adeta deprem etkisi yarattı, o nedenle sormadan
edemeyeceğim. Pelikan dosyası ile ilgili ne
düşünüyorsunuz?
Gerçekten çok önemsemiyorum. Son dönemde bu digital ve sosyal
medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte böyle bir yapı ortaya çıktı. Ama
AK Parti içinde bu genel başkan değişimi henüz izah edilebilmiş bir
şey değil. Sonuçta genel başkan değişebilir. Mesela 7 Haziran
seçimlerinden sonra bir kongre ile değişim olsaydı, pekâlâ herkes
bunu anlardı. 7 Haziran seçimlerinde başarısız oldu, 2011
seçimlerinde bu kadar oy almış şimdi seçimlerde de şu kadar oy
almış dolayısıyla genel başkan değişiminin doğal olarak yapılması
gerektiği söylenirdi ve herkes de bunu anlardı. Ama şimdi 1 Kasım
seçimlerinden yüzde 49,5 ile başarıyla çıkmış iktidara gelmiş bir
partiden söz ediyoruz. Bir arda durup dururken genel başkanın gidip
yerine yeni bir genel başkanın gelmesi çok izah edilebilir bir şey
değil. Bursa’nın değişik yerlerinden insanlar beni arıyorlar. Niye
değişti? Bilmediğimiz bir şey mi var? Diye, ben bilmiyorum ki, izah
edeyim.
Peki Davutoğlu’nun siyasi geleceğini bu saatten sonra sizce
ne bekliyor?
Türkiye’de siyasetin yarını için hiç böyle matematiksel hesaplar
tutmaz. Yarın bir bakmışsınız hiç kimsenin hesap etmediği bir isim
Türkiye siyasetinde farklı bir pozisyonda çıkabilir karşımıza. AK
Parti’den de olabilir başka partilerden de olabilir. Bunu şunun
için söylüyorum Sayın Davutoğlu bugün kendi köşesine çekildi
kendisi bir milletvekili, oturacak kendi işine bakacak. Bir tane
yeni kitabı çıktI. Ama yarın ne yapar bilemem.
Sizce lider olarak Davutoğlu’nu mu yoksa Yıldırım’ı mı
beğeniyordunuz?
Sayın Davutoğlu AK Parti misyonundan ve İslamcı misyonundan gelen
bir isim, bir akademik kariyeri var. Sayın Erdoğan’a danışmanlık ve
Dışişleri Bakanlığı yapmış çalışkan ve dürüst bir kimliği var
toplum nezdinde. Bu zaman zaman farklı siyasi kişilikleri ile
ilgili eleştiriler özellikle akçeli konularda eleştiriler
görebiliriz. Davutoğlu için bu anlamda temiz bir kimlik ve temiz
bir isim söz konusudur. O bakımdan tabiî ki bu hareketin geleceği
açısından ben önemli bulmuştum Sayın Davutoğlu’nun gelişini. AK
Parti’nin değişim ve dönüşümünü bir takım yorgunlukları, bir takım
yıpranmışlıkları daha sağlıklı bir değişimle AK Parti’yi geleceğe
taşıyabilecek bir isim olarak görmüştüm halen de öyle görüyorum ama
bunun siyaseten bir imkânı yok. Sayın Davutoğlu artık genel başkan
değil. Yaşı genç daha geleceğin ne olacağını ne getireceğini
bilemeyiz. Zatin şu anda AK Parti’nin şu anda bir genel başkanlık
sorunu filan yok. Binali Yıldırım da son derece çalışkan bir
isim…
Medyayı nasıl buluyorsunuz. Sizde en büyük sorun nedir
medyada?
Medya patronlarının devlet ile ekonomik anlamda hiç bir irtibatı
olmamalı. Eğer gerçekten editöryal özgürlük ki en çok önemsediğimiz
konular arasında yer alıyor, bir medya özgürlüğünden söz edeceksek
bir defa medya patronlarının gerçekten siyasal iktidarların
yönlendirmesine açık olmamalıdır. Bunun içinde medya patronlarının
bu tür devlet ile iş ilişkisi anlamında bağı olmamalı. İhaleler
alan medya kurumları devletten farklı iş konularında da ihale alan
bir medya patronu varsa doğal olarak bu medya özgürlüğünü
engelleyen bir taraftır.
“BASIN ÖZGÜR, İNSANLAR KENDİ KENDİNE
OTOSANSÜR YAPIYOR”
Basın özgürlüğü konusunda ne düşünüyorsunuz?
Herkes istediği gibi her şeyi yazabiliyor basın özgürlüğü
açısından. Sayın Erdoğan’ı çok sert şekilde eleştiren gazeteler,
yazarlar var. Bunları da yarın sabah kalkıp cezaevine atmıyorlar.
Herkes istediğini istediği gibi yazıyor. Bu anlamda bir özgürlük
sorunu yok. Ama bir şey var. İnsanlar belki kendi kendilerine çok
fazla otosansür uygulamak zorunda hissediyorlar.
Bu onların suçu mu?
Bu temel bir sorun. Ama bunu çok tanımlayıp tarif ederek bunun
suçlusu şudur demek ne kadar doğru olur bundan emin değilim. Belki
bütün medya kurumları olarak medyada yer alan yazarlar, çizerler,
yorumcular, herkes kendini yeni baştan kontrol etmeli. Gezi
sürecinin belki de Türkiye’deki kırılmaları tetikleyen
unsurlarından birisi buydu. Bazı yazarlar, yorumcular evet o süreci
eleştirebilirsiniz iktidarı yaklaşımını da eleştirebilirsiniz ama
öyle bir dil kullandılar ki o dil asla medya özgürlüğünün bir
göstergesi olamazdı. Gerçekten çok ağır hakaret içeren bir yaklaşım
tarzı vardı. Bence medya açısından bu da sorunlu bir alandır. Evet,
eleştiri var eleştiriyi sonuna kadar yapmak durumundayız ama eğer
bu hakaret noktasına varan yazılar yorumlar varsa bundan
vazgeçilmeli.
İktidarın medya üzerinde bir baskısı var mı
sizce?
Bir defa hiçbir iktidar, hiçbir gazeteye “Şu yazarı at şunu, çıkar”
demez. Böyle bir yöntem yok. Daha önceki dönemde nadiren belli
isimler için böyle söylenmiş olabilir ama ben şu anada kadar işini
kaybeden gazeteciler ve yazarlar ile ilgili siyasi iktidarın böyle
bir telkinde bulunduğu kanaatinde değilim. Patronlar bunu doğal
olarak böyle hissederler. Bunu böyle yapma gereğini kendilerini
zorunlu hissedebilirler. İlişkileri onu gerektiriyor olabilir. O
yüzden her zaman benim söylediğim bir şey var. Gazetelerdeki
editöryal yapı ile yazarlar ve patronlar bir konsensüs
sağlamalıdırlar. Ne patron her şeyi ben veriyorum benim istediğim
olmalı diyebilmeli ne de editöryal yapı herkesi biçen bir yapı
olmamalıdır. Yazarlar ve yorumcular da ben yazıyorum kardeşim bana
kimse bir şey diyemez, aklıma her geleni yazarım diyememeli. Bunu
hayatımızın hiçbir yerinde yapamıyoruz. Sonuçta sokakta toplumda
bizi belirleyen bir takım kurallar var. Kardeşim şu emniyet
şeridini kullanmayacaksın diyorsa trafik ben kullanırım benim canım
böyle istiyor diyemeyiz. O kural konulduysa mutlaka bir gerekçesi
vardır. Özet olarak şunu demek istiyorum medya patronları da
siyasal iktidarlarda herkes kendi işini yaparsa sonuçta ama yazar
ve yorumcularda kendi üzerlerine düşen sorumluluklarını yerine
getirirlerse biraz daha herkesin yaşayabileceği herkesin daha rahat
bir nefes alabileceği bir medya ortamı oluşur. Ama bu hepimiz için
bir görev ve sorumluluktur.
Çok teşekkür ediyorum bu güzel röportaj ve bana vakit
ayırdığınız için…