Kabak hep muhabirin başında mı patlayacak?..
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, BirGün Gazetesi muhabiri Özlem Özdemir’in Mine Kırıkkanat röportajı sonrası “açığa alınmasını” değerlendirdi.
Efendim; ayrıntısını ya da arka planında neler cereyan ettiğini
bilmiyorum ama BirGün Gazetesi muhabiri Özlem Özdemir, (Kendisini
tanımadığımı da belirteyim ki kişisel bir savunu zannetmesinler)
Mine Kırıkkanat’ın son romanı “Hiç Kimse” ile ilgili bir röportaj
yapmış.(Kitabı henüz okumadım ama ilk fırsatta okumayı
düşünüyorum.) Buraya kadar sorun yok. Röportaj bu elbette
yapılacak. Eline sağlık, muhabir arkadaşımız görevini yapmış!
Mine Kırıkkanat ise ne düşünüyorsa lafı dolandırmadan
söylemiş. İyi de yapmış. (Röportajın bazı
bölümlerindeki görüşlere, ifadelere, yaklaşımlara bende katılamadım
ama fark etmez.) Bir yazar düşüncelerini dilediği gibi, kendi
seçtiği cümlelerle söylemeyecekte ne yapacak? “Aman o kırılır, bu
kızar, falanca gücenir” diye konuşacaksa, yazacaksa ne işe yarar
ki? Düşünce özgürlüğü bu demektir zaten. Gel de anlat
bazılarına!
Fakat röportajda geçen kimi kelimeler (Kırıkkanat’ın “Parya”, Özlem
Özdemir’in ise “Mal gibi yani” sözleri) sorun olmuş anlaşılan. Öyle
ki belli çevreler hemen harekete geçmiş. Kimi politik nedenlerle
kimileri de “vasat zeka”nın klasik refleksleri üzere Kırıkkanat’ın
aslında PKK’nın Kürt kadınına bakışına dair olan sözlerini çarpıtıp
işi “Kürt kadınına hakaret”e kadar çekmişler. (Yahu Apo kitabında
bunların on mislini söylüyor o zaman niye ses yok?) Herkes, her
konuda görmek istediğini görür oldu ya!
Anlaşılan ve bilhassa sosyal medyada özellikle PKK’ya yakın
kişilerden bu konudaki eleştiriler alınınca BirGün Gazetesi de önce
ifadeleri değiştirmiş sonra da özür dilemiş bulunuyor. Bunu tam
olarak hangi kaygılarla yaptılar bilmiyorum ve ilgilenmiyorum.
(Ancak bir röportajın soru ve cevabıyla bir bütün olduğuna inanırım
ve herhangi bir kelimesinin çıkartılmasını dahi akışa aykırı
görürüm. En fazla not düşülüp ifadelere katılmadıklarını
belirtebilirlerdi) Kendi bilecekleri iş!
ŞU SORULARI SORMAK LÂZIM!..
Ancak kimse kusura bakmasın; o zamanda şu soruları sorarım;
Öncelikle siz bu röportajın yapılmasına olur vermediniz mi?
Yayınlanmadan önce okumadınız mı? Görmediniz mi? Okudunuzsa onay
vermediniz mi? Yok bu kadar “rahatsız edici” ise niye onay
verdiniz? Niye bastınız? Aceleye mi geldi? Tepkiler gelene kadar
aklınız neredeydi?
Nitekim BirGün’cü arkadaşlar da bu durumun farkında olsalar gerek
ki, gazete adına yapılan açıklamada “Pazar kahvaltısı konseptinin
naifliği, bir yazıyı gerekli incelemeye tabi tutmadan koyma
rehavetine sokmuştur” itirafında bulunmuşlar. “Yeterli incelemede
bulunmadıklarını” kendileri de kabul ediyorlar yani. İyi ama zaten
sorun burada. “Tüm fatura muhabire kesilemez” derken de bunu
kastediyorum elbette. Burada –varsa- “kolektif bir hata süreci”
vardır. Görülmek istenmeyen sanırım bu.
Öte yandan muhabir de “hata” yapabilir muhakkak. Bu kimi kez
acemilikten, yeterince pişmemesinden, kimi kez “ideolojik”
önyargılarından” kimi kez bu heyecana –profesyonelce olmayan bir
şekilde- kendisini fazla kaptırmasından, düşünmeden konuşmasından,
vb ağzından “yanlış ifadeler” çıkabilir. Editörya bunun için vardır
zaten. Yani burada bir “hata” varsa o zaman “ortak bir hata” var
demektir. Sadece muhabire yıkılamaz.
Muhabir kasıtlı, kötü amaçlı, yönlendirme veya benzeri bir niyetle
“yanlış” yapmıyorsa muhabire bu kadar yüklenilmez. (Kaldı ki ben
burada bu türden bir “niyet” göremiyorum) Daha dikkatli olması için
belki uyarılabilir sadece. Bir tür “açığa alınma”nın anlamı nedir?
Birilerine “kelle” mi veriliyor?
MUHABİR HER ZAMAN TOPUN AĞZINDADIR!
Dolayısıyla; hadi bunları da geçtim. Muhabir arkadaşımız Özlem
Özdemir’in söyleşilerine “Belirsiz bir süre ile ara verilmesi” ne
demek? Lisanınca “şutlanma”, “uzaklaştırma” mı? Konu soğuyana,
tepkiler hafifleyene kadar “kızağa çekme” mi? Yanlış bir şey
yaptığı için “cezalandırma” mı? Hangisi?..
Uzunca bir süre muhabirlik yapmış bir yazar olarak muhabirlerin
basının asıl emekçileri olduğuna inanırım. Her işe koşturan
onlardır. İşlerin hamaliyesi onların sırtınadır. Zılgıtı yiyen
onlardır. Buna karşılık en az ücret alan onlardır. Bir sorun
çıkarsa hiyerarşideki herkes aradan çekilir ve “sorumlu” tutulan
onlardır. “Dik başlı” olup,“Yukarı”nın hesabına uymazlarsa kovulan
onlardır. Kısaca her noktada diyet ödeyen hep onlardır. Çoğu kez
kuru bir teşekkür ya da “aferin” bile almazlar!
Oysa o aşamaya gelinceye kadar yayın kurulu (varsa), yayın
yönetmeni, yazı işleri müdürü, editörler, sayfa sorumluları, ve
ilgili-ilgisiz bilumum “ara kişiler” ve mekanizmalar vardır.
Olması da normaldir. “Bostan korkuluğu” niyetine durmazlar. “Varlık
gerekçeleri” ne?
O zaman şunları da sorarım;
Bu röportajı benzer kademelerden hiçbir kimse okumadı mı? Lap diye
sayfaya mı koydunuz? Yoksa okudunuz ve bir “sorun” görmediniz
mi? Yahut “iyi olmuş, eline sağlık” mı dediniz? Muhabir sizi
aldattı veya atlattı mı? O kelimeleri sonradan sayfa üzerinde mi
ilave etti? Kendi aranızda bu konu hiç tartışıldı mı? Çok mu işiniz
vardı? Aradan ve gözden mi kaçtı? Ne tür bir “naifliğe”
kapıldınız?Hangisi?
Yahut, ne bileyim… Jetonunuz eleştiriler almaya başladığında mı
düştü? “Aman birileriyle arayı iyi tutalım, kızdırmayalım mı?”
dediniz? Kendinize göre “siyasi” ya da “tiraj hesapları” mı
yaptınız? Ya da son zamanlarda pek cari olan “Kürt hareketinin
gönlünü hoş tutalım türü solculuğa” mı kapıldınız? Bilmediğimiz ya
da yanlış düşündüğümüz bir “yan” varsa söyleyin lütfen. Bunlar
sadece soru, kızmayın hemen…
Hiç muhabirinizi savunmak, arkasında durmak aklınıza gelmedi mi?
“Bu da böyle bir röportaj olmuş kardeşim, ne yapalım işinize
gelirse” diyemediniz mi? İlk harcanacak kişi olarak muhabiri mi
gördünüz? Diğer kademelerden kimsenin “kabahati” yok mu? Yoksa
nasıl olsa “diyeti hep muhabirler öder” mi dediniz? Madem öyle onay
verenlerin hiç mi “suçu” yok? Onlar uyuyor muydu?
Kusura bakmayın ama bu tam da “devlet mantığı” bana göre. Devlette
bir hata, falso defo oldu mu bakanı, müsteşarı, müdürü, amiri hepsi
aradan çekilir. Sonunda işin faturası hep sıradan memura kalır ya.
Bu da biraz o hesap olmuş!
Dedim ya, olayın diğer yönleri (Aydınlık ve Posta tartışması gibi)
beni fazla ilgilendirmiyor. Ama işin faturası hemen kestirmeden ve
tek başına “muhabir”e kesilirse benim de tepemin tası atıveriyor
işte. Kabak her zaman muhabirin başında patlar zaten!..
NOT: BirGün Gazetesi yönetiminin yaşanan duruma
ilişkin yeni ve farklı bir izahı ya da itirazı varsa bu köşede
yayınlamaya hazırım.
12.05. 2016.
[email protected]