Gündem
07 Eyl 2009 09:35 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:51

KABE'DE TÜRKÇE DUA EDİLİR Mİ? STARBUCKS´TA TANIK OLDUĞUMUZ İLGİNÇ OLAY NE?

"Cidde´den Medine´ye hareket ederken, bu yolun maneviyatını berhava edecek bir şey söylüyorum." Ertuğrul Özkök yazdı.

Hazreti Muhammed işte orada karşımda yatıyor

HİCRET nedir?
Fani bir bedenin, bir yerden bir yere muhacereti mi?
Bu kadar basit mi?
Hayır değil.
Değilmiş.


STARBUCKS´TA TANIK OLDUĞUMUZ İLGİNÇ OLAY

Cidde´den Medine´ye hareket ederken, bu yolun maneviyatını berhava edecek bir şey söylüyorum.
Yolda bir Starbucks bulup kahve alabilir miyiz?
Hicret ve Starbucks...
Yolun ilahi havasını mahveden bir kelime. Hayat bazen böyledir.
Bir cümle, bütün bir geçmişi bir anda yıkar geçer.
Ama burada söz konusu olan şey kahve...
Bazı sabahlarımın sonsuz Gılgamış´ı.
Ölümsüzlüğün sırrı, hayata açılan kapının şifresi.
Ne yapacaksınız, bir yanda maneviyatın inancı, öte yanda günlük hayatın bağımlılığı, hazzı.
Starbucks´a uğruyoruz.
Ahmet Hakan "Americano" istiyor, bense "Günün kahvesini..."
Biz Manhattan´da gibi kahvelerimizi beklerken içeri bir kadın giriyor.
Başı örtülü, üstü örtülü.
Bize servis yapan sempatik Suudi delikanlının yüzü birden asılıyor ve kadına biraz da azarlayıcı havayla, "Buradan alamazsın, yan tarafa geç, orada aile tarafından al" diyor.
Kadın, ilahi bir emir almış gibi hiç itiraz etmeden, çıkıp yan tarafa geçiyor.
O an anlıyoruz.
"Güle güle Manhattan, hoş geldin Cidde..."
Kahvelerimizi alıyoruz, devasa GMC´nin güçlü motorları harekete geçiyor.
Tam 1430 yıl sonra Hicret, kim bilir kaçıncı defa başlıyor.
Aynı yollardan geçeceğiz, aynı korkuları, aynı tutkuyu, aynı azmi yaşamaya, hissetmeye çalışacağız.
Yoldaşlığın ne olduğunu öğreneceğiz.

PEYGAMBER´İ KIZLAR KOROSU, BİZİ FERDİ TAYFUR KARŞILADI

Elimizdeki haritaya göre, Hazreti Muhammed´in Hicret yolu, şimdiki otoyola paralel, ama biraz solundaymış.
Bu yolun, 1430 yıl önce son peygamberi İslam´ın ikinci kalbine götürmesinden başka hiçbir özelliği yok.
Ama sadece bu özellik, o yolu, yol olmaktan çıkarıp bir "Tarik"e çevirmeye yetmez mi?
Fazlasıyla yeter.
Etraf çöl./_np/3011/8753011.jpg
Bir de ışıklı benzin istasyonları, küçük alışveriş merkezleri.
O yol boyunca anlıyorsunuz ki, dinler insanları ayırıyor, ama o küresel işaretler istemeseniz de sizi birleştiriyor.
Starbucks, Nokia, Toyota, Coca-Cola ve yüzlercesi...
Her biri Kâbe kadar tanıdığımız semboller.
Medine´ye az kala, Ahmet Hakan, Hazreti Muhammed´i Medine´de karşılayan kızlar korosunun söylediği ilahiyi anlatıyor.
İşte tam o sırada İslam Konferansı Örgütü Medya Danışmanı Fatih Öke, bize bir sürpriz yapıyor.
Bir CD çıkarıp yerleştiriyor ve "Bilin bakalım kim söylüyor" diyor.
Pür dikkat dinliyoruz.
Medine kapılarında Peygamber için söylenen o ilahiyi bir Türk söylüyor.
Olağanüstü etkileyici bir ses ve yorum...
"Aaa, bu Ferdi Tayfur" diyoruz.
Evet o.
Fethullah Gülen´e yakın bir müzik şirketi yayınlamış CD´yi...
Adı "Efendimiz..."
Ferdi Tayfur´un söylediği ilahiyi dinleye dinleye gidiyoruz.
Funda Arar´ı da dinliyoruz.
O mini etekli, omuzları açık şahane kadın da "Efendimiz"e sesleniyor.
Rahatlıyoruz.
"Efendimiz"i sevmek sadece tesettürlü kadının inhisarında değil.

GÖZÜM O GÖRÜNMEZ TÜRK ŞEHİTLERİNDE

İlerde Medine´nin ilk ışıkları göründüğünde başta sorduğum sorunun cevabını yine kendim veriyorum.
Hicret, fani bir bedenin bir yerden başka bir yere muhaceretinden ibaret basit bir şey değil.
Asıl, bir ruhun, insanın iç dünyasının bir başka yere göç etmesi hicret...
İslam dini işte böyle bir hayalin hicreti sayesinde İstanbul´a kadar ulaşacaktı.
Üsküdar, Kâbe´yle aynı imtiyazı, "Harem" olma hakkını elde edecekti.
Gece yarısını geçiyorduk.
Hazreti Muhammed´in izinde, biz de Medine´ye giriyorduk.
O, 12 günde gitmişti./_np/3014/8753014.jpg
Bizim muhaceretimiz ise sadece 3.5 saat sürmüştü.
Ama önümüzde, bundan 14 yüzyıl önce açılmış bir yol vardı ve bizler bu yolun inanmış veya inanmamış yolcularıydık.
İşte şimdi o şehirdeydik.
İslam´ın ikinci Kâbe´sinde.
Osmanlı´nın uğruna kim bilir kaç şehit bıraktığı o gazi şehirde.
Medine-i Müneverre´de...

PERDELERİ YAVAŞÇA AÇIYORUM KARŞIMDA PEYGAMBER CAMİİ

Büyük binaların arasından geçerek otelimize geliyoruz.
Otelimizin girişi, dünyanın herhangi bir şehrinde göreceğiniz Intercontinental´lerden biri.
Hızla ve merakla odamıza geçiyoruz.
Mekke´deki gibi yine pencereye koşuyorum.
Mekke´deki şantiye şoku beni iflah etmemiş.
Yine gözlerimi kapatarak perdeleri sonuna kadar açıyorum.
Sonra yavaş yavaş açıyorum.
Karşımda Mescid-i Nebevi.
Peygamber Camii.
Karanlığın ortasında ışıl ışıl parlıyor.
Hayatım boyunca gördüğüm en etkileyici mabet.
Tüylerim ürperiyor.
Dünyanın en büyük ikinci dininin aziz peygamberi, işte tam karşımda, o caminin bir köşesinde yatıyor.
Zaman duruyor, her şey siliniyor ve çocukluğumdan beri ruhuma işlemiş olan inancın kalbi durup dururken atmaya başlıyor.
İzmir´de, çocuk kokan yatağımda her gece okuduğum ve aradan geçen yılların bana tek satırını unutturamadığı o iki duayı okuyorum.
"Üç Kulhuvallahü, bir Elham..."
Her Türkün, "Türküm, doğrum, çalışkanım"dan sonraki en temel "Amentü"sü...

Hazreti Muhammed, Ebubekir ve Ömer...

Hz. Muhammed´in kabri, Peygamber Camii´nin içinde bir odada... Hz. Muhammed´in yanında Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer yatıyor. Üstünde yeşil kubbe bulunan kabir, ziyaretçilerle dolup taşıyor. Ziyaretçilerin kabir önünde uzun süre duraklaması izdihama yol açtığında güvenlik kuvvetleri müdahale ediyor.

Kâbe´de Türkçe dua edilir mi

İlk yazımın çıktığı gün Ali Şen aradı.
Tavaf sırasında rehberimin bana okuduğu Arapça duaları tekrarladığımı okumuş.
"Sen ne söylediğini anladın mı?" diye sordu.
"Hayır, anlamadım" dedim.
O da Kâbe´ye gitmiş. Rehberi, "Arapça mı okuyayım, yoksa İngilizce mi" diye sormuş.
Ali Şen, "Tabii ki, Arapça" demiş.
Bunun üzerine rehber, "Peki sen Arapça biliyor musun" deyince, Şen "Hayır" demiş.
"O zaman ne dua ettiğini nasıl anlayacaksın" deyip, duaları İngilizce okumaya başlamış.
Ali Şen, "Keşke sen de rehberinden Türkçe dua etmesini isteseydin" diyor.
Ben bu konuda cahilim./_np/3015/8753015.jpg
Tartışmayı bilenlere bırakıyorum.

Avluda modern gölgelikler

Burası Medine´deki Peygamber Camii´nin avlusu... Suudi Hükümeti, caminin dış avlusuna şık ve modern çadırlar yaptırmış. Yakında hizmete girecek olan bu çadırlar, elektronik mekanizmayla çalışıyor ve serinletici aparatlara sahip...

YARIN: Medine´de yaptığım son dua neydi?

Ertuğrul Özkök/Hürriyet


Peygamber kabri hakkında


PEYGAMBER, Mescid-i Nebevi´nin, yani Peygamber Camii´nin içinde yaşıyordu...


Evi orasıydı...
Vefatı odasında gerçekleşmiş...
Ve bütün peygamberler gibi o da, öldüğü yere defnedilmiş...
Yani...
Peygamber´in kabri, bugün çok büyük bir alana yayılmış olan Peygamber Camii´nin içinde, yeşil kubbeli bölümün altındadır...
Orası bir odanın içindedir...
Üzeri betonla örtülen bu odanın altında yatıyor Hz. Muhammed ve oraya kimsenin girmesine izin verilmiyor. Ziyaretçiler, sadece odanın penceresine yaklaşabiliyor... Arkadan gelenlere yer verilmesi için ziyaretçilerin pencere önünde uzun süre beklemelerine izin verilmiyor.
Peygamber´in kabrinin bulunduğu odanın önüne gelindiğinde, elleriyle selam veren ziyaretçiler, "Esselamu Aleyküm Ya Resulullah" diyorlar.
Peki Peygamber´in kabrinin yanı başında başka kimler var?
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer var...
Anlatılanlara göre Hz. Ömer, hilafeti sırasında Hz. Ayşe´ye Peygamber´in yanına gömülmek istediğini söylemiş. O da yerinden fedakarlık yapıp Hz. Ömer´e yer vermiş.
Kabirlerin sıralanma şekli şöyle: Önce Peygamber´in kabri, ardından biraz geride Hz. Ebubekir´in kabri ve ondan da biraz geride Hz. Ömer´in kabri...

Peygamber Camii´nde uyku

Ben uyumadım ama uyuyanlar söylüyor: Dünyanın en dingin, en ferah ve en derin uykusu burada uyunuyormuş. Özellikle öğle ve ikindi arası onca kalabalık içinde uyuyanların sayısı hayli fazladır.

Mekke ile Medine arasındaki sekiz fark

BİR: Mekke serttir, gerilimlidir, kendini kolay ele vermez... Medine yumuşaktır, gerilimsizdir, hemen buyur eder sizi...
İKİ: Mekke keskin dağların arasına sıkışmıştır... Aman vermez geçitlerle çevrilir... Medine geniş bir coğrafyaya yayılmıştır...
ÜÇ: Mekke kıraçtır... Ağaçsızdır... Daha sıcaktır... Medine yeşildir... Ne kadar sıcak olursa olsun, kendine korunacak bir saçak altı bulursun...
DÖRT: Mekke insanı biraz asık suratlıdır, hemen sosyalleşmez... Medine insanı halim selimdir, gülümser her daim...
BEŞ: Mekke geceleri güzeldir... Medine gündüzleri...
ALTI: Mekke´yi Mekke yapan Kâbe´dir... Medine´yi Medine yapan ise Peygamber Mescidi...
YEDİ: Mekke´nin lakabı "mükerreme"dir... Medine´nin lakabı ise "münevvere"... Biri "kerim"dir, diğeri "aydınlatan".
SEKİZ: Mekke farzların şehridir, Medine sünnetlerin...

MAHREM NOTLAR

Özkök, `Lebbeyk´i nereden anımsadı

Kâbe´de herkes "Lebbeyk..." diye başlayan bir dua ediyor...
Yüksek sesle...
"Sana geldim", "Davetine icabet ettim", "Huzurundayım" anlamında Arapça bir ünlemdir "Lebbeyk..."
Yani Kâbe´de en fazla işitilen sözcüktür "Lebbeyk..."
Ertuğrul Özkök, Kâbe´de "Lebbeyk..." sözcüğünü işitince, "Ben bunu bir yerden anımsıyorum ama nereden" deyip durdu...
Derken anımsadı Ertuğrul Bey...
Vakit Gazetesi her Hac döneminde kocaman başlık atar "Lebbeyk" diye...
İri ve bağıran harflerle...
Ertuğrul Bey de o manşete bakıp pek bir anlam veremezmiş...
Ama artık Vakit´in "Lebbeyk..." manşetlerine bakınca...
Ne demek istendiğini anlayacak...
Ne diyelim?
Sağ olasın Vakit! Bak, bir işe yaradın...

Medine´de ne yapılır

ALIŞVERİŞ: Medine´de bütün dükkanlarda Türkçe konuşuluyor... Tezgahtarlara soruyorsunuz "Nasıl öğrendiniz?" diye... Cevap, "Buraya gelen Türklerden" oluyor. Yani Türkler için Medine çarşısındaki alışverişte iletişim çok kolay...

HURMA BAHÇESİ SEFASI: Medine´de çok sayıda bulunan hurma bahçelerinden birine mutlaka gidilmeli... Orada ikram edilen yemeklerden yenmeli... Ve en sonunda alıcıların önüne getirilen hurma çeşitlerinden satın alınmalı...

MÜZE GEZİSİ: İslam Araştırmaları Merkezi´ne mutlaka gidilmesi gerekir. Orada Türklerin yaptığı dev maketlerde yansıtılan, Mekke ve Medine şehirlerinin Peygamber dönemi ve Osmanlı dönemi incelenir... Merkezin başında bulunan Ezher mezunu Türk yetkililerin anlatımlarına kulak verilir... Bu müzeye gitmeden Mekke ve Medine´nin tam olarak anlaşılması mümkün değildir.

ARAP KAHVESİ: Biraz otel lobilerine de vakit ayırmak lazım... Lobiye oturun, garsonlara taze hurma ve Arap kahvesi siparişi verin... İnanılmaz bir lezzet sizi bekliyor...

Ahmet Hakan/Hürriyet


Uzun yürüyüş

EĞER Adem, Sri Lanka´da yeryüzüne inip, kendisiyle eşzamanlı Cidde´de inen Havva ile Mekke yakınlarındaki Arafat´ta buluşabildiyse, eşine kavuşmak için "uzun bir yürüyüş" yapmış demektir.


Nuh´un da yürüyüşünün uzun olduğunu düşünebiliriz. Gemi, Cudi Dağı üzerinde durduğuna göre tebliğe başladığı ana yurduna dönmek üzere uzun bir yol yürümüştür.
En uzun yürüyüşü İbrahim yapmıştır. Urfa´dan Harran´a, Harran´dan Filistin´e, oradan Mısır´a, Mısır´dan Filistin´e, oradan Mekke´ye ve oradan tekrar Filistin´e yürümüştür.
Yusuf ve babası Yakup, Kenan İli´nden Mısır´a yürüdüler.
Musa, Mısır´dan Kenan´a, tekrar Mısır´a ve sonra kavmini kölelikten kurtardıktan sonra Kızıldeniz´in içinden geçerek Kenan iline yürüdü.
İsa hep yürüyordu.
En uzun ve meşakkatli yürüyüşü yapanlardan biri de "Son Peygamber" idi.
Sözünü ettiğimiz her yürüyüş aslında bir hicrettir.
Hicret, şu veya bu zorlayıcı sebeple mekân üzerinde yer değiştirmek anlamına gelir. Su nasıl akarken hem kirlerinden arınıyor, hem temas halinde olduğu kaya ve dağların faydalı minerallerini alıp hayat verici oluyorsa, hicret de insanı arındırır, zenginleştirir ve yeni bir medeniyet için enerji toplar.

YA BİZDEN OLACAKSIN YA DA SUSACAKSIN

Hz. Muhammed ve arkadaşlarını uzun yürüyüşe mecbur eden şey, Mekke´de artan baskı ve işkencelerdi.
Tebliğe başlayan Hz. Peygamber, "Herkesin dini kendine. Herkes dinini özgürce yaşasın ve dinini serbestçe ifade edebilsin" diyordu.
Mekkeliler ise "Ya bizden olacaksın ya da susacaksın, aksi halde sana ve arkadaşlarına hayat hakkı tanımayacağız" diyorlardı.
Böylece ilk hicret için Müslümanlara izin verildi.
615´te dördü kadın 12 kişilik ilk kafile yola çıktı. Hz. Peygamber, Habeşistan´a gitmelerini söylemişti. Bugünkü Sudan, Somali ve Etyopya´yı içine alan ülkenin o zamanki Hıristiyan kralı Necaşi´ydi.
Hz. Peygamber, "Orada adil bir kral var" deyip bugün dahi Afrika´nın temel arayışı olan "adalet"e işaret etmişti.
İlk sığınmacılar olumlu sonuç alınca ertesi yıl 13´ü kadın 77 kişiden oluşan ikinci kafile de Habeşistan´a gidip sığınma talebinde bulundu.

MEKKE ULULARI NEDEN ÇİLEDEN ÇIKTI

Mekke iktidar seçkinlerini çileden çıkaran husus, ilk inen ayetlerin "cennet ve cehennem tasvirleri"ydi.
Kur´an´ın çizdiği tabloda Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi eşraf ve âyândan ulular cehenneme atılmış, diz üstü çökertilmiş, azap meleklerinin elinde aşağılanmış olarak ıstırap çeker halde tasvir ediliyorken, Mekke´nin aşağı sınıflarından olan köleler, cariyeler ve yoksullar cennette nimetler içinde, eşleriyle beraber altından ırmaklar akan tahtlar üzerinde yaşıyorlardı. "Muhammed´e bakın, tanrısı bizi cehenneme, kölelerimizi, uşaklarımızı cennete gönderiyor" diyorlardı.
Tabii ki ahiret tasvirleri, adaletsiz dünyaya göndermeydi.
Vahiy devam ettikçe baskı ve zulümler de arttı. Bir avuç Müslüman üç sene abluka altına alındı. Bu dönemde azık ve istihbarat getiren süt kızkardeşi Şeyma´dan başka Hz. Peygamber´le temas kuran olmadı.
Baskıların yoğunlaştığı bir zamanda Hz. Peygamber´in eşi Hatice ve amcası Ebu Talip vefat etti ki, bu yıla "Hüzün yılı" adı verildi. Allah bir avuç mü´mini çetin bir sınavdan geçiriyordu.

ARAYIŞ SÜRÜYOR

Bu arada Hz. Peygamber, bir çıkış yolu aramayı ihmal etmiyordu. Anne tarafından akrabalarının olduğu Sakifeoğulları´ndan yardım almak üzere Taif´e gitti, fakat taşlanarak şehri terk etmek zorunda kaldı.
Bir süre sonra Hac için gelen 12 Medineli ile karşılaştı, onlara İslamiyet´i anlattı. Ona inandılar. Mekke ile Mina arasında bulunan Akabe´de ilk sözleşmeyi yaptı, onlara öğretmen olarak Mus´ab bin Umeyr´i gönderdi. Bu genç, eğitimli ve sevimli sahabe bir sene sonra ikisi kadın 73 kişiyle döndü... Böylece "II. Akabe Biatı" imzalanmış oldu.

SUİKAST KARARI

Bu arada ailelerin bölündüğünü, Kureyş´in Arap Yarımadası´nda küçük duruma düştüğünü ve inisiyatifin artık ellerinden çıkmaya başladığını gören Mekke uluları, her kritik kararın müzakere edilerek alındığı yerel parlamento hükmündeki "Daru´n-nedve"de toplanıp bir gece yarısı baskınıyla Hz. Peygamber´i öldürmeye karar verdiler.
O sırada merhametli Allah, Müslümanlara hicret ruhsatını vermişti.
Hz. Peygamber, Miladi 620´de, kendisine verilen emanetleri sahiplerine iade etmesi için Hz. Ali´yi yatağına bırakıp Mekke´den ayrıldı.
Suikastçılar eve baskın düzenlediklerinde evde Hz. Ali´yi buldular.
Hz. Ebu Bekir´le başlayan uzun yürüyüş Medine önlerinde, Kuba´da tamamlandı.

YARIN: Nasıl bir arada yaşayacağız?

Ali Bulaç/Hürriyet