25 Oca 2016 10:58
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:19
Joe Biden’ın medyaya ve “Muhalifler”e mavi boncuk operasyonu!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Türkiye ziyareti sonrası “muhalif kesimler”e sıcak mesajlarla dolu yaklaşımının arka planında neler olabileceğini yazdı…
Kimileri kızıyorlar ama hep söyleyip duruyorum;“Türkiye’de
-maalesef- sol, muhalif, laik, cumhuriyetçi diye bilinen kimi
kesimlerinde öyle bir zihniyet türedi ki ABD gelip ülkeyi işgal
etse, sırf Erdoğan/AKP gitsin diye bunu neredeyse alkışlayacak,
ellerinde çiçeklerle karşılayacak bazı kişiler var…” Bu kimilerine
“abartılı” ya da fazla “sert” bir benzetme gibi gelebilir. Oysa ben
açıkça yazılmış teorik bir metinden değil, “kendilerine bile
itiraftan çekindikleri” tuhaf bir psikolojiden söz ediyorum
sadece…
Kızan kızsın, umurumda değil. Ben kendi başıma bunları görüyorum da elinde çok daha geniş nabız yoklayıcı istihbarat ve analiz imkânları bulunan ABD görmüyor mu? Bal gibi de görüyor. Anlaşılan o ki ona göre de pozisyon almaya çalışıyor. Gerek “muhalif” kesimlerdeki “uzantıları” gerekse de “gönüllü” kişiler eliyle yeni bir “imaj operasyonu” için zemin yokluyor. Kabul etmeli ki iyi bir “tavlama manevrası” doğrusu!..
ABD’NİN YENİ PR ÇALIŞMASI…
Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın son ziyaretine bir de bu açıdan bakmak lâzım. Çoklu amaçlarının yanı sıra ilaveten araya bir de “muhaliflere mavi boncuk atma” hamlesini sıkıştırıyor. Bunu öyle kaba yöntemlerle değil, “Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunma”, “basına baskıları kınama”, “gazeteci tutukluları kollama”, vb gibi kendisini “şirin” gösterecek argümanlarla yapıyor. Bütün bunlar ustaca planlanmış bir PR (Halkla İlişkiler) çalışması gibi duruyor. Doğrusu hasadını şimdiden toplamaya da başlamış görünüyor.
Gene bir hatırlatmada bulunmalıyım; Bundan üç yıl önce o esnada yazmakta olduğum gazetede “Graham E. Fuller ve CIA’nın solcuları!” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bazı hususları belirtmiştim. Burada ABD’nin kendi amaçları doğrultusunda daha önceleri “Milliyetçiler”i ve “İslamcılar”ı dönüştürdüğünü hatırlatarak, şimdi sıranın ‘ABD’nin solcuları’na geldiğini’ vurgulamış ve şöyle devam etmiştim; “
…İşte şimdi aynı Fuller çıkıp ‘Türkiye’de daha çok sol hareket görmek isterdim’ diyebiliyor. Sanırım bu alanda bir ‘Boşluk’ ya da ‘Zafiyet’ tespit ettiler. ‘Eski solcu liberal yığınak’ la işi götüremeyeceklerini, onların miadını doldurduklarını ve sola yeterince nüfuz edemediklerini düşündüler. Bu kez daha ‘İçeriden bir dönüşüm’ arzular oldular. Dahası AKP’nin artık projelerine yeter cevap getiremeyeceğini, sol ayağın desteği olmadan projelerinin tökezleyeceğini fark etmiş ya da doğrudan işi sola ihale etmek istiyor olabilirler. (Proje ‘Türkiye himayesinde entegre Kürdistan’ olsa gerek!) …Yani ‘Neo-Osmanlıcılık bitti Yaşasın Birleşik Ortadoğu Halkları’ denebilir! Sizi bilmem ama ben bundan sonra soldaki yeni oluşumları, birlik veya ayrışmaları, kavgaları, ‘Yeni tezler’i, hatta lider, ekip, kadro değişimlerini, program, söylem, revizyonlarını, tutum alışları, öne çıkan sloganları, vb. bir de bu açıdan değerlendirmeye karar verdim. İlginç noktalar gözleyeceğime bahse girerim!...”
SOL-CUMHURİYETÇİ KESİMLERE FORMAT ATMA GİRİŞİMİ…
Muhakkak ki Biden’ın son ziyaretinin bu açıdan hayli verimli geçtiğini söyleyebilirim. Bir “girizgâh” olarak da oldukça başarılı sayılabilir. Solun geleneğinde var olan “Anti-emperyalist” tutumunda tam bir “kırılma” ya denk gelmese de -çoktandır sinyalleri alınan- bir “esnemeye” referans noktası teşkil edebilir. Farkında olduklarını sanmıyorum ama bu sol-cumhuriyetçi kesimlere yeni bir “format atma” girişimidir.
Görünen o ki, Biden’ın çeşitli gazeteciler ve muhtelif parti temsilcileriyle buluşması, buradan çıkan “ sıcak mesajlar” bu açılardan anlamlıydı. Bilhassa Kadri Gürsel’in medya açısından yaklaşımları dikkat çekiciydi. (Hele Cüneyt Özdemir’in Joe Biden’ın eşi Jill Biden’in çıkışta kendisine İngilizce “Merhaba Cüneyt, nasılsın?” demesine adeta çocukça sevindirik olmasına ne demeli ki bilmem?) Bilhassa Biden’ın Can Dündar’ın oğlu Ege Dündar'a “Babasıyla gurur duyması” gerektiğini söylemesi ve "Gereken her şeyi yapıyoruz. Basın özgürlüğü için konuşmaya devam edeceğiz" demesi tabloyu “duygusal açıdan” daha da pekiştiriyordu.
Ancak “Biden etkisi” asıl CHP’de yoğunluk kazanmışa benziyordu. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a cevap veriyormuş gibi yapıp "Bir ülkenin başkan yardımcısı gelip, yanına büyükelçiyi de alıp Türkiye'de demokrasinin erdeminden bahsediyorsa oturup düşünmelisiniz." ifadelerini kullanması ilginçti.
Fakat durumu en iyi özetleyen “methiye” Gürsel Tekin’den gelecekti. Tekin’in, “Biden’a helal olsun. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın yapamadığını, ABD’nin Başkan Yardımcısı yaptı. Terörle mücadele için araştırma komisyonu kurulması konusunda bile bir araya gelemeyen dört siyasi partiyi, aynı masada topladı” demesi aslında durumu en iyi özetleyen cümleydi.
SOL “AMERİKA'NIN ÇEKİM ALANI”NA GİRER Mİ?
Eskiden olsaydı bu soruya rahatlıkla “Hayır” ya da “kolay kolay olmaz” derdim. Türkiye’de solun “Anti-emperyalist” duyarlılıklarının çok yüksek olduğunu, bu konuda kuvvetli geleneğinin olduğunu, tarihsel dinamiklere yaslandığını, vb söylerdim. Ancak şimdi -en azından kimileri için- kuşkudayım. Şüphesiz burada solun “bütünü”nü kastetmiyorum. Ancak belli ki bu yönde bir politikayı benimsemeye meyilli “Neo-Mandater” bir “damar”ında mevcut olduğu görülüyor. Bunlar düne kadar daha çok Sorosçu, “Liberal sol” geleneği kapsar gibi görünse de şimdi “yeni” bir şeyler de olaya eklemlenmiş vaziyette sanki.
“Biji Obamacı”lık zaten malum. Türkiye’yi ona buna şikâyet etmeye hazır “Mankurt aydınlar” da bunların peşine takılmış halde. Kozmopolit “Beyaz Türkler”in, “Cihangir aydınımsılarının performansı belli. “HDP severliğin”, PKK’ya çıtı çıkmayanların, kuyruğuna takılmışların hali ortada. “Kriptolar” ın ise oldum olası tavrı baki. Bunları zaten geçtim. Muhasebenin eksi hanesindedirler!
Lakin şimdi iyi-kötü “Kemalist gelenekle, Kurtuluş Savaşı bilinci ile (Çok şekli ve belli günlere sıkışmış “törenci” düzeyde olsa da) yetişmiş, ABD tandanslı darbeleri görmüş, bir şekilde “ulusal hassasiyetlerini” korumaya eğilimli, “Bayrak Atatürkçülüğü” düzeyinde de olsa bir “milli duruşu” olan, görece eğitimli ve kentli, “orta sol”, “sosyal demokrat” ve “sol” partilere oy vermeye yatkın bir kitle de “Etkilenmeye açık” hale gelmiş ya da getirilmiştir. (Asıl amaç yakın vadede uygulamaya konulacak kimi projelere bu kesimlerin destek vermesini, olmuyorsa itiraz etmemesini sağlamaktır. ) Bilmem bunlara “liderlik” edenleri de saymaya gerek var mı?
Maalesef ki, asıl “rotadan sapma potansiyeli” buralarda gözüküyor. Bu kesimler çoktandır bir “operasyona”, bir “zihni deformasyon”a maruzdurlar. Kendilerine göre geçerli gerekçeleri olsa da “AKP/Erdoğan nefreti” adına onu gerileteceğini umdukları her şeyi olumlar, prim verir hale gelmişlerdir. (“Erdoğanizm”in sola en büyük zararı da bu marazi asabiyete kapılmasını sağlaması olsa gerek galiba.) Gene de “fabrika ayarları” ile oynansa dahi bu dinamiği tümüyle yok edemediklerini hatırlatalım.
Bir vakitler İslamcılar ve milliyetçiler “ABD’de emperyalist ama komünizme karşı” gerekçesiyle bir tercih yapmaya zorlanıp, “NATO’cu Anti-Komünizm”in fedaileri haline getirildiyseler şimdi de bu kesimler “Ne yapalım ABD böyle ama AKP’yle/Erdoğan’la bir o başa çıkabilir” diyerek, bir “çaresizlik” psikolojisi içinde garip tutumlara yönelebilecek “kıvam”a getirilmişlerdir. Geriye sadece bir kısım “marjinalize” konuma itilmiş, belli sayıda sol parti, grup ve kişi kalmıştır. Onların da etkisi sınırlıdır…
ABD’nin algı merkezleri de sanırım aynı tespiti yapmış ve “tarihsel bir fırsat” kabul ederek harekete geçmiştir. Bu potansiyele göz kırpmaktadırlar. Buralarda bir “gedik” açılabileceğini ve oradan sızılabileceğini düşünen Biden’ın çabaları söz konusu kesimlere yöneliktir. “Laiklik” ve “modern yaşama tarzları” uğruna bazı hassasiyetlerinden vazgeçmeye, kimi “okşayıcı” söylemlere tav olmaya hazır görünen bir kitle-kesime ve onun kamusal-siyasal önderlerine “Demokrasicilik” adına “mavi boncuk” atılmaktadır. Bu aşk karşılıklı mıdır bilmem ama ortadaki tablo budur!..
Sonuçta Biden Türkiye’ye “ayar atma” ya gelmiştir. Bu ayarın iki ayağı vardır. Birincisi hükümete kimi noktalarda ayak dirediği için, Suriye ve Irak politikaları konusunda ayar atma iken, ikincisi ise Türkiye’de laik, cumhuriyetçi, sol, “ulusal” (?) duyarlılıklara sahip geniş bir kesime ayar atmaktır. Bu anlamda “bir taşla iki kuş vurma” çabasıdır. Bunda da kısmen -şimdilik- başarılı olmuşa benzemektedir.
Bu “göle maya çalmak” mıdır yoksa maya tutar mı bilmem. Gerisini zaman gösterecek.
Ne diyeyim; Umudumuz ABD!...
[email protected]
25.01.2016.
Kızan kızsın, umurumda değil. Ben kendi başıma bunları görüyorum da elinde çok daha geniş nabız yoklayıcı istihbarat ve analiz imkânları bulunan ABD görmüyor mu? Bal gibi de görüyor. Anlaşılan o ki ona göre de pozisyon almaya çalışıyor. Gerek “muhalif” kesimlerdeki “uzantıları” gerekse de “gönüllü” kişiler eliyle yeni bir “imaj operasyonu” için zemin yokluyor. Kabul etmeli ki iyi bir “tavlama manevrası” doğrusu!..
ABD’NİN YENİ PR ÇALIŞMASI…
Nitekim ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın son ziyaretine bir de bu açıdan bakmak lâzım. Çoklu amaçlarının yanı sıra ilaveten araya bir de “muhaliflere mavi boncuk atma” hamlesini sıkıştırıyor. Bunu öyle kaba yöntemlerle değil, “Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunma”, “basına baskıları kınama”, “gazeteci tutukluları kollama”, vb gibi kendisini “şirin” gösterecek argümanlarla yapıyor. Bütün bunlar ustaca planlanmış bir PR (Halkla İlişkiler) çalışması gibi duruyor. Doğrusu hasadını şimdiden toplamaya da başlamış görünüyor.
Gene bir hatırlatmada bulunmalıyım; Bundan üç yıl önce o esnada yazmakta olduğum gazetede “Graham E. Fuller ve CIA’nın solcuları!” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bazı hususları belirtmiştim. Burada ABD’nin kendi amaçları doğrultusunda daha önceleri “Milliyetçiler”i ve “İslamcılar”ı dönüştürdüğünü hatırlatarak, şimdi sıranın ‘ABD’nin solcuları’na geldiğini’ vurgulamış ve şöyle devam etmiştim; “
…İşte şimdi aynı Fuller çıkıp ‘Türkiye’de daha çok sol hareket görmek isterdim’ diyebiliyor. Sanırım bu alanda bir ‘Boşluk’ ya da ‘Zafiyet’ tespit ettiler. ‘Eski solcu liberal yığınak’ la işi götüremeyeceklerini, onların miadını doldurduklarını ve sola yeterince nüfuz edemediklerini düşündüler. Bu kez daha ‘İçeriden bir dönüşüm’ arzular oldular. Dahası AKP’nin artık projelerine yeter cevap getiremeyeceğini, sol ayağın desteği olmadan projelerinin tökezleyeceğini fark etmiş ya da doğrudan işi sola ihale etmek istiyor olabilirler. (Proje ‘Türkiye himayesinde entegre Kürdistan’ olsa gerek!) …Yani ‘Neo-Osmanlıcılık bitti Yaşasın Birleşik Ortadoğu Halkları’ denebilir! Sizi bilmem ama ben bundan sonra soldaki yeni oluşumları, birlik veya ayrışmaları, kavgaları, ‘Yeni tezler’i, hatta lider, ekip, kadro değişimlerini, program, söylem, revizyonlarını, tutum alışları, öne çıkan sloganları, vb. bir de bu açıdan değerlendirmeye karar verdim. İlginç noktalar gözleyeceğime bahse girerim!...”
SOL-CUMHURİYETÇİ KESİMLERE FORMAT ATMA GİRİŞİMİ…
Muhakkak ki Biden’ın son ziyaretinin bu açıdan hayli verimli geçtiğini söyleyebilirim. Bir “girizgâh” olarak da oldukça başarılı sayılabilir. Solun geleneğinde var olan “Anti-emperyalist” tutumunda tam bir “kırılma” ya denk gelmese de -çoktandır sinyalleri alınan- bir “esnemeye” referans noktası teşkil edebilir. Farkında olduklarını sanmıyorum ama bu sol-cumhuriyetçi kesimlere yeni bir “format atma” girişimidir.
Görünen o ki, Biden’ın çeşitli gazeteciler ve muhtelif parti temsilcileriyle buluşması, buradan çıkan “ sıcak mesajlar” bu açılardan anlamlıydı. Bilhassa Kadri Gürsel’in medya açısından yaklaşımları dikkat çekiciydi. (Hele Cüneyt Özdemir’in Joe Biden’ın eşi Jill Biden’in çıkışta kendisine İngilizce “Merhaba Cüneyt, nasılsın?” demesine adeta çocukça sevindirik olmasına ne demeli ki bilmem?) Bilhassa Biden’ın Can Dündar’ın oğlu Ege Dündar'a “Babasıyla gurur duyması” gerektiğini söylemesi ve "Gereken her şeyi yapıyoruz. Basın özgürlüğü için konuşmaya devam edeceğiz" demesi tabloyu “duygusal açıdan” daha da pekiştiriyordu.
Ancak “Biden etkisi” asıl CHP’de yoğunluk kazanmışa benziyordu. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a cevap veriyormuş gibi yapıp "Bir ülkenin başkan yardımcısı gelip, yanına büyükelçiyi de alıp Türkiye'de demokrasinin erdeminden bahsediyorsa oturup düşünmelisiniz." ifadelerini kullanması ilginçti.
Fakat durumu en iyi özetleyen “methiye” Gürsel Tekin’den gelecekti. Tekin’in, “Biden’a helal olsun. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın yapamadığını, ABD’nin Başkan Yardımcısı yaptı. Terörle mücadele için araştırma komisyonu kurulması konusunda bile bir araya gelemeyen dört siyasi partiyi, aynı masada topladı” demesi aslında durumu en iyi özetleyen cümleydi.
SOL “AMERİKA'NIN ÇEKİM ALANI”NA GİRER Mİ?
Eskiden olsaydı bu soruya rahatlıkla “Hayır” ya da “kolay kolay olmaz” derdim. Türkiye’de solun “Anti-emperyalist” duyarlılıklarının çok yüksek olduğunu, bu konuda kuvvetli geleneğinin olduğunu, tarihsel dinamiklere yaslandığını, vb söylerdim. Ancak şimdi -en azından kimileri için- kuşkudayım. Şüphesiz burada solun “bütünü”nü kastetmiyorum. Ancak belli ki bu yönde bir politikayı benimsemeye meyilli “Neo-Mandater” bir “damar”ında mevcut olduğu görülüyor. Bunlar düne kadar daha çok Sorosçu, “Liberal sol” geleneği kapsar gibi görünse de şimdi “yeni” bir şeyler de olaya eklemlenmiş vaziyette sanki.
“Biji Obamacı”lık zaten malum. Türkiye’yi ona buna şikâyet etmeye hazır “Mankurt aydınlar” da bunların peşine takılmış halde. Kozmopolit “Beyaz Türkler”in, “Cihangir aydınımsılarının performansı belli. “HDP severliğin”, PKK’ya çıtı çıkmayanların, kuyruğuna takılmışların hali ortada. “Kriptolar” ın ise oldum olası tavrı baki. Bunları zaten geçtim. Muhasebenin eksi hanesindedirler!
Lakin şimdi iyi-kötü “Kemalist gelenekle, Kurtuluş Savaşı bilinci ile (Çok şekli ve belli günlere sıkışmış “törenci” düzeyde olsa da) yetişmiş, ABD tandanslı darbeleri görmüş, bir şekilde “ulusal hassasiyetlerini” korumaya eğilimli, “Bayrak Atatürkçülüğü” düzeyinde de olsa bir “milli duruşu” olan, görece eğitimli ve kentli, “orta sol”, “sosyal demokrat” ve “sol” partilere oy vermeye yatkın bir kitle de “Etkilenmeye açık” hale gelmiş ya da getirilmiştir. (Asıl amaç yakın vadede uygulamaya konulacak kimi projelere bu kesimlerin destek vermesini, olmuyorsa itiraz etmemesini sağlamaktır. ) Bilmem bunlara “liderlik” edenleri de saymaya gerek var mı?
Maalesef ki, asıl “rotadan sapma potansiyeli” buralarda gözüküyor. Bu kesimler çoktandır bir “operasyona”, bir “zihni deformasyon”a maruzdurlar. Kendilerine göre geçerli gerekçeleri olsa da “AKP/Erdoğan nefreti” adına onu gerileteceğini umdukları her şeyi olumlar, prim verir hale gelmişlerdir. (“Erdoğanizm”in sola en büyük zararı da bu marazi asabiyete kapılmasını sağlaması olsa gerek galiba.) Gene de “fabrika ayarları” ile oynansa dahi bu dinamiği tümüyle yok edemediklerini hatırlatalım.
Bir vakitler İslamcılar ve milliyetçiler “ABD’de emperyalist ama komünizme karşı” gerekçesiyle bir tercih yapmaya zorlanıp, “NATO’cu Anti-Komünizm”in fedaileri haline getirildiyseler şimdi de bu kesimler “Ne yapalım ABD böyle ama AKP’yle/Erdoğan’la bir o başa çıkabilir” diyerek, bir “çaresizlik” psikolojisi içinde garip tutumlara yönelebilecek “kıvam”a getirilmişlerdir. Geriye sadece bir kısım “marjinalize” konuma itilmiş, belli sayıda sol parti, grup ve kişi kalmıştır. Onların da etkisi sınırlıdır…
ABD’nin algı merkezleri de sanırım aynı tespiti yapmış ve “tarihsel bir fırsat” kabul ederek harekete geçmiştir. Bu potansiyele göz kırpmaktadırlar. Buralarda bir “gedik” açılabileceğini ve oradan sızılabileceğini düşünen Biden’ın çabaları söz konusu kesimlere yöneliktir. “Laiklik” ve “modern yaşama tarzları” uğruna bazı hassasiyetlerinden vazgeçmeye, kimi “okşayıcı” söylemlere tav olmaya hazır görünen bir kitle-kesime ve onun kamusal-siyasal önderlerine “Demokrasicilik” adına “mavi boncuk” atılmaktadır. Bu aşk karşılıklı mıdır bilmem ama ortadaki tablo budur!..
Sonuçta Biden Türkiye’ye “ayar atma” ya gelmiştir. Bu ayarın iki ayağı vardır. Birincisi hükümete kimi noktalarda ayak dirediği için, Suriye ve Irak politikaları konusunda ayar atma iken, ikincisi ise Türkiye’de laik, cumhuriyetçi, sol, “ulusal” (?) duyarlılıklara sahip geniş bir kesime ayar atmaktır. Bu anlamda “bir taşla iki kuş vurma” çabasıdır. Bunda da kısmen -şimdilik- başarılı olmuşa benzemektedir.
Bu “göle maya çalmak” mıdır yoksa maya tutar mı bilmem. Gerisini zaman gösterecek.
Ne diyeyim; Umudumuz ABD!...
[email protected]
25.01.2016.