08 Tem 2010 10:32
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:27
KARAMEHMET AKŞAM'A GENEL YAYIN YÖNETMENİ YAPARKEN NE İSTEDİ?
Akşam Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya Medyaradar'ın usta röportajcısı Ahmet Tulgar'a çok önemli açıklamalar yaptı.
"Şimdi top bizim sahamızda, benim iyi olduğum sahada."
İsmail Küçükkaya genç yaşta Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni oldu. Gazetesinde ne yenilikler yaptığını, daha neler yapmak istediği heyecanla anlatıyor. Birkaç gün önce Eyüp Can’ı da Radikal’in başına geçirdiler. Medyada bir gençleştirme operasyonu mu yapılıyor, ne? Yoksa yaşları genç ama dünya görüşleri, siyasi tavırları geleneksel, alışıldık, sistem içi genç adamlar sırf fiziki performansları daha yüksek olur, daha çok çalışırlar, daha hırslı olurlar deyip bir işletmeci taktiği mi uygulanıyor? Küçükkaya’ya bunu da sordum.
- Sen çok genç genel yayın yönetmeni oldun. Nasıl gelişti bu süreç? Hissettin mi olacağını, bunu sana hissettiriyorlar mıydı?
Tabii bizim koşullarımız özgündü, kendine özgü yapılardan geliyorduk. Ben bu grupta 10 yıldır çalışıyorum, şimdi 11’inci yıla giriyorum, oradaki bütün kademelerden geçmişim, kendim de günün birinde Akşam’ı yöneteceğimi hissediyordum. Yönetimden de hissediyordum, günün birinde bu gazete bana emanet edilecekti. Bunun zamanlamasını tabii ki birçok etken belirleyecekti. Doğrusu benim beklediğimden daha önce geldi.
- Peki, hangi etkenler devreye girdi?
Bir kere ekonomik kriz çok önemli etken oldu orada. Ekonomik kriz bizim gazetemizi çok etkilemişti. O günün koşullarında çok sayıda radikal karar alınması gerekiyordu. Bence en belirleyici etken o olmuştur.
- Serdar Turgut uygulayamaz mıydı o radikal kararları?
Valla, Serdar Turgut da 4,5 yıl bizim gazetemizi yönetti. Fakat patronajın kafasında belirli dönemlerde yönetim modeli değişebilir. Önceki dönemde gazetenin ve bütün grubun anlayışı büyüme hedefliydi. Fakat ekonomik kriz böyle vurunce biz farklı bir modele ve yapıya dönmek zorunda kaldık.
- Neydi o model?
O model gazeteciliğin çok daha etkin olmasını öngören, aktif haberciliğin etkin olmasını öngören ve bununla birlikte de muhabir odaklı gazeteciliğin öne çıkarılması gereken bir modeldi.
- Serdar daha yazar odaklı bir gazete hedefliyordu, öyle mi?
Serdar starlık müessesesine inanıyordu. Medyanın star yazarlar üstünde yükselmesini düşünüyordu. Bu bizim bir önceki dönemde gazetemize katkılar yapmış bir modeldir. Ben de muhabirlikten gelen biri olarak gazetenin İstanbul’unu, Ankara’sını, patronajını da tanıyan, orada tabii şöyle bir şey vardır, patronajı gazeteye para koyması konusunde ikna etmeniz de gerekiyor, öyle bir dönem, çünkü şartlar hani öyle bir hale geldi ki şartlar ilan ve satış geliri ile çarklar dönmüyordu, bu bütün gazeteler için böyle, orada bir takım fedakârlıklar gerekiyordu, galiba onlar da biraz etkili oldu.
- Serdar para isteme barutunu tüketmişti artık herhalde. Senin gelişinle yazarlarda bir huzursuzluk oluşmadı mı?
Benim o dönemde hiçbir şartım olmadı. Bir tek şartım oldu. Yani bana bu teklif edildiği zaman. Ben sadece kendi adıma da hiçbir talepte de bulunmadım. Maddi manevi. Sadece Serdar Turgut’un gazetede kalmasının sağlanmasını ve bunun için de ne gerekiyorsa fedakârlık yapılmasını şart koştum. Bir tek Serdar Turgut. Ve patron da elinden gelen fedakârlığı gösterdi orada.
- Serdar Turgut ayrılırken ne dedi sana?
Bana telefon açtı. "Çok acil seninle bir kahve içebilir miyiz" dedi. Ben de "tabii" dedim. Bebek’te bir kafede buluştuk. "İlk önce sana söylemek istiyorum" dedi. "İlk sana söyledim" dedi. "Senden hemen sonra Oray’ı aradım" dedi. "Oray da gelecek" dedi. Biz sabah saatlerinde buluştuk Serdar Turgut ile, benden hemen sonra Oray’ı da aradı, Oray’la da konuşmak istedi. Benden hemen sonra da, 12.30’da Mehmet Emin Karamehmet’e gidiyordu. Hani ona vedalaşmaya gidiyordu. Ama istifa dilekçesini bana verdi Bebek’te sabah saatlerinde. Giderken de söylediği "tek sebep mali koşullar". Orada aslında tabii ben tek şeye üzüldüm, Serdar Turgut bir gün bizden gitmesi için onu alacak olanın çok iyi paralar vermesi gerektiğine inanırdım ben, öyle bir şey olmadan gitti.
- Yani maaşı artmadı mı?
Aynı maaşa gitti diye biliyorum. Bana söylediği çok çok küçük, sembolik bir şeyle gittiğiydi. Yani bana söylediği, sembolik bir artışla oraya gittiğini söyledi. Aslında Serdar Turgut’un peşine bir buçuk, iki sene önce düşmüşlerdi. Ama o tarihlerde transfer parası filan vardı. Transfer parası olmadan almış oldular. Çok acımasız bir rekabet ortamındayız hepimiz, benden birisini alacaksa onun bedelini ödesin, mümkünse çok yüksek paralar ödesin diye bekliyorum ben. O olmadı orada, ama maaşıyla gitti.
- Genç bir yayın yönetmenisin ve bu gazetede başarılı olman senin kariyerin açısından önemli. Ama bir yandan da gazetenin mali sıkıntılarından söz ediliyor. Bu seni zorlamıyor mu?
Geleli 20 ay oldu. 20 ay, ben zaten hayatımda gazeteciliğin dışında, benim hayattaki aşkım gazetecilik, bütün gücümüzü bu şeye verdik, her gün kriz yönetimi uyguladık ve Akşam’ın da tabii güçlü bir kurumsal yapısı var, dolayısıyla o krizden şimdi çıkıyoruz biz, bütün ekip arkadaşlarımın katkısıyla, oradaki emektarların büyük katkısı oldu, çok fedakârlık yaptılar, şimdi düzlük göründü, tünelin ucunda bir şey gördüğümüz bir dönemdeyiz ve sağolsun yönetim de bu konuda destek veriyor, çok zor bir dönem tabii, ayakta kalma mücadelesiydi ama biz bunu gazetecilikle yaptık, dikkat et, 20 aydaki etkili bir medya analistinin 20 aydır Akşam’ın bütün manşetlerine bakmasını tavsiye ederim, bir tek gün internette, bir tek gün çeşitli televizyonlarda önceki akşam başka gazetelerde olan manşetle çıkmadık biz. Hep özel haber, özel manşetler.
- Ne mesela Akşam’ın yayın politikası? Serdar Turgut döneminde mesela Türkiye’de yükselen milliyetçilik gazetenin sayfalarına yansıyordu. Gazete bir ara o dalganın üstüne oturmak istedi. Akşam’ın yayın politikasında neleri değiştirmeyi hedefledin?
Ben ilk başta şunu söyledim. Akşam ilk başta gerçekten Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tarafsız gazete olsun istedim ben. Tarafsız. Yani bazen fikirlere taraf olursunuz ama partilere taraf olamazsınız, taraflara taraf olamazsınız. Haberde korkunç bir özgürlükçü alanı yarattık biz. Yani olayın hangi tarafta olduğuna bakmaksızın gazetecilik ilkeleri içinde elde edilen bütün haberlere, içeriklere gerekli saygıyı gösterdik biz. Tamamen tarafsız bir yayın politikası izledik. Bizi hiçbir yere konumlandıramazlar. İdeolojik olarak, siyaseten elbette benim fikirlerim var, siyasal yaklaşımlarım, görüşlerim var ama onu gazeteye hiçbir şekilde yansıtmadık biz. Yani iktidara karşı da, muhalefete karşı da, devletin çeşitli kurumlarına karşı da yani sırtını biraz böyle halka dayayan bir gazete. Toplumsal muhalefet yapmaya çalıştık. Bizim dönemimizde savrulma olmadı. Yani Akşam gazetesine baktığı zaman bir manşeti attığında "neden o manşeti attı" diye kimse düşünmez, "bunlar bu manşeti attıysa doğrudur, onun için o manşeti atmışlardır, haberi öyle görmüşlerdir" diye düşünüyorlar, bence en önemli şey bu. Yeni dönemde bir de ne oldu? Muhabirlerin yıldızlaştığı, Akşam’da bir onun görüyoruz, muhabir odaklı, haber odaklı gazeteciliği, yazarlarımızın da önünün açıldığı, ama şöyle, sahaya inilmeyi teşvik eden, sadece bakın işte Oray Eğin gitti işte, Kılıçdaroğlu ile görüştü, ondan önce işte ekimizdeki Başak Sayan’la görüştü, geçen hafta Serdar Akinan Diyarbakır’a gitti, üç dört gün onu yazdı, yani böyle bütün yazarlarımızı teşvik ediyoruz biz.
- Ama bu saydığın isimler, işte Serdar Akinan filan da dahil olmak üzere, Atılgan Bayar, Gürkan Hacır filan biraz böyle Ergenekon soruşturmasını önemsiz addeden, CHP ya da statükoya yakın isimler değil mi?
Şimdi bizim yazarlarımızın içerisinde her görüşe ait insan var. Yani ben ona çok dikkat ettim. Ama gazetenin gerçek kimliğini gösteren şey onun manşetleridir. Şimdi ben yine buradan açık duyuru yapabilirim, 20 aydır Akşam gazetesinin birinci sayfalarına bakılsın, birinci sayfalarında kim ne kadar manşet olmuş, iktidarı ile muhalefeti ile, onu kendi iç mekanizmam ölçüyor benim, ayrıca sadece birinci sayfada değil, bütün gazetenin genelinde de ben bunun Batılı standartlarda bir ölçü olduğuna inanıyorum, bizde iktidar partisinin, muhalefet partisinin ya da ilgili bütün güç odaklarının da yaklaşımlarının haberleştirildiği ama haber olmak kaydıyla bir yayın çizgisi izliyoruz biz, dolayısıyla haberde mutlak tarafsızlık.
"Kendisini yıldız yapmak istemeyen, kurumsal sadakatini önplana alanlar konusunda acaip güzel yeni bir süreç başlıyor Akşam’da."
- Ama mesela Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor, işte bu açılım süreci ilan edildi ve birkaç gazetede bu sürece muhalefet eden çok sert yazılar çıktı ve Akşam da bu gazetelerden biriydi.
Akşam gazetesi attığı manşetler ve yapığı haberlerle açılım sürecini en başarılı, en kritik, en belirleyen gazete olmuştur. İhsan Arslan röportajı, Ömer Çelik röportajı, o güne kadar hiç konuşmamışlardı, ben gazetenin genel yayın yönetmeniyim, ben "açılımı destekliyorum" diye yazı yazdım.
- Nagihan sizin gazetenin parlayan muhabir-yazarlarından biri. Sen nasıl buluyorsun? Başka böyle gençler çıkacak mı?
Akşam’da hep onu yapmaya çalışıyoruz. Ankara’da Çiğdem Toker ve Özlem Çelik diye iki arkadaşımız çok iyi, mesela önümüzdeki kısa süre içinde Ankara temsilcimizi atayacağız, yine piyasada "bravo, gerçek bir gazeteciyi temsilci yaptılar" diye yine bize olumlu yorumlar geleceğini tahmin ediyorum. Yani bunu Ağustos ayı içerisinde gerçekleştireceğiz, öyle düşünüyoruz, bunun dışında iç siyasette, dış siyasette çok iyi fikirlerimiz var, yeni yazarlar, yani daha doğrusu gazetede varolan arkadaşlarımızın kendi üretimlerini yapabilmeleri ve bunları gösterebilme konusunda müthiş değişikliklerimiz de olacak önümüzdeki süreçte. Yani Akşam’da şunu yaptık, hiçbir sınırlandırma koymadan, hiçbir komplekse kapılmadan çalışan ve içerik sağlayan ama kurumsal sadakate inanan, tabii bir kurumda 11 yıl olunca, kurumsal sadakat çok önem kazanıyor, ben 11 yıldır bu kurumdayım, Akşam gazetesindeyim, yani kendisini yıldız yapmak peşinde olmadan, kurumsal sadakatini önplana alanlar konusunda acaip güzel yeni bir süreç başlatıyoruz. Çünkü biz ikinci yıla giriyoruz şimdi bir adım daha ileri gidiyoruz. Akşam gazetesinde birinci amacım şuydu benim, bir kriz yönetimi uyguluyoruz, oradan çıkmak, ayakta kalmak, bu uzun sürdü biraz doğru, şimdi 20’nci ay, yavaş yavaş çıkıyoruz artık. Birinci amacım benim gazeteyi çok etkili hale getirmekti. Yani ben istedim ki, hiçbir siyasi, hiçbir kurum, hiçbir büyük kulüp, yani spor kulübü, hiçbir büyük işadamı Akşam’ı görmezden gelemez, hiçbir ilanveren, hiçbir reklam ajansı Akşam’ı görmezden gelemez, yani Akşam’ı etkin hale getirmek istedim, yani Akşam’ı kendi kadrajına almayanların kaybedecekleri bir algı yaratmak istedim. Bunu da çok çok önemli oranda başardığımız düşünüyorum. Şimdi yeni süreçte amacımız şu: Gazetenin kurumsal olarak yatırım yapması ve büyüme potansiyelini değerlendirmesi. Büyük bir fırsat var şu anda Türk medyasının önünde, önümüzdeki beş yıllık perspektif çok olumlu gözüküyor ve dolardaki yani kurun mevcut pozisyonu, gazete fiyatlarının kompozisyonu ve medyanın kendi içerisindeki dağılımını görünce gazetenin şatışından da kâr elde edilebilecek dönemdeyiz, ilan potansiyelinin de yüksek olduğu dönemdeyiz, siyasetin çok konuşulacağı bir dönemdeyiz, yani top bizim sahamızda, benim iyi olduğum bir sahada, ben bunu iyi değerlendirmek istiyorum.
- Politik olarak kendi gazeteciliğini daha mı iyi buluyorsun diğer gazetelerin genel yayın yönetmenlerinden, yani haber alma anlamında?
Ben şöyle düşünüyorum, siyaseten biz şu anda Türkiye’nin en etkili gazetesiyiz.
- Bunu neye dayanarak söylüyorsun?
Şuna göre: Siyasete ilişkin önemli göstergeler vardır. Tahmin. Belli dönemlerdeki attığınız manşetler, onların geri dönüşleri ya da size yönelik talepler siyasetten, iktidarı ile, muhalefeti ile ya da belli okumalarınız vardır, bu da doğal aslında, ben Ankara’dan en yeni gelen genel yayın yönetmeniyim ve oradaki bütün siyasi partilerle yakın ilişkisi olan, yani bugün hem Ak Parti ile görüşen, hem CHP ile, MHP ile görüşen çok az sayıda gazeteci ve yayın yönetmeni var, hepsi de bilir ki ben tarafsız bir gazeteciyim, bu bizim için önemli bir gösterge. Bütün muhabir arkadaşlarım benim Ankara’daki çok iyi, haber alma sezgileri çok güçlü, bakın bir tane örnek vereyim, bugün ayın kaçı, 5 Temmuz, Türkiye’deki bütün gazetelere bakın, Bahçeli’nin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Güneydoğu’ya geziye çağrıldığını ve onun tarafından reddedildiğini yazan bir tek gazete biziz. Bunun gibi. 3 gün önce bir sayfa yaptık biz, Taraf gazetesinde de bayağı detaylı verdiler ertesi gün de "Akşam gazetesinin özel haberi" diye, bütün basında vardı, bütün basında A’dan Z’ye, polisin Halkalı bombacılarını önceden takip ettiğini, görüntülerini biz ele geçirdik, tam sayfa yaptık, yani polisten magazine, spordan, işte Adnan Polat ile görüştük, yarın tam sayfa onu veriyoruz, yani hayatın bütün alanlarını kapsayan gazetecilik yapıyoruz.
- Ak Parti, CHP; MHP, hepsi ile görüşebilen bir genel yayın yönetmeni olduğunu söyledin. BDP ile görüşmüyor musun, görüşemiyor musun?
BDP ile görüşüyor arkadaşlarımız.
- Sen? Tarafsız olduğunu, hepsine eşit mesafede olduğunu söylüyorsun da.
Yok. Şöyle. Benim arkadaşlarım var, BDP’yi çok yakın takip eden, mesela Ankara’da Dilek Gedik var, müthiş bir muhabirdir ve BDP’lilerle sürekli görüşür, Nagihan mesela geçtiğimiz hafta "4 Kürt aydını ile röportaj yapabilir miyim?" diye bana geldi ve "yap" dedim, "4 gün 4 tam sayfa senin" dedim, üçünü yaptık, verdik tam sayfadan da, 4’üncüde "ben şimdi konuşmayayım, sonra konuşayım" demiş bir tanesi, o da daha sonra konuşacak, Akşam gibi bir gazetede üç gün tam sayfadan verdik.
- Akşam okurunun tepkisi nasıldı?
Okur tabii artık anladı. Mesela biz iki gün, Kemal Kılıçdaroğlu ile bizim iki yazarımız görüştü, iki yazarımız, ben yazarlarımızın sahaya çıkmasını teşvik ettiğim için insanlar da gidiyorlar ama o röportajlar yayımlanırken gazetede Ak Partili röportajları vardı, ama haber odaklı, işte Çevre Bakanı’nın çok tartışılacağını düşündüğüm demeci vardı bizim gazetede. Şimdi muhabirler özgürce haberlerini yapacaklar, yazarlar özgürce yorumlarını yapacaklar, mümkün olduğunca sahaya çıkacaklar, ama onların sunumunda, birinci sayfa dizaynında ve içsayfa dizaynında editoryal bir akıl gerekiyor, o benim sorumluluğum, yani ’gazetenin hükümete yakın değil, muhalefete de yakın değil ama yine hükümete uzak değil, muhalefete de uzak değil’ bir çizgiyi muhafaza etmesi benim sorumluluğumda. Okur onu gördü, okurun onu gördüğünü de en iyi patronaj görüyor.
"Bir Ankara gazetesi yapmamaya kararlıyım. Ama bir İstanbul gazetesi yapmaya da gelmedim buraya."
- Hem bu kadar habercilik odaklı, muhabir odaklı gazeteciliği savunuyorsun hem de Başak Sayan’ı yazar yapıp Kılıçdaroğlu’na gönderiyorsun. Bu nasıl bir şeydir? Yani mesele kişi olarak Başak değil, yani bir mankeni, bir oyuncuyu gönderiyorsun.
Ben şimdi şunu söyleyeyim, şimdi ben her hafta Ankara’ya giden biriyim ve meslek hayatım boyunca sürdüreceğim, Ankara’ya gitmediğim bir hafta olmayacak benim, mutlaka bir günümü Ankara’da geçiriyorum ve o bir günde mutlaka iki kaynakla görüşme yapıyorum, bunu benim dilim, siyaseti okuyuşum, haberi koklayışım açısından önemli görüyorum, Ankara Bürom ile ilişkim açısından da bunu önemli görüyorum ama ben bir Ankara gazetesi yapmamaya kararlıyım, dünyanın en sıkıcı gazetesi Ankara gazeteciliğidir, ama ben bir İstanbul gazetesi yapmaya da gelmedim buraya.
- İstanbul gazetesi mankenlerle mi, oyuncularla mı oluyor?
Şöyle, şöyle. Ben bugüne kadar alışılagelmiş genel yayın yönetmeni modelinin biraz dışında bir modelim, öyle olmak istiyorum, öyle olmaya çalışıyorum, ekip arkadaşlarımla böyle yeni bir yaklaşım sergilemeye, beni kalıplara sokamasınlar istiyorum, onun için de oyunun belli kuralları olduğunun farkındayım, Ankara gazetesi yapmayacağım ama ona hakim olacağım, İstanbul gazetesi yapmayacağım ama İstanbul okurunun da ilgisini çekecek bir gazete yapacağım. Bunun yolu magazini de, siyaseti de, ekonomiyi de kapsayabilmekten geçiyor, oyunun kurallarını biliyorum, kaçınılmaz olanlarına uyarım onların ama ben kendi kurallarımı da koyarım.
- Onlar geçerli mi sence hâlâ yani, mesela manken, oyuncu istihdam etmek falan?
Öyle bir çöküş dönemi yaşadı medya. Acımasız bir rekabet dönemi.
- Ahlakî çöküş?
Evet, evet, bunların sorumlularının da kimler olduğunu biliyoruz, şimdi bunu konuşmaya gerek yok, hepimiz biliyoruz. Şimdi medya adeta vahşi bir orman gibi. Her kurum, her kurumda da gazeteciler arasında rekabet var. Gazeteler okutmak zorunda kendilerini. İlginç olmak zorunda. Yazarlar ve muhabirler de öyle. İyi haber bulacaklar, iyi yorum yapacaklar. Tartışılacaklar filan. Bunun çok çeşitli yolları var. Bunlardan bir tanesi işte Hürriyet’te, Ayşe Arman, Sabah’ta Ayşe Özyılmazel, Habertürk’te Helin Avşar ve Pakize Suda, böyle örneklemelerdir. Başak Sayan’a gelince. Ben Başak Sayan’ı ömrümde bir defa, sadece beş dakika gördüm, odamda. Başak Sayan’ı gazetemize ben bulmadım.
- Ahmet Hakan mı önerdi?
Ben Başak Sayan’ı, bizim eklerimizden Özlem Akalan var, eklerimizden sorumlu, çok sevdiğim bir arkadaşım, beraber, mesai arkadaşımdır, o böyle bir fikirle geldi bana, bizim ekimizde de, pazar ekimizde yazar boşluğu vardı, birkaç arkadaşın ayrılmasından sonra, bunu düşündük, fikir Özlem’den geldi, bana da ilginç geldi, kitabını da okudum karar vermeden önce, kitabını da okudum ve kafamızda bir editoryal mantığın içerisine onu yerleştirdik ve Özlem onu gazeteye getirdi, 6 dakikalık bir görüşmeden sonra el sıkıştık, başladık. Evet çok konuşuluyor, çok okunuyor ve Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportajı da ben hiçbir yorumda bulunmadan önce yazıişleri müdürü arkadaşlarımın dikkatine sunduk haberi, tartışılırken çok sağlam bir şeyler buldular içinde.
- Kendisi mi hazırladı acaba soruları?
Hangi röportajda kimin hazırladığını nereden bileceğiz. Ayşe Arman kendisi mi hazırlıyordu? Gazetecinin sorumluluğu şudur, metne baktım, çok sağlam bir metindi, röportaj, kurgu, ben sadece şu kadar müdahale ettim, onu söylemeliyim, Özlem sayfaları getirdi bana, tasarı olarak, çizimlerde, onları değiştirttim ve başka görsel yönetmenlerden de rica ettim, biraz daha oynadılar üzerinde. Sadece sayfa dizaynı, içerik değil, daha fazla okunur hale getirmek için. Görsel anlamda, ben böyle bir şeyde bulundum. Ama Başak Sayan bir tane röportajla çok fena patladı, olumlu olarak söylüyorum, gazetecilik biraz daha okunmak, tartışılmaksa böyle bir içerik getirdi bize.
- Kılıçdaroğlu’nu da biraz teşne görmüyor musun kendisini medyaya oyuncak etmeye?
Biraz önce medya için konuştuğumuzu siyasetçiler için de konuşmamız gerekir. Onlar da ilgi çekmek yani ilgi çekmek önemli. Çünkü sözünüzün dinlenilmesi gerekiyor, onlar da bunun yollarını arıyorlar. Valla, Kılıçdaroğlu doğru mu yapıyor, yanlış mı yapıyor, onu bilmiyorum ama ona ilişkin yaygın bir medya ilgisinin olduğu ortada. Gazetecilik yapan herkes de merak edebilir böyle birini.
- Medyada bir barış dilinin hakim olması için çaba gösteriyor musunuz?
Bizim yazıişlerimiz bu konuda çok hassas. Gerek bu cinsiyet ayrımcılığı konusunda gerekse toplumdaki etnik kavgayı körüklemek konusunda çok hassas bir çizgideler ve gerçekten o duyarlılığı gösteriyor benim arkadaşlarım. Bundan dolayı da çok memnunum doğrusunu söylemek gerekirse. Geçmiş sicilimiz maalesef, total medya olarak söylüyorum, parlak değil. Ve ben Türkiye’nin ana sorunlarından bir tanesinin, Türkiye’nin demokratikleşmesindeki sorunlardan bir tanesinin medya olduğuna inananlardan biriyim. Ama bunu çözmek için da başkaca dışsal çevrelere bakmamamız gerekiyor, sorumluluk gene bizim, kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerekiyor.
"Askere karşı son derece saygılı bir düşünce yapısından gelen biriyim ben."
- Gürkan Hacır filan çok ayrımcı, kışkırtıcı şeyler söylüyor ama. Tepki gelmiyor mu sana?
Tabii ki, tabii ki. Neredeyse hemen her gün bir yazar ile ilgili bir şey gelir bana, bu bütün yayın yönetmenleri için geçerlidir. Birinin yazısından bir kesim rahatsız olur, diğerinin yazısından bir başka kesim rahatsız olur. Orada tabii kendi mekanizmalarımız var bizim. Bunu göğüslemek bir gazete yönetmeninin asli görevlerinden bir tanesidir. Çok önemli bir şey. Bedel ödemeye hazır olmak gerekir. Amacınız o koltukta uzun yıllar oturmak olursa yapamazsınız, patrona karşı da yapamazsınız, iktidara karşı da yapamazsınız, askere karşı da yapamazsınız. Ben yaptığı bir haber yüzünden Ankara’da askeri muhtıra yayınlanmış bir gazeteciyim ve askere karşı da son derece saygılı bir düşünce yapısından gelen biriyim ben. Bütün yazarlarımızla ilgili böyle şeyler olmuştur. Köşe yazarlarının kutsanmasına da ben karşıyım, onu söyleyeyim, kutsal olan haberdir, mutlak özgürlük alanı haberdedir, yani o doğru ve gerçek olması durumunda haberdir. Bir tek şey söyleyeyim, ben ertesi gün gazetemde çıkacak bütün köşe yazılarını okurum, çıkmadan evvel mutlaka okurum.
- Ak Parti’nin bu kadar güçlü biçimde iktidara gelmesinin ardından seni gösterdikleri uyum ve manevra kabiliyeti ile şaşırtan çok gazeteci oldu mu?
Kimleri kastediyorsun?
- Seni şaşırtan oldu mu?
Bence bu dönemde, bana soracak olursan ben biraz şaşırtacak bir şey söyleyeyim burada, bence çok arkadaşımın uyum konusundaki düşük performansı beni şaşırttı. Merkez medya belli kalıpları kıramadı bu dönemde. Mesela medyanın çok önemli figürlerinin meseleleri kişiselleştirdiklerini ve soğukkanlılıklarını yitirdiklerini görüyoruz, şimdi bir noktada kişiselleştirdiğinizde kısır döngüye giriyorsunuz ve oradan çıkamıyorsunuz. Ve o bazı insanların kariyerlerini bitirmesine neden oldu. Ve devam ediyor o süreç. Ertuğrul Özkök mesela.
- Bir Beyaz Türk direnişi mi oldu o gazetelerde yani?
Yani dominant olan hükümet oldu. Hükümet dedi ki, "ben yeni kurallar koydum bu medya dünyasına" dedi, çeşitli organlarla medyayı çeşitlendirdi.
- Sen de o dönemde yayın yönetmeni oldun.
Ben tarafsız kalmayı başardım. Biz bedel ödüyoruz, kurumsal olarak da ödüyoruz, bir takım finansal zorluklarla ödüyoruz biz. Ben eğer gazetemin bu duruşunun, ben genel yayın yönetmeni olarak tarafsız duruş sergilemek isterim. Ben eğer bir taraf olmak isteseydim bu zorlukları biz yaşamazdık. Ama biz, tabii patronumun olağanüstü bir dirayetli kararı ile bana dokunulmaz hiçbir alan bırakmadı, "her alana dokunabilirsin" dedi, "karar senindir". Öyle olaylar yaşandı ki, taraf olabilirdik biz.
- Örnek aldığın bir gazete var mı?
Ben eski Sabah’ı yapmak istiyorum. Yani öyle özgürlükçü bir gazete.
- Sen Akşam’ın başındasın, Eyüp Can’ı Radikal’in başına geçirdiler. Medyada bir gençleştirme operasyonu mu oluyor, yoksa yaşça genç ama gazetecilik ya da dünya görüşü açısından geleneksel, sistem içi gençler mi seçiliyor? Yani fiziksel performansı fazla olacak, çok çalışacak ama fikirleri genç olmayacak, sisteme bağlı kalacak.
Niye büyük gazeteler çok sık pişti oluyorlar?
- Niye? Benzer düşündükleri için.
Benzer yaşıyorlar, benzer düşünüyorlar.
- Sizler çok mu farklı düşünüyorsunuz?
Daha dün iki büyük gazete aynı manşetle çıktı. O kadar sık oluyor ki bu. Şimdi hayatın içinde olmanız gerekiyor, medyanın temel sorunu halkın içinden değil de, başka yaşamların içinden gelmeye başladıklarından, oradan çıkmamaya başladıklarından itibaren değişti. Dolayısıyla bu toplumun ne kadar genç ve dinamik bir nüfusa sahip olduğunu görüyorsunuz. Şimdi Fehmi Koru diyor ki, Fehmi Koru ne diyor, "genel yayın yönetmeni işi 40 yaş işi" diyor, şimdi ben şunu söyleyeyim, hayatında 1991 yılından beri bu yana gazetecilikten başka hiçbir işi olmamış birisi olarak söylüyorum bunu, acaip çalışkan bir adamımdır, buna rağmen ben şu 20 ayda çok yoruldum.
- Mehmet Emin Karamehmet sana büyük bir bütçe verse, ilk ne yapardın?
Ben şu anda Akşam’ın mali sorunlarının çözümlenmesine ayırırdım o bütçeyi, sonra teknik olarak bir takım yatırımlar yapmayı tercih ederdim kademeli olarak, gazetenin sayfa sayısını artırmayı çok isterdim ve her gün yayınlanacak bir ek çıkarmayı isterdim ben, çünkü biz de 50 kuruşa satıyoruz ve biz 24 sayfa çıkıyoruz, orada eşit rekabet koşullarında mücadele edebilmek için ben onu isterdim, yoksa çok meşhur bir yazar almak, parayı bastırıp bir yazar almak işin en kolay tarafıdır, en fazla tercih edilen bir iştir. Ben kavgacı bir adam değilim ama mücadeleci bir adamımdır. Ben mücadele veriyorum, gazetemdeki insanlar mücadele veriyorlar, benden önce onların meselelerinin çözümlenmesini isterim, doğrusu, yani inan, benim için son 15 günün en fazla mutlu eden olayı yani bütün bu 20 ay içerisinde, bankamatiğin önünde arkadaşları görünce, yani para çekiyorlar ya, vallahi kendimi rahat hissediyorum o zaman, "evet, para yatıyor ve maaşlarını alıyorlar" filan diye. Ama eğer yönetimle ortak vizyonumuzu hayata geçirebilirsek şunu düşünüyoruz, bu dediklerimizi yaptığımızda biz, önümüzdeki bir yıl içerisinde biz çok iyi bir noktaya doğru tırmanırız biz, ondan sonra gazeteye derinlik katsın diye iki tane yazar almak isteriz. Ama onlar kesinlikle 50 yaş üstü ve çok iyi yazar olurlar. Tarafsız akil adamlar.
- Gazetenizde arka arkaya iki tane Kılıçdaroğlu söyleşisi yayımlanması biraz tuhaf olmadı mı?
Orada özel bir durum var. Ben gazetedeki her bir gelişme ile ilgili bilgi sahibi olmak ve onu yönlendirmek isteyen birisiyim, tesadüflere yer bırakmam ben. Ama o röportajlarla ilgili şöyle bir şey oldu, ben Başak’ın da, Oray’ın da Kemal Kılıçdaroğlu’na gideceğini biliyordum, öncesinden biliyordum, Başak gitti, ertesi gün ek geldi, öncesinde gördük, bir gün var arada, onu hemen kullandık, ertesi gün çıkıyordu gazetede onu kullandık, Oray’ın röportajı beş ya da altı gün önceydi ama Oray çok zarif biçimde kendisi bir tasarrufta bulunmuştu, önce ben aslında Kemal Kılıçdaroğlu ile bir röportaj yapmıştım, onu gazetede yayınlayınca, biraz vakit geçsin, üst üste çakışmasın diye bir incelik gösterdiği için çakıştı iş. Oray’ın ama malzemesi bize Başak Sayan’ın röportajı çıktığı gün geldi. Orada öyle bir nüans var. Yoksa onlar aynı gün gitmişler, ikinci gün gitmişler falan gibi bir durum söz konusu değildi. Öyle. Ama tabii ben gazeteci olarak şuna bakıyorum, o gün benim önüme ne malzeme gelmiş. Ve önümüzdeki iki üç gün daha iki üç yazarım daha Kemal Kılıçdaroğlu’na gitse onları da koyarım gazeteye, yeter ki malzemesi iyi olsun. Ama o röportajları koyduğumuz gün gazetede Ak Parti ile ilgili, bakanlarla ilgili haberler de vardı. Yani o dengeyi ben gözetirim. Yani önümüzdeki günlerde başka yazarlarımız da gitse röportajları koyarım ben, yani hiç. İşimi şöyle zorlaştırır, onun dengesini yapmak için yeni Ak Parti röportajları yaptırmam gerekir sadece, işimiz zorlaşır.
RÖPORTAJ: AHMET TULGAR [email protected]
FOTOĞRAFLAR: CELAL YILDIZ [email protected]
İsmail Küçükkaya genç yaşta Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni oldu. Gazetesinde ne yenilikler yaptığını, daha neler yapmak istediği heyecanla anlatıyor. Birkaç gün önce Eyüp Can’ı da Radikal’in başına geçirdiler. Medyada bir gençleştirme operasyonu mu yapılıyor, ne? Yoksa yaşları genç ama dünya görüşleri, siyasi tavırları geleneksel, alışıldık, sistem içi genç adamlar sırf fiziki performansları daha yüksek olur, daha çok çalışırlar, daha hırslı olurlar deyip bir işletmeci taktiği mi uygulanıyor? Küçükkaya’ya bunu da sordum.
- Sen çok genç genel yayın yönetmeni oldun. Nasıl gelişti bu süreç? Hissettin mi olacağını, bunu sana hissettiriyorlar mıydı?
Tabii bizim koşullarımız özgündü, kendine özgü yapılardan geliyorduk. Ben bu grupta 10 yıldır çalışıyorum, şimdi 11’inci yıla giriyorum, oradaki bütün kademelerden geçmişim, kendim de günün birinde Akşam’ı yöneteceğimi hissediyordum. Yönetimden de hissediyordum, günün birinde bu gazete bana emanet edilecekti. Bunun zamanlamasını tabii ki birçok etken belirleyecekti. Doğrusu benim beklediğimden daha önce geldi.
- Peki, hangi etkenler devreye girdi?
Bir kere ekonomik kriz çok önemli etken oldu orada. Ekonomik kriz bizim gazetemizi çok etkilemişti. O günün koşullarında çok sayıda radikal karar alınması gerekiyordu. Bence en belirleyici etken o olmuştur.
- Serdar Turgut uygulayamaz mıydı o radikal kararları?
Valla, Serdar Turgut da 4,5 yıl bizim gazetemizi yönetti. Fakat patronajın kafasında belirli dönemlerde yönetim modeli değişebilir. Önceki dönemde gazetenin ve bütün grubun anlayışı büyüme hedefliydi. Fakat ekonomik kriz böyle vurunce biz farklı bir modele ve yapıya dönmek zorunda kaldık.
- Neydi o model?
O model gazeteciliğin çok daha etkin olmasını öngören, aktif haberciliğin etkin olmasını öngören ve bununla birlikte de muhabir odaklı gazeteciliğin öne çıkarılması gereken bir modeldi.
- Serdar daha yazar odaklı bir gazete hedefliyordu, öyle mi?
Serdar starlık müessesesine inanıyordu. Medyanın star yazarlar üstünde yükselmesini düşünüyordu. Bu bizim bir önceki dönemde gazetemize katkılar yapmış bir modeldir. Ben de muhabirlikten gelen biri olarak gazetenin İstanbul’unu, Ankara’sını, patronajını da tanıyan, orada tabii şöyle bir şey vardır, patronajı gazeteye para koyması konusunde ikna etmeniz de gerekiyor, öyle bir dönem, çünkü şartlar hani öyle bir hale geldi ki şartlar ilan ve satış geliri ile çarklar dönmüyordu, bu bütün gazeteler için böyle, orada bir takım fedakârlıklar gerekiyordu, galiba onlar da biraz etkili oldu.
- Serdar para isteme barutunu tüketmişti artık herhalde. Senin gelişinle yazarlarda bir huzursuzluk oluşmadı mı?
Benim o dönemde hiçbir şartım olmadı. Bir tek şartım oldu. Yani bana bu teklif edildiği zaman. Ben sadece kendi adıma da hiçbir talepte de bulunmadım. Maddi manevi. Sadece Serdar Turgut’un gazetede kalmasının sağlanmasını ve bunun için de ne gerekiyorsa fedakârlık yapılmasını şart koştum. Bir tek Serdar Turgut. Ve patron da elinden gelen fedakârlığı gösterdi orada.
- Serdar Turgut ayrılırken ne dedi sana?
Bana telefon açtı. "Çok acil seninle bir kahve içebilir miyiz" dedi. Ben de "tabii" dedim. Bebek’te bir kafede buluştuk. "İlk önce sana söylemek istiyorum" dedi. "İlk sana söyledim" dedi. "Senden hemen sonra Oray’ı aradım" dedi. "Oray da gelecek" dedi. Biz sabah saatlerinde buluştuk Serdar Turgut ile, benden hemen sonra Oray’ı da aradı, Oray’la da konuşmak istedi. Benden hemen sonra da, 12.30’da Mehmet Emin Karamehmet’e gidiyordu. Hani ona vedalaşmaya gidiyordu. Ama istifa dilekçesini bana verdi Bebek’te sabah saatlerinde. Giderken de söylediği "tek sebep mali koşullar". Orada aslında tabii ben tek şeye üzüldüm, Serdar Turgut bir gün bizden gitmesi için onu alacak olanın çok iyi paralar vermesi gerektiğine inanırdım ben, öyle bir şey olmadan gitti.
- Yani maaşı artmadı mı?
Aynı maaşa gitti diye biliyorum. Bana söylediği çok çok küçük, sembolik bir şeyle gittiğiydi. Yani bana söylediği, sembolik bir artışla oraya gittiğini söyledi. Aslında Serdar Turgut’un peşine bir buçuk, iki sene önce düşmüşlerdi. Ama o tarihlerde transfer parası filan vardı. Transfer parası olmadan almış oldular. Çok acımasız bir rekabet ortamındayız hepimiz, benden birisini alacaksa onun bedelini ödesin, mümkünse çok yüksek paralar ödesin diye bekliyorum ben. O olmadı orada, ama maaşıyla gitti.
- Genç bir yayın yönetmenisin ve bu gazetede başarılı olman senin kariyerin açısından önemli. Ama bir yandan da gazetenin mali sıkıntılarından söz ediliyor. Bu seni zorlamıyor mu?
Geleli 20 ay oldu. 20 ay, ben zaten hayatımda gazeteciliğin dışında, benim hayattaki aşkım gazetecilik, bütün gücümüzü bu şeye verdik, her gün kriz yönetimi uyguladık ve Akşam’ın da tabii güçlü bir kurumsal yapısı var, dolayısıyla o krizden şimdi çıkıyoruz biz, bütün ekip arkadaşlarımın katkısıyla, oradaki emektarların büyük katkısı oldu, çok fedakârlık yaptılar, şimdi düzlük göründü, tünelin ucunda bir şey gördüğümüz bir dönemdeyiz ve sağolsun yönetim de bu konuda destek veriyor, çok zor bir dönem tabii, ayakta kalma mücadelesiydi ama biz bunu gazetecilikle yaptık, dikkat et, 20 aydaki etkili bir medya analistinin 20 aydır Akşam’ın bütün manşetlerine bakmasını tavsiye ederim, bir tek gün internette, bir tek gün çeşitli televizyonlarda önceki akşam başka gazetelerde olan manşetle çıkmadık biz. Hep özel haber, özel manşetler.
- Ne mesela Akşam’ın yayın politikası? Serdar Turgut döneminde mesela Türkiye’de yükselen milliyetçilik gazetenin sayfalarına yansıyordu. Gazete bir ara o dalganın üstüne oturmak istedi. Akşam’ın yayın politikasında neleri değiştirmeyi hedefledin?
Ben ilk başta şunu söyledim. Akşam ilk başta gerçekten Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tarafsız gazete olsun istedim ben. Tarafsız. Yani bazen fikirlere taraf olursunuz ama partilere taraf olamazsınız, taraflara taraf olamazsınız. Haberde korkunç bir özgürlükçü alanı yarattık biz. Yani olayın hangi tarafta olduğuna bakmaksızın gazetecilik ilkeleri içinde elde edilen bütün haberlere, içeriklere gerekli saygıyı gösterdik biz. Tamamen tarafsız bir yayın politikası izledik. Bizi hiçbir yere konumlandıramazlar. İdeolojik olarak, siyaseten elbette benim fikirlerim var, siyasal yaklaşımlarım, görüşlerim var ama onu gazeteye hiçbir şekilde yansıtmadık biz. Yani iktidara karşı da, muhalefete karşı da, devletin çeşitli kurumlarına karşı da yani sırtını biraz böyle halka dayayan bir gazete. Toplumsal muhalefet yapmaya çalıştık. Bizim dönemimizde savrulma olmadı. Yani Akşam gazetesine baktığı zaman bir manşeti attığında "neden o manşeti attı" diye kimse düşünmez, "bunlar bu manşeti attıysa doğrudur, onun için o manşeti atmışlardır, haberi öyle görmüşlerdir" diye düşünüyorlar, bence en önemli şey bu. Yeni dönemde bir de ne oldu? Muhabirlerin yıldızlaştığı, Akşam’da bir onun görüyoruz, muhabir odaklı, haber odaklı gazeteciliği, yazarlarımızın da önünün açıldığı, ama şöyle, sahaya inilmeyi teşvik eden, sadece bakın işte Oray Eğin gitti işte, Kılıçdaroğlu ile görüştü, ondan önce işte ekimizdeki Başak Sayan’la görüştü, geçen hafta Serdar Akinan Diyarbakır’a gitti, üç dört gün onu yazdı, yani böyle bütün yazarlarımızı teşvik ediyoruz biz.
- Ama bu saydığın isimler, işte Serdar Akinan filan da dahil olmak üzere, Atılgan Bayar, Gürkan Hacır filan biraz böyle Ergenekon soruşturmasını önemsiz addeden, CHP ya da statükoya yakın isimler değil mi?
Şimdi bizim yazarlarımızın içerisinde her görüşe ait insan var. Yani ben ona çok dikkat ettim. Ama gazetenin gerçek kimliğini gösteren şey onun manşetleridir. Şimdi ben yine buradan açık duyuru yapabilirim, 20 aydır Akşam gazetesinin birinci sayfalarına bakılsın, birinci sayfalarında kim ne kadar manşet olmuş, iktidarı ile muhalefeti ile, onu kendi iç mekanizmam ölçüyor benim, ayrıca sadece birinci sayfada değil, bütün gazetenin genelinde de ben bunun Batılı standartlarda bir ölçü olduğuna inanıyorum, bizde iktidar partisinin, muhalefet partisinin ya da ilgili bütün güç odaklarının da yaklaşımlarının haberleştirildiği ama haber olmak kaydıyla bir yayın çizgisi izliyoruz biz, dolayısıyla haberde mutlak tarafsızlık.
"Kendisini yıldız yapmak istemeyen, kurumsal sadakatini önplana alanlar konusunda acaip güzel yeni bir süreç başlıyor Akşam’da."
- Ama mesela Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor, işte bu açılım süreci ilan edildi ve birkaç gazetede bu sürece muhalefet eden çok sert yazılar çıktı ve Akşam da bu gazetelerden biriydi.
Akşam gazetesi attığı manşetler ve yapığı haberlerle açılım sürecini en başarılı, en kritik, en belirleyen gazete olmuştur. İhsan Arslan röportajı, Ömer Çelik röportajı, o güne kadar hiç konuşmamışlardı, ben gazetenin genel yayın yönetmeniyim, ben "açılımı destekliyorum" diye yazı yazdım.
- Nagihan sizin gazetenin parlayan muhabir-yazarlarından biri. Sen nasıl buluyorsun? Başka böyle gençler çıkacak mı?
Akşam’da hep onu yapmaya çalışıyoruz. Ankara’da Çiğdem Toker ve Özlem Çelik diye iki arkadaşımız çok iyi, mesela önümüzdeki kısa süre içinde Ankara temsilcimizi atayacağız, yine piyasada "bravo, gerçek bir gazeteciyi temsilci yaptılar" diye yine bize olumlu yorumlar geleceğini tahmin ediyorum. Yani bunu Ağustos ayı içerisinde gerçekleştireceğiz, öyle düşünüyoruz, bunun dışında iç siyasette, dış siyasette çok iyi fikirlerimiz var, yeni yazarlar, yani daha doğrusu gazetede varolan arkadaşlarımızın kendi üretimlerini yapabilmeleri ve bunları gösterebilme konusunda müthiş değişikliklerimiz de olacak önümüzdeki süreçte. Yani Akşam’da şunu yaptık, hiçbir sınırlandırma koymadan, hiçbir komplekse kapılmadan çalışan ve içerik sağlayan ama kurumsal sadakate inanan, tabii bir kurumda 11 yıl olunca, kurumsal sadakat çok önem kazanıyor, ben 11 yıldır bu kurumdayım, Akşam gazetesindeyim, yani kendisini yıldız yapmak peşinde olmadan, kurumsal sadakatini önplana alanlar konusunda acaip güzel yeni bir süreç başlatıyoruz. Çünkü biz ikinci yıla giriyoruz şimdi bir adım daha ileri gidiyoruz. Akşam gazetesinde birinci amacım şuydu benim, bir kriz yönetimi uyguluyoruz, oradan çıkmak, ayakta kalmak, bu uzun sürdü biraz doğru, şimdi 20’nci ay, yavaş yavaş çıkıyoruz artık. Birinci amacım benim gazeteyi çok etkili hale getirmekti. Yani ben istedim ki, hiçbir siyasi, hiçbir kurum, hiçbir büyük kulüp, yani spor kulübü, hiçbir büyük işadamı Akşam’ı görmezden gelemez, hiçbir ilanveren, hiçbir reklam ajansı Akşam’ı görmezden gelemez, yani Akşam’ı etkin hale getirmek istedim, yani Akşam’ı kendi kadrajına almayanların kaybedecekleri bir algı yaratmak istedim. Bunu da çok çok önemli oranda başardığımız düşünüyorum. Şimdi yeni süreçte amacımız şu: Gazetenin kurumsal olarak yatırım yapması ve büyüme potansiyelini değerlendirmesi. Büyük bir fırsat var şu anda Türk medyasının önünde, önümüzdeki beş yıllık perspektif çok olumlu gözüküyor ve dolardaki yani kurun mevcut pozisyonu, gazete fiyatlarının kompozisyonu ve medyanın kendi içerisindeki dağılımını görünce gazetenin şatışından da kâr elde edilebilecek dönemdeyiz, ilan potansiyelinin de yüksek olduğu dönemdeyiz, siyasetin çok konuşulacağı bir dönemdeyiz, yani top bizim sahamızda, benim iyi olduğum bir sahada, ben bunu iyi değerlendirmek istiyorum.
- Politik olarak kendi gazeteciliğini daha mı iyi buluyorsun diğer gazetelerin genel yayın yönetmenlerinden, yani haber alma anlamında?
Ben şöyle düşünüyorum, siyaseten biz şu anda Türkiye’nin en etkili gazetesiyiz.
- Bunu neye dayanarak söylüyorsun?
Şuna göre: Siyasete ilişkin önemli göstergeler vardır. Tahmin. Belli dönemlerdeki attığınız manşetler, onların geri dönüşleri ya da size yönelik talepler siyasetten, iktidarı ile, muhalefeti ile ya da belli okumalarınız vardır, bu da doğal aslında, ben Ankara’dan en yeni gelen genel yayın yönetmeniyim ve oradaki bütün siyasi partilerle yakın ilişkisi olan, yani bugün hem Ak Parti ile görüşen, hem CHP ile, MHP ile görüşen çok az sayıda gazeteci ve yayın yönetmeni var, hepsi de bilir ki ben tarafsız bir gazeteciyim, bu bizim için önemli bir gösterge. Bütün muhabir arkadaşlarım benim Ankara’daki çok iyi, haber alma sezgileri çok güçlü, bakın bir tane örnek vereyim, bugün ayın kaçı, 5 Temmuz, Türkiye’deki bütün gazetelere bakın, Bahçeli’nin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Güneydoğu’ya geziye çağrıldığını ve onun tarafından reddedildiğini yazan bir tek gazete biziz. Bunun gibi. 3 gün önce bir sayfa yaptık biz, Taraf gazetesinde de bayağı detaylı verdiler ertesi gün de "Akşam gazetesinin özel haberi" diye, bütün basında vardı, bütün basında A’dan Z’ye, polisin Halkalı bombacılarını önceden takip ettiğini, görüntülerini biz ele geçirdik, tam sayfa yaptık, yani polisten magazine, spordan, işte Adnan Polat ile görüştük, yarın tam sayfa onu veriyoruz, yani hayatın bütün alanlarını kapsayan gazetecilik yapıyoruz.
- Ak Parti, CHP; MHP, hepsi ile görüşebilen bir genel yayın yönetmeni olduğunu söyledin. BDP ile görüşmüyor musun, görüşemiyor musun?
BDP ile görüşüyor arkadaşlarımız.
- Sen? Tarafsız olduğunu, hepsine eşit mesafede olduğunu söylüyorsun da.
Yok. Şöyle. Benim arkadaşlarım var, BDP’yi çok yakın takip eden, mesela Ankara’da Dilek Gedik var, müthiş bir muhabirdir ve BDP’lilerle sürekli görüşür, Nagihan mesela geçtiğimiz hafta "4 Kürt aydını ile röportaj yapabilir miyim?" diye bana geldi ve "yap" dedim, "4 gün 4 tam sayfa senin" dedim, üçünü yaptık, verdik tam sayfadan da, 4’üncüde "ben şimdi konuşmayayım, sonra konuşayım" demiş bir tanesi, o da daha sonra konuşacak, Akşam gibi bir gazetede üç gün tam sayfadan verdik.
- Akşam okurunun tepkisi nasıldı?
Okur tabii artık anladı. Mesela biz iki gün, Kemal Kılıçdaroğlu ile bizim iki yazarımız görüştü, iki yazarımız, ben yazarlarımızın sahaya çıkmasını teşvik ettiğim için insanlar da gidiyorlar ama o röportajlar yayımlanırken gazetede Ak Partili röportajları vardı, ama haber odaklı, işte Çevre Bakanı’nın çok tartışılacağını düşündüğüm demeci vardı bizim gazetede. Şimdi muhabirler özgürce haberlerini yapacaklar, yazarlar özgürce yorumlarını yapacaklar, mümkün olduğunca sahaya çıkacaklar, ama onların sunumunda, birinci sayfa dizaynında ve içsayfa dizaynında editoryal bir akıl gerekiyor, o benim sorumluluğum, yani ’gazetenin hükümete yakın değil, muhalefete de yakın değil ama yine hükümete uzak değil, muhalefete de uzak değil’ bir çizgiyi muhafaza etmesi benim sorumluluğumda. Okur onu gördü, okurun onu gördüğünü de en iyi patronaj görüyor.
"Bir Ankara gazetesi yapmamaya kararlıyım. Ama bir İstanbul gazetesi yapmaya da gelmedim buraya."
- Hem bu kadar habercilik odaklı, muhabir odaklı gazeteciliği savunuyorsun hem de Başak Sayan’ı yazar yapıp Kılıçdaroğlu’na gönderiyorsun. Bu nasıl bir şeydir? Yani mesele kişi olarak Başak değil, yani bir mankeni, bir oyuncuyu gönderiyorsun.
Ben şimdi şunu söyleyeyim, şimdi ben her hafta Ankara’ya giden biriyim ve meslek hayatım boyunca sürdüreceğim, Ankara’ya gitmediğim bir hafta olmayacak benim, mutlaka bir günümü Ankara’da geçiriyorum ve o bir günde mutlaka iki kaynakla görüşme yapıyorum, bunu benim dilim, siyaseti okuyuşum, haberi koklayışım açısından önemli görüyorum, Ankara Bürom ile ilişkim açısından da bunu önemli görüyorum ama ben bir Ankara gazetesi yapmamaya kararlıyım, dünyanın en sıkıcı gazetesi Ankara gazeteciliğidir, ama ben bir İstanbul gazetesi yapmaya da gelmedim buraya.
- İstanbul gazetesi mankenlerle mi, oyuncularla mı oluyor?
Şöyle, şöyle. Ben bugüne kadar alışılagelmiş genel yayın yönetmeni modelinin biraz dışında bir modelim, öyle olmak istiyorum, öyle olmaya çalışıyorum, ekip arkadaşlarımla böyle yeni bir yaklaşım sergilemeye, beni kalıplara sokamasınlar istiyorum, onun için de oyunun belli kuralları olduğunun farkındayım, Ankara gazetesi yapmayacağım ama ona hakim olacağım, İstanbul gazetesi yapmayacağım ama İstanbul okurunun da ilgisini çekecek bir gazete yapacağım. Bunun yolu magazini de, siyaseti de, ekonomiyi de kapsayabilmekten geçiyor, oyunun kurallarını biliyorum, kaçınılmaz olanlarına uyarım onların ama ben kendi kurallarımı da koyarım.
- Onlar geçerli mi sence hâlâ yani, mesela manken, oyuncu istihdam etmek falan?
Öyle bir çöküş dönemi yaşadı medya. Acımasız bir rekabet dönemi.
- Ahlakî çöküş?
Evet, evet, bunların sorumlularının da kimler olduğunu biliyoruz, şimdi bunu konuşmaya gerek yok, hepimiz biliyoruz. Şimdi medya adeta vahşi bir orman gibi. Her kurum, her kurumda da gazeteciler arasında rekabet var. Gazeteler okutmak zorunda kendilerini. İlginç olmak zorunda. Yazarlar ve muhabirler de öyle. İyi haber bulacaklar, iyi yorum yapacaklar. Tartışılacaklar filan. Bunun çok çeşitli yolları var. Bunlardan bir tanesi işte Hürriyet’te, Ayşe Arman, Sabah’ta Ayşe Özyılmazel, Habertürk’te Helin Avşar ve Pakize Suda, böyle örneklemelerdir. Başak Sayan’a gelince. Ben Başak Sayan’ı ömrümde bir defa, sadece beş dakika gördüm, odamda. Başak Sayan’ı gazetemize ben bulmadım.
- Ahmet Hakan mı önerdi?
Ben Başak Sayan’ı, bizim eklerimizden Özlem Akalan var, eklerimizden sorumlu, çok sevdiğim bir arkadaşım, beraber, mesai arkadaşımdır, o böyle bir fikirle geldi bana, bizim ekimizde de, pazar ekimizde yazar boşluğu vardı, birkaç arkadaşın ayrılmasından sonra, bunu düşündük, fikir Özlem’den geldi, bana da ilginç geldi, kitabını da okudum karar vermeden önce, kitabını da okudum ve kafamızda bir editoryal mantığın içerisine onu yerleştirdik ve Özlem onu gazeteye getirdi, 6 dakikalık bir görüşmeden sonra el sıkıştık, başladık. Evet çok konuşuluyor, çok okunuyor ve Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı röportajı da ben hiçbir yorumda bulunmadan önce yazıişleri müdürü arkadaşlarımın dikkatine sunduk haberi, tartışılırken çok sağlam bir şeyler buldular içinde.
- Kendisi mi hazırladı acaba soruları?
Hangi röportajda kimin hazırladığını nereden bileceğiz. Ayşe Arman kendisi mi hazırlıyordu? Gazetecinin sorumluluğu şudur, metne baktım, çok sağlam bir metindi, röportaj, kurgu, ben sadece şu kadar müdahale ettim, onu söylemeliyim, Özlem sayfaları getirdi bana, tasarı olarak, çizimlerde, onları değiştirttim ve başka görsel yönetmenlerden de rica ettim, biraz daha oynadılar üzerinde. Sadece sayfa dizaynı, içerik değil, daha fazla okunur hale getirmek için. Görsel anlamda, ben böyle bir şeyde bulundum. Ama Başak Sayan bir tane röportajla çok fena patladı, olumlu olarak söylüyorum, gazetecilik biraz daha okunmak, tartışılmaksa böyle bir içerik getirdi bize.
- Kılıçdaroğlu’nu da biraz teşne görmüyor musun kendisini medyaya oyuncak etmeye?
Biraz önce medya için konuştuğumuzu siyasetçiler için de konuşmamız gerekir. Onlar da ilgi çekmek yani ilgi çekmek önemli. Çünkü sözünüzün dinlenilmesi gerekiyor, onlar da bunun yollarını arıyorlar. Valla, Kılıçdaroğlu doğru mu yapıyor, yanlış mı yapıyor, onu bilmiyorum ama ona ilişkin yaygın bir medya ilgisinin olduğu ortada. Gazetecilik yapan herkes de merak edebilir böyle birini.
- Medyada bir barış dilinin hakim olması için çaba gösteriyor musunuz?
Bizim yazıişlerimiz bu konuda çok hassas. Gerek bu cinsiyet ayrımcılığı konusunda gerekse toplumdaki etnik kavgayı körüklemek konusunda çok hassas bir çizgideler ve gerçekten o duyarlılığı gösteriyor benim arkadaşlarım. Bundan dolayı da çok memnunum doğrusunu söylemek gerekirse. Geçmiş sicilimiz maalesef, total medya olarak söylüyorum, parlak değil. Ve ben Türkiye’nin ana sorunlarından bir tanesinin, Türkiye’nin demokratikleşmesindeki sorunlardan bir tanesinin medya olduğuna inananlardan biriyim. Ama bunu çözmek için da başkaca dışsal çevrelere bakmamamız gerekiyor, sorumluluk gene bizim, kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerekiyor.
"Askere karşı son derece saygılı bir düşünce yapısından gelen biriyim ben."
- Gürkan Hacır filan çok ayrımcı, kışkırtıcı şeyler söylüyor ama. Tepki gelmiyor mu sana?
Tabii ki, tabii ki. Neredeyse hemen her gün bir yazar ile ilgili bir şey gelir bana, bu bütün yayın yönetmenleri için geçerlidir. Birinin yazısından bir kesim rahatsız olur, diğerinin yazısından bir başka kesim rahatsız olur. Orada tabii kendi mekanizmalarımız var bizim. Bunu göğüslemek bir gazete yönetmeninin asli görevlerinden bir tanesidir. Çok önemli bir şey. Bedel ödemeye hazır olmak gerekir. Amacınız o koltukta uzun yıllar oturmak olursa yapamazsınız, patrona karşı da yapamazsınız, iktidara karşı da yapamazsınız, askere karşı da yapamazsınız. Ben yaptığı bir haber yüzünden Ankara’da askeri muhtıra yayınlanmış bir gazeteciyim ve askere karşı da son derece saygılı bir düşünce yapısından gelen biriyim ben. Bütün yazarlarımızla ilgili böyle şeyler olmuştur. Köşe yazarlarının kutsanmasına da ben karşıyım, onu söyleyeyim, kutsal olan haberdir, mutlak özgürlük alanı haberdedir, yani o doğru ve gerçek olması durumunda haberdir. Bir tek şey söyleyeyim, ben ertesi gün gazetemde çıkacak bütün köşe yazılarını okurum, çıkmadan evvel mutlaka okurum.
- Ak Parti’nin bu kadar güçlü biçimde iktidara gelmesinin ardından seni gösterdikleri uyum ve manevra kabiliyeti ile şaşırtan çok gazeteci oldu mu?
Kimleri kastediyorsun?
- Seni şaşırtan oldu mu?
Bence bu dönemde, bana soracak olursan ben biraz şaşırtacak bir şey söyleyeyim burada, bence çok arkadaşımın uyum konusundaki düşük performansı beni şaşırttı. Merkez medya belli kalıpları kıramadı bu dönemde. Mesela medyanın çok önemli figürlerinin meseleleri kişiselleştirdiklerini ve soğukkanlılıklarını yitirdiklerini görüyoruz, şimdi bir noktada kişiselleştirdiğinizde kısır döngüye giriyorsunuz ve oradan çıkamıyorsunuz. Ve o bazı insanların kariyerlerini bitirmesine neden oldu. Ve devam ediyor o süreç. Ertuğrul Özkök mesela.
- Bir Beyaz Türk direnişi mi oldu o gazetelerde yani?
Yani dominant olan hükümet oldu. Hükümet dedi ki, "ben yeni kurallar koydum bu medya dünyasına" dedi, çeşitli organlarla medyayı çeşitlendirdi.
- Sen de o dönemde yayın yönetmeni oldun.
Ben tarafsız kalmayı başardım. Biz bedel ödüyoruz, kurumsal olarak da ödüyoruz, bir takım finansal zorluklarla ödüyoruz biz. Ben eğer gazetemin bu duruşunun, ben genel yayın yönetmeni olarak tarafsız duruş sergilemek isterim. Ben eğer bir taraf olmak isteseydim bu zorlukları biz yaşamazdık. Ama biz, tabii patronumun olağanüstü bir dirayetli kararı ile bana dokunulmaz hiçbir alan bırakmadı, "her alana dokunabilirsin" dedi, "karar senindir". Öyle olaylar yaşandı ki, taraf olabilirdik biz.
- Örnek aldığın bir gazete var mı?
Ben eski Sabah’ı yapmak istiyorum. Yani öyle özgürlükçü bir gazete.
- Sen Akşam’ın başındasın, Eyüp Can’ı Radikal’in başına geçirdiler. Medyada bir gençleştirme operasyonu mu oluyor, yoksa yaşça genç ama gazetecilik ya da dünya görüşü açısından geleneksel, sistem içi gençler mi seçiliyor? Yani fiziksel performansı fazla olacak, çok çalışacak ama fikirleri genç olmayacak, sisteme bağlı kalacak.
Niye büyük gazeteler çok sık pişti oluyorlar?
- Niye? Benzer düşündükleri için.
Benzer yaşıyorlar, benzer düşünüyorlar.
- Sizler çok mu farklı düşünüyorsunuz?
Daha dün iki büyük gazete aynı manşetle çıktı. O kadar sık oluyor ki bu. Şimdi hayatın içinde olmanız gerekiyor, medyanın temel sorunu halkın içinden değil de, başka yaşamların içinden gelmeye başladıklarından, oradan çıkmamaya başladıklarından itibaren değişti. Dolayısıyla bu toplumun ne kadar genç ve dinamik bir nüfusa sahip olduğunu görüyorsunuz. Şimdi Fehmi Koru diyor ki, Fehmi Koru ne diyor, "genel yayın yönetmeni işi 40 yaş işi" diyor, şimdi ben şunu söyleyeyim, hayatında 1991 yılından beri bu yana gazetecilikten başka hiçbir işi olmamış birisi olarak söylüyorum bunu, acaip çalışkan bir adamımdır, buna rağmen ben şu 20 ayda çok yoruldum.
- Mehmet Emin Karamehmet sana büyük bir bütçe verse, ilk ne yapardın?
Ben şu anda Akşam’ın mali sorunlarının çözümlenmesine ayırırdım o bütçeyi, sonra teknik olarak bir takım yatırımlar yapmayı tercih ederdim kademeli olarak, gazetenin sayfa sayısını artırmayı çok isterdim ve her gün yayınlanacak bir ek çıkarmayı isterdim ben, çünkü biz de 50 kuruşa satıyoruz ve biz 24 sayfa çıkıyoruz, orada eşit rekabet koşullarında mücadele edebilmek için ben onu isterdim, yoksa çok meşhur bir yazar almak, parayı bastırıp bir yazar almak işin en kolay tarafıdır, en fazla tercih edilen bir iştir. Ben kavgacı bir adam değilim ama mücadeleci bir adamımdır. Ben mücadele veriyorum, gazetemdeki insanlar mücadele veriyorlar, benden önce onların meselelerinin çözümlenmesini isterim, doğrusu, yani inan, benim için son 15 günün en fazla mutlu eden olayı yani bütün bu 20 ay içerisinde, bankamatiğin önünde arkadaşları görünce, yani para çekiyorlar ya, vallahi kendimi rahat hissediyorum o zaman, "evet, para yatıyor ve maaşlarını alıyorlar" filan diye. Ama eğer yönetimle ortak vizyonumuzu hayata geçirebilirsek şunu düşünüyoruz, bu dediklerimizi yaptığımızda biz, önümüzdeki bir yıl içerisinde biz çok iyi bir noktaya doğru tırmanırız biz, ondan sonra gazeteye derinlik katsın diye iki tane yazar almak isteriz. Ama onlar kesinlikle 50 yaş üstü ve çok iyi yazar olurlar. Tarafsız akil adamlar.
- Gazetenizde arka arkaya iki tane Kılıçdaroğlu söyleşisi yayımlanması biraz tuhaf olmadı mı?
Orada özel bir durum var. Ben gazetedeki her bir gelişme ile ilgili bilgi sahibi olmak ve onu yönlendirmek isteyen birisiyim, tesadüflere yer bırakmam ben. Ama o röportajlarla ilgili şöyle bir şey oldu, ben Başak’ın da, Oray’ın da Kemal Kılıçdaroğlu’na gideceğini biliyordum, öncesinden biliyordum, Başak gitti, ertesi gün ek geldi, öncesinde gördük, bir gün var arada, onu hemen kullandık, ertesi gün çıkıyordu gazetede onu kullandık, Oray’ın röportajı beş ya da altı gün önceydi ama Oray çok zarif biçimde kendisi bir tasarrufta bulunmuştu, önce ben aslında Kemal Kılıçdaroğlu ile bir röportaj yapmıştım, onu gazetede yayınlayınca, biraz vakit geçsin, üst üste çakışmasın diye bir incelik gösterdiği için çakıştı iş. Oray’ın ama malzemesi bize Başak Sayan’ın röportajı çıktığı gün geldi. Orada öyle bir nüans var. Yoksa onlar aynı gün gitmişler, ikinci gün gitmişler falan gibi bir durum söz konusu değildi. Öyle. Ama tabii ben gazeteci olarak şuna bakıyorum, o gün benim önüme ne malzeme gelmiş. Ve önümüzdeki iki üç gün daha iki üç yazarım daha Kemal Kılıçdaroğlu’na gitse onları da koyarım gazeteye, yeter ki malzemesi iyi olsun. Ama o röportajları koyduğumuz gün gazetede Ak Parti ile ilgili, bakanlarla ilgili haberler de vardı. Yani o dengeyi ben gözetirim. Yani önümüzdeki günlerde başka yazarlarımız da gitse röportajları koyarım ben, yani hiç. İşimi şöyle zorlaştırır, onun dengesini yapmak için yeni Ak Parti röportajları yaptırmam gerekir sadece, işimiz zorlaşır.
RÖPORTAJ: AHMET TULGAR [email protected]
FOTOĞRAFLAR: CELAL YILDIZ [email protected]