KAÇIRILAN GAZETECİ EZBER BOZDU; ''TERÖRİST CANİ DEMEK İŞİN EN KOLAYI''
PKK tarafından kaçırılan Türkiye gazetesi muhabiri Adem Demir, yaşadıkları dehşet anlarını anlattı..
Türkiye gazetesi muhabiri Adem Demir ve çalışma arkadaşı Osman
Sağırlı, Hakkâri’de 6 asker ve 2 korucunun hayatını kaybettiği
saldırı sırasında PKK tarafından alıkonuldu. Demir’in sözleri
Türkiye’deki ezberleri bozacak türden...
4, 11, 15 ve 17 yaşında dört oğlu var. Gazetecilik içine o kadar
işlemiş ki haber peşinde koşarken çoluğunu çocuğunu görmediğini
söylüyor. “Olaydan sonra bir süreliğine izin aldım ama hem meslek
gereği hem merak, bakarsın bir hafta sonra yine bölgedeyimdir”...
İnanılması güç ama yaşadığı şoku henüz atlatamamış olmasına rağmen
aynen böyle diyor Türkiye gazetesi muhabiri Adem Demir. 4 Temmuz
2012’de aynı gazeteden arkadaşı Osman Sağırlı’yla haber için
gittiği Hakkari’de, 6 asker ve 2 korucunun şehit olduğu Geçitli
karakolu saldırısında, PKK ’nın alıkoyduğu iki gazeteciden biri
o... Yaşadıklarını anlatmakta zorlanıyor, araya sık sık uzun
sessizlikler giriyor, gözleri doluyor. “O kadar çok şey gördüm ki
gazetecilikten iğrendim. Hayata artık mutlu gözle bakamıyorum”
diyen Adem Demir, gazeteciliğe nasıl başladığını, Hakkari’de
yaşadıklarını ve terör sorununa dair fikirlerini anlatıyor…
Neden gazeteci olmak istemiştiniz, hatırlıyor
musunuz?
Dün gibi hatırlıyorum hem de. 13 çocuklu
ailenin beş numarasıyım. Benim gibi insanlar hayata 10-0 yenik
başlayanlardır. Van ’ın Erciş ilçesinin bir köyünde doğdum. Babamın
evinde hiç kitap yoktu. İstanbul ’a okumaya geldiğimde sevdim ben
kitabı, sevdikçe de “Yapabileceğim meslek gazeteciliktir” dedim.
Birkaç idolüm vardı gazetecilik anlamında. Biri Mehmet Ali
Birand’dı. Hatta PKK ’ya olan ilgim onun ‘Apo ve PKK ’ adlı
kitabını okuyarak başlamıştı. Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi
gazeteci olmak istiyordum... 16’ncı yılım şimdi meslekte, 16 yıldır
pis haberler yapıyorum işte.
Memnun musunuz gazeteci olduğunuz için?
Değilim. O kadar çok şey gördüm ki iğrendim. Hayata artık mutlu
gözle bakamıyorum. (Gözleri doluyor, kaydı kapattırıyor, bir süre
sessiz kaldıktan sonra devam ediyoruz) Hayatımda hiç doğum günü
kutlamadım. Kürtlerde doğum günü yoktur, gerçek doğum tarihimi
bilmem, annem de bilmez, babam da… Kimlikte 03.08.1972 doğumlu
görünüyorum ama bundan sonra benim doğum günüm 04.08.2012’dir.
Yani PKK ’nın elinden kurtulduğunuz gün…
Evet.
Dağılmış cesetler, parçalanmış beyinler gördüm. (Yine bir süre
bekledikten sonra) Birkaç defa daha tehlike atlattım ama
şahdamarıma en yakın olanı buydu. İstanbul ’dan Batman ’a gittik,
orada araç kiraladık. Şemdinli’ye gidiyorduk gelişmeleri takip
etmek için. Hakkâri’ye 55 km. kala iki militan bizi durdurdu,
kimlik kontrolü yaptılar, arabadan indirdiler. Sel sularının Zap’a
dahil olduğu Kurudere mevkiinde bir menfezin içine soktular bizi,
beklettiler. Ama ben dayanamıyordum ki gidip gidip konuşuyordum
bizi bırakmaları için.
Kürtçe konuşuyordunuz değil mi?
Evet, ama
onlar Türkçe biliyordu. Telsiz konuşmaları geliyordu sürekli.
Meğerse çatışmanın tam ortasına düşmüşüz. 23.15’te bizi tuttular,
23.30’da çatışma sesleri geliyordu. O anda Geçitli Karakolu’nu
basmışlar. Sonrasında destek geldi karakol için. Bizim bulunduğumuz
noktada mayın döşenmişti. Zırhlı araç tam geldiği zaman mayını
patlattılar, biz o mayın patladığı an mahzendeydik. Asfalt havaya
kalktı, indi. Korkunç bir basınç oluyordu menfezde, arkadaşım Osman
Sağırlı “Kulaklarım patladı, kan geliyor” dedi. Sürekli kurşun,
roket sesleri geliyordu. Her patlamada basınç aşağıda daha farklı
hissediliyordu. Sonra işleri bitti, bizi arabaya bindirdiler.
Kendileri de geldi bir yere kadar. 1 km ileride bir köy vardı,
orada durdurdular. Yaralı taşıtmak istediler, ben itiraz ettim.
Aramızda tartışma çıktı. Genç bir militan şarjör değiştirdi.
Sizi öldürmek için mi?
Evet, arkadaşım da “Boş
ver, onların dediğini yap, tartışma” dedi. Ben de ses tonunu
alçaltarak konuştum onlarla. Sonra telsizden bazı bilgiler geldi,
yanı başımızdaki bazı evlerin arasından kaçıp gittiler. Fakat
biliyor musun, biz eğer onlardan kurtulup o hızla sürseydik, asıl
dehşetin yaşandığı karakol çatışmasının üstüne düşecektik. Yani ya
militanların ya askerlerin kurşunlarıyla her halükârda ölmüş
olacaktık.
Yanınızda silah var mıydı?
Onlar da sordular
bunu. Eğer silahımız olsaydı, kafadan ölmüştük.
Kurtulduktan sonra ilk ne yaptınız?
Gördüğüm
dağılmış her çocuğun alnını öpe öpe saatlerce ağladım. Bir gün
sonra da İstanbul ’a döndük.
Kürt olmasaydınız ne olurdu sizce?
Bence yine
aynı şey olurdu. Orada mesele Türk veya Kürt olmak değil.
Nedir mesele?
Ben Kürt olduğum için yaşıyor
değilim. Yanımdaki arkadaşım Osman Sağırlı Türk’tü, onu
öldürebilirlerdi. O anda biz onların sigortasıydık çünkü işleri
bittikten sonra bizim aracımızla kaçtılar. Dolayısıyla bize zarar
vermezlerdi. Yalnız “Yukarıdan yapılacak ateş sonucu ölebiliriz”
diyorduk. “Türk askeri sivil araca ateş açmaz” diyerek bizi teskin
ettiler.
Açmaz mı gerçekten?
Biz sivil bir araçtık,
başımızın etrafında helikopterler dönüp duruyordu ama ateş
etmediler. Aracımıza bir tek mermi bile isabet etmedi, uzağımıza,
sağımıza solumuza atıyorlardı ama doğrudan bizi hedef
almadılar.
Sizi alıkoyanlar kaç yaşlarındaydı?
19-25
arası değişiyordu yaşları. Gençtiler, çocuk dediğim için
kızıyorlardı ama çocuktular.
Geçitli Karakolu’ndaki saldırıdan sonra ölü ele geçirilen
üç PKK ’lı kızın otopsisinde, yaşlarının en fazla 16 olabileceği
saptanmıştı.
İnsanlar niye hayret ediyor ki? PKK ’nın
en büyük insan kaynağı çocuklardı zaten. 12-13-14-15 yaşlarında
çocuklar…
12’ye kadar düşüyor mu bu rakam?
Tabii ki.
Mustafa Karasu, taş atan çocuklara ‘Kürt generali’ diye yazdı.
Böyle bir zihniyet için yaş fark etmez ki zaten mesele yaş değil.
Kandırıp götürmek de değil... Çocuk öyle bir ortamda büyüyor ki
onun için doğal olan şey dağa çıkmak. Çocuğun modeli, örnek gördüğü
kişi gerilla! Onun gibi giyiniyor ya da davranıyor... Kuzey Irak
’ın diğer tarafındaki Kürt köyünün çocukları “Biji Apo!” diye
slogan atıyor. 5-6 yaşında çocuklar bunlar. Adamlar bir felsefe
oluşturdular. O da kemikleşti artık, tabana yayıldı. Bundan dolayı
örgüte kızılmaz, devlete kızılır. “Terörist, cani bunlar” deyip
onlara kızmak en kolayı ve bunlarla ancak kendinizi kandırırsınız.
Devlet de aydın olan da zoru seçmelidir.
Nedir zor olan?
Güçlüyü sorgulamaktır. Güçlü
de devlettir! Niye gidiyor kardeşim 13-14 yaşındaki çocuk?
Kandırılıyor öyle mi? Kandırtma! Senin vatandaşın o! Öyle bir hayat
sun ki kanmasın kimse. Yani devlet baba, 13 yaşındaki çocuğuna
sahip çıkmıyorsa kendisini sorgulayacak!
Çatışmalardan sonra hep ölü sayısı yarıştırılıyor: “Şu
kadar asker şehit oldu ama biz de şu kadar PKK ’lı öldürdük” diye
cümleler kuruluyor.
Her iki tarafta kelle hesabı
yapılıyor. Çok militan ölürse, “Oh tamam” diyorlar. Gediktepe’de 24
kişi öldüğünde “Misliyle cevap verilecek” dediler, Kazan’da 38
kişiyi öldürdüler. Ne oluyor o zaman? Toplum rahatlıyor.
Bir toplum ölümle nasıl rahatlayabilir?
İşte
Türkiye toplumu o hale gelmiş vaziyette. Cenazelere alışmış.
Alışmamış olsaydı tek bir cenaze geldiğinde insanlar sokaklara
dökülürdü. İsyan ateşinin o zaman büyümesi lazımdı. İsyan edilmiyor
çünkü sıradanlaştı artık. Mesela karakolların çoğu feci durumda. O
karakolların hepsini mükemmel de yapsanız güvenlik boyutunu ön
plana çıkartarak bu sorunu çözemezsiniz. Tek tek sinekleri öldürmek
yerine bataklığı kurutmanın derdine düşmeli bu devlet. Bataklığı da
o insanların dağı bir kurtuluş olarak görmesini engelleyerek
kurutacaksınız. Dağ, bir kurtuluş değil ölümdür! Mesela Kuzey Irak
’ta bir devlet kurulmuş, Kürtçe serbest, üniversitelerde Kürtçe
eğitim yapılıyor. Suriye’de bir otonom bölge oluşturulmaya
çalışılıyor, oradaki Kürtler geleceğin hesaplarını yapıyor. Bizim
kendi Kürtlerimize reva gördüğümüz haftada iki saat seçmeli ders.
Yahu ver gitsin, ne olacak yani? Kürt, öfkeli. Öfkeli çünkü bir
yakını ya cezaevindedir, ya dağ başındadır ya da toprak altındadır.
Öldüre öldüre bitiremiyorsunuz! Bu iktidar da bunu anladığı için
Oslo Görüşmeleri’ni yaptı. Onu da baltaladılar ama…
Kim baltaladı?
En başta Öcalan’ın kendisini
sattığını düşünmeye başlayan PKK tabii ki. Öcalan “Barış
komisyonları kuruldu, devletle anlaşıyorum” dedi. Kandil ,
kendisinin by pass edildiğini düşündü. Sonra 14 Temmuz’da Silvan’da
14 asker şehit edildi! Bugün 600 bin askeri yığ oraya, PKK ’yı
minimize et; yirmi sene sonra 5 kişi kalmışsa bile o beş kişiyle
masaya oturmak zorundasın! Kan, kanla yıkanmaz. Kan lekesini ancak
suyla temizlersin. Buna bir su dökmüyorsun ki, cenaze
yarıştırıyorsun.
Sizce çözüm nasıl gelir?
Doğuyla batının
hassasiyetleri çok farklı. Doğudakinin sevinç gördüğünü, batıdaki
şov olarak görüyor. Bazen de tam tersi oluyor. Bu kirli savaşta,
akan kanın durmasını istiyorsak bir Kürt genci öldüğünde Türk
ağlayabilmeli; bir asker, bir polis öldüğünde ise Kürt
ağlayabilmeli. Eğer birbirimizin cenazesi için ağlayabilirsek çözüm
kendiliğinden gelir.
İpek İZCİ / RADİKAL