JFK SUİKASTI OLDUĞUNDA AMERİKAN MEDYASI ÇOK KÖTÜ BİR SINAV VERDİ...
Medyaradar medya/siyaset analisti Atilla Akar 50 yıl önce dünyayı sarsan JFK suikastına dair “kamuoyu kanaatleri”nin nasıl yönlendirilir olduğuna dair bir yazı yazdı&...
Bugün 22 Kasım… 1963 yılının aynı gününde Amerika’nın en sevilen ve karizmatik başkanı John Fitzgerald Kennedy (JFK) Dallas’ta öldürüldü. Katili olarak Lee Harvey Oswald gösterildi. Ardından kardeşi senatör Robert Kennedy de 5 Haziran 1968’de Los Angeles Ambassador Oteli’nde Sirhan Beşara Sirhan tarafından öldürüldü. (Daha öncede ağabeyleri Joseph P. Kennedy Jr. İkinci Dünya Savaşı esnasında uçağı düşerek ölmüştü. Bu ailenin başındaki “garip kader” daha sonrada bitmek bilmeyecekti.) Böylelikle bugün dünyada yaşanan ne varsa aslında ilk olarak o gün başladı. “Kennedy seti” yıkıldıktan sonra iyice gemi azıya alan ve bir tür “mutasyon” geçiren “Amerikan derin devleti” bugünde dünyayı birbirine katmayı sürdürüyor. Genetiği aynı olan bu “şebeke” günümüzde de mevcut ve kökü o günlere dayanıyor…
Neyse, “analiz parçalama”yı bırakıp asıl konumuza geri dönelim. Yok, merak etmeyin; suikastın gerçekte nasıl gerçekleşip gerçekleşmediğini, kimin yapıp yapmadığını uzun uzun anlatacak değilim. Bu konudaki “komplo teorileri”ni de tekrarlayacak değilim. Bu kez sadece söz konusu suikasta ilk anda medyanın, aydınların ve kamuoyunun nasıl tepki verdiğini anlatmaya çalışacağım. Daha da ilginci bu kanaatlerin aradan bir süre geçtikten sonra nasıl tam tersine döndüğünü vurgulamaya gayret göstereceğim. Ne de olsa bir “medya sitesi”nde yazıyorum değil mi?..
KAMUOYUNUN YÜZDE 87’Sİ OSWALD’IN YAPTIĞINA İNANDI!
Hiç şüphesiz Amerikan halkı başkanlarını seviyordu. Bu anlamda söz konusu suikasta çok üzüldüler. Ne var ki, her halkın adeta “tabiatı”nda olan “zaafa” düşmelerini engelleyemedi bu duyguları onları. Tam tersine kolayca kandırılmalarına, yönlendirilmelerine zemin bile sağladı. Kendilerine ilk söylenene, ilk izaha hemen inandılar. “Resmi açıklamalar”a olan körü körüne bağlılık, onlardan hiç şüphe duymama, sorgulamama, kendilerine ilk “sunulanı” hemen benimsemelerini de beraberinde getirdi. “Özgür akıl”larıyla pek övünen Amerikalıların akılları nedense biranda dumur olmuştu!
O günlerde Amerikan medyasının ileri gelen organları olayı birbirinin kopyası aynı başlıkları işlediler adeta. (Kennedy’nin çapkınlıklarından bolca magazin malzemesi çıkartan basın başkanlarının bir “devlet içi darbe” ile öldürülmesini görmemişti!) Farklı hiçbir soruya hemen hiç yer verilmedi. Devlet ne diyorsa papağan gibi onu tekrarlamakla yetindiler. Buna göre Lee Harvey Oswald katildi. Önce “komünist”ti dediler tutmayınca bu kez “deli” iddiasına sarıldılar. Ve insanlar dönemin medyasında yer alan bu iddiaları o kadar kolay benimsediler ki başkanlarını kendi devletleri içinden “birileri”nin öldürmüş olabileceğine imkân ve ihtimal dahi vermediler. Bu anlamda bütün komploların gizli yasası burada da işledi: “Topluma hemen ve kolaylıkla inanacakları bir sorumlu/suçlu göster gerisini sürece bırak!”
Nitekim bu beklenti kısa sürede meyvesini verdi. Olayın hemen ertesine yapılan kamuoyu yoklamaları “Kennedy’i Oswald tek başına vurdu” tezine inananların oranını %87 olarak gösteriyordu. Maya tutmuş, Amerikan halkı önlerine atılan “yem”i yutmuştu!
AMERİKAN AYDINLARI DA GÜNAHA ORTAK OLDULAR!
Peki ya Amerikan aydınları ne yaptılar dersiniz? Ne gariptir ki, birkaç istisna dışında sözüm ona pek “uyanık” olması beklenen/gereken aydınlar da aynı yaklaşımı benimseyip, papağan gibi resmi tezleri sayıklayıp durdular. Ağırlıkla liberal ve sol-liberal olan Amerikan aydınları devlete toz kondurmamak için ellerinden geleni ardına koymadılar. “Aykırı” soru ve “düşünceler”e karşı adeta bir “taarruz harekâtı” yürüttüler. (Ki, içlerinde her nedense Türkiye’de pek tutulan ünlü Noam Chomsky’de vardı.) Topluma söylenen büyük yalana “ortak” olup, çok kötü bir sınav verdiler…
Onların durumu hepten içler acısıydı. Sözüm ona kalburüstü, saygın birçok aydın; suskunluklarını korumak bir yana farklı yaklaşımlar geliştirmeye çalışanları “Komplo teorisi yapıyorsunuz” diyerek tartışma dışına atmaya çalıştılar. Kendilerini “çok farklı” ve “çok zeki” (!) göstermekten ayrı bir haz alan bu “aydınlar” aslında sürüye uyan, (Bunlardan bizde de bol!) sıradanın sıradanı kimselerdi.
Amerikan aydınlarının gerçek muhalif kimliklerinden biri olan Michael Parenti bu durumu şöyle özetliyordu: “Ne yazık ki, normal koşullarda sol çizgide tanımlanan bazı yazarlar da bir komplonun varlığıyla ilgili bütün görüşleri reddetti. Sağcılar ve merkezciler, mevcut kurumların meşruiyetini korumaya, insanların ‘ulusal güvenlik devleti’nin gangster yapısını görmesini önlemeye uğraşırken, solcular da, tanımlanması güç, ne idüğü belirsiz endişeler taşıyorlardı.” (Kirli Gerçekler. Michael Parenti. İmge Kitabevi. 1997.) Bu muhteremlere hakim “Komplo fobisi” onları ayan beyan bir komployu göremeyecek kadar “kör” etmişti. (Bu “aydın tipi” aynı tavrı 11 Eylül’ün hemen sonrasında da gösterdi.) Böylelikle ister istemez komplonun “deşifrasyonu”nun değil, örtbas edilmesinin bir “aracı” konumuna düştüler…
WARREN KOMİSYONU GERÇEĞİ ÖRTMEK İÇİN KURULDU!
Toplum ve aydınlar bu halde olur da “resmi görevliler” farklı mı olurdu? Elbette hayır! Tam bu arada görünürde asıl görevi Kennedy suikastının “gerçekleri”ni araştırmak olan “Warren Komisyonu” kurulacaktı. Ancak bu komisyonun asıl faaliyeti bu konuda gerçeği “ortaya çıkartmak” değil, gerçeği resmi yaklaşıma göre eğip bükmek ve “Oswald’ı Kennedy vurdu” tezine geçerlilik kazandırmaktan ibaretti. Aksine hiçbir kanıta ve tartışmaya yer vermedi. Tüm varlık gerekçesi, baştan beri belli resmi tezi bir kere daha teyit etmekten öteye olamadı. Aralarında daha sonra ABD Başkanı olacak Gerald Ford’un da bulunduğu (Gerald Ford “yeterlilik sınavı”nı birilerinin gözünde burada verdi herhalde!) komisyon “oybirliği” ile bu müthiş gerçeği kamuoyuna ciltler dolusu sayfayla açıklayacaktı. Ancak içinde incir çekirdeğini doldurur “somut” hiçbir yaklaşım yoktu. (11 Eylül komisyonu sonuçları gibi!) Tabii “bireysel ve deli tetikçi Oswald” dışında. Zaten komisyonda –aslında pek de umurlarında olmayan- kamuoyundaki gazı almak, “bakın her şeyi araştırıyoruz” mizanseni yaratmak için kurulmuştu…
Bu arada unutmadan ilginç bir “veri” olarak hatırlatalım. Olay sonrasında olaya bir şekilde “şahit” ya da “taraf” olmuş tam 47 kişi tuhaf ve ani ölümlerle ardı ardına öldüler. Ki, bu rakama “tetikçi” olduğu söylenen Lee Harvey Oswald ve Oswald’ı da öldüren Jack Ruby isimli striptiz barı işleten mafya mensubunun hapisteki ölümü dahil değildi. Yani önlemler bu açıdan da alınmışa benziyordu!
BİR FİLMDE SİMGELENEN KANAAT DEĞİŞİMİ
Peki Amerikan halkının kanaatleri daha sonra değişmiş miydi? Evet! Amerikan halkı ve aydınları “tedricen” de olsa süreç içinde bu olaya dair kuşku duymaya başlamış ve zamanla kanaatleri tam aksi yönde şekillenmişti. Bu konuda bir film ise dönüm noktası olacaktı. Olaydan yaklaşık 30 yıl sonra, 1991’de, Oliver Stone tarafından çekilen ve başrolünde Kevin Costner’ın oynadığı “JFK” filmi ile resmi tezler ilk kez alenen sorgulanacaktı. Film sonrası yapılan kamuoyu yoklamaları bu kez tam tersi istikameti gösteriyordu. Bu defa Amerikan halkı hemen aynı oranda “Kennedy’i Oswald’ın öldürmediğine” ve “bu işte devletin parmağı olduğuna” inanıyordu. Jetonları nihayet düşmüştü!
Öyle veya böyle, JFK suikastı adına “kamuoyu kanaati” dediğimiz olgunun ne kadar kolay “yönlendirilebilir” ve zamanla “değişebilir” olduğuna (Özellikle “şok yöntemleri” söz konusu olduğunda!) en somut örnek teşkil ediyor. Toplumlar bu gibi olaylar olduğunda hemen ilk ve en yoğun olarak “işaret” edilen “adres”e inanmaya meyilliler. Egemen çevreler ve onların kontrolündeki medyada bu eğilimi körükleyerek komplocuların ekmeğine yap sürebiliyor adeta. “Ortalama”nın “vasat beyin”in zaafına hitap eden bu “kamuoyu imal etme” yaklaşımı her seferinde bu işlerden “kârlı” çıkıyor. Gerçek su yüzüne çıkmaya başladığında atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor!...
Diğer yandan da JFK’yı öldüren güçler ellerindeki kamuoyu oluşturma araçlarını, ideolojik aygıtları ve psikolojik yöntemleri kullanarak Amerikan halkını da aptal yerine koymuşlardır. Çünkü onlar halkın istenilen yere çekilebilecek bir “sürü” olduğuna inanıyorlardı. Doğrusu ve maalesef Amerikan halkının da bu olayda onları çok fazla yanılttığını söyleyemeyeceğiz.
Not: Daha birkaç gün önce “Kennedy’yi bir kişi öldürmüş” diye bir haber uluslararası ajanslardan servis edildi. “John F. Kennedy’nin öldürülmesiyle ilgili sır aydınlandı. Kennedy’yi iki kişinin vurduğu yönündeki iddia kesin olarak çürütüldü. Oswald’ın Cinayeti tek başına işlediği olay anı görüntüleriyle kanıtlandı.” şeklinde verilen haberde resmi Oswald tezi savunuluyor. Bana göre “kanıtlanan” bir şey yok. Bu sadece bir iddia. Gerçek kanıtlar halen tam aksini gösteriyor. Ayrıca ünlü romancı Stephan King’in yeni romanı “11.22. 63”de resmi Oswald tezini savunduğu söyleniyor. Buna yönelik bir PR çalışması mı yapılıyor yoksa Amerikan devleti bu olayda kendini aklamaya yönelik yeni bir “psikolojik operasyon” mu yapıyor henüz anlayamadım. Yakında çıkar kokusu!...
Atilla AKAR
[email protected]