Kabalığın "önüne yatan" siyaset iyice şaşırmış olmalı!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerde “önüne yatmak” sözü dolayısıyla giderek hırçınlaşan siyasi söylemi değerlendirdi…
Artık totalde çıldırmış bir siyasi ortamda olduğumuza –zaten
biliyordum ama- iyice kanaat getirdim. Bunun için son “Önüne yatmak
tartışması”nın izlediği seyre bakmak bile yeterli. Artık hiçbir
fren tertibatı kalmayan siyaset kurumunda işlerin nereye vardığı /
varabileceğine dair bundan somut örnek olmaz. Hakaretler,
alınganlıklar, bilinçli çarpıtmalar gırla gidiyor. Tartışmalar
“mahalle kavgası” seviyesinde. Şirazeler kaymış, edep ise hak
getire!
Üstelik bütün bunların terörün iyice azdığı, neredeyse her gün
şehit haberlerinin geldiği bir ortamda yaşanıyor olması durumu
hepten acıklı hale getiriyor. Teröre karşı ortak bir “milli
duruş”un sergilenememesinin ana nedenlerinden birisi de bu. Siyasi
kadrolar belli ki bambaşka dertlerin peşine düşmüşler!
TAAMMÜDEN TIRMANDIRILAN GERİLİM!
Malum; bu tartışmanın arka planında aslında başka bir tartışma
vardı. O da gene yakın zamanlarda ENSAR Vakfı’nda yaşanan “Çocuk
Tacizi” vakasıydı. Bu konu patlak verdiğinde muhalefet olaya normal
olarak yüklendi. Bu ise AKP cephesinde garip bir savunma
psikolojisi oluşturdu. Konu bir olayın araştırılıp,
sonuçlandırılması olmaktan çıkıp adeta vakfı savunup-savunmama
noktasına çekildi.
Her iki tarafta olaya karşı olumlu / olumsuz noktalarıyla
vakfı suçlama veya savunma pozisyonunda kaldılar. Bir taraf
neredeyse bütün bir kesimi “sapık” , “tacizci” ilan edecek
imalarla, suçlamalarla dolu ifadelerde bulunurken, diğer tarafta
vakfı savunayım derken, adeta olayı örtbas edip, yok sayacak kadar
lakayt davrandılar. Hele de hükümet cenahı –eğer bu da bir tür
“kriz” ise- bu krizi yönetecek kabiliyette olmadıklarını gösterecek
ne varsa yaptılar. Tek dertleri savundukları cenaha bir zarar
gelmemesiydi.
Bu sürecin en öne çıkan ismi ise Sema Ramazanoğlu oldu. Bu bakan
hanımefendi anlaşılan ya biraz acemi ya da hassas konularda, toplum
önünde nasıl dikkatli, her kelimeyi seçerek konuşacağını bilmiyor.
Nitekim belli ki vakfı koruma amaçlı söylediği "Buna bir kere
rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu
karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfı’nı da tanıyoruz,
hizmetlerini de takdir ediyoruz" şeklindeki demeci aslında bu
konuda en hafifinden bir” yetenek eksikliği” olduğunu gösterir.
Halbuki “bu konu yargıya intikal etmiştir, her kim olursa olsun,
eğer ortada bir suç varsa üzerine gidilecektir” demesi yeterliydi.
Üstelik bu onun görevi değildi. Vakfı savunmak gerekiyorsa bunu
vakıf yetkilileri ya da avukatları yapardı.
O da yetmiyormuş gibi Ramazanoğlu, “İhmal, istismar ve tacize
uğrayan çocukların cezalandırılması konusu da gündeme alacağımız
konulardan bir tanesi” diyerek bir başka “gaf”a imza attı. Bu tabii
zaten gerilmiş toplumun muhalif kesiminde hemen bir “bilinçaltı
itiraf” gibi algılandı ve kaş yapayım derken iyice göz çıkartıldı.
Ve bu sözler hemen hükümete yüklenmede bir “araç” gibi kullanıldı.
İşler çığırından çıkmaya başladı.
KILIÇDAROĞLU’NUN KASTI AŞAN MANASIZ
ÇIKIŞI!
Tam olay sakinleşecek gibi görünürken CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’nun Bakan Sema Ramazanoğlu için "Aileden Sorumlu Bakan
da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette" ifadesini kullanması
durumu hepten kızıştırdı. Kılıçdaroğlu eski Bakan Muammer Güler’in
Reza Zerrab’a söylediği “Senin önüne yatarım” sözünü aklı sıra bir
“argüman kelime” olarak kullanmak istemişti. Ancak bu da ya pek
“uygun” kaçmamış ya da bir başka açıdan muhalefete yüklenmek için
kullanmada elverişli bulunmuş olacak ki hemen “kadına hakaret”
olarak tanımlandı.
Oysa “önüne yatmak” tabiri çok açıktı ki “yolunu açmak”,”yolundaki
engelleri temizlemek”, “hizmetine amade olmak”, “halı gibi
serilmek”, vb gibi (Yani Muammer Güler’in kullandığı manada)
idi. Bu kelime nedense lümpen erkek jargonundaki “altına yatmak”
gibi algılandı ve biraz da istenerek o anlama çekildi. Hatta olay
adeta bir “kampanya” haline getirilerek bu yönde kimi zorlama ve
çarpıtmalarda bulunuldu. Diğer bir deyişle AKP’liler aslında kendi
kafalarındaki bir imajı bu olaya taammüden monte ettiler. Niye
peki? Çünkü siyaseten öyle işlerine geldi ve durumu o yönde
kaşıdılar. Duymak istedikleri gibi duydular!
TABİR BİLEREK BAŞKA YÖNLERE ÇEKİLDİ!
Ancak böyle olmakla birlikte Kılıçdaroğlu, gene de böylesi
“elastik” ve başka yönlere çekilebilecek bir kelimeyi kullanmakla
–hele de bir kadın bakana karşı- bir başka “hata” yaptı ve malzeme
sundu. Onun yerine –daha sorumlu davranıp- başka bir kelime
kullanabilir ya da hiç kullanmayabilirdi. O bakımdan hiç “şık”
olmadı. Beklenen esneklik ve –maalesef- zekiliği gösteremedi.
Tartışmanın bambaşka mecralara akmasına zemin hazırladı. AKP ise bu
fırsatı kaçırmadı ve kaptıkları bu topu Kılıçdaroğlu ve CHP’ye
(Biraz ofsayttan olsa da!) gol atmada kullandılar. Bu da başka bir
siyasi kurnazlık örneği idi. Yoksa onlarda biliyorlardı ki kelime o
anlamda söylenmemişti.
İş bu kadarla kalsaydı gene iyiydi. Bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan
tartışmaya müdahil oldu ve Kılıçdaroğlu için artık
gelenekleştirdiği “muhtarlar toplantısı”nda “Siyasi sapık” tanımı
kullanıp, şunları söyledi: “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız
olan hanımefendiye tekrar etmeye terbiyenin müsaade etmeyeceği
galiz ifadelerle saldırıyor. Bazı sözler televizyon kanallarında
biplenerek, sansürlenerek veriliyor. Bakan hanım hakkında çok çok
çirkin ifadeler kullanıyor. Cinsi sapık şu anda içeride hesap
veriyor. Peki siyasi sapıklara ne yapacağız? Bu zat için söylenen
her söz israftır, fuzulidir, tıpkı kendisi gibi gereksizdir. Bu
kişi başında bulunduğu partinin yüz karasıdır.”
Böylelikle olay daha da yatıştırılacağı yerde bir üst perdeye
sıçratılmış oldu. Çok geçmeden ona bu kez Kılıçdaroğlu’nun
cevabı geldi. O da Erdoğan’ı hedefleyerek “Dolmabahçe'de
oturup Kadıköy'den gelen vapurlardaki kadınlara kızlara bakıyorum
demek sapıklık demek değil midir bu? Bunun adı cinsel sapıklıktır.
Söyleyen bizzat itirafı yapan sayın Erdoğan.”
İş bu seferde Cumhurbaşkanını “cinsel sapıklık”la suçlamaya kadar
vardı. Doğal olarak olaya her iki tarafın medyadaki kalemleri de
taraf oldular ve iş biranda Türkiye gündemini kilitleyen ve çok
başka yönlere çeken bir boyut kazandı.
GİDİŞAT HASTALIKLI MECRADADIR!
Şimdi insan bu manzaraya bakıp ülkede iktidarı muhalefeti ile, her
düzeyde nasıl bir “sevisizlik”in hakim olduğuna şaşa kalıyor. Daha
da acısı her iki tarafın da bir o kadar şaşırmış savunucuları “Oh,
az bile söylemiş, daha da söyleseydi” psikolojisine giriyorlar.
Alkışlayanlar, gidişattan marazi düzeyde büyük haz duyanlarda var.
Herkes bu saçma ortamdan kendine göre nemalanmanın yollarını
arıyor!
Böylelikle siyaset kurumu kendi itibarını, olması gereken
vakurluğunu kaybedip, (Zaten bir “zarafet” beklemiyoruz ama!)
futbol holiganlarının stat tezahüratı düzeyine iniyor. Daha da
kötüsü kimse ne kadar çirkinleştiğinin farkında ya da umurunda
değil. Giderek hırçınlaşan siyasi söylem Türkiye’ye zarar
veriyor. Türkiye’nin –iktidarıyla muhalefetiyle- ne kadar ehil
olmayan kadroların eline düştüğünü gösteriyor. Çapsızlık tavan
yapıyor!
Burada asıl zihinlerimiz taciz ediliyor ama ne yazık ki, öylesine
uyuşturulmuşuz ki biz halen bunun farkında değiliz!..
09.04.2016.
[email protected]