Kabataş fotoşopuna Sabah okur temsilcisinden savunma: Fanatiklikten uzak durun!
Sabah'ın "Kabataş saldırısı" iddiasıyla ilgili olarak yayımladığı fotoşop görseli sosyal medyanın tepkisine neden olmuştu. Sabah okur temsilcisi tepkileri köşesinden bakın nasıl değerlendirdi...
Sabah gazetesi Okur Temsilcisi İbrahim Altay, "Kabataş saldırısı"
iddiasıyla ilgili Sabah'ın (11 Mart 2015) fotoşop görseliyle
yayımladığı ve sosyal medyada tepkilere yol açan “taciz 52 saniyede
gerçekleşti” iddiasına ilişkin olarak, "Meslektaşlarımı soğukkanlı
davranmaya, 'kesinlikle böyle olmuştur' ya da 'böyle bir şey hiç
yaşanmamıştır' fanatikliğinden uzak durmaya, 'Kabataş gelini' ve
'cinsel fantezi' gibi göndermelerle şiddeti ve utancı tekrar tekrar
üretmemeye davet ediyorum" dedi. Altay, "Umuyorum ki Kabataş'ta tam
olarak nelerin yaşandığı en kısa zamanda, hukuken ve resmen, bütün
ayrıntılarıyla ortaya çıkar" diye de ekledi.
İbrahim Altay'ın Sabah'ta "Kabataş hadisesi"
başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Onlarca telefon, yüzlerce e-posta. Konu: Kabataş.
Ali Çelik adlı okurumuz mesela... "Sahi siz ne içiyorsunuz? Girin
Twitter'a da bir bakın düştüğünüz gülünç duruma. Bir gazete bu
kadar kendini düşürür mü? Hoş; hitap ettiğiniz kitle ilkokulu 3'ten
terk, normaldir!"
Hakan O. adlı okurumuz bahsi yükseltmiş: "Aciz AKP iktidarının
gönderdiği 2 paket makarna, 2 torba kömür ile el altından
yönetiliyorsunuz.
Yalan haber yayınlamakta üstünüze yok! Sizler yüzde 50'lik cahil
kısmı yönetebilirsiniz sadece. Yeni nesiller artık köleniz
olmayacak. Hiçbir diktatör seçimle gitmemiştir!"
Değerli okurlarımız! Eleştirinin de bir ahlakı vardır. Gazeteyi
eleştirmek, dalga geçmek, makara yapmak farklıdır; okurlarını
tahkir etmek farklı.
Yapmayın! Sizin diğer Sabah okurlarından daha akıllı, daha zeki,
daha aydın, daha duyarlı, daha bilinçli, daha kültürlü, daha uyanık
olduğunuzu ispatlayan bilimsel bir veri yok.
Kitle ile özdeşleşmek
İki hususun altını çizelim. Bir:
Gazetecilerin kendilerini 'kitle ile özdeşleştirmesi' yanlıştır.
İki: 'Dezenformasyonun araçsallaştırılması' bir gazetecilik
faaliyeti değildir.
Daha açık bir biçimde yazmak gerekirse... Gezi, kitle
psikolojisinin arızi mekanizmalarının sıklıkla devreye girdiği bir
süreçti. Toz bulutu dağıldıktan sonra net bir şekilde görüldü ki bu
eylemleri bütünüyle barışçı, insancı ve çevreci olarak nitelemek
mümkün değil. Dolayısıyla 'geziciler' diye bir kategori açmak ve
bütün edimlerine kefil olmak anlamsız. Benzer şekilde gezi
eylemlerine katılan herkesi 'tecavüzcü' olarak nitelemek de...
Gezi'de yalan ve abartının sıklıkla bir propaganda vasıtasına
dönüştüğünü gördük. "Ankara'da bir genç kız polis panzeri
tarafından ezildi. Adı: Aylin" yazan gazeteciler. Muhayyel bir
kadının polis şiddeti nedeniyle bebeğini düşürdüğü yalanı. Çatıdan
düşüp ölen eylemciyi, polis tarafından vurulmuş bir devrim şehidi
ilan etmeler. Karısıyla barışmak isteyen bir vatandaşımızın
uydurduğu polis işkencesi hikayesini sahiplenmeler. İnternetten
bulunan 'yanık vakası' görsellerini, kimyasal gaz mağduriyeti icad
etmeler. 'Müftü karısı', 'Avrasya maratonu', 'tersane kazası' ve
daha birçok şey. Tam tersi de oldu. Bunların hepsi hiçbir ahlakçı
kisvenin örtemeyeceği netlikte, hepimizin gözleri önünde yaşandı.
Gazetecilerin sosyal medya hesapları ve gazetelerin internet
arşivleri bu çarpıtmalarla dolu. Kadına yönelik şiddetin sınıfsız
ve ideolojisiz bir toplumsal gerçek olduğunu da biliyoruz.
Şimdi dönüp her şeyi bir 'üstü çıplak ve deri eldivenli erkekler'
tartışmasına indirgeyemeyiz. Ki zaten Sabah'ın haberinde böyle bir
ibare yok.
Sabah istihbarat şefi ve haberde imzası olan Hayrettin Bektaş ile
konuştum. Haberi yaparken günlerce çalıştıklarını, polis
raporlarını incelediklerini, soruşturmayı yürüten mercilerle
görüştüklerini belirtti ve şunları söyledi:
"151 farklı yerden alınan 2560 saatlik kamera kaydına değil, o
alanda bulunan kameraların 16 dakikalık görüntüsüne ihtiyacımız
vardı. Kabataş deniz, kara ve yeraltı ulaşımının birleştiği bir
nokta. Ama bölgedeki 11 kameranın 10'u ne hikmetse o saatlerde
çalışmıyor. Çalışan tek kamera ise olay mahalline uzak ve net
değil."
"Polisin araştırmasına göre Z.D. saat 19.42'de sözünü ettiğimiz
kameranın görüş açısına giriyor. Yanında bebek arabası var. Saat
19.49'da 20-30 kişilik bir grup Z.D.'nin yanına geliyor. Grup bir
dakikaya yakın bir süre Z.D.'nin yanında kalıyor ve 19.50'de yoluna
devam ediyor.
19.58'de Z.D.'nin kocası geliyor ve karısını alıp yola devam
ediyor.
Görüntüler net olmadığı için o sırada tam olarak ne olduğunu
göremiyoruz ama genç kadınla grubun karşılaştığı ve grubun yola
devam etmek yerine orada bir süre durduğu kesin.
"Bektaş 'tacize uğradığı iddia edilen kadının beyanı esastır'
ilkesine vurgu yapıyor: "Ne yaşandıysa bu 52 saniye içerisinde
yaşandı. Biz de kadının beyanını esas alıp haberleştirdik.
Üstelik Z.D.'nin darp edildiğine dair adli tıp raporu var." Kısaca
tekrarlamak gerekirse: Sözü edilen karşılaşma sırasında tam olarak
neler yaşandığını bilmiyoruz. Genç bir kadın bu sırada tacize
uğradığını iddia ediyor. Sabah da bu ifadeyi önemseyip
haberleştiriyor. Polisin izlenimi haberi pekiştiriyor.
Kadının beyanı esas mıdır? Değilse bile önemli bir hareket
noktasıdır.
Özellikle flu durumlarda.
Ekrem Kızıltaş'ın Takvim'deki ilk yazısında sorduğu "Olmadığını
ispat eden görüntüler nerede" sorusunu unutmayalım. Öyle ya! Ali
İsmail Korkmaz için ve Ayşe Arman'ın söyleşi yaptığı Y.S. için de
görüntü mü isteyeceğiz?
Grafik meselesi
Geliyoruz 'fotoşop' meselesine...
Sabah'ın manşetten paylaştığı görsel eleştirilere neden oldu.
Coşkun Layık adlı okurumuzun cümlelerini buraya alayım: "Keşke o
fotoğrafı yaparken ağaçlara yaprak falan koysaydınız ve görüntüdeki
gerçek insanların kışlık kıyafetlerini yok etseydiniz daha şık
olurdu. Haziran ayında sonbahar manzarası olmamış." Öncelikle şunu
belirtelim: Bu bir fotoğraf değil 'grafik.' Grafikteki bireylerin
hepsi 'temsili' nitelikte. Olayın nerede, ne zaman ve nasıl
gerçekleştiğini anlatmak için gazetenin grafik servisi tarafından
hazırlanmış. Bu da görselin sağ köşesindeki imzayla
belirtilmiş.
Dolayısıyla bu grafiğe, fotoğraf muamelesi yapmak yanlış.
Öte yandan bilgi grafiklerinin fotoğrafın yerini alamayacağı da bir
gerçek.
Bu bağlamda görselin 'polis ifadesine göre hazırlanmış bir grafik'
olduğunun daha net bir biçimde vurgulanması gerektiği eleştirisine
katılıyorum.
Umuyorum ki Kabataş'ta tam olarak nelerin yaşandığı en kısa
zamanda, hukuken ve resmen, bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkar.
Meslektaşlarımı soğukkanlı davranmaya, 'kesinlikle böyle olmuştur'
ya da 'böyle bir şey hiç yaşanmamıştır' fanatikliğinden uzak
durmaya, 'Kabataş gelini' ve 'cinsel fantezi' gibi göndermelerle
şiddeti ve utancı tekrar tekrar üretmemeye davet ediyorum.