İzzet Çapa Hürriyet'e mesaj yolladı: Kara kaplı defteri şimdilik açmam!
İzzet Çapa zor günlerinde yanında görmediği Hürriyet gazetesi ile yollarını ayırmıştı.
Nokta dergisinden Armağan Çağlayan, İzzet Çapa ile son dönemde
yaşadıklarını, Kelebek yöneticileriyle yaşadığı sorunları ve kara
kaplı defteri konuştu.
İşte o röportaj...
İzzet Çapa, çok yönlü yetenekleri olan bir isimdi. Boğaziçi
Üniversitesi İşletme'den atılmasına rağmen, ülkenin eğlence
sektörüne kazandırdığı mekanlarla işletmeciliğin hakkını veren bir
işletmeciydi. Sonra röportajcı oldu. Hürriyet gazetesi için yaptığı
röportajlarda da en az işletmeciliği kadar başarılı oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir yaralama olayında ismi geçince gözaltına
alındı ve serbest bırakıldı. Bunun üzerine Hürriyet'teki
röportajlarına ve yazılarına son verdi ardından da sosyal medya
hesabından Kara Kaplı bir defterin resmini yayınladı. İzzet Çapa
ile, son dönemde yaşadıklarını, Kelebek yöneticileriyle yaşadığı
sorunları ve kara kaplı defteri konuştuk.
İlk ayrıldığını okuduğumda çok şaşırdım. Niye şaşırdım,
sanki sen iş hayatınla duygusal hayatını birbirine karıştırmazsın
gibi geliyordu bana. Çok mu duygusal davrandın Hürriyet’ten istifa
ederken acaba?
Duygusal davrandığımı düşünmüyorum. Senin gibi de düşünen bir sürü
arkadaşım da var. Ama aslına bakarsan bu bir sürü ayağı olan bir
mesele… Armağan sen beni çok eski tanırsın ama bazen sabır bile
yoruluyor. Yaşadığımız her şeyin bir sınav ve bunun içindeki
teneffüslerin de mutlu olduğumuz anlar olduğuna inanıyorum; geriye
dönüp baktığımda iyi ki bunları yaşadım diyorum. Ama bu kez
zannediyorum sabrım yoruldu. Bilirsin iş hayatı evlilik gibidir.
Güvenini kaybetmişsen o evliliğin yürümesi de imkansız hale gelir.
Onun için bu işin içinde duygusallık payı bana göre yüzde sıfır.
Dışarıdan bakanlar olan biteni duygusallık olarak görebilirler ama
bu mazisi olan bir hikayedir.
Bu bir birikim mi aslında?
Evet, bu bir birikim. Ama bunu Hürriyet için söyleyemiyorum.
Fakat kurumun bazı yöneticileriyle dokumuz tutmadı. Biliyorum sen
şimdi soracaksın onlar kim diye; özellikle Kelebek’in
yöneticileriyle…
Fikret Ercan seni aramış değil mi?
Fikret Ercan ya da birinin araması önemli değil. Bir olay
yaşanıyor, merak edersin bunu muhalif gazetelerden ya da bir başka
yerden değil, benim ağzımdan duymak istersin. Hayat böyle bir
şeydir. Sen çocuğunun, eşinin ya da kardeşinin başına bir şey
gelirse bunu komşu teyzeden, Twitter’dan ya da komşunun oğlundan
duymak istemezsin. Senin her şeyden önce bir geçmiş olsun telefonu
açman lazım. Olayın benimle ilgili kısmı Perşembe öğlen başladı,
Cuma akşam bitti. Pazartesiydi zannediyorum bir başka büyük
gazetede tam sayfa olarak olayı tekrardan manşetten verdiler. Her
bir haberin önüne de Hürriyet yazarı diye yazdılar. Bunun üzerine
ben de adımın üzerine bir sıfat eklemeyin diye bir açıklama yaptım.
Ben ne Cahide’nin danışmanı ne de Hürriyet’in yazarıyım, sadece
İzzet Çapa’yım! Kim bilir belki de kendilerine zarar gelebileceğini
düşünmüşlerdir olan bitenden, buna da saygıyla bakarım. Elbette
birileri bana “İzzet bu yaşadıklarından dolayı seninle aynı masada
yemek yemek istemiyorum” diyebilir. Kimseye kızmaya ya da kırılmaya
hakkım yok, bu onların hayat görüşüdür. Gelelim sorunun cevabına;
olaylar yaşandıktan dört gün sonra Fikret (Ercan) Bey aradı beni.
Ve “Geçmiş olsun, sen bizim kardeşimizsin senin böyle bir şey
yapacağına inanmıyoruz. Biraz kafayı dinle” dedi.
HANGİ KONULARDA YAZMAMI İSTEMEDİLER, SONRA ANLATIRIM!
Sana aslında “seni kızağa alıyoruz” mesajı mı
verdiler?
Açıkçası öyle düşünüyorum. Bak arkadaş; ben inanmadığım hiçbir şeyi
yazmam. İnandığım konuda da boynumu kesecek olsalar da bildiğimden
milim şaşmam. Bu yüzden eminim ki, orada beni sevmeyenler vardı.
Belki de başıma gelen bu hadise vesilesiyle onlara fırsat doğdu.
Ama aslına bakarsan benim oradaki muhatabım gazetenin genel yayın
yönetmenidir, ya da Kelebek’in başındaki zattır. Her ikisi de
aramadıysa anladım ki bu olaydan ürktükleri bir şeyler var.
Hakan Kıran’la röportajı yollamışsın…
Çok güzel bir röportajdı ama yayınlamadılar. Üstelik o röportajı
bunlar yaşanmadan yazıp bitirmiştim ve içerideki tek telefon
hakkımı da arkadaşlarıma aman ne yapın yapın Hakan Kıran
röportajını gazeteye yollayın demek için kullandım. Vazifesini
yapayamayan biri durumuna düşmek bana yakışmazdı.
Bir yandan da git demek mi oluyor?
Git denmedi ama diyebilirlerdi de… Ben dışarıdan yazı yazan bir
adamım, aramam sormam. Yayınlamadılarsa bir nedeni vardır. Ama
bugüne kadar hiç böyle bir şey olmadı. En fazla bazı cümleler,
çıkartmamı rica etmişlerdi röportajlardan. Fakat sakın yanlış
anlama siyasi talepler değildi bunlar. Ama aramızda kalsın, kim
bilir belki bir gün paşa gönlüm ister ve hangi konularda
yazmamı istemediklerini de anlatırım. Her şeyin bir zamanı vardır
Armağan. Sözün özü benim gidişim, orada istenmediğini hisseden bir
adamın, kapıyı çekip ardına bakmadan gidişidir.
Zaten diyorsun ki; beni orada hiç istemediler!
Yoruma bile gerek yok bu çok açık ve aşikar. Ama elbette beni
sevenler de vardı. Bütün bir kurumu töhmet altında bırakmak bana
yakışmaz. Herkes kendini bilir. Ben kimsenin hatrı için inanmadığım
konuda methiyeler düzemem. Elbette vardır başımdan geçen bazı
hikayeler onu da zamanı gelince anlatırım.
BÜTÜN LAĞIMLAR AŞAĞI AKAR, MEDYA LAĞIMI TERSİNE!
Bilerek mi sürekli senin isminin önüne “Hürriyet yazarı İzzet Çapa”
diye yazıyorlar.
Bu meselede benim hikayem biraz Alamancılara benziyor. Türkiye’de
gurbetçisin, Almanya’da yabancı. Hayatın ne tuhaf bir cilvesidir
ki, Hürriyetçiler beni kendi takımlarının bir parçası olarak
görmedi ama medyanın bir kısmı da inatla Hürriyet yazarı sıfatını
adımın önüne inatla yapıştırdı. Güzel günler gördüm, çok şey
öğrendim Hürriyet’te. Ama kimse de hakkımı yemesin bir o kadar da
renk kattığıma inanıyorum.
Çünkü her haberde önüne o sıfatı eklediler. Ben dedim ki
İzzet'i orada rahat ettirmemek için yapıyorlar.
Ben bunlara alışığım. Daha önce de Twitter’da 3-5 kişi Hürriyet’ten
kovulduğuma dair asparagas Tweetler atmış ve ne hikmetse herkes
gülüp geçerken sağolsun yöneticilerimin de ortak olduğu iddia
edilen MedyaTava bunu anında haber yapmıştı. Bunu o günlerde
Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e bizzat kanıtlarıyla
sunmuştum. Hayatta her şey var, bunlar da olur deyip gülüp geçtim.
O günlerde hep aklıma Arda Uskan’ın o meşhur cümlesi geldi; “Oğlum
İzzet, bütün lağımlar yukarıdan aşağıya doğru akar ama Bab-ı Ali’de
tersine!” O yüzden de başıma gelen hiçbir şeye şaşırmıyorum.
Mutsuz etmedi mi seni?
Zamanı dolan her şey biter. Annemle babam tam 18 yıl sonra
boşandılar. Hepimiz çok büyük aşklar yaşadık ve nihayetinde
ayrıldık. Benim Kelebek’teki ömrü de bu kadarmış. “Olan her şey
hayradır” dedim ve yürüdüm gittim.
Herkesin adı karıştırabilir…
Yargı sürecinde olduğu için yorum yapmamam gereken bir olay bu. Ama
meseleye adımı karıştıran şahıs hakkında 2 yıldır devam eden birçok
dava açmıştım. Dolandırıcılıktan haneye tecavüze, aileme
hakaretten, tehdide kadar… Bunların bir kısmı da lehimize
sonuçlandı. Bu meselede adımın geçmesinin, davaların sonuçlanmasına
çok az bir süre kala meydana gelmiş olması da manidar.
POLİS NEDEN KELEPÇE TAKTI?
Mesela ellerini kelepçelemişlerdi o çok garibime gitmişti. O
fotoğrafın servis edilmesi de bir acayip.
Çocukluk yıllarımdaki hırsız-polis oyunlarımızdan beri hiç kelepçe
görmemiştim. Çok şükür bu vesileyle bu da geldi başıma. O sırada
düşündüğüm tek şey, annemin bunları gördüğünde canının ne kadar
acıyacağıydı. Bir anne için kolay değil evladını o şekilde bütün
kanallarda görmek. Ama artık anlatacak daha çok hikayem var ve kim
bilir bakarsın bir gün bunları da yazarım.
Kelepçe garip bir şey mi?
Onun hikayesini de anlatayım… Gece yarısı 01.00'de ifademe
başvurmak için beni arıyorlar fakat bulamıyorlar. Olayı sabah
öğrendim ve duyar duymaz üzerimde eşofmanlarla avukatımı bile
almadan Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü binasına gittim.
Meğer gece bana ulaşamadıkları için her ne kadar sabah bizzat
gitmiş olsam da prosedür icabı ‘firari’ durumuna düşmüşüm.
Kelepçeyi de işte bu yüzden takmışlar. Hani hayat seni korkularınla
yüzleştirir derler ya, işte o kelepçe de benim için öyle bir
andı.
Bir tedirgin olmuşsundur ama...
Olmamak mümkün mü?
Ya bu olay devam ediyorsa, hakim beni bıraktı ama ya savcı
itiraz ettiyse...
Hele de benim gibi hayal gücü geniş bir adamsan binlerce senaryo
gelir aklına, tam anlamıyla paranoyakça duygular…
Bu röportajları yapmasaydın, bu kadar başarılı olmasaydı
röportajlar başına bunlar gelir miydi?
Ben kaderci bir insanım. Ama biliyorum ki Hürriyet'te değil de bir
internet sitesinde yazıyor olsaydım, bu kadar manşet olmazdı
gazetelere bu mesele… Ben böyle bakıyorum olaya. Karanlık bir 36
saat yaşadım maaalesef, kimsenin 'yaşadım, güldüm, geçtim'
diyemeyeceği saatlerdi. Sor herhangi bir hakarete uğradım mı, itip
kalktılar mı seni diye? Cevabım asla! Ama bazen bakışlar dayaktan
bile ağır gelebiliyor. Serbest bırakıldıktan sonra iki gün evden
çıkamadım. Konuyla hiçbir alakam olmadığını biliyordum ama insanlar
bana nasıl bakacaklar paranoyası yaşadım. Ne televizyonu açtım, ne
gazete okudum, ne de internete baktım! Sen kendinin masum olduğunu
bilirsin ama bizim toplumumuzda adına ‘elalem’ denilen bir grup
var. Bütün bu sınavları geçiyorsun ama bir an geliyor ve “elalem ne
der”e takıldığın gerçeğiyle yüzleşiyorsun. Belki de bu benim gibi
hayatı boyunca “elalem ne der” cümlesini hiç takmadığını düşünen
bir herif için verilmesi gereken bir sınavdı. Yaşadım, gördüm,
hamdolsun geçtim…
O KARA KAPLI DEFTERDE NELER VAR?
Devam edecek misin röportajlara?
Ben biten bir ilişkinin ardından hemen bir başka ilişkiye yelken
açacak türden bir sevgili değilim. Şimdi biraz dinlenme, durma
zamanı olduğuna inanıyorum. Teklif var mı? Sağolsunlar, istifa
ettiğim andan itibaren internet medyası ve yazılı basından yedinin
üzerinde teklif geldi 'kapımız sana açık' diye. Peki kızgın mıyım?
Hayır kırgınım. Kimseye hıncım da yok ama açıkçası pek keyfim de
yok. Şu anda ‘Gazeteci İzzet’in vereceği herhangi bir kararın
sağlıklı olacağına inanmıyorum ve doğru zamanı bekliyorum.
Instagram’a bir kara kaplı defter koydun. Nedir o kara
kaplı defter?
Ben yaşadıklarımı aklımda tutamadığım için günü geldiğinde lazım
olur diye hep not tutarım. Tatlı anılar da vardır o kara kaplı
defterde, canımı yakan şeyler de… Ama şu an bunları konuşmanın
zamanı değil. Eğer o defterin sayfalarını açmaya başlarsam,
gazeteden gittiği için yapıyorlar derler. Eminim sen şimdi ‘meraklı
gazeteci Armağan’ olarak vedalaşma sürecimizi merak ediyorsundur
doğal olarak… Sen sormadan ben anlatayım. Bu benim Hürriyet’ten ilk
istifam değil. Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin ilk ayrılma
sürecimde “Bir dakika, biz seninle abi- kardeşiz” dedi ve oturup
uzun uzun konuştuk. O yemek esnasında bir yöneticiden çok abi
tavrıyla yaklaştı bana. Oysa bu son olayda basit bir geçmiş olsun
telefonu açacak zaman bulamadı anladığım kadarıyla. Haklıdır,
eminim çok işi vardır. Bu kez Fikret Ercan vasıtasıyla “ilk
fırsatta bir araya gelip yemek yiyelim” mesajını gönderdi. Bunun ne
anlama geldiğini anlayacak yaştaydım. Anlayacağın o abi- kardeş
muhabbeti bir önceki oturduğumuz masadaki yediğimiz yalancı
dolmadan ibaretmiş. Ama benim karnım bunlara tok be Armağan!
Sen aslında çok zor bir iş yapıyorsun ya gazetecilikten
başka. Hangisi daha zor?
Bunu hep söyledim, bu güne kadar yaptığım işlerin en zoru
gazetecilik!
CENGİZ SEMERCİ NE MESAJ VERDİ?
Ama gazetecilikte ayakta durmak daha zor...
Benim oradaki gazetecilik hikayem zaten bir mucizeydi. Adı
konulmamış ağır kanunların olduğu o binaya girmek, bir persona non
grata olarak dört sene boyunca mücadele etmek inan hiç kolay
olmadı. Nereden mi biliyorum istenmediğimi? Bak sana onlarca tanığı
olan basit bir hikaye anlatayım. Gazetedeki üçüncü yılımın sonunda
aralarında Selim Akçın, Cengiz Semercioğlu, Onur Baştürk, Ömür
Gedik ve reklam departmanının bulunduğu bir toplantıya davet
edildim.
Ertesi gün gazetede ilahiyatçı Saim Yağan Hoca ile imam nikahının
safsata olduğunu anlatan bir röportajım yayınlanacaktı. Tesadüf bu
ya, bir gün önce de pek adetim olmamasına rağmen siyasi içerikli
bir yazı kaleme almıştım. Tam toplantı biterken Kelebek’in ağır
toplarından, ‘Türkiyenin en büyük magazincisi’ Cengiz Semercioğlu
“Arkadaşlar Kelebek, bir magazin gazetesidir. Din, siyaset falan
bizim işimiz değil. Bunu defalarca söyledik. Hala anlamayanlar
varsa, onlar gerizekalıdır” dedi. Neden istenmediğimi şimdi anladın
mı? Bence sen bir gazeteci olarak dört yıl boyunca yazarı olduğum
gazetenin Altın Kelebek Ödül Töreni’ne neden hiç katılmadığıma kafa
yor biraz.
BAŞKALARI GİBİ GAZETECİLİK ÜZERİNDEN BELEŞ YAŞAMADIM
Sen cevap vermedin mi?
Niye cevap vereyim ki! Her şeyden önce ben geri zekalı olmadığımı
biliyorum. Gazeteciliği hiçbir maddi menfaat uğruna yapmadığıma
eminim. Bunca yılda hiçbir ballı, hanut geziye katılmadım. Ne
eşimin, ne eski eşimin, ne dostumun, ne kardeşimin adına bu
meslekten para kazanabileceği hiçbir şirket kurmadım, kurdurmadım.
Tanıdığım herhangi birinin adına menfaat için tek satır yazmadım.
Ne benim, ne yakınlarımın, ne de çalışanlarımın ünlülere basın
danışmanlığı yapan bir PR şirketi var! Belki de bu yüzden geri
zekalıyımdır. Ama arsız, beleşçi, yancı, yağcı diyeceklerine
gerizekalı desinler, şerefle aldım kabul ettim! Armağan açtırma
benim bayramlık ağzımı, biz 40 kişiyiz ve birbirimizi biliriz. Daha
fazlasını söylersem bazıları utancından insan içine çıkamaz!
Kinci misin İzzet? Şundan soruyorum; kara kaplı defterin
var, hatırladığım kadarıyla Kelebek'ten birisi senin işlettiğin
yerlerle ilgili bir şey yazdı ve sen üzerine gittin ve aranız mı
bozuldu?
Bu kincilik değil ki! O zaman ben gazetecilik yapmıyordum. Bir
mekan için sen bir yazı yazıyorsan, tesadüfen 10 kere gidip onunda
da senin başına bir şey geliyorsa ben de bunun açıklamasını
yaparım. Kinci olmamaya çalışıyorum. Kinci olmadığımı düşünüyorum.
Aslında kin tutsam yarınları beklerim. Benim hep cevaplarım
anlıktır, belki de kayıplarım da bu yüzden. Buna kincilik
diyemezsin. Öfkeli misin, öfkeliyim; sinirli misin, sinirliyim;
haksızlığa gelemem. Ama bu yaştan sonra bilinmesi gereken şeyler
varsa da mideme atıp hazımsızlık yaşayamam. Kinci değilim ama
öfkeli ve sinirliyim. Ne yapayım yani, Ferrari’sini Satan Bilge de
değilim.
BENİM DERDİM KENDİNİ AKILLI SANAN CİNGÖZLERLE!
Şimdi 'Bak gitti, demek ki suçluydu' diyorlar mıdır?
Demezlerse hatırım kalır! O tatlı su kurnazları benim hiç umurumda
değil. Yaptığım her şeyi yapmak istediğim için yaptım. Ne
harcadıysam kendi cebimden, ne tükettiysem kendi ömrümden… Bilmem
anlatabildim mi?
Sen bir yandan da aslında basınla iç içe bir iş yapıyorsun
ya ürkmüyor musun, Türkiye'nin en büyük gazetelerinden biriyle
itişiyorsun?
Benim kurumlarla hiçbir meselem yok ama onların içindeki küçük
akıllarıyla kurnazlık yapmaya çalışırken karşısındakinin onlardan
daha zeki olabileceğini hesaplamayan cingözlerle derdim. Herkesi
kör, alemi sersem zannedenlerle hesabım. Onlar kendilerini
bilirler… Doğrunun bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi bir
alışkanlığı vardır. Bunu bilir bunu söylerim. Varsa bu
söylediklerimi yalanlamaya kalkacak bir baba yiğit, ben peşin peşin
hodri meydan diyorum ona.
Bu kötü olay başına geldikten sonra 'ya hayatıma keşke bu
insanlar girmeseydi' dedin mi?
Hiçbir zaman öyle bir şey demedim. Girmesi gerekenler öyle
gerektiği için girmiştir hayatıma. Çıkması gerekenler de yürür
gider kendi yoluna. Ben de birinin hayatında var olmuşsam
gerektiğim için oradayımdır. Haydi çıkar ağzındaki baklayı da ne
sormak istiyorsan sor işte karşındayım.
Peki soruyorum o zaman... Deniz Akkaya bir tweet attı
seninle ilgili. Ama tabi o sen misin bilmiyoruz da?
O, o tweeti atan zat-ı muhteremin gönlünün güzelliğini yansıtıyor.
Armağan denizleri aş da gel kurbanın olam. Sen neredesin ben nerede
be arkadaş!
Şeyi sen yapıyor musun? Ben yaparım da ondan soruyorum. Bu
beni aradı bu aramadı?
Böyle olayların bir tane iyiliği varsa o da insana herkesin gerçek
yüzünü göstermesiymiş. Bak sana çok enteresan bir örnek vereyim.
Oray Eğin ile yıllardır her vesileyle, her mecrada didişir dururuz.
Beni en acımasız eleştiren, yeri geldiğinde de kendince canımı
yakan kalemlerden biridir. Ve fakat bu olay yaşandıktan sonra
sosyal medyadan geçmiş olsun diye ilk tweet atanlardan biri de o
oldu. Sedat Ergin'in aramamasından çok Oray Eğin'in attığı tweet
beni gözlerimi yaşartacak kadar etkiledi. Hiç şüphen olmasın yarın
gene didişeceğiz onla ama insanların ayağı kaydığı sanıldığı zaman
üstüne basmaya çalışmak çok kolay. Oray buna tenezzül etmeyecek
kadar haysiyetli davrandı. Annen, sevgilin, yakınların,
arkadaşların elbette bilir masum olduğunu ama sokakta beni çevirip
“İzzet sakın sıkma canını” diyen yüzlerce insanın samimiyeti ruhumu
aydınlattı. Düşünsene Twitter’da TT olmama rağmen, binlerce yorum
arasında sadece dört tanesi bana laf soktu. Ne mutlu bana hiç
tanımadığım bir sürü ‘insan’ biriktirmişim hayatta!
GAZETECİ DOĞMADIM, SADECE KEYFİM İÇİN YAZACAĞIM
Şimdi ne olacak İzzet? Gelecek ile ilgili planın ne?
Ben gazeteci doğmadım ki. Hayatımı gazetecilikten kazanmıyorum.
İlla bu işi yapacağım diye de bir derdim yok. Ben şunu söylüyorum;
Kim ne derse desin, bu işi elimden geldiğince hakkını vererek
yapmaya çalıştım. Ne mutlu ki bana basının amiral gemisinde
başarılı oldum. En iyi gazetede çok şükür başarılı oldum. Demek ki
bitmesi gerekiyordu ve bitti. Bu saatten sonra sadece keyfim için
yazı yazacağım. En azından şimdilik röportaj yapmayı da
düşünmüyorum. Sözün özü, ne yazı yazmaktan ne röportaj yapmaktan
yoruldum ama bazı kifayetsiz muhterisler var ya, işte onlar
hakikatten yordu beni be abi! (Nokta)