Joe Biden’ın medyaya ve “Muhalifler”e mavi boncuk operasyonu!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Türkiye ziyareti sonrası “muhalif kesimler”e sıcak mesajlarla dolu yaklaşımının arka planında neler olabileceğini yazdı…
Kimileri kızıyorlar ama hep söyleyip duruyorum;“Türkiye’de
-maalesef- sol, muhalif, laik, cumhuriyetçi diye bilinen kimi
kesimlerinde öyle bir zihniyet türedi ki ABD gelip ülkeyi işgal
etse, sırf Erdoğan/AKP gitsin diye bunu neredeyse alkışlayacak,
ellerinde çiçeklerle karşılayacak bazı kişiler var…” Bu kimilerine
“abartılı” ya da fazla “sert” bir benzetme gibi gelebilir. Oysa ben
açıkça yazılmış teorik bir metinden değil, “kendilerine bile
itiraftan çekindikleri” tuhaf bir psikolojiden söz ediyorum
sadece…
Kızan kızsın, umurumda değil. Ben kendi başıma bunları görüyorum da
elinde çok daha geniş nabız yoklayıcı istihbarat ve analiz
imkânları bulunan ABD görmüyor mu? Bal gibi de görüyor. Anlaşılan o
ki ona göre de pozisyon almaya çalışıyor. Gerek “muhalif”
kesimlerdeki “uzantıları” gerekse de “gönüllü” kişiler eliyle yeni
bir “imaj operasyonu” için zemin yokluyor. Kabul etmeli ki iyi bir
“tavlama manevrası” doğrusu!..
ABD’NİN YENİ PR ÇALIŞMASI…
Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın son ziyaretine bir de bu
açıdan bakmak lâzım. Çoklu amaçlarının yanı sıra ilaveten araya bir
de “muhaliflere mavi boncuk atma” hamlesini sıkıştırıyor. Bunu öyle
kaba yöntemlerle değil, “Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunma”,
“basına baskıları kınama”, “gazeteci tutukluları kollama”, vb gibi
kendisini “şirin” gösterecek argümanlarla yapıyor. Bütün bunlar
ustaca planlanmış bir PR (Halkla İlişkiler) çalışması gibi duruyor.
Doğrusu hasadını şimdiden toplamaya da başlamış görünüyor.
Gene bir hatırlatmada bulunmalıyım; Bundan üç yıl önce o esnada
yazmakta olduğum gazetede “Graham E.
Fuller ve CIA’nın solcuları!” başlıklı bir yazı
kaleme almış ve bazı hususları belirtmiştim. Burada ABD’nin kendi
amaçları doğrultusunda daha önceleri “Milliyetçiler”i ve
“İslamcılar”ı dönüştürdüğünü hatırlatarak, şimdi sıranın ‘ABD’nin
solcuları’na geldiğini’ vurgulamış ve şöyle devam etmiştim; “
…İşte şimdi aynı Fuller çıkıp ‘Türkiye’de daha çok sol hareket
görmek isterdim’ diyebiliyor. Sanırım bu alanda bir ‘Boşluk’ ya da
‘Zafiyet’ tespit ettiler. ‘Eski solcu liberal yığınak’ la işi
götüremeyeceklerini, onların miadını doldurduklarını ve sola
yeterince nüfuz edemediklerini düşündüler. Bu kez daha ‘İçeriden
bir dönüşüm’ arzular oldular. Dahası AKP’nin artık projelerine
yeter cevap getiremeyeceğini, sol ayağın desteği olmadan
projelerinin tökezleyeceğini fark etmiş ya da doğrudan işi sola
ihale etmek istiyor olabilirler. (Proje ‘Türkiye himayesinde
entegre Kürdistan’ olsa gerek!) …Yani ‘Neo-Osmanlıcılık bitti
Yaşasın Birleşik Ortadoğu Halkları’ denebilir! Sizi bilmem ama ben
bundan sonra soldaki yeni oluşumları, birlik veya ayrışmaları,
kavgaları, ‘Yeni tezler’i, hatta lider, ekip, kadro değişimlerini,
program, söylem, revizyonlarını, tutum alışları, öne çıkan
sloganları, vb. bir de bu açıdan değerlendirmeye karar verdim.
İlginç noktalar gözleyeceğime bahse girerim!...”
SOL-CUMHURİYETÇİ KESİMLERE FORMAT ATMA
GİRİŞİMİ…
Muhakkak ki Biden’ın son ziyaretinin bu açıdan hayli verimli
geçtiğini söyleyebilirim. Bir “girizgâh” olarak da oldukça başarılı
sayılabilir. Solun geleneğinde var olan “Anti-emperyalist”
tutumunda tam bir “kırılma” ya denk gelmese de -çoktandır
sinyalleri alınan- bir “esnemeye” referans noktası teşkil edebilir.
Farkında olduklarını sanmıyorum ama bu sol-cumhuriyetçi kesimlere
yeni bir “format atma” girişimidir.
Görünen o ki, Biden’ın çeşitli gazeteciler ve muhtelif parti
temsilcileriyle buluşması, buradan çıkan “ sıcak mesajlar” bu
açılardan anlamlıydı. Bilhassa Kadri Gürsel’in medya açısından
yaklaşımları dikkat çekiciydi. (Hele Cüneyt Özdemir’in Joe Biden’ın
eşi Jill Biden’in çıkışta kendisine İngilizce “Merhaba Cüneyt,
nasılsın?” demesine adeta çocukça sevindirik olmasına ne demeli ki
bilmem?) Bilhassa Biden’ın Can Dündar’ın oğlu Ege Dündar'a
“Babasıyla gurur duyması” gerektiğini söylemesi ve "Gereken her
şeyi yapıyoruz. Basın özgürlüğü için konuşmaya devam edeceğiz"
demesi tabloyu “duygusal açıdan” daha da pekiştiriyordu.
Ancak “Biden etkisi” asıl CHP’de yoğunluk kazanmışa benziyordu.
Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a cevap veriyormuş gibi yapıp "Bir ülkenin
başkan yardımcısı gelip, yanına büyükelçiyi de alıp Türkiye'de
demokrasinin erdeminden bahsediyorsa oturup düşünmelisiniz."
ifadelerini kullanması ilginçti.
Fakat durumu en iyi özetleyen “methiye” Gürsel Tekin’den gelecekti.
Tekin’in, “Biden’a helal olsun. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın
yapamadığını, ABD’nin Başkan Yardımcısı yaptı. Terörle mücadele
için araştırma komisyonu kurulması konusunda bile bir araya
gelemeyen dört siyasi partiyi, aynı masada topladı” demesi aslında
durumu en iyi özetleyen cümleydi.
SOL “AMERİKA'NIN ÇEKİM ALANI”NA GİRER Mİ?
Eskiden olsaydı bu soruya rahatlıkla “Hayır” ya da “kolay kolay
olmaz” derdim. Türkiye’de solun “Anti-emperyalist”
duyarlılıklarının çok yüksek olduğunu, bu konuda kuvvetli
geleneğinin olduğunu, tarihsel dinamiklere yaslandığını, vb
söylerdim. Ancak şimdi -en azından kimileri için- kuşkudayım.
Şüphesiz burada solun “bütünü”nü kastetmiyorum. Ancak belli ki bu
yönde bir politikayı benimsemeye meyilli “Neo-Mandater” bir
“damar”ında mevcut olduğu görülüyor. Bunlar düne kadar daha çok
Sorosçu, “Liberal sol” geleneği kapsar gibi görünse de şimdi “yeni”
bir şeyler de olaya eklemlenmiş vaziyette sanki.
“Biji Obamacı”lık zaten malum. Türkiye’yi ona buna şikâyet etmeye
hazır “Mankurt aydınlar” da bunların peşine takılmış halde.
Kozmopolit “Beyaz Türkler”in, “Cihangir aydınımsılarının
performansı belli. “HDP severliğin”, PKK’ya çıtı çıkmayanların,
kuyruğuna takılmışların hali ortada. “Kriptolar” ın ise oldum olası
tavrı baki. Bunları zaten geçtim. Muhasebenin eksi
hanesindedirler!
Lakin şimdi iyi-kötü “Kemalist gelenekle, Kurtuluş Savaşı bilinci
ile (Çok şekli ve belli günlere sıkışmış “törenci” düzeyde olsa da)
yetişmiş, ABD tandanslı darbeleri görmüş, bir şekilde “ulusal
hassasiyetlerini” korumaya eğilimli, “Bayrak Atatürkçülüğü”
düzeyinde de olsa bir “milli duruşu” olan, görece eğitimli ve
kentli, “orta sol”, “sosyal demokrat” ve “sol” partilere oy vermeye
yatkın bir kitle de “Etkilenmeye açık” hale gelmiş ya da
getirilmiştir. (Asıl amaç yakın vadede uygulamaya konulacak kimi
projelere bu kesimlerin destek vermesini, olmuyorsa itiraz
etmemesini sağlamaktır. ) Bilmem bunlara “liderlik” edenleri de
saymaya gerek var mı?
Maalesef ki, asıl “rotadan sapma potansiyeli” buralarda gözüküyor.
Bu kesimler çoktandır bir “operasyona”, bir “zihni deformasyon”a
maruzdurlar. Kendilerine göre geçerli gerekçeleri olsa da
“AKP/Erdoğan nefreti” adına onu gerileteceğini umdukları her şeyi
olumlar, prim verir hale gelmişlerdir. (“Erdoğanizm”in sola en
büyük zararı da bu marazi asabiyete kapılmasını sağlaması olsa
gerek galiba.) Gene de “fabrika ayarları” ile oynansa dahi bu
dinamiği tümüyle yok edemediklerini hatırlatalım.
Bir vakitler İslamcılar ve milliyetçiler “ABD’de emperyalist ama
komünizme karşı” gerekçesiyle bir tercih yapmaya zorlanıp, “NATO’cu
Anti-Komünizm”in fedaileri haline getirildiyseler şimdi de bu
kesimler “Ne yapalım ABD böyle ama AKP’yle/Erdoğan’la bir o başa
çıkabilir” diyerek, bir “çaresizlik” psikolojisi içinde garip
tutumlara yönelebilecek “kıvam”a getirilmişlerdir. Geriye sadece
bir kısım “marjinalize” konuma itilmiş, belli sayıda sol parti,
grup ve kişi kalmıştır. Onların da etkisi sınırlıdır…
ABD’nin algı merkezleri de sanırım aynı tespiti yapmış ve “tarihsel
bir fırsat” kabul ederek harekete geçmiştir. Bu potansiyele göz
kırpmaktadırlar. Buralarda bir “gedik” açılabileceğini ve oradan
sızılabileceğini düşünen Biden’ın çabaları söz konusu kesimlere
yöneliktir. “Laiklik” ve “modern yaşama tarzları” uğruna bazı
hassasiyetlerinden vazgeçmeye, kimi “okşayıcı” söylemlere tav
olmaya hazır görünen bir kitle-kesime ve onun kamusal-siyasal
önderlerine “Demokrasicilik” adına “mavi boncuk” atılmaktadır. Bu
aşk karşılıklı mıdır bilmem ama ortadaki tablo budur!..
Sonuçta Biden Türkiye’ye “ayar atma” ya gelmiştir. Bu ayarın iki
ayağı vardır. Birincisi hükümete kimi noktalarda ayak dirediği
için, Suriye ve Irak politikaları konusunda ayar atma iken,
ikincisi ise Türkiye’de laik, cumhuriyetçi, sol, “ulusal” (?)
duyarlılıklara sahip geniş bir kesime ayar atmaktır. Bu anlamda
“bir taşla iki kuş vurma” çabasıdır. Bunda da kısmen -şimdilik-
başarılı olmuşa benzemektedir.
Bu “göle maya çalmak” mıdır yoksa maya tutar mı bilmem. Gerisini
zaman gösterecek.
Ne diyeyim; Umudumuz ABD!...
[email protected]
25.01.2016.