İşte AYM'nin Can Dündar ve Erdem Gül kararının tam metni: İfade özgürlüğü şoke edebilir
Anayasa Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyelerine yol açan kararının gerekçesini tamamlayıp, Resmi Gazete’ye gönderdi.
Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can
Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tahliyelerinin önünü açan
kararının gerekçesini tamamlayıp, Resmi Gazete’ye gönderdi. Kararın
tam metni AYM'nin internet sitesinden yayımlandı. Dündar ve Gül
hakkındaki tutuklama kararının "hukukilik şartını sağlamadığı"
belirtilen kararda, "Suçlamalara temel olarak gösterilen tek
olgunun başvuruya konu haberlerin yayımlanması olduğu
gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir
tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir
toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez"
dendi.
Ahmet Şık ve Nedim Şener hatırlatması:
Haber dışında herhangi bir somut olgu yok
2011'de Oda TV soruşturmasında tutuklanan gazeteciler Ahmet Şık ve
Nedim Şener hakkındaki kararların da hatırlatıldığı gerekçeli
kararda, "Öte yandan AİHM’in Nedim Şener/Türkiye ve Şık/Türkiye
kararlarında belirtilen ilkeler de dikkate alındığında, yayımlanan
haberler dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan ve
gerekliliğine ilişkin gerekçeler gösterilmeden tutuklama tedbiri
uygulanmasının başvurucular ve genel olarak basın üzerinde
caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır" ifadelerine yer
verildi.
"Soruşturmanın üzerinden 6 ay geçmesine rağmen ifadeleri
alınmamış"
“Soruşturmanın başlatıldığının duyurulduğu tarih ile başvurucuların
ifadeleri alınmak üzere çağrıldıkları tarih arasında geçen yaklaşık
altı aylık sürede Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların
ifadeleri alınmamış, başvuruculara yönelik olarak gözaltı ya da
tutuklama gibi tedbirlere başvurulmamıştır" denen kararda, "Anılan
süre içinde başvurucuların atılı suçları işlediklerine dair
-yayımlanan haberler dışında- hangi delillere ulaşıldığı da ifade
sırasında sorulan sorulardan ve tutuklama gerekçelerinden
anlaşılamamıştır” vurgusu yapıldı.
Aydınlık'ın MİT TIR'ları haberi hatırlatıldı
Benzer bir haberin Aydınlık gazetesinde on altı ay önce
yayımlandığını hatırlatan Yüksek Mahkeme'nin kararında, şu ifadeler
yer aldı:
“Başka bir gazetede yayımlanan ve fotoğrafla desteklenen bir habere
benzer hususları içeren haberlerin daha sonra başvurucular
tarafından yayımlanmasının millî güvenlik açısından oluşturduğu
sakıncanın devam edip etmediğinin tutuklama tedbirlerin
gerekçesinde gösterilmemesi de önemlidir”
"İfade özgürlüğü şoke edebilir"
Kararda, ifade özgürlüğünün devleti veya toplumun herhangi bir
kesimini şoke edici olabileceği belirtildi:
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve
toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel
şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da
insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için
değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke
eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir
Karşı oy veren üç üyeden
"milli güvenlik" vurgusu
Karara muhalefet şerhi yazan üç üye ise “milli güvenlik” vurgusu
yaptı. AİHM'in Observer ve Guardian hakkındaki kararlarına işaret
eden üç üye, "Milli güvenlik gibi çok hassas bir konuda
gazetecilerin yapacağı haberlere yönelik olarak devletin sınırlama
getirmesinin ve bu bağlamda bazı haberlerin yapılmasının kamu
otoritelerince engellenmesinin mümkün" olduğunu savundu ve "Nitekim
bu tür gazetecilik etiğine uygun olmayan eylemler suç kabul
edilerek cezalandırılabilir" dedi.
"Gazetecilikten tutuklanmadılar" mesajı
Üç üye, özetle şu tespitleri yaptı:
"Bu kapsamda sanıklara yöneltilen suçlamaların basın ve ifade
özgürlüğü çerçevesinde yapılan haber ve yayınlar olmadığı, terör
örgütüne yardım, casusluk amacıyla devlete ait sırların temin ve
ifşa edilmesi gibi çok ağır ve vahim suçlamalar olduğu
anlaşılmaktadır. Başvurucuların tutuklu yargılanmalarına yönelik
yaptıkları ihlal başvurusu ile basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal
edildiğine ilişkin ihlal başvuruları birlikte incelenebilecek
hususlardan da değildir. Tutuklama kararının basın ve ifade
özgürlüğü kapsamında incelenmesi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine
açılan kamu davasının ilk duruşmasının dahi yapılmamış olması
hususu göz önüne alındığında somut olayın şartları açısından bu
aşamada temel hak ve özgürlüklerin korunmasında asıl görevli ve
yetkili olan yargısal mekanizmaların işlememesine neden
olabilecektir. Başvurucular hakkındaki tutuklama kararlarının
gerekçelerine bakıldığında gazete ve internet sitesinde yer alan
haber ve görüntülerin gazetecilik faaliyeti kapsamında kamunun
haber alma özgürlüğünden çok, FETÖ/PDY (Paralel Devlet Yapılanması)
silahlı terör örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir
faaliyet olduğu iddia edilmektedir. Bu iddia karşısında somut
başvuruyu ilk tutuklamaya itiraz dışında, basın ve ifade özgürlüğü
kapsamında ele almanın yürütülmekte olan kovuşturmayı etkileme,
delillerin değerlendirilmesinde mahkemenin takdir yetkisini
daraltma sonucuna yol açabileceği düşünülmektedir. Başvurucuların
basın ve düşünceyi yayma haklarının da ihlal edildiğini ileri
sürmeleri prematüre (şartları oluşmamış) bir yaklaşım olup, ayrıca
basın hürriyeti kapsamında yapılan haberlerin toplumun bilgi alma
hakkına yönelik sosyal ihtiyaç baskısından kaynaklanıp
kaynaklanmadığının ve özgürlüğe yapılan müdahale aracı ile beklenen
amaç arasında makul bir denge bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi bu aşamada mümkün görülmemektedir."
İşte AYM'nin Dündar ve Gül hakkındaki gerekçeli kararın tam
metni:
GENEL KURUL
KARAR
Başkan:
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili:
Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili:
Engin YILDIRIM
Üyeler:
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Alparslan ALTAN
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Erdal TERCAN
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
:
Murat ŞEN
Başvurucular
:
1. Erdem GÜL
2. Can DÜNDAR
Vekilleri
:
Av. Bülent UTKU
Av. Akın ATALAY
Av. Abbas YALÇIN
Av. Tora PEKİN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ile
Ankara temsilcisinin, farklı tarihlerde yaptıkları haberler
nedeniyle "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve
isteyerek yardım etme", "devletin gizli kalması gereken bilgilerini
siyasal ve askerî casusluk amacıyla temin etme" ve "devletin gizli
kalması gereken bilgilerini casusluk maksadıyla açıklama"
suçlamasıyla tutuklanmalarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
ile ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular (2015/18567 ve 2015/18570) 4/12/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Başvurucu Can Dündar'ın 2015/18570 numaralı başvurusu ile
başvurucu Erdem Gül'ün 2015/18567 numaralı başvurusu arasında konu
yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından her iki başvuru
2015/18567 numaralı başvuru dosyasında birleştirilmiştir.
4. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 10/12/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
6. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/1/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/1/2016
tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 26/1/2016 tarihinde sunmuşlardır.
8. Birinci Bölümün 17/2/2016 tarihinde yaptığı toplantıda niteliği
itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen
başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3)
numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
9. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle
şöyledir:
10. Başvurucu Can Dündar, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın
yönetmeni; diğer başvurucu Erdem Gül ise aynı gazetenin Ankara
temsilcisi olarak görev yapmaktadır.
11. 1/1/2014 tarihinde Hatay'da, 19/1/2014 tarihinde Adana'da silah
yüklü olduğu iddiası ile bazı tırlar durdurulmuş ve aranmıştır.
Tırların durdurulması ve aranmasına ilişkin olaylar ile tırlarda
taşınan malzemelerin ne olduğu ve nereye götürüldüğü kamuoyunda
uzun süre tartışma konusu olmuştur.
12. Bu olaylardan sonra kamuoyunda söz konusu tırların içinde silah
ve mühimmat olduğuna dair iddialar ileri sürülmüştür. Bu kapsamda
Aydınlık gazetesinin 21/1/2014 tarihli nüshasında yayımlanan "İşte
TIR'daki Cephane" başlıklı haberde "Adana'da durdurulan MİT'e ait 3
TIR'dan mühimmat çıktı. Aydınlık, arama fotoğraflarına ulaştı.
TIR'larda 'insani malzeme' değil, top mermisi taşındığı
belirlendi." şeklindeki iddialara yer verilmiştir. Anılan gazetenin
internet sitesinde de aynı tarihte "Aydınlık Mühimmatın Fotoğrafına
Ulaştı: Boru Değil Top Mermisi" başlıklı aynı içerikte bir haber
yayımlanmıştır. Söz konusu haberlerde tırlardaki kasaların birinin
içinde bulunduğu iddia edilen top mermilerinin fotoğrafına da yer
verilmiştir. Anılan gazetenin aynı ve ertesi günkü nüshalarında
tırların taşıdığı iddia edilen malzemelere ilişkin olarak bazı
yazarların yorumları yayımlanmıştır.
13. Daha sonra anılan tırların durdurulması ve aranması olayıyla
ilgili olarak soruşturma başlatılmış; bu kapsamda bazı kolluk
görevlileri ve yargı mensupları "silahlı terör örgütüne üye olma"
ve "Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs" suçlarından tutuklanmıştır.
14. Durdurulan ve aranan tırlarla ilgili olarak Cumhuriyet
gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında başvuruculardan Can Dündar
tarafından yapılan "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar" başlıklı
haber; 12/6/2015 tarihli nüshasında ise başvurucu Erdem Gül
tarafından yapılan "Erdoğan'ın 'Var ya da Yok' Dediği MİT
TIR'larındaki Silahlar Jandarmada Tescillendi-Jandarma 'Var' Dedi"
başlıklı haber yayımlanmıştır. Her iki haberde de tırlarda
bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmata ilişkin fotoğraflara ve
bilgilere yer verilmiştir.
15. Söz konusu ilk haber üzerine aynı gün Aydınlık gazetesinin
internet sitesinde yayımlanan "Cumhuriyet 16 Ay Sonra Görüntülere
'Ulaştı'-Günaydın!" başlıklı haberde Cumhuriyet gazetesinde
yayımlanan görüntülerin ilk olarak olaydan iki gün sonra Aydınlık
gazetesinde yayımlanmış olduğu belirtilmiştir. Haberde Cumhuriyet
gazetesinde yayımlanan görüntülerin ilk kez yayımlanmadığı da
vurgulanmıştır. Aydınlık gazetesinin 30/5/2015 tarihli nüshasında
da benzer içerikte bir habere yer verilmiştir.
16. Başvurucu Can Dündar tarafından yapılan haberin
yayımlanmasından sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29/5/2015
tarihli basın açıklaması ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu'nun 327., 328. ve 330. maddeleri ile 12/4/1991 tarihli
ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. ve 7. maddeleri
uyarınca "devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasî
ve askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör
örgütünün propagandasını yapma" suçlarından soruşturma
başlatıldığını duyurmuştur.
17. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün 4/5/2007 tarihli ve
5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve
Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun'un 8. maddesinin (a) bendi kapsamında söz konusu içeriklerin
erişime engellenmesine, aynı mahiyetteki yayınların içeriklerinin
engellenmesine ve içeriğin yayından çıkarılmaması hâlinde ilgili
sitelere erişimin tamamen engellenmesine karar verilmesini talep
etmiştir. İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2015 tarihli ve
2015/1330 Değişik İş sayılı kararı ile, yayımlanan haberin Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ulusal ve uluslararası yararları ve millî
güvenliği bakımından sakınca doğuracak mahiyette bulunduğu
gerekçesiyle içeriklere erişimin engellenmesine karar
verilmiştir.
18. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 1/6/2015 tarihinde,
anılan soruşturma kapsamında isnat edilen suçların yasada
belirtilen niteliğini ve dosyadaki mevcut bulguları dikkate alarak
şüpheli ve müdafileri ile diğer soruşturma süjelerinin soruşturma
dosyasını incelemeleri ve örnek almalarının, soruşturmanın
selametini tehlikeye düşüreceği değerlendirmesi ile 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153. maddesinin
(2) numaralı fıkrası uyarınca soruşturma dosyasının incelenmesinin
ve örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmesini talep
etmiştir.
19. Kısıtlama talebi, İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 1/6/2015
tarihli ve 2015/2323 Değişik İş sayılı kararı ile kabul edilmiştir.
Basın açıklaması üzerine başvurucu Can Dündar tarafından yapılan
soruşturma dosyasını inceleme ve dosyadaki belgelerden fotokopi
almaya ilişkin talep, Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul 1. Sulh
Ceza Hâkimliğinin kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek
reddedilmiştir. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde anılan kısıtlama
kararının kaldırılması için itirazda bulunmuştur.
20. İtirazı inceleyen İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği 12/6/2015
tarihli ve 2015/2914 Değişik İş sayılı kararı ile itirazı
reddetmiştir.
21. Anılan basın açıklaması ve kısıtlama kararından sonra 12/6/2015
tarihinde başvurucu Erdem Gül tarafından yayımlanan haber ile
ilgili olarak ayrıca bir açıklama yapıldığına veya erişimin
engellenmesi kararı verildiğine dair herhangi bir bilgi ve belgeye
rastlanmamıştır.
22. Başvurucular soruşturmanın başlatıldığının kamuoyuna
duyurulmasından yaklaşık altı ay sonra 26/11/2015 tarihinde
telefonla aranarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifadeye
çağrılmışlardır. Başvuruculara "FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün
örgütsel amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan yardım etme,
devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri casusluk
maksadıyla temin etme ve bunları açıklama" suçlamaları
yöneltilmiştir.
23. Başvurucu Can Dündar'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında
26/11/2015 tarihinde verdiği ifadenin ilgili kısımları
şöyledir:
"...
2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalarda C. Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda,
1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun talimatları
doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT
mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve
aranan, Suriye Türkmenleri’ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli
MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken"
niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve
112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu
belirtilmiştir.
Buna rağmen Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığınız Cumhuriyet
Gazetesi'nde, 29 Mayıs 2015 tarihinde adınızla yayınlanan "İşte
Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı haberde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat
Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürütülen
tırlara ait "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından gizli kalması gereken" nitelikteki bilgi ve
fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı olan
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle teröre
yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde
yargılanmasını sağlamak" amacına yardım etmek için temin ettiğiniz
ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne
maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için
herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın
yönetmeni olarak çalıştım. Bana sormuş olduğunuz FETÖ/PDY Silahlı
Terör Örgütü olarak isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından
ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne de Emre Uslu ile hiçbir
münasebetim yoktur. Ben şuanda hakkımda yürüttüğünüz soruşturmanın
mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet içindeki
bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana'da MİT tırlarının
durdurulması olarak adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım
manşet tamamen gazetecilik faaliyetidir. Bunun dışında ne casusluk
ne örgüte yardım ne de bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim
olamaz. Sizin FETÖ olarak adlandırdığınız bu oluşuma "ne istediler
de vermedik" diyenler yargılanmalıdır. Yapmış olduğum bu haber
sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk'ta nelerin
yaşandığı, devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere
vardığı ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim üyesi olarak mastır
tezimi "devlet sırrı" konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup
olmadığını değerlendirebilecek konumdayım. Devletin bu olay
sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi ayrıca vahimdir. Bir
gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu
uyarmak ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların
önlenmesi için devletin de çıkarınadır. Nitekim aynı gün yazdığım
başyazı ile bu yayını Votergate ve İrangate skandalları olarak
bilinen hadiselerde vakti zamanında devlet sırrı olarak kabul
edilen ve bu haberler sebebiyle gazetecilerin yargılanmaya
çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan sonra devlet
adına bu operasyonları yürütenler yargılanıp mahkum edilmişlerdir.
Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği olarak
söyleyemem, ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt
bana bu konuda hiçbir talimat veremez. Meslek hayatımda bunun
hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen gazetecilik
faaliyetidir.
...
4- Sizin haberi yayınladığınız tarihten bir gün önce "MİT tırlarına
ait görüntülerin para karşılığında servis edildiği" şeklinde, E.E.
ve B. K. arasında yazışma yapıldığı tespit edilmiştir.
Görüntüleri bu kişilerden mi temin ettiniz? Görüntüleri yayınlamak
için size para teklifinde bulunuldu mu?
CEVAP:
Ben bu kişileri tanımıyorum. Bana okumuş olduğunuz görüşmeden de
haberim yoktur. Zaten saat itibariyle gazete basılmıştır. Kaynağımı
açıklamak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim kesinlikle cemaatle
bir ilgisi yoktur.
...
Görülen lüzum üzerine tekrar şüpheliden soruldu:
Bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde
yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler farklıdır.
Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik
faaliyetidir. Başka bir amaç taşımamaktadır.
..."
24. Başvurucu Erdem Gül'ün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında
26/11/2015 tarihinde verdiği ifadenin ilgili kısımları
şöyledir:
"...
2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalarda C. Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda,
1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun talimatları
doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT
mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve
aranan, Suriye Türkmenleri’ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli
MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken"
niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve
112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu
belirtilmiştir.
Buna rağmen Cumhuriyet Gazetesi'nde, 12 Haziran 2015 tarihinde
adınızla yayınlanan "Jandarma Var Dedi" başlıklı haberde, 19 Ocak
2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım
faaliyeti yürütülen tırlardaki" devletin güvenliği veya iç veya dış
siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken" nitelikteki
malzemelere ait bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte
ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak" amacına
yardım etmek için temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla
yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne
maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için
herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı
açıklayamam. Bu nedenle kusura bakmazsanız bu konuda herhangi bir
bilgi veremem. Ben Basın Yayın Yüksekokulu mezunuyum. Ankara
gazetecisiyim. Bunu şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin
ilgi alanı devlet bürokrasisidir. Bunu da bu refleksle yayınladım.
Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım maksadım yoktur.
Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi bir
örgütün, oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet
yürütmedim. Özel bir maksadım yoktur. Bu haberi yayınlarken
birilerinin yararına, birilerinin zararına hareket etmedim. Benim
amacım halkın bilgilenmesidir dedi. Ben B.K. ismini şuanda tam
olarak hatırlayamadım. E.E.'yi ise sosyal medyadan tanıyorum. Bunun
dışında ikisiyle de görüşmem olmadı.
Soruldu:
Yine aynı şekilde ifade etmek isterim ki yaptığım gazetecilik
refleksi gereğidir. Ben olayları bir savcı yada hakim gibi
düşünemem hiçbir suç işleme kastım, herhangi bir örgüte yardım
niyetim yoktur.
..."
25. Aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı "silahlı terör
örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme",
"devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî
casusluk amacıyla temin etme" ve "devletin güvenliğine ilişkin
gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama"
suçlarından başvurucuların tutuklanmasını talep etmiştir.
26. Başvurucular sorgularında, Cumhuriyet Başsavcılığında
verdikleri ifadeleriyle aynı yönde savunma yapmışlardır.
27. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/11/2015 tarihli ve
2015/490 Sorgu sayılı kararı ile "silahlı terör örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme", "devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla
temin etme" ve "devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken
bilgileri casusluk maksadıyla açıklama" suçlarından başvurucuların
tutuklanmalarına karar verilmiştir.
28. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir:
"a) … üzer[ler]ine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın
Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme suçundan mevcut delil durumu,
01/01/2014, 19/01/2014 tarihlerinde MİT tırlarının durdurulması ile
bu eyleme katılanlar hakkında Adana ve İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılıklarınca soruşturma başlatılmış olup, şüpheli[ler]in bu
soruşturmalarına ilişkin mesleki durumu göz önünde
bulundurulduğunda bilebilecek durumda olduğu, buna rağmen MİT
tırlarına ilişkin Devletin Güvenliği veya İç veya Dış siyasal
yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken
belgeleri yayınlamak suretiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
yürütülen örgüt kapsamındaki soruşturmaya rağmen yayınlanması,
şüpheli[ler]in TCK’nun 220/7. maddesi ve TCK 314/2. maddesi
kapsamında eylemin gerçekleştiği ve kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu, şüpheli[ler]in üzerine atılı suçunu CMK 100/3-a-11.
maddesinde sayılan suçlardan olduğu, atılı suçun yasada öngörülen
cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nun 100 ve
devamı maddeleri uyarınca şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA,
b. … üzer[ler]ine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini
Siyasal Veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme suçundan mevcut
delil durumu, şüpheli[ler]in ve müdafilerin her ne kadar MİT
tırlarına ilişkin temin edilen ve yayınlanan belgenin konusu olan
olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığını ve bunun bir sır
olmadığını belirtmişler, ancak şüpheli[ler]in kabulünde de olduğu
gibi ilk defa MİT tırlarına ilişkin şüpheli[ler] tarafından
belgenin temin edildiği ve kuvvetli suç şüphesinin oluşturduğu,
atılı suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu
aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı
anlaşıldığından CMK'nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca
şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA,
c. … üzer[ler]ine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini
Casusluk Maksadıyla Açıklama suçundan mevcut delil durumu, Devletin
güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri basılmış
eserler dışında internet sitesinde de yayınladığı, şüpheli[ler]in
her ne kadar MİT tırlarına ilişkin temin edilen ve yayınlanan
belgenin konusu olan olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığını
ve bunun bir sır olmadığını belirtmişler, ancak şüpheli[ler]in
kabulünde de olduğu gibi ilk defa MİT tırlarına ilişkin
süpheli[ler] tarafından belgenin yayınlandığı ve kuvvetli suç
şüphesinin bulunduğu, atılı suçun yasada öngörülen cezasının alt ve
üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının
yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nun 100 ve devamı maddeleri
uyarınca şüpheli[ler]in TUTUKLANMASINA,
... karar verildi."
29. Başvurucuların anılan karara itirazı İstanbul 8. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 1/12/2015 tarihli ve 2015/4089 Değişik İş sayılı
kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Şüphelilerin üzerine atılı FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunun (TCK'nun 220/7
maddesi delaletiyle TCK'nın 314/2 maddesi) CMK'nun 100. maddesinde
belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul
edildiği katalog suçlardan olduğu, 01.01.2014 tarihinde Hatay İli
Kırıkhan İlçesinde, 19.01.2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesinde
sahte ihbar ve talimatlarla halen tutuklu bulunan örgüt üyelerince
cebir ve şiddet kullanarak MİT tırlarının durdurulduğu, bu yolla
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uluslararası alanda teröre yardım
eden ülke algısının oluşturulmaya çalışıldığı, bir kısım
basın-yayın organlarındaki haber, makale ve dizi senaryoları
yoluyla da bu algının desteklendiği, ülkenin milli menfaatleri
doğrultusunda MİT tarafından yürütülen faaliyetlerin devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması
gereken nitelikte olduğunun kamuoyuna duyurulmasına rağmen
şüphelilerin 29 Mayıs 2015, 11 Haziran 2015, 12 Haziran 2015 ve 15
Ekim 2015 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yaptıkları
haberlerle gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafları
yayınladıkları, şüphelilerin de savunmalarında belirttikleri üzere
bu yönde daha önceden basında yazı ve haberler yapılmış ise de
görüntülerin ilk kez şüpheliler tarafından yayınlandığı, aynı
içerikteki haberlerin internet ortamında da paylaşıldığı,
şüphelilerin bu yolla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türkiye
Cumhuriyeti Devletini ve yöneticilerini teröre yardım eden ülke
konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılatmak
amacına bilerek ve isteyerek yardım ettikleri, bilgi, fotoğraf ve
belgeleri hangi yolla temin ettiklerini bildirmedikleri, gizlilik
kararı gereği gizli kalması gereken bu belgeleri casusluk
maksadıyla temin ettikleri ve açıkladıkları, eylemlerinin
gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilemeyeceği, Basın
Kanunu'nun 11. maddesinin cezai sorumluluğu düzenlediği ve
gazetecilerin de haber yaparken içinde yaşadıkları ve vatandaşı
oldukları devletin kanunlarına ve yargı kararlarına uymak zorunda
bulundukları, şüpheli savunmaları ve yapılan yayın içeriklerine
göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin mevcut
olduğu, atılı suçlar ve öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama
tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından usul ve yasaya uygun
... Kararına yapılan itirazın reddine ... karar verilerek ... hüküm
kurulmuştur."
30. Başvurucular 4/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
31. Bireysel başvurudan sonra yapılan tahliye talepleri ve bunların
reddine karşı yapılan itirazlar, İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin
11/12/2015, İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2015, İstanbul
3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/1/2016 tarihli kararları ile
reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutukluluğun
devamına ilişkin 25/12/2015 tarihli talebi, İstanbul 8. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 25/12/2015 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Anılan
tutukluluğun devamına ilişkin karara yapılan itiraz ise İstanbul 9.
Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
Başvuru dosyasının incelendiği tarih itibarıyla başvurucular hâlen
tutukludur.
32. Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca
25/1/2016 tarihli iddianame ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde
kamu davası açılmıştır. İddianamede tutuklama kararında isnat
edilen suçlara ek olarak 5237 sayılı Kanun'un 312. maddesinin (1)
numaralı fıkrası gereğince "cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçundan da
başvurucuların cezalandırılması talep edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
33. 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinin (7) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte
bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak
cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan
yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir."
34. 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla
kadar hapis cezası verilir."
35. 5237 sayılı Kanun'un 328. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından,
niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya
askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi
yıla kadar hapis cezası verilir."
36. 5237 sayılı Kanun'un 330. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından
niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya
askerî casusluk maksadıyla açıklayan kimseye müebbet hapis cezası
verilir."
37. 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık
hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde,
tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan;
...
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci
fıkralar hariç, Madde 220),
...
11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde
309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
...”
38. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma
evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi
üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./97.md.) Tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça
gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak
bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
39. 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma
yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla
kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin
yürütülen soruşturmalarda verilebilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer
alan;
...
5. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220),
...
7. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde
309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
8. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 326, 327, 328,
329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337).
..."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
40. Mahkemenin 25/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
41. Başvurucular; yıllardır gazetecilik yaptıklarını, gazetecilik
yaptıkları dönemdeki haberleri, belgeselleri ve yazıları nedeniyle
bir kez dahi suçlu bulunmadıklarını, habere konu tırların
durdurulması meselesinin kamuoyunun gündeminde yer alan bir konu
olduğunu, bu konunun birçok televizyon ve başka gazete haberinde de
yer aldığını hatta bu konu ile ilgili birçok siyasetçinin açıklama
yaptığını, kamuoyunun gündeminde önemli bir yer tutan olaya ilişkin
yaptıkları haberin kamuoyunu aydınlatmaya yönelik olduğunu, haberin
yayımlanıp haklarında soruşturma açılmasından yaklaşık altı ay
sonra ifadelerinin alınarak tutuklandıklarını, tutuklama kararı
için gerekli olan suç işlediklerine yönelik kuvvetli bir belirtinin
olmadığını, kaçmalarının, delilleri yok etmelerinin veya
değiştirmelerinin söz konusu olmadığını, yaptıkları haberlerden
sonra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma
açıldığının belirtilmesine rağmen soruşturma kapsamındaki kısıtlama
kararı nedeniyle tutuklama kararına karşı etkili bir şekilde yargı
merciine başvuruda bulunamadıklarını belirterek Anayasa'nın 19.
maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde tanımlanan ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Soruşturma Dosyasına Erişim İmkânından Yoksun Bırakılmaya
İlişkin İddia
42. Başvurucular, soruşturma kapsamındaki kısıtlama kararı
nedeniyle tutuklama kararına karşı etkili bir şekilde yargı
merciine başvuruda bulunamadıklarını iddia etmişlerdir.
43. Bakanlık görüş yazısında İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin
kararıyla kısıtlama kararı verildiği, verilen bu karara yapılan
itirazın İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedildiği,
ifade tutanaklarında hangi suçlarla suçlandıklarının başvuruculara
bildirildiği, yöneltilen suçlamalar doğrultusunda sorular
sorulduğu, sorgularında da haklarındaki suçlamaları içeren
tutuklamaya sevk evrakının okunduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda tüm
süreçlerde başvurucuların, hazır olan müdafilerinin huzurunda ifade
verdikleri, kendilerine yöneltilen sorular karşısında etkin bir
şekilde savunma imkânına sahip oldukları, usul ve esasa ilişkin
şikâyetlerini ayrıntılı bir şekilde dile getirdikleri ifade
edilmiştir. Bu hususlar gözetildiğinde, başvurucuların sorgulama
aşamasında suçlamalar hakkında bilgilendirildiği, haklarındaki
iddiaları çürütmelerini sağlayacak imkânların kendilerine
sağlandığı, dosyadaki temel olay ve olgulardan haberdar oldukları,
yöneltilen suçlamalara dayanak oluşturan delillerden
tutukluluklarının hukukiliğinin denetlenmesi bakımından özel bir
öneme sahip olanları öğrendikleri ve bunlara karşı etkili bir
şekilde itiraz imkânı buldukları hatırlatılmıştır.
44. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı başvuru formunda ileri
sürdükleri hususlardan farklı olarak, Anayasa Mahkemesinin ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına atıfta
bulunarak soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasının, haklarında
haber içeriğinden başka bir delil olmadığını ortaya koyduğunu ileri
sürmüşlerdir.
45. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:
“Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna
aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla
yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.”
46. Anayasa'nın anılan hükmü uyarınca hürriyeti kısıtlanan kişi,
kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın
kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak
amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.
Fıkrada öngörülen yargısal incelemede adil yargılanma hakkının
bütün güvencelerini sağlamak mümkün değil ise de tutmanın
niteliğine uygun somut güvencelerin yargısal nitelikli bir kararla
sağlanması gerekir (Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013,
§§122-123).
47.Tutukluluk hâlinin devamının veya serbest bırakılma taleplerinin
incelenmesinde "silahların eşitliği" ve "çelişmeli yargı"
ilkelerine riayet edilmesi gerekir (Hikmet Yayğın, B. No:
2013/1279, 30/12/2014, § 30). Silahların eşitliği ilkesi, davanın
taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması
ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma
düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme
önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir
(Bülent Karataş, B. No: 2013/6428, 26/6/2014, § 70).
48. Tutuklama işlemiyle sonuçlanan durumlarda savcı veya sorgu
hâkiminin ifade alması sırasında kişiye suçlamaya ilişkin temel
deliller açıklanmış ve tutukluluğa yapılan itirazda, bu delillere
atıfta bulunulmuş olması hâlinde dosyada salt gizlilik kararının
varlığı, tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasıyla serbest
bırakılmayı talep hakkı kapsamında sağlanması gereken güvencelerin
ihlali sonucunu doğurmaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz.
Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 43). Böyle bir durumda
kişinin, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında
yeterli bilgiye sahip olduğu kabul edilebilir.
49. Somut olayda başvurucuların, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığında alınan ifadeleri incelendiğinde, haklarında neden
soruşturma açıldığının kendilerine açıklandığı ve soruşturmaya konu
haber ile ilgili sorular sorulduğu, bu şekilde haklarındaki
suçlamalara temel teşkil eden bilgi ve belgelerden haberdar olarak
müdafileriyle birlikte savunma yaptıkları görülmüştür. Yine
başvurucuların tutuklanmalarına karşı yaptıkları itirazda
haklarındaki suçlamaya esas olan hususlara ilişkin olarak ayrıntılı
açıklama yapma imkânına sahip oldukları anlaşılmıştır.
50. Açıklanan nedenlerle başvurucuların soruşturma dosyasına
erişimin kısıtlanması nedeniyle tutuklama kararının hukuka aykırı
olduğuna dair etkili bir şekilde itiraz edemediklerine ilişkin
iddialarınınaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına, İfade ve Basın Özgürlüklerinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
51. Başvurucular; kanunsuz, keyfî ve orantısız şekilde
özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını, tutuklanmalarını
gerektirir herhangi bir nedenin bulunmadığını, haklarında verilen
tutuklama kararının tek nedeninin yaptıkları haberler olduğunu,
yayımlanan haberler dışında aleyhlerine herhangi bir delil
gösterilmediğini belirterek tutuklama kararının kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini
ileri sürmüşlerdir.
52. Başvuru konusu olayın özellikleri göz önüne alındığında
başvurucuların kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarının birbiri ile bağlantılı
olarak incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
53. Bakanlık görüşünde tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına
ilişkin olarak; bazı AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfla
kişinin suçla itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama
anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olmasının mutlaka
gerekli olmadığı, zira tutukluluğun amacının yürütülen soruşturma
ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini
oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan
kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek olduğu,
buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak
oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında
tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı
düzeyde değerlendirilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
54. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı cevaplarında,
yayımladıkları haberlerdeki bilgilerin daha önce birçok habere konu
olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular yayımlanan belgelerin zaten
tırların durdurulmasına ilişkin olarak kolluk ve yargı mensupları
hakkında devam eden ceza soruşturması dosyasında bulunan ve
bulunması gereken, yargılama kapsamında iddia makamının savunmadan
gizleyemeyeceği belgeler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda
başvurucular yayımlanan fotoğraf ve belgelerin tutuklama kararında
kendilerine isnat edilen suçlara esas teşkil edemeyeceğini,
kendilerine isnat edilen eylemlerin soyut olduğunu, olsa olsa 5237
sayılı Kanun'un 285. maddesi kapsamında "soruşturmanın gizliliğini
ihlal" suçunun işlenmiş olabileceğini belirtmişlerdir.
Başvurucular, kendilerine sorulan sorular kapsamında tutuklama
kararı veren hâkimliğin, belgelerin nereden temin edildiğini
bilmemesine rağmen casusluk suçlamasıyla haklarında tutuklama
kararı verdiğini ileri sürmüşlerdir. Öte yandan başvurucular,
delillerin takdirinde açık keyfîlik olduğunu iddia etmişlerdir.
55. Bakanlık görüşünde ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiği iddialarına ilişkin olarak; başvurucular hakkında
soruşturmanın hâlen devam ettiği, bireysel başvuruda bulunabilmek
için başvuru yollarının tüketilmiş olması gerektiği, bununla
birlikte AİHM'in, tutuklu başvurucular hakkında ceza yargılamasının
devam ettiği bazı durumlarda hükûmetin ileri sürdüğü iç hukuk
yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazı reddederek esasla
birleştirdiği kararlarının da bulunduğu, dolayısıyla "olağan kanun
yollarının tüketilip tüketilmediği hususunda takdirin Anayasa
Mahkemesine ait olduğu" belirtilmiştir. Bakanlığın esasa ilişkin
değerlendirmesinde ise AİHM kararlarına atıfta bulunularak
tutuklama kararının, başvurucuların şikâyetleri kapsamında ifade ve
basın özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplumda
zorunlu bir sosyal ihtiyaç baskısından kaynaklanıp
kaynaklanmadığının ve özgürlüğe yapılan müdahale aracı ile beklenen
amaç arasında makul bir denge bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
56. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı cevaplarında başvuru
formunda belirttikleri hususlara benzer şekilde, başvuru konusu
haberler ve fotoğrafların demokratik bir toplumda basının oynadığı
hayati role uygun olduğunu, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin
Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde belirtilen meşru amaçlardan
birini gerçekleştirmeyi hedeflese bile Anayasa'nın 13. maddesindeki
demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük şartını taşımadığını
ileri sürmüşlerdir.
57. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiası
kapsamında başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğine ilişkin
değerlendirme yapılabilmesi için anılan iddia kapsamında başvurunun
konusunun ne olduğunun belirlenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi
önündeki başvurunun konusu, yayımladıkları haberler gerekçe
gösterilerek başvurucuların "tutuklanmaları" nedeniyle ifade ve
basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiası olup davanın esası ve
yargılama sürecinin muhtemel sonuçları değildir.
58. Tutuklama tedbiri nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin
ihlal edildiği iddialarının incelenebilmesi için devam eden
yargılama sürecinin tamamlanması gerekmemektedir. Başvurucuların,
iddialarına temel teşkil eden tutuklama tedbirine karşı itiraz
yoluna başvurarak başvuru yollarını tükettikleri ise açıktır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi Hidayet Karaca [GK] (B. No: 2015/144,
14/7/2015, §§ 115, 116) başvurusunda tutuklama tedbirinin ifade
özgürlüğü üzerindeki etkisini soruşturma ve kovuşturmanın
tamamlanmasını beklemeden incelemiş, ancak tutuklama kapsamında ele
alınan olgular, delillerin niteliği ve gerekçeler gözetildiğinde
tutuklamanın hukukiliği konusunda bir sorun tespit edilmediğinden
bu yöndeki şikâyetin açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul
edilemezliğine karar vermiştir.
59. Ayrıca Adalet Bakanlığının görüşünde de belirtildiği üzere,
AİHM de tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerine etkisine
ilişkin iddiaları, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tüketilmiş
olmasını aramadan incelemiş ve Hükûmetin başvuru yollarının
tüketilmediğine ilişkin itirazını reddetmiştir (Nedim
Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, §§ 88-90, 96;
Şık/Türkiye, B. No: 53413/11, 8/7/2014, §§ 77-79, 85).
60. Açıklanan nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşılan tutuklamanın hukuki olmadığına, ifade ve
basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
61. Anayasa Mahkemesinin somut başvurudaki incelemesi, başvurucular
hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması ile yargılamanın
muhtemel sonuçlarından bağımsız olarak tutuklamanın hukukiliği ve
tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlükleri üzerindeki
etkisiyle sınırlıdır. Buradaki inceleme, başvurucular hakkında
derece mahkemesinde devam eden davanın esasına ilişkin değildir ve
başvuru konusu haberlerin yayımlanmasının suç oluşturup
oluşturmadığını kapsamamaktadır.
a. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası
i. Genel İlkeler
62. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin
özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan
temel bir haktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Medvedyev
ve diğerleri/Fransa, B. No: 3394/03, 29/03/2010, §§ 76-79; Lütfiye
Zengin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 74;
Assanidze/Gürcistan [BD], B. No: 71503/01, 8/4/2004, § 169,
170).
63. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak
belirtildikten sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve
şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden
mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması,
ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan
herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras,
B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).
64. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda
gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim
kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun
gösterir.”
65. Anılan fıkrada, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı
zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla
tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
66. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç
işlediği hususunda "kuvvetli belirti" bulunmasına bağlıdır. Bu,
tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için
suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle
desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve
bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü
şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, §
46). Ancak kişinin bir suçla itham edilebilmesi için yakalama veya
tutuklama anında delillerin yeterli düzeyde toplanmış olması şart
değildir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya
kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan
şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli
süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç
isnadına esas teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile
ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve
mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272,
4/12/2013, § 73).
67. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tutuklama
kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin bulunmasının yanı
sıra bir "tutuklama nedeni"nin de bulunması gereklidir. Anılan
fıkrada tutuklama nedenleri "suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişilerin kaçmasını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek" veya "bunlar gibi tutuklamayı zorunlu
kılan ve kanunda gösterilen diğer hâller" olarak gösterilmiştir.
Tutuklama tedbirinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinde de tutuklama nedenlerinin neler olduğu belirtilmiştir.
Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya
kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya
sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması
girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa
tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği
konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan
Aras, § 46). Kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine
öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren
somut olguların varlığının objektif bir gözlemciyi ikna edecek
biçimde ortaya konulması gerekir (Engin Demir [GK], B. No:
2013/2947, 17/12/2015, § 66).
68. Öte yandan ciddi ve ağır bir tedbir olan tutuklama, ancak daha
hafif başka bir tedbirin bireyin ve kamunun yararını korumak için
yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde makul kabul
edilebilir. Bu bağlamda kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması
için suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olması tutuklama
tedbirinin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Tutuklama tedbiri
somut olayın koşulları altında "gerekli" de olmalıdır (benzer yönde
AİHM kararı için bkz. Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, § 81).
Bu, Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanması ölçütleri arasında sayılan "ölçülülük"
ilkesinin unsurlarından biri olan "gereklilik" unsurunun (AYM,
E.2015/40, K.2016/5, 28/1/2016) da bir gereğidir. Tutukluluğa
ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale
arasında gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol
tedbirleri değerlendirilmeli ve adli kontrolün neden yetersiz
kalacağı gerekçelendirilmelidir (Engin Demir [GK], § 69).
69. Bununla birlikte Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal
edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun
hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair
hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutuklulukla
ilgili kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da
derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (Ramazan Aras, §
49). Ancak Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan
koşulların bireysel başvuru konusu yapılmış olan tutuklama
kararlarının gerekçelerinde gösterilmiş olup olmadığını ve somut
olayın koşulları altında tutuklama tedbirine başvurulurken
Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının ölçütleri arasında yer alan ölçülülük ilkesine
uyulup uyulmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.
ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
70. Somut olayda durdurulan ve aranan tırlarla ilgili olarak
Cumhuriyet gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında "İşte
Erdoğan'ın yok dediği silahlar" başlıklı, 12/6/2015 tarihli
nüshasında ise "Erdoğan'ın 'Var ya da Yok' Dediği MİT TIR'larındaki
Silahlar Jandarmada Tescillendi-Jandarma 'Var' Dedi" başlıklı
haberleri yayımlayarak başvurucuların “FETÖ/PDY silahlı terör
örgütü"nün örgütsel amaçlarına hizmet ettikleri; devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla
temin ettikleri ve bunları açıkladıkları ileri sürülmüştür. Bu
kapsamda başvurucuların, 5237 sayılı Kanun'un 220. maddesinin (7)
numaralı fıkrası delaletiyle 314. maddesinin (2) numaralı fıkrası
gereğince "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve
isteyerek yardım etme", 328. maddesinde düzenlenen "devletin ulusal
ya da uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli
kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk maksadıyla
temin etme" ve 330. maddesinde düzenlenen "devletin güvenliği
itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri
casusluk maksadıyla açıklama" suçlarından ayrı ayrı
tutuklanmalarına karar verilmiştir.
71. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilip edilmediğine
ilişkin anayasal denetimin, öncelikle Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında tutuklama tedbirine başvurmanın zorunlu koşulları
arasında sayılan suçun işlendiğine dair "kuvvetli belirti" bulunup
bulunmadığı hususunda yapılması gerekir. Anayasa Mahkemesi bu
denetimi, başvurunun konusunun tutuklama tedbiri olduğunu ve
başvurucular hakkında hâlen devam eden bir yargılama bulunduğunu
gözeterek, tutuklama kararının gerekçesinde kuvvetli suç şüphesini
gösteren somut olguların gösterilip gösterilmediğiyle sınırlı
olarak yapacaktır.
72. Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadeleri sırasında
başvuruculara, başvuruya konu haberler dışında isnat edilen
suçlarla ilgili olabilecek başkaca bir olguya ilişkin herhangi bir
soru yöneltilmemiştir (bkz. §§ 23-24).
73. Başvuruculara isnat edilen "silahlı terör örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme" suçu nedeniyle verilen
tutuklama kararının gerekçelerinde mesleki durumları itibarıyla
başvurucuların, yayımladıkları haberlerin, hakkında soruşturma
devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu bilmeleri gerektiği
belirtilmiştir. Başvurucuların buna rağmen devlet güvenliği
bakımından gizli kalması gereken belgeleri yayımlamalarının
kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyduğu kabul edilmiştir.
Diğer taraftan anılan suçun 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (a) bendinin (11) numaralı alt bendi
kapsamında sayılan suçlardan olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca isnat
edilen suç için öngörülen cezanın üst sınırı dikkate alındığında
adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı sonucuna
varılmıştır (bkz. § 28).
74. Başvuruculara isnat edilen "devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin
etme/açıklama" suçlarından verilen tutuklama kararının
gerekçesinde, başvurucular tarafından "suça konu haberlerde yer
alan belgelerin konusu olan olayların daha önce kamuoyunda
tartışıldığı ve bunun bir sır olmadığı" belirtilmişse de yayımlanan
belgelerin ilk defa başvurucular tarafından temin edildiği ve
açıklandığı, bunun kuvvetli suç şüphesi oluşturduğu ve isnat edilen
suçlar için öngörülen cezanın alt ve üst sınırı dikkate alındığında
adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ifade
edilmiştir (bkz. § 28).
75. Tutuklama kararına yapılan itirazı inceleyen Hâkimlik de
itirazın reddi kararının gerekçesinde, bahse konu tırlarla ilgili
yürütülen soruşturmanın devletin güvenliği, iç veya dış siyasal
yararları bakımından gizli olduğunun kamuoyuna duyurulduğunu, bu
bağlamda başvurucular tarafından yapılan haberlerin “FETÖ/PDY
silahlı terör örgütü"nün amacına bilerek ve isteyerek yardım etmek
anlamına geldiğini belirtmiştir (bkz. § 29).
76. Dolayısıyla başvurucuların tutuklanması kararına esas alınan
temel olgunun, durdurulan ve aranan tırları konu alan iki haberin
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Tutuklama kararlarında isnat edilen suçlara ilişkin olarak mevcut
delil durumunun tutuklama için yeterli olduğu belirtilmiş ise de
anılan haberler dışında somut herhangi bir delilden
bahsedilmemiştir. Başvurucular, başvuru konusu haberlerde yer alan
fotoğrafları ve bilgileri "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın
bilerek ve isteyerek yardım etme" amacıyla yayımlamakla ve "siyasal
veya askeri casusluk maksadıyla" temin etmek ve açıklamakla
suçlanmışlar ve tutuklanmışlardır. Ancak tutuklama kararının
gerekçesinde söz konusu haberlerin "siyasal veya askeri casusluk
maksadıyla" yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine
başvuruculara isnat edilebilecek hangi somut olgulardan hareketle
ulaşıldığı açıklanmamıştır. Tutuklama gerekçesinde "silahlı terör
örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme" suçuna
ilişkin kuvvetli suç şüphesi yönünden ise başvurucuların,
yayımladıkları haberlerin "hakkında soruşturma devam eden terör
örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumları itibarıyla bilmeleri
gerektiği" kanaati dışında yardım etme suçlamasına dayanak teşkil
edecek somut bir olgu gösterilmemiştir.
77. Öte yandan tırların durdurulması ve aranması olayından iki gün
sonra 21/1/2014 tarihinde yayımlanan bir gazete haberinde tırların
taşıdığı iddia edilen malzemelere ilişkin bir fotoğrafa ve bazı
bilgilere yer verilmiştir (bkz. §§ 12, 15). Tırların içinde ne
olduğuna dair kamuoyunda yapılan soyut tartışmalardan farklı
olarak, benzer bir fotoğrafın ve bilgilerin tutuklamaya konu
haberlerden yaklaşık on altı ay önce yayımlanmış olması ve bunlara
başvuru dosyasının inceleme tarihi itibarıyla dahi internet
üzerinden kolayca ulaşılabilmesi, tutuklama için gereken kuvvetli
suç şüphesinin varlığının tespiti bakımından dikkate
alınmalıdır.
78. Bu bağlamda daha önce yayımlanan ve fotoğrafla desteklenen bir
habere benzer hususları içeren haberlerin daha sonra başka bir
gazete tarafından yayımlanmasının millî güvenlik açısından
oluşturduğu sakıncanın devam edip etmediğinin haberle ilgili
başvurulacak tedbirlerin gerekçesinde belirtilmesi önemlidir (Daha
önce yayımlanan millî güvenliğe ilişkin gizli bilgilerin tekrar
yayımlanması ile ilgili AİHM kararı için bkz. Observer ve
Guardian/Birleşik Krallık, B. No: 13585/88, 26/11/1991, §§
66-74).
79. Diğer taraftan tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13.
maddesindeki ölçütlerden biri olan ölçülülük ilkesi kapsamında
"gerekli" olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir. Anayasa
Mahkemesi, bu hususlara ilişkin anayasal denetimi, başvurucular
hakkında hâlen devam eden bir yargılama olduğunu göz önünde tutarak
sadece tutuklamaya ilişkin süreç ile tutuklama gerekçeleri
üzerinden yapacaktır.
80. Başvuruculardan Can Dündar tarafından 29/5/2015 tarihinde
başvuruya konu ilk haber yayımlanmıştır. Aynı gün İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haberle ilgili olarak soruşturma
başlatıldığı kamuoyuna bildirilmiş, millî güvenliğe ilişkin olduğu
ve yayımlanmasının silahlı terör örgütüne yardım niteliği taşıdığı
değerlendirilen haberin içeriğine internet üzerinden erişimin
engellenmesi talebinde bulunulmuş, Hâkimlik tarafından bu talep
kabul edilmiştir (bkz. §§ 16-17). Daha sonra 12/6/2015 tarihinde
diğer başvurucu Erdem Gül'ün hazırladığı haber gazetede
yayımlanmıştır. Başvurucular 26/11/2015 tarihinde ifadeleri alınmak
üzere telefonla çağrılmışlar ve aynı gün tutuklanmışlardır.
Soruşturmanın başlatıldığının duyurulduğu tarih ile başvurucuların
ifadeleri alınmak üzere çağrıldıkları tarih arasında geçen yaklaşık
altı aylık sürede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başvurucuların ifadeleri alınmamış, başvuruculara yönelik olarak
gözaltı ya da tutuklama gibi tedbirlere başvurulmamıştır. Anılan
süre içinde başvurucuların atılı suçları işlediklerine dair
-yayımlanan haberler dışında- hangi delillere ulaşıldığı da ifade
sırasında sorulan sorulardan ve tutuklama gerekçelerinden
anlaşılamamıştır.
81. Bu bağlamda kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan bir olaya
ilişkin benzer haberlerin aylar önce yayımlanmış olduğu
gözetilmeksizin, başvuru konusu haberler üzerine soruşturma
başlatılmasından da yaklaşık altı ay geçtikten sonra başvurucular
hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının neden "gerekli"
olduğu, somut olayın özelliklerinden ve tutuklama kararının
gerekçelerinden anlaşılamamaktadır.
82. Açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe
katılmamıştır.
b. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiği İddiası
i. Genel İlkeler
83. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar
başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına
sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber
veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi,
suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü
meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun
olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında
uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
84. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez…
…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri
alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci
maddeleri hükümleri uygulanır.
Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya
isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere
ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya
bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu
suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Tedbir yolu
ile dağıtım hakim kararıyle; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle önlenebilir.
Dağıtımı önleyen yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat
içinde yetkili hakime bildirir. Yetkili hakim bu kararı en geç
kırksekiz saat içinde onaylamazsa, dağıtımı önleme kararı hükümsüz
sayılır.
…”
85. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında ifade ve basın
özgürlüklerine ilişkin temel ilkeler ayrıntılı olarak
belirtilmiştir (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, §§
57-67, 80, 94; Bekir Coşkun [GK],B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§
30-38; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, §§
30-33; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, §§
33-39; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş.[GK], B. No:
2013/2623, 11/11/2015, § 44).
86. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve
toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel
şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da
insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için
değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke
eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir.
Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk,
hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir
(Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 24/9/1976, § 49).
Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü düşüncenin
barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifade edilebilmesine bağlıdır
(Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 41).
87. İfade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğü ise
sadece basının haber verme ve yayma hakkını koruyan bir özgürlük
değildir. Basın özgürlüğü demokratik çoğulculuğun sağlanabilmesi
açısından halkın haber ve fikirlere ulaşma özgürlüğüyle de doğrudan
ilgilidir. Özellikle halkın kamuyu ilgilendiren tartışmalar
kapsamındaki haber ve fikirlere ulaşmasına imkân tanınarak bu tür
tartışmalara katılımının sağlanması demokratik çoğulcululuk için
vazgeçilmez niteliktedir. Bu bağlamda basının -gazetecilik etiği
çerçevesinde- kamunun "gözetleyicisi" olarak haber ve kanaatleri
yayabilmesi demokratik bir devlette şeffaflık ve hesap
verilebilirliğinin sağlanmasına da katkıda bulunur (benzer yönde
AİHM kararları için bkz.Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No:
40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102; Bladet Tromsø ve
Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;
Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004,
§ 71). Sağlıklı bir demokrasi, kamu makamlarının yalnızca yasama
organı veya yargı organları tarafından değil, sivil toplum
örgütleri ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer
alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Ali Rıza Üçer
(2), § 55).
88. Bununla birlikte ifade ve basın özgürlükleri mutlak olmayıp
sınırlandırılabilir. Nitekim Anayasa'nınifade özgürlüğüne ilişkin
26. maddesinin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer
verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural olarak
28. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince Anayasa'nın 26. ve 27.
maddeleri hükümleri uygulanacaktır. Bundan başka basın özgürlüğünün
sınırlanmasında Anayasa'nın 28. maddesinin beşinci, yedinci ve
dokuzuncu fıkralarında bazı özel sınırlama sebeplerine yer
verilmiştir (Bekir Coşkun, § 37).
89. Bu kapsamda Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası ile 28.
maddesinin beşinci fıkrasına göre ifade ve basın özgürlükleri
"millî güvenlik", "suçların önlenmesi", "suçluların
cezalandırılması", "devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması" ve "devlete ait gizli bilgilerin
açıklanmasının önlenmesi" amaçlarıyla sınırlanabilir. Bu amaçlar
doğrultusunda millî güvenliği ilgilendiren devlete ait gizli
bilgilerin basın yoluyla açıklanmasının suç olarak düzenlenmesi ve
cezalandırılması mümkündür. Bu kapsamda yapılacak soruşturma ve
kovuşturmalar sırasında bu tür eylemleri gerçekleştirdiği iddia
edilen basın mensupları hakkında tutuklama tedbiri uygulanmasının
önünde anayasal bir engel de bulunmamaktadır. Nitekim AİHM'e göre
de basının görevini yerine getirirken gazetecilik etiği temelinde
hareket etmesi gereklidir. Millî güvenlik gibi çok hassas bir
konuda gazetecilerin yapacağı haberlere yönelik olarak devletin
sınırlama getirmesi ve bu bağlamda bazı haberlerin yapılmasının
kamu otoritelerince engellenmesi mümkündür (Observer ve
Guardian/Birleşik Krallık, §§ 61-65).
90. Ancak belirtilen amaçlarla ifade ve basın özgürlüklerine
getirilecek sınırlamaların Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen
genel sınırlama ölçütlerinden "demokratik toplum düzeninde gerekli
olma" ve "ölçülülük" ilkeleriyle uyumlu olması gerekir. Demokratik
toplumda gerekli olma ilkesi çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik
temelinde yorumlanmalıdır. Ölçülülük ilkesi ise sınırlanma amaçları
ile bu amaca ulaşmak için kullanılan araç arasındaki ilişkiyi
yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola
çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir.
Bu nedenle ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerde,
hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen aracın "elverişli",
"gerekli" ve "orantılı" olup olmadığı değerlendirilmelidir (Fatih
Taş, §§ 90, 92, 96).
91. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi, ifade ve basın özgürlüklerine
yönelik yargısal veya idari bir müdahalenin, "gerekli" olup
olmadığını "zorlayıcı toplumsal bir ihtiyacı" karşılayıp
karşılamadığı yönünden değerlendirmektedir (Bejdar Ro Amed, B. No:
2013/7363, 16/4/2015, § 68; benzer yönde AİHM kararı için
bkz.Handyside/Birleşik Krallık, § 48). Bu çerçevede yapılacak
değerlendirme, kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler üzerinden
yapılacaktır.
ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması
92. Başvuruculara Cumhuriyet Başsavcılığında yöneltilen sorular ve
haklarında verilen tutuklama kararının gerekçelerine bakıldığında
başvurucuların gazetede haber yayımlama dışında haklarındaki
suçlamalara temel teşkil edecek başkaca bir olgudan
bahsedilmemektedir. Bu bağlamda başvurucular hakkında uygulanan
tutuklama tedbirinin haberlerin içeriğinden bağımsız olarak ayrıca
ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale oluşturduğu
anlaşılmaktadır (Tutuklama tedbirinin ifade özgürlüğüne müdahale
teşkil ettiğine ilişkin AİHM kararları için bkz. Nedim
Şener/Türkiye, § 98; Şık/Türkiye, § 85).
93. Bununla birlikte temel hak ve özgürlüklere yönelik her müdahale
tek başına ilgili hak ve özgürlüğün ihlali sonucunu doğurmaz. Bir
müdahalenin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal edip etmediğinin
belirlenebilmesi için müdahalenin kanunilik, meşru amaç, demokratik
toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük kriterlerini taşıyıp
taşımadığının da incelenmesi gerekir.
94. Müdahalenin, 5271 sayılı Kanun ile 5237 sayılı Kanun'un ilgili
maddelerinde kanuni dayanaklarının bulunduğu konusunda tereddüt
bulunmamaktadır (bkz. §§ 33-38).
95. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası ile 28. maddesinin
beşinci fıkrasına göre ifade ve basın özgürlükleri "millî
güvenlik", "suçların önlenmesi", "suçluların cezalandırılması",
"devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması"
ve "devlete ait gizli bilgilerin açıklanmasının önlenmesi"
amaçlarıyla sınırlanabilir. Tutuklama kararının gerekçesinde
belirtilen nedenler ve isnat edilen suçların niteliği dikkate
alındığında başvurucuların tutuklanmalarıyla ulaşılmak istenen
amacın Anayasa'da yer alan yukarıdaki sınırlama sebepleriyle uyumlu
olduğu anlaşılmaktadır.
96. Müdahalenin ihlal oluşturmaması için sadece kanuni dayanağın ve
meşru amacın bulunması yeterli değildir. Başvuruculara uygulanan
tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalini
oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için somut olayın
demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları
yönünden de incelenmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi bu incelemeyi
tutuklama süreci ve tutuklama kararının gerekçesi üzerinden
yapacaktır.
97. Tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda yapılan
tespitler dikkate alındığında (bkz. §§ 76-80) ve isnat edilen
suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun başvuruya konu
haberlerin yayımlanması olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını
sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın
özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü
bir müdahale olarak kabul edilemez.
98. Ayrıca benzer bir haberin başka bir gazetede onaltı ay önce
yayımlandığı gözetilmeden ve başvuruya konu haberle ilgili
soruşturma başlatılmasından yaklaşık altı ay geçtikten sonra
başvurucular hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve
basın özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi "zorlayıcı
toplumsal ihtiyaç"tan kaynaklandığı ve millî güvenliğin korunması
bakımından demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu somut olayın
özelliklerinden ve tutuklama kararının gerekçelerinden
anlaşılamamaktadır.
99. Öte yandan demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve
ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine
yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki
muhtemel "caydırıcı etkisi" de dikkate alınmalıdır (Ergün Poyraz
(2), § 79; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Nedim
Şener/Türkiye, § 122; Şık/Türkiye, § 111). Başvuru konusu olayda
tutuklama gerekçelerinde, yayımlanan haberler dışında herhangi bir
somut olgu ortaya konulmadan ve tutuklamanın gerekliliğine ilişkin
gerekçeler belirtilmeden başvurucuların tutuklanmış olmasının ifade
ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği
de açıktır.
100. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan ve yukarıda ihlal edildiğine karar
verilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve
basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe
katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
101. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un Kanun’un 50. maddesinin (1)
ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine
ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa,
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine
tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu
gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
102. Başvurucular tazminat talebinde bulunmamış, ihlalin ortadan
kaldırılmasını talep etmişlerdir.
103. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
104. İhlalinin ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
105. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL başvuru harcının
ayrı ayrı ve 1.800 TL vekâlet ücretinin müştereken başvuruculara
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında soruşturma
dosyasına erişim imkânından yoksun bırakılmaya ilişkin iddianın
açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
kapsamında tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına
alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade
ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE, Hicabi DURSUN, Kadir
ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. Yargılama giderlerinden olan 226,90 TL harcın ayrı ayrı ve 1.800
TL vekâlet ücretinin ise müştereken başvuruculara ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE,
25/2/2016 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Alparslan ALTAN
Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Erdal TERCAN
Üye
Muammer TOPAL
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye
Kadir ÖZKAYA
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvurucular
tutuklanmanın hukuki olmadığına, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal
edildiğine ilişkin iddiaları hakkında, ihlal kararı verilmesini
talep etmektedir.
2. Başvurucu Can
DÜNDAR, genel yayın yönetmeni olduğu Cumhuriyet gazetesinin
29/5/2015 tarihli nüshasında kendi imzası ile “İşte Erdoğan’ın yok
dediği silahlar” başlıklı bir haber yayımlamıştır. Cumhuriyet
gazetesinin Ankara temsilcisi olan diğer başvurucu Erdem GÜL ise
aynı gazetenin 12/5/2015 tarihli nüshasında “Jandarma var dedi”
başlıklı bir haber yayımlamıştır.
3. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı, bu haberlerin içeriğinin 5237 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun (TCK) 327, 328. ve 330. maddeleri ve 3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 6. ve 7. maddeleri kapsamında
değerlendirildiğini ve bu nedenle “devletin güvenliğine ilişkin
bilgileri temin etmek, siyasi ve askeri casusluk, gizli kalması
gereken bilgileri açıklamak, terör örgütünün propagandasını yapmak”
suçlamaları ile soruşturma başlatıldığını, 29/5/2015 tarihinde
kamuoyuna duyurmuştur.
4. Başsavcılık
ayrıca 5651 sayılı Kanun’un 8/a maddesi uyarınca içeriklerin
erişime engellenmesine, içeriklerin yayından çıkarılmaması halinde
ilgili sitelere erişimin tamamen engellenmesine karar verilmesini
ilgili mahkemeden talep etmiş, İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği de
yayın içeriklerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal ve
uluslararası yararları ve milli güvenliği bakımından sakınca
doğuracağı kanaatiyle içeriklere erişimin engellenmesine karar
vermiştir. Yine Başsavcılık, isnat edilen suçların niteliği ve
dosyadaki mevcut bulguları dikkate alarak “dosyaya erişimin
kısıtlanması” kararı talep etmiş, İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği
de CMK’nun 153/2. maddesi uyarınca soruşturmanın selameti açısından
dosyanın içeriği için kısıtlama kararı vermiştir.
5. Bu karardan
sonra başvurucu Can DÜNDAR, Başsavcılığa müracaat etmiş ve
soruşturma dosyasını inceleme ve dosyadan örnek alma talebinde
bulunmuştur. Başsavcılık, mahkemenin dosyaya erişimin kısıtlanması
kararını gerekçe göstererek bu talebi reddetmiştir. Başvurucu bu
defa 8/6/2015 tarihinde kısıtlama kararının kaldırılması için
mahkemeye itirazda bulunmuş, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği,
12/6/2015 tarihli kararı ile bu itirazı reddetmiştir.
6. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu soruşturmayla ilgili olarak
26/11/2015 tarihinde başvurucuları ifadeye çağırmış ve
başvuruculara “FETO/PYD silahlı terör örgütünün örgütsel amaçları
doğrultusunda örgüte üye olmadan bilerek yardım etmek, devletin
güvenliği veya iç ve dış yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgileri siyasi ve askeri casusluk
maksadıyla temin etmek ve bunları açıklamak” suçlamaları ile
ifadelerini almıştır. Başvurucular kendilerine yapılan suçlamaları
reddetmiştir. İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği 26/11/2015 tarihinde
isnat edilen mezkur suçları gerekçe göstererek tutuklanmalarına
karar vermiştir.
7. Başvurucuların
tutuklama kararına itirazları, İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliğinin
1/12/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular bu
karardan sonra, 4/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır. Başvurucuların daha sonraki tarihlerde yaptıkları
tahliye talepleri de Sulh Ceza Hakimliklerinca reddedilmiştir.
8. Başvurucuların
soruşturmaya neden olan her iki haberinin konusu, 1/1/2014
tarihinde Hatay’da, 19/1/2014 tarihinde Adana’da Jandarma
görevlileri tarafından durdurulan ve arama yapılan tırların
içerisinde ne olduğu ve nereye gittiği ile ilgilidir. Silah yüklü
olduğu iddiası ile 19/1/2014 tarihinde Adana Sirkeli’de durdurulan
tırların, Milli İstihbarat Teşkilatı’ına (MİT) ait olduğu ve
Suriye’deki Türkmenler’e yardım götürdüğüne ilişkin resmi
açıklamalar yapılmıştır.
9. Aydınlık
Gazetesinin 21/1/2014 tarihli nüshasında ise, “Aydınlık mühimmatın
fotoğrafına ulaştı, boru değil top mermesi” başlıklı bir haber
yayınlanmıştır. Haberin içeriğinde üç “TIR”ın Suriye’ye silah ve
mühimmat götürdüğü yönünde Adana İl Jandarma Komutanlığına bir
ihbar yapıldığı, bu ihbardan sonra Adana Cumhuriyet Savcısının
arama kararı verdiği, bu esnada tırların MİT’e ait olduğu yönünde
resmi açıklamalar yapıldığı, vali ve üst düzey bürokratların
aramayı durdurmak ve savcıyı ikna etmek amacıyla görüşmeler yaptığı
ancak sonuç alamadıkları, bunun üzerine Valiliğin Jandarma
Komutanlığına bir ihtar yazısı gönderdiği, ihtar yazısında yapılan
işlemin 2937 sayılı Kanun’a aykırı olduğu ve cezai işlem
doğuracağının hatırlatıldığı, Savcılığın bundan sonra bazı
tespitler yaparak MİT mensuplarını ve TIR’ları bıraktığı
belirtilmiş ve tespit edilen malzemelerin niteliği ile ilgili
gizlilik kararı verildiği vurgulanmıştır. Haberde yeralan bilgiler
bir fotoğrafla desteklenmiştir. Geçen süreçte bu haberle ilgili
herhangi bir soruşturma açılmamıştır.
10. TIR’lara yapılan operasyondan sonra
Türkiye kamuoyunda yoğun tartışmalar yaşanmış ve bu operasyonları
planlayan, gerçekleştiren ve bu operasyonda görev alan bazı kamu
görevlileri hakkında soruşturmalar başlatılmış ve davalar
açılmıştır. Bununla ilgili olarak, halen Adana 7. Ağır Ceza
Mahkemesinde devam eden 13 sanıklı bir dava ile ilk derece
mahkemesi sıfatı ile Yargıtay 16. Ceza Dairesinde açılmış başka bir
dava ve yine bu konu ile ilgili direkt veya dolaylı ilgisi bulunan
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde açılmış 122 sanıklı diğer bir
dava derdesttir. Bu davalardaki sanıkların yarısına yakını
tutukludur ve yargılanan sanıkların tamamına yakını yargı mensubu
ve kolluk görevlisidir.
11. Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesince kabul
edilen ve Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 7/5/2014
tarihli ve 2014/1969 Esas sayılı iddianameye göre, “TIR operasyonu”
öncesinde, operasyon esnası ve sonrasında ki olaylar özetle
şöyledir:
12. Ankara İl Jandarma Komutanlığı
İstihbarat Şube Müdürlüğünde (Jandarma İstihbarat) görev yapan iki
astsubayın meçhul bir kişiden 7 MİT görevlisine ait açık kimlik,
adres ve görevde kullandıkları cep telefon bilgilerini aldıkları,
savcılığın değişik tarihlerdeki talimat yazılarında 7 MİT mensubuna
ait bilgileri kimden aldıklarını açıklamadıkları, bilgileri
aldıkları meçhul şahsı “haber elemanı” olarak tanımladıkları ve
ısrarla kimliğini sakladıkları, uyuşturucu madde ticareti ve
kaçakçılıkla mücadele kapsamında önleme dinlemesi adı altında
toplam 29 kişiye ait 42 telefon numarası ile ilgili talep yazıları
arasına söz konusu 7 MİT görevlisinin adlarını serpiştirerek bunlar
hakkında Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinden iletişimin ve sinyal
bilgilerinin elde edilmesi yani “telefon dinlemesi kararı”
aldırdıkları, uydurma suç isnadı ile aldırılan bu karardan sonra 7
MİT mensubunu dinlemeye başladıkları, önleme dinlemesi kararı
talebinde Ankara Jandarma İstihbaratta görevli ve adları
iddianamede yazılı subay, astsubay ve uzman çavuş rütbelerine sahip
toplam 9 kişinin katkısı olduğu, bu suretle MİT’in söz konusu
faaliyetinde kimlerin ne şekilde görev alacağının ayrıntılı bir
şekilde öğrenildiği, 18/2/2014 tarihinde saat 22:oo sıralarında
Ankara Esenboğa’dan yola çıkan TIR’ların hareket edeceğini “önleme
dinlemesi” sayesinde bildiklerinden bir astsubay ve bir uzman
çavuşla fiziki takibe başladıkları, plakasını aldıkları TIR’ları
Gölbaşı’na kadar takip ettikleri, bundan sonra Ankara Jandarma
İstihbaratta bulunan baz takip sistemi ve diğer elektronik
sistemlerin yardımıyla takibi sürdürdükleri, o gece saat 04:oo
sıralarında Ankara Jandarma İstihbaratta görevli bir astsubayın,
Adana Jandarma İstihbaratta görevli bir üsteğmeni arayarak
ayrıntılı bilgi verdiği ve birlikte yapılacak işlemler konusunda
planlama yaptıkları, yine Ankara Jandarma İstihbaratta görevli bir
astsubay ve bir subayın 19/1/2014 gecesi Adana Jandarma
İstihbaratta görevli üç subayla görüştükleri ve TIR’ların hareket
ettiğine ilişkin bilgi verdikleri, 19/1/2013 gününün tatil günü
olmasına rağmen o gün sabah 06:oo’dan sonra Adana Jandarma
İstihbaratın tüm birimlerinde görevli personelin acilen Komutanlığa
çağrıldığı, Ankara’da TIR’ların fiziki takibini yapan
astsubaylardan birinin istihbarat şubeye dönerek orada görevli
yüzbaşı ile buluştuğu, belli bir süre sonra bu ikisinin bir araçla
Demetevler’de ki bir kuruyemişçinin önüne geldikleri, astsubayın
askeri geleneklere aykırı olarak araçta beklediği, yüzbaşının
şapkasını (beresini) ve parkasını kamuflaj olarak kullanıp araçtan
indiği, hızlıca kuruyemişçiye girerek bir telefon kartı alıp
astsubaya verdiği, kuruyemişçinin yakınında iki telefon kulübesi
olmasına rağmen dükkanlardaki güvenlik ve çevredeki mobese
kameralarından çekindikleri için buradan telefon etmedikleri,
caddelerde ki kamera görüntülerine yakalanmamak için ara sokakları
kullanarak Etlik’te ki bir sokağa geldikleri, sokakta bulunan
telefon kulübesinin yanında durdukları, yüzbaşının arabadan inerek
çevreyi kontrol ettiği, ardından astsubayın arabadan inerek saat
07:27’de 156’yı çevirmek yerine ancak bir profesyonelin
bilebileceği çok sayıda numarayı çevirerek Adana Jandarma
İstihbarat şubeyi aradığı, adını vermek istemediğini bildirdikten
sonra bir ihbarda bulunacağını söylediği, önceden planlanmış ve
görünür bu ihbarda sadece “mühimmat yüklü tır” denmesine rağmen
ihbar tutanağına “patlayıcı mühimmat ve silah”ibaresinin yazılığı,
görevli üsteğmenin arama talep yazısında ise söz konusu ibarenin
“bu araçların Hatay üzerinden yurtdışı bağlantılı El-Kaide terör
örgütlerine silah ve malzeme götürdükleri, bu nedenle Ceyhan
Sirkeli gişelerinde arama yapılmasının uygun olacağı” şekline
dönüştüğü, bu eklemelerin olayın bir mizansen çerçevesinde
hazırlandığının bir delili olduğu, 19/1/2014 tarihinde sabah
07:27’deki görünür bu ihbardan sonra saat 12:00’ye kadar 5 saat
boyunca Ceyhan Sirkeli gişelerinde TIR’ların durdurulması için
yoğun bir tertibat alındığı, yaklaşan TIR’ların geçişini gizlice
izleyip haber vermek üzere görevli çıkarıldığı, bu TIR’ların
Pozantı’dan itibaren fiziki takibe alındığı, takibi yapan personele
“bu TIR’ların kesinlikle durdurulmayacağı ve sadece takip
edileceği, bu hususta Emniyete kesinlikle haber verilmeyeceği”
yönünde talimat verildiği, Ceyhan Sirkeli’de operasyon esnasında
TIR’dakilerin MİT mensubu olduklarını ve MİT’in verdiği görevi
yaptıklarını defalarca söylemelerine ve operasyonu yapan Jandarma
İstihbarat görevlilerinin bunu önleme dinlemesi kararından itibaren
çok iyi bilmelerine rağmen bilmemezlikten geldikleri, bu anlamda
MİT personeli ile Jandarma İstihbarat görevlileri arasında bir
kargaşa yaşandığı, MİT mensuplarına darp, cebir, şiddet
uygulandığı, arama işleminin farklı aşamalarında olay yerine çok
sayıda kamu görevlisi geldikten sonra savcılığın bazı tespitler
yaparak TIR’ları teslim ettiği, bu anlamda bu operasyonda görev
alanların 2937 sayılı MİT Kanunu’nun emredici hükümlerine aykırı
olarak MİT’in faaliyetini ve devlet sırrı niteliğindeki çalışma ve
faaliyeti deşifre etmek ve casusluk amacıyla söz konusu eylemleri
bir planlama dahilinde gerçekleştirdikleri, bu operasyonda görev
alanların iştirak halinde hareket ettikleri ancak kamuoyuna normal
bir ihbar ve sonrasında yapılan adli işlem süreciymiş görüntüsü
verdikleri, tüm dosya kapsamı, şüpheli ve tanık beyanları, HTS
raporları, sinyal bilgileri, kamera kayıtları ve o günün 156 ses
kayıt dökümlerindeki konuşmalardan anlaşıldığı, tespitlerine yer
verilmiştir.
13.
Başsavcılık, soruşturma kapsamında sanıklara yönelttiği; Ankara’da
fiziki takibe başlanılan TIR’lara neden orada müdahale edilmedi?
Ankara’dan Adana’ya kadar TIR’ların geçtiği güzergahlarda bulunan
il ve ilçede ki emniyet ve jandarma birimlerinden herhangi birine
neden haber verilmedi? Patlayıcı madde yüklü olduğu ve El-Kaide
terör örgütüne silah götürdüğü iddia edilen TIR’lar için Ankara’dan
Adana’ya kadar neden herhangi bir önlem alınmadı? Adana’daki TIR
operasyonu esnasında emniyetin kesinlikle haberdar edilmeyeceği
yönünde neden talimat verildi? Bugüne kadar Türkiye’nin muhtelif
şehirlerinde Işid ve El-Kaide terör örgütlerinin bombalı eylem
yapacaklarına ilişkin alınan toplam 81 adet duyum ve ihbarların
tamamı genel duyuru şeklinde bütün güvenlik birimlerine duyurulmuş
iken bu ihbarın tüm güvenlik birimlerinden saklanmak istenmesinin
nedeni nedir? gibi sorularına yeterli, tutarlı ve inandırıcı cevap
alamadığını belirtmektedir.
14. Başsavcılık bu tespitleri yaptıktan
sonra şu kanaatlere varmıştır:
“Şüphelilerin haber kaynaklarını
bilinçli olarak özenle gizlemeleri, şüphelilerin gerçekleştirdiği
MİT’e yönelik casusluk faaliyetinin tüm yönleriyle ortaya
çıkmamasını sağlamak için sarf ettikleri çabanın bir sonucu olarak
görülmüştür.
Şüphelilerin MİT’e ait olan tırları
bu şekilde durdurmak ve dünya kamuoyuna deşifre etmek suretiyle
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletini uluslararası toplumda
zor duruma düşürmeyi amaçladıkları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
ve Devletini Suriye’deki El-Kaide terör örgütü ve IŞİD terör
örgütüne yardım yaptığı şeklinde bir görüntü oluşturmayı
amaçladıkları, ihbar ve sonrasındaki tüm gelişmelerden, ihbarın
yapılış şeklinden, ihbara kademe kademe El-Kaide ile ilgili
ibareler eklenmesinden ve sonrasında iç ve dış dünya kamuoyunda bu
tür haberlerin sıklıkla yer almasından, söz konusu mizansen ve
operasyon amacının Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine casusluk
faaliyeti olduğu ve Devletin gizli sırlarının ortaya dökülmesinin
amaçlandığı açıkça anlaşılmıştır.
Nitekim söz konusu operasyonun
gerçekleştirme yerinin Adana, tarihinin ise 19.01.2014 olarak
seçilmesinde bu casusluk faaliyetinin büyük etki doğurması amacıyla
tercih edildiği, bu kapsamda 19.01.2014 tarihinde Adana’da
Dışişleri Bakanlığının 6. Büyükelçiler Konferansının
(toplantısının) devam etmekte ve yapılmakta olduğu, hatta
19.01.2014 tarihinde Dışişleri Bakanı tarafından kapanış
konuşmasının yapıldığı, toplantıda dünyanın her yerinden 142
büyükelçi ve pek çok resmi davetli bulunduğu, bu derece
Uluslararası bir toplantının olduğu bir günde ve bir ilde söz
konusu eylemin gerçekleştirildiği belirlenmiştir.
Kaldı ki; dünya büyükelçilerinin
toplantı yaptığı bir ilde (El-Kaideye yardım götüren ya da El-Kaide
terör örgütüne ait tır olduğu sanılan MİT tırlarının Ankara’dan
Adana’ya kadar saatlerce gelişine göz yumulup Adana ilini de doğuya
doğru geçip, Adana’yı 60 km geçtikten sonra Ceyhan Sirkeli doğu
gişelerinde durdurulması ve bundan da pek çok basın mensubunun aynı
anda haberdar olması ve tırlar durdurulduktan bir iki dakika sonra
ajanslara haber geçilmeye başlanması) ve tarihte bu olayın
gerçekleştirilmesi, şüphelilerin casusluk amacıyla söz konusu
eylemi gerçekleştirdiklerinin bir başka delilidir.
Bu eylemin; MİT mensuplarının
telefonlarının bir süredir yasadışı dinlenmesine ve tarihten önce,
MİT’in başka tarihlerde başka yasal faaliyetleri de olmasına rağmen
söz konusu günün seçilmesinin amacının dünya büyükelçilerinin
toplantısı olan şehirde ve adeta büyükelçilerin gözü önünde denecek
kadar yakın bir yerde olayın gerçekleştirilerek Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetini ve Devletini El-Kaideye yardım ediyor görünümü ile
Uluslararası Ceza Mahkemesine ve Lahey Adalet Divanına taşımayı
amaçlayan bir casusluk faaliyetinin önemli bir aşaması olduğu
anlaşılmaktadır.
Nitekim bu olaydan bir süre sonra
Suriye Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni El-Kaide ve El-Nusra gibi
terör örgütlerine yardım ettiği ve öldürücü silahlar sağladığı
iddiasıyla, Türkiye’yi uluslararası örgütlere ve Birleşmiş
Milletler’e şikayet ettiğinin ulusal ve uluslararası basına
sıklıkla yer aldığı dikkate alındığında, şüphelilerin casusluk
eylemlerinin Suriye Devlet’i lehine sonuç doğurduğunu ve Suriye
Devlet’i tarafından delil gibi uluslararası topluma sunulduğunu
görmemek mümkün değildir.
Öte yandan 19.01.2014 tarihinde,
Adana’da bir otelde çeşitli ülkelerin büyükelçilerinden oluşan 142
büyükelçinin ve pek çok uluslararası resmi üst düzey davetlinin
olduğu bir ortamda Dışişleri Bakanı tarafından, oradaki
Büyükelçilere, Türkiye Cumhuriyeti’nin o tarihten kısa bir süre
sonra yapılacak Suriye konulu Cenevre 2 konferansına Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin güçlü bir şekilde katılabilmesi için
“Rejim(Suriye Esed Rejimi) ile El-Kaide ve Işid arasında gizli bir
işbirliği var. Önce rejim vuruyor, muhalefetin zayıfladığı anda
Işid giriyor. Cenevre bu durumları yok edecek” ifadelerini
kullandığı sırada, adeta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve
Dışişleri Bakanlığı’nı fiilen yalanlar şekilde “MİT tırlarının
El-Kaideye silah ve mühimmat götürdüğü” şeklinde bir ihbarla
şüpheliler tarafından söz konusu eylemin gerçekleştirilmesi,
uluslararası sahada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nı ve MİT’i dünya ülkeleri ve dünya
kamuoyu nazarında gerçekdışı davranan, El Kaide ve Işid gibi
terör örgütleri ile işbirliği yapan ve onlara öldürücü silahlar
veren bir ülke konumuna sokmayı amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin
Cenevre 2 konferansında ki Dışişleri Bakanlığı’nın tezlerini en
baştan çürüten ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ve ülkemiz istihbarat
teşkilatı olan MİT’i kendini savunmakta zorlanır duruma
düşürmeyi amaçlayan, elini zayıflatmayı planlayan, planlı ve
organize bir eylem olmuştur.
Söz konusu casusluk faaliyeti bu
nedenlerle nihayetinde Suriye Devleti’nin Türkiye aleyhine elini
güçlendirmeyi ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Hükümetini, Milli
İstihbarat Teşkilatını ve Dışişleri Bakanlığını uluslararası
toplumda ve Suriye’deki Esed Rejimine karşı zayıf, suçlu ve çaresiz
bırakmayı amaçlamış bir casusluk faaliyetidir.
……………………………………………………
Ayrıca söz konusu casusluk eyleminin
bir amacı da, Milli İstihbarat Teşkilatını dış ülkeler ve dış
istihbarat örgütleri karşısında çaresiz, zayıf, aciz göstermek,
zayıf ve güçsüz düşürmek amaçlı bir operasyon olduğu, ülkemiz
İstihbarat Teşkilatını yine ülkemizde dahi çalışamaz ve görev
yapamaz hale getirmek, halkın gözünden düşürmek olduğu böylece
ülkemizi dış istihbarat örgütlerinin cirit attığı, istediği gibi
operasyon yapabildiği bir saha konumuna getirmek olduğu ve bunun
amaçlandığı bunun da tek başına eylemin casusluk faaliyeti
olduğunun ispatı olduğu görülmektedir.
Yine Milli İstihbarat Teşkilatı’nın
faaliyetlerinin belirtilen tarihlerde neredeyse “10”ar gün arayla
deşifre edilmeye çalışılması ve sürekli ihbarlarla engellenmeye
çalışılması da bu casusluk faaliyetinin daha sistemli ve organize
ve planlı olduğunun diğer bir kanıtıdır.
Kaldı ki; söz konusu ihbarların bu
güne kadar ülkemizde faaliyet gösteren hiçbir yabancı ülke
ajanlarını ortaya çıkarmak için yapılmayıp ve hiçbir yabancı ülke
istihbarat örgütünü hedef almayıp, genelde ülkemiz istihbarat
teşkilatı olan MİT’i hedef alan ihbarlar olması da söz konusu
casusluk faaliyetinin amacının önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
Hükümeti ve MİT’ı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Zira söz konusu işlenen suçların
amaçlarından biri de MİT’i hedef alıp çalışamaz, herhangi bir
faaliyet yapamaz, işleyemez, etkisiz ve zayıflatılmış bir kurum
haline getirip, yabancı ülke istihbarat örgütlerine ülkemizde rahat
çalışma sahası açmak amacını güttüğü anlaşılmıştır. Bu şüphelilerin
işlediği casusluk suçunun kapsam ve kastın yoğunluğunu göstermesi
açısından önemlidir.
Ayrıca soruşturma aşamasında olayın
tüm yönleri ile ortaya çıkabilmesi için delil toplamada zorluklar
yaşanmıştır. Bu kapsamda delil toplamaya ilişkin çoğu taleplerimiz
çeşitli hukuki gerekçelerle reddedilmiştir. Bu nedenlerle de olayın
tüm yönleri ile derinlemesine ortaya çıkarılması tam anlamıyla
mümkün olamamıştır.
Ayrıca ülkemiz açısından, Türkiye
Cumhuriyeti Devletine yönelen, bu derece büyük ve organize planlı
ve sistemli planlanıp işlenen söz konusu suçların, olayda yer alan,
tespit edilen yada edilmeyen yukarda belirtilen tüm şüphelilerin
görevleri gereği ülkemizin hukuki, adli işlem aşama ve süreçlerini
iyi bilmeleri, çoğunun istihbaratçı olması, bu itibarla da
gizliliğe dikkat ederek ve olabildiğince delil bırakmadan söz
konusu suçları gerçekleştirmeye çalışmaları dikkate alındığında,
olayın hiçbir yönü gizli kalmadan tüm yönleri ve derinliğiyle tam
olarak ortaya çıkarılmasının mümkün olduğu söylenemez.
Ancak olayın ve yukarıda adı geçen
şüphelilerin eylemlerinin tümü birlikte değerlendirildiğinde dahi
şüphelilerin atılı suçları işlediklerine ve bir mizansen
çerçevesinde bu olayı gerçekleştirdiklerine ilişkin somut ve güçlü
pek çok delil elde edilmiştir.”
15. MİT TIR’ları operasyonu ile ilgili
davaların açılmasından yaklaşık bir yıl sonra, başvurucu Can
Dündar, 29/5/2015 tarihli gazetesinde, “İşte Erdoğan'ın yok dediği
silahlar.”, “Dünya gündemini sarsacak görüntüler ilk kez
yayımlanıyor.”, “İçişleri Bakanı Ala, ‘İçindekileri biliyor
musunuz?’ demişti.”, “Artık biliyoruz.”, “İlaç taşıyor dediler.”,
“Türkmenlere yardım götürüyordu dediler.”, “Silah iddiasını ısrarla
reddettiler.”, “TIR’ı durduran savcıyı, arayan jandarma komutanını
gözaltına aldılar.”, “Ama sonunda MİT’e ait TIR içinde Suriye'ye
götürülen silahların görüntüleri ortaya çıktı.”, “Cumhuriyet, 19
Ocak 2014’te ihbar üzerine durdurulan TIR’ların görüntülerine
ulaştı. MİT TIR’ları ağzına kadar silah dolu.” ve “İlaçların altına
gizlenmiş.” Başlıklarının yer aldığı bir haber yayınlanmıştır.
Haberde ayrıca TIR’larda olduğu iddia edilen silahların menşei ve
adedi konusunda bilgi verilmiş, ayrıca bu konu ile ilgili bazı
devlet adamı, milletvekili, kamu görevlisi ve bu operasyonda görev
alan bazı yargı mensuplarının açıklamalarına yer verilmiştir.
16. Başvurucu Erdem GÜL ise aynı konu ile
ilgili olarak, 12/6/2015 tarihinde yaptığı haberde“Jandarma var
dedi.”, “Erdoğan’ın var yada yok dediği MİT TIR’larında ki
silahları Jandarma tescilledi.”,“Adana’da durdurulan MİT
TIR’larında ki silahlar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığınca
yapılan inceleme raporunda ürkütücü tespit ve bilgiler yer aldı.”
ve “Yüksek infilak güçlü patlayıcı, zırhlı delici, yangın çıkarıcı,
öldürücü, yaralayıcı, yakıcı, yıkıcı.” başlıklarını kullanmıştır.
Haberin içeriğinde ise “Adana'daki MİT TIR’larında yakalanan
silahlarla ilgili jandarma raporunda ürkütücü tespit ve bilgiler
yer aldı. Jandarma Genel Komutanlığının geçen yıl 19 Ocak'ta
TIR’ların yakalanmasından tam dört gün sonra 23 Ocak 2014 tarihinde
hazırladığı uzmanlık raporunda silahlar için “gecikmeli veya anında
infilak edebilen, mevcut halde çarpma halinde infilak edebilecek
konumda. TCK’da patlayıcı madde kapsamında mütalaa edilebilecek
nitelikte, canlılar için öldürücü ve yaralayıcı, cansızlar için
yakıcı, yakıcı, tahrip edici” tespitleri yapıldı. Gerçekleştiği
günden bu yana Türkiye'nin gündeminden düşmeyen ve yayın yasakları
nedeni de yeterince aydınlatılmayan Adana'daki MİT TIR’ları
olayındaki belirsizlikler, Jandarma Genel Komutanlığı’nın uzmanlık
raporu ile biraz daha aralanıyor” dendikten sonra, Adana Sirkeli’de
durdurulan TIR’lardan çıktığı iddia edilen silahların menşei ve
silahların teknik özellikleri hakkında bilgi verilmiştir.Haberde
ayrıca TIR’daki malzeme örneklerini Jandarma Kriminal Laboratuarına
gönderen savcının tutuklandığını, valinin bu operasyonda görev olan
savcıları HSYK’ya şikayet ettiğini ve yine bu haberin alt kısmında
bu haberle direk veya dolaylı ilgisi olan“Dışişlerinden kaçamak
yanıt: Dışişleri, Işid’e Türkiye’nin destek verdiğini yalanlarken
‘diğerlerine’ yapılan yardımı görmezden geldi” ve “Başsavcılıktan
mahcup açıklama” başlıklı başka haberlere de yer verilmiştir.
17.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 29/5/2015 tarihinde konu ile
ilgili soruşturma başlattığını kamuoyuna duyurması ve soruşturma
süreci ile ilgili mezkûr bazı gelişmeler yaşanmasından sonra
başvurucular, 26/11/2015 tarihinde savcılığa çağrılmıştır. İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı, başvuruculara özetle, “silahlı terör
örgütünün yaptığı sahte ihbarla MİT TIR’larına yapılan operasyonda
tespit edilen malzemelerin niteliğinin devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken
bilgilerden olduğunun kamuoyuna duyurulduğunu, 2937sayılı Kanun
uyarınca MİT Müsteşarlığı tarafından yürütülen görevin ülkenin
milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetlerden olduğunu,
haberde yer alan bilgi ve fotoğrafların devletin güvenliği veya iç
ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken
bilgilerden olduğunu ve MİT tırlarına operasyon yapan örgütün nihai
amacının Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahte ihbar ve delillerle
teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza
Mahkemesi'nde yargılanmasına yardım etmek amacıyla bu belgelerin
temin edildiğini ve devlet sırrını ifşa etmek için
yayınlandıklarını” belirtmiş ve suçlamayla ilgili savunmalarını
istemiştir.
18. Başvurucular, gazeteci olduklarını,
yıllardır gazetecilik yaptıklarını bu haberleri gazetecilik
refleksiyle yayımladıklarını, bunun dışında bir amaçlarının
olmadığını, herhangi bir örgütle bağları olmadığını
belirtmişlerdir. BaşvuruCan Dündar ifadesinde, kendisine sorulan
örgütle ilgili olarak başkalarını suçlamıştır. Başvurucuların her
ikisine de haberde kullandıkları görüntüleri kimden aldıkları
sorulmuş, başvurucular haber kaynaklarını açıklamayacaklarını
söylemişlerdir. Başvurucu Can Dündar'a ayrıca haberi yayınladığı
tarihten bir gün önce TIR’lara ait görüntülerin para karşılığında
servis edildiğine ilişkin adı verilen iki kişi arasında tespit
edilmiş yazışmalar, görüntüleri bu kişilerden alıp almadığı ve
görüntülerin yayınlanması karşılığında kendisine para teklif edilip
edilmediği de sorulmuş, başvurucu adı geçen kişileri tanımadığını
ve dolayısı ile kendi aralarında geçen görüşmelerden haberi
olmadığını belirtmiştir. Soru üzerine haber kaynağını
açıklayamayacağını tekrar söylemiştir.
19. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı aynı
gün başvurucuları tutuklanmaları istemiyle mahkemeye sevk etmiş ve
İstanbul 7 Sulh Ceza Hakimliği de tutuklanmalarına karar vermiştir.
Hakimlik tutuklama gerekçesinde, başvurucuların mesleki durumları
itibarı ile ve konunun kamuoyunda yoğun olarak tartışılmış olması
ve konu hakkında davalar açılmış olması nedeniyle terör örgütünün
bu eylemlerini bilebilecek konumda olduklarını, buna rağmen
devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgi ve
fotoğrafları yayınlamalarının atılı suçla ilgili kuvvetli suç
şüphesinin varlığını ortaya koyduğunu, başvurucuların haberlerine
konu olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığıve bunun sır
olmaktan çıktığı iddialarına karşın mahkeme, başvurucuların
ifadelerinde beyan ettiği gibi yayınlanan bazı belgelerin ilk defa
kendileri tarafından yayınlandığını kabul ettikleri, bu nedenle
başvurucuların TCK’nın ilgili maddelerinde yazılı “silahlı terör
örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme”,
“devletin ulusal yada uluslararası yararları bakımından niteliği
itibariyle gizli kalması gereken bilgileri siyasal ve askeri
casusluk maksadıyla temin etme”ve “devletin güvenliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgileri siyasal ve askeri casusluk
maksadıyla açıklama” suçlarından tutuklanmalarına karar vermiştir.
Tutuklama kararında isnat edilen suçların 5271 sayılı Kanun’un
100/3-a/11 inci maddesi kapsamında bir suç olduğu ve diğer güvenlik
tedbirlerinin yetersiz kalacağı vurgulanmıştır.
20. Tutuklama kararına itiraz edilmiş, 8.
Sulh Ceza Hakimliği itirazı reddetmiştir. Mahkeme ret gerekçesinde,
söz konusu TIR’larla ilgili yürütülen soruşturmanın devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yaraları bakımdan gizli olduğunun
kamuoyuna duyurulduğunu, bu bağlamda başvurucular tarafından
yapılan haberlerin iddia edilen terör örgütünün amacına bilerek ve
isteyerek yardım etmekanlamına geldiğini belirtmiştir.
21. Başvurucularla ilgili yürütülen
soruşturma sonunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan
iddianame, 27/1/2016 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince
kabul edilmiş ve tensip tutanağı ile duruşma günü belirlenmiştir.
29 Şubat 2016 tarihli bazı gazete, haber siteleri ve televizyon
kanallarında başvurucu Can Dündar’ın soruşturmaya konu haberi,
mezkûr silahlı terör örgütüyle ilişkisi bulunan kişilerden bir
menfaat karşılığında yayınlanmak üzere aldığına ve bununla ilgili
de 3 avukatın tutuklandığına ilişkin bilgiler yer almıştır.
22. Başvurucular bireysel başvuru
dilekçelerinde, yıllarca gazetecilik yapıklarını, gazetecilik
faaliyetleri kapsamında hiç suçlu bulunmadıklarını, kamuoyuna mal
olmuş bir konuyu haber yaptıklarını, haberin amacının kamuoyunu
aydınlatmak olduğunu, buna rağmen soruşturma geçirdiklerini,
mahkemenin kısıtlama kararı nedeniyle dosyada ki bilgilere
ulaşamadıklarını, haklarında tutuklamayı gerektirecek kuvvetli suç
şüphesi olmadığı halde soruşturma başladıktan yaklaşık altı ay
sonra tutuklandıklarını, kaçmalarının, delilleri yok etme veya
değiştirmelerinin söz konusu olmadığını, Anayasanın 19., 26. ve 28.
maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını talep etmişlerdir.
23. İfade özgürlüğünün demokrasilerin
vazgeçilmez bir unsuru olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Basın
özgürlüğünün ise ifade özgürlüğü bağlamında özgürlükler lehine daha
korunaklı bir alan olduğunda şüphe yoktur. Bunun yanı sıra her iki
özgürlükte tamamen ortadan kaldırılamayan fakat Anayasa ve AİHS’de
belirlenen kriterlerle sınırlanabilen haklardandır.
24. Bu kapsamda Anayasanın 26. maddesinin
ikinci fıkrası ile 28. maddesinin beşinci fıkrasına göre ifade ve
basın özgürlükleri “milli güvenlik,” “suçların önlenmesi,”
“suçluların cezalandırılması,” “devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması” ve “devlete ait gizli
bilgilerin açıklanmamasının önlenmesi” amaçlarıyla sınırlanabilir.
Bu amaçlar doğrultusunda milli güvenliği ilgilendiren devlete ait
gizli bilgilerin basın yoluyla açıklanmasının suç olarak
düzenlenmesi ve cezalandırılması mümkündür. Bu kapsamda yapılacak
soruşturma ve kovuşturmalar sırasında bu tür eylemleri
gerçekleştirdiği iddia edilen basın mensupları hakkında,
Anayasa’nın 13. maddesi çerçevesinde tutuklama tedbiri uygulanması
kabul edilebilir bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim
AİHM'e göre de basının görevini yerine getirirken gazetecilik etiği
temelinde hareket etmesi gereklidir.
25. Öte yandan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkı da anayasal güvence altına alınmış bir haktır. Ancak bu hak
da mutlak değil ve kanunla sınırlanabilen haklardandır. Anayasanın
19. maddesinde, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip
olduğu belirtilmiş, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla
kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılabilecekleri hüküm altına
alınmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişilerin ancak kaçmalarını, delillerin
yok edilmesini veya değiştirmesini önlemek maksadıyla veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hakim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre
tutuklamanın en önemli gerekçesi suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli
suç şüphesidir. Bunun için her somut olayda suçlamanın inandırıcı
deliller ile desteklenmesi gerekir. Ancak kişinin itham edildiği
suçla ilgili ilk yakalama ve tutuklama anında delillerin yeterli
düzeyde toplanması şart değildir. Tutuklamanın gerekli olması
yanında birde kanunilik unsurunun olması gerekir. Bu anlamda 5271
sayılı kanunun 100. üncü maddesinde tutuklama nedenleri tadat
edilmiştir.
26. Somut olayda ifade ve basın
özgürlüğünün sınırlama ölçütlerinden öne çıkan husus, gizli
bilgilerin açıklanmasından öte “milli güvenlik” kriteridir ve bu
sadece “devlet sırrı” olarak nitelendirilen gizli bilgilerin açığa
çıkarılması olarak tanımlanamaz. Milli güvenlik, bugüne kadar
tanımı yapılmamış, uygulandığı olaylarda çerçevesi somut olaya göre
değişkenlik göstermiş bir ölçüdür. Özgürlük lehine yaklaşımı ile
öne çıkan ABD Yüksek Mahkemesinin kararlarında da geniş
yorumlandığı zamanlar olmuştur. Bunun yanı sıra AİHM
uygulamalarında, her ülkenin kendi şartlarına göre değişkenlik
göstereceğinin kabul edildiği kararları da bulunmaktadır. Bu
değişkenlik ifade özgürlüğünün kullanılmasındaki görev ve
sorumluluk bilinci, ülkenin demokrasi tecrübeleri, jeopolitik
konumu, dış politikadaki gücü, terör sorunu, savaş tehlikesine
açıklığı ile doğrudan ilgili olmaktadır.
27. Olağan bir süreçte toplum içinde sorun
oluşturmayan ya da tepki çekmeyen düşünce, söylem ya da fiiller,
olağanüstü şartların ortaya çıkmasıyla kapsamını, etkisini ve
aldığı tepkiyi değiştirebilmektedir.
28. Bir ülke savaş halindeyken mevcut
politikalar nedeniyle muhalif kişilerin hain ya da vefasız olarak
görülme olasılığı çok yüksektir. Kendi hayatlarını ya da
yakınlarının yaşamını tehlikede gören birey, yurtseverlik
duygularının tavan yaptığı ve ulusun kenetlendiği bir dönemde
muhaliflere esneklik göstermez. Hükümet ise ülkenin düşman
karşısında bölünmüş bir görüntüyle düşmanın şevkinin artmasını ve
savaşanların cesaretlerinin kırılmasını hiç istemez. Bu nedenle
savaş zamanında muhalif olma ile hain olma arasındaki çizgi oldukça
kaygan bir zeminde yer alır (Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin AKGÜL,
makale, AUHFD, 61 (1) 2012:1-42).
29. Milli güvenlik kavramı doğası gereği
sübjektiftir. Ülkenin güvenlik kavramına yüklediği anlamlar o
ülkeye has farklı durumların etkisi altındadır. Bu nedenle AİHM de
milli güvenlik kavramını mutlak olarak ele almamakta ve ülkelerin
kendi konumlarını göz ardı etmemekte ve ulusal makamlara geniş bir
takdir alanı bırakmaktadır. Fakat bunu yaparken asgari bir sınır
belirlemekte ve milli güvenlik gerekçesiyle ifade özgürlüğüne
yapılacak müdahalenin haklılığının ispatlanmasını devlete
yüklemektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri
de, devletin ispat yükümlülüğü yerine getirilirken, milli güvenliğe
ilişkin gizliliklerin ve endişelerin alenileştirilmemesi yönünde
tedbirler alınmasıdır.
30. Diğer taraftan milli güvenlik kavramı,
siyasi önceliklerin öne çıktığı bir ölçüttür. Milli güvenlik
kavramının içeriğinin tespitinde her şeyden önce siyasal otorite
önceliğe sahiptir. Devlet politikaları ve dış ilişkilerdeki hassas
dengeleri siyasi otoriteden başkasının tam olarak bilmesi
beklenemez. Ancak bu önceliğin kullanımında hukukun üstünlüğünü
temin edecek ölçütlerin kullanımı da siyasal irade için bir
zorunluluktur. Devleti yöneten otorite milli güvenliği tehlikede
görüyorsa ve bunu bazı argümanlarla ortaya koyarak milli güvenliğe
yönelik riskin ciddi boyutlarda olduğunu dile getiriyorsa bunun
görmezden gelinmesi, ifade özgürlüğünden beklenen görev ve
sorumluluklarla çelişmektedir. Siyasi iç çekişmelerin kamuoyu ile
paylaşması ile devletlerarası politikaları ilgilendiren ve milli
menfaatlerin öne çıktığı bir takım olayların gündemde tutulmasının,
farklı sonuçlar doğuran durumlar olduğunda şüphe yoktur.
31. Somut olay öncesi kamuoyunda “MİT
TIR’ları” olarak adlandırılan olaylarla ilgili açılan soruşturmalar
ve devam eden yargılamalar, daha önce haber yapılmış bir hususun
yeniden haber yapılması gibi basit bir durum olmadığını ortaya
koymaktadır. Çoğunluk görüşünde tutuklama tedbirinin uygulanmasına
ilişkin delillerin, basın özgürlüğünü ilgilendiren bir olayda
yeterli değerlendirilmediği ve kuvvetli suç şüphesini ortaya
koyacak herhangi bir somut olgu bulunmadığı vurgulanmıştır. Buna
karşın Anayasa Mahkemesinin devam eden uygulamalarında, ilk
tutuklama şikâyetleri ile tutuklamanın devamı kararlarına veya uzun
sürmesine ilişkin şikâyetler arasında delil değerlendirmesi ve
kuvvetli suç şüphesi ölçütleri farklılık göstermektedir.
32. Nitekim birçok başvuruda Anayasa
Mahkemesi, “Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını,
delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir
süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu
süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama
nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü
takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de
incelenmelidir. Davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup
olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde
gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınır. Tüm bu
unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir.” değerlendirmesi
yapmıştır (örnek için bkz. Murat Narman, B. No: 2012/1137,
2/7/2013, § 63).
33. İlk tutuklamaya ilişkin yargısal
denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair inandırıcı
nedenlerin bulunup bulunmadığı ve özgürlükten yoksun bırakmanın bu
bağlamda hukukiliği ile sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. Bu
kapsamda bir suçun işlenmiş olabileceğine ilişkin ciddi
belirtilerin varlığı, ilk tutuklama bakımından yeterli olabilir.
Somut olaydaki soruşturmanın bu aşamasında mahkemelerin tutuklama
ve itiraz üzerine verdikleri kararların gerekçesi incelendiğinde
kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunmadığı
söylenemez.
34. Öte yandan yukarıda özetlenen somut
olaylar süreci dikkate alındığında, süresi belirsiz bir terörle
savaş, acil önlemlerin geçicilik durumunun, devamlılık şekline
dönüşmesi ihtimalini artırmaktadır. Terörle mücadelenin bir savaş
olarak kabul edilmesi doğru değildir. Fakat ülkemizde
gözlemlenebilen durum itibariyle: a) güney sınırında, birçok
ülkenin müdahil olduğu ve sınır ihlallerinin yaşandığı, angajman
kurallarının her an ve fiilen uygulandığı, mülteci sorunu altında
teröristlerin rahatça ülkeye girdiği sıcak bir ortam, b) Fransa’da
patlayan bombalar sonrası tüm dünya ülkelerinin bizzat o ülkeye
giderek destek verdiği ve terörü lanetlediği bir manzaraya rağmen,
ülkemizde yaşanan daha büyük terör eylemleri karşısında bir kısım
ülkeler uzaktan taziye mesajı göndermekle yetinirken bir kısım
ülkelerin farklı bahanelerle ülkemizin lehine olmayan tavırlar
sergilediği bir dış politika mücadele ortamı, c) ülke içinde, son
dönemde güncelliğini koruyan, polis ve yargı eliyle hükümete
yönelik darbe girişimleri yapıldığına ilişkin yoğun tartışmaların
bulunması ve bu iddiaların ciddi bir şekilde soruşturma ve
yargılamalara konu ortamı (Anayasa Mahkemesinin bile bu yargılama
süreçleri ile ilgili hak ihlali iddiaları hakkında bir kısım
başvuruları değerlendirip karara bağlamıştır), ülkenin olağan bir
terörle mücadele süreci içinde olmadığını, çok yönlü uluslararası
politik kıskaçlarla karşı karşıya bırakıldığını açıkça
göstermektedir.
35. Bir ifadenin yakın zamanda şiddet
olaylarına sebep olabileceği ya da ifade ile bunun amaçlandığı
bulgusu ile şiddetin meydana gelmesi veya yaşanma ihtimali arasında
irtibat kurulabiliyorsa, ülkeyi koruma ve kamu düzenini sağlama
konusunda öncelikli yetki ve göreve sahip hükümeti devirmeye ve
milli güvenliğe yönelen iç tehdide karşı mevcut ve meşru düzenin
korunması, öncelikli hale gelmektedir. Böylece bireysel
özgürlüklerle kamu düzeni arasında bir tercih yapma durumu söz
konusu olmaktadır. Hele hele dış tehditlerin yoğunluk kazandığı,
bitişik komşu devletlerde yeni sınırların tasarlandığı,
soydaşlarımızın doğrudan hedef alınarak yardımımıza muhtaç hale
getirildiği ve terörün tırmandırıldığı bir ortamda hükümete yönelik
iç çekişmelerin milli güvenlik ile irtibatı kuvvet
kazanmaktadır.
36. Bu yönü ile basın özgürlüğünün geniş
korunma alanı karşısında milli güvenlik sınırlama ölçütü arasındaki
kurulması gereken dengenin yerel mahkeme kararında dikkate
alınmadığı söylenemez. Gerek kamuoyundaki adıyla “MİT TIR’ları”
iddianamesi, gerek şikâyet konusu soruşturma dosyasında hazırlanan
iddianame, mahkemenin milli güvenlik sınırlama ölçütü ile
özgürlükler arasındaki dengenin, tutuklamanın bulunduğu aşama
itibariyle gözetildiğini, delillerin değerlendirilmesinde açıkça
keyfilik ve bariz takdir hatası bulunmadığını göstermektedir.
37. Diğer taraftan
sorumlu gazetecilik anlayışı çerçevesinde kamu yararına veya
kamusal tartışmalara katkı sağlayabileceği değerlendirilen haber ve
fikirlerin halka ulaştırılmasının gazetecinin görevi olduğunda
şüphe yoktur. Ancak gazetecinin bu görevini yerine getirirken
gazetecilik ahlakı temelinde hareket etmesi gerekir. Milli güvenlik
gibi çok hassas konuda gazetecilerin yapacağı haberlere yönelik
olarak devletin sınırlama getirmesi ve bu bağlamda bazı haberlerin
yapılmasının kamu otoritelerince engellenmesi mümkündür. Bu noktada
yargısal denetimin etkin bir şekilde rol alması, özgürlüklerin
vazgeçilmez güvencesi olduğu şüphe götürmez bir gerçekliktir.
38. Başvurucuların
tutuklandıkları eylemlerin, 16 ay önce haber konusu yapılmış ve
kamuoyunda tartışılmak suretiyle “gizli” olma niteliğini kaybetmiş
bir hususta yeniden haber yapılması şeklinde kabul edilerek
başvurunun değerlendirilmesi, indirgemeci bir yaklaşımı ortaya
çıkarmaktadır. Tutuklama konusu olayların ve buna ilişkin
delillerin, yargılama makamlarının olayları değerlendirme biçimleri
ile ele alınması gerekmektedir. Zira Anayasa Mahkemesinin yerleşik
uygulamalarında, tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu
ve somut olaylara uygulanması, derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamında kabul edilmiştir. Dolayısıyla tutuklama konusu
olayların, yerel mahkeme dosyasındaki haliyle açıkça keyfi olmayan,
Anayasa ve kanunlara bariz şekilde aykırı yorum içermeyen derece
mahkemelerinin değerlendirmelerinin dikkate alınması
gerekmektedir.
39. Bu kapsamda;
olayların başlangıç noktası olan ve kamuoyunda “MİT TIR’ları
soruşturması” olarak bilinen yargılama süreci, ülkenin Suriye
sınırında yaşanan ve halen güncelliğini koruyan dış politika
dengesi ve bununla doğrudan ilgili olan haber konusu olayların
soruşturma dosyaları ile ilgili kısıtlama kararı verilmiş olması,
kısıtlama kararından başvurucuların haberdar olduklarının kendi
beyanları ile sabit olması, haberin veriliş zamanı ve içeriğindeki
ifadeler gibi hususlar, tutuklamaya konu haberin niteliğinin
belirlenmesinde etkili olacaktır. Yukarıdaki tespitler ve “milli
güvenlik” sınırlama ölçütü karşısında, başvurucuların iddiaları
değerlendirilirken, 16 ay sonra ikinci kez yayınlanan ve
tutuklamaya konu olan haberin, basın özgürlüğü kapsamında korunması
gereken bir ifade biçimi olduğu sonucuna varılmasını sağlayan
incelemenin, yeterli irdelemeleri bünyesinde barındıran bir
inceleme olduğu söylenemez.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucuların kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerektiği kanaatine vardığımdan aksi yöndeki çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
Üye
Hicabi DURSUN
KARŞI OY
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar
ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün;
a) "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek
yardım etme"
b) "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî
casusluk amacıyla temin etme"
c) "devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri
casusluk maksadıyla açıklama"
suçlarından tutuklanmalarının, özgürlük ve güvenlik hakları ile
ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına
ilişkindir.
II. OLAYLAR
2. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ve dosyada mevcut
olan 27.11.2015 tarihli basın açıklamasına göre, 1/1/2014 ve
19/1/2014 tarihlerinde Hatay ve Adana'da, Milli İstihbarat
Teşkilatı’na ait olduğu belirtilen bazı TIR’ların, bu olaydaki
nihai amacının “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sahte ihbar ve
delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası
Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını sağlamak” olduğu belirtilen
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün anılan amacı doğrultusunda, örgüt
lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu’nun talimatlarıyla hareket
edilerek, silah yüklü olduğu iddiası ile silah zoruyla
durdurulduğundan ve TIR’la ilgilenen MİT mensuplarına cebir ve
şiddet uygulanarak arama yapıldığından bahisle olayla ilgili olarak
soruşturma başlatılmış ve neticede bu kapsamda bazı kolluk
görevlileri ve yargı mensuplarının "silahlı terör örgütüne üye
olma" ve "Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve
görevini yapmasını engellemeye teşebbüs" suçlarından
tutuklanmalarına karar verilmiştir.
3. MİT TIR’larının durdurulmasının hemen ardından da, konuya
ilişkin soruşturma bağlamında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
yetkili birimleri tarafından yapılan açıklamalar ve ilgili
birimlere gönderilen yazılarla, Suriye Türkmenleri'ne yardım
faaliyeti yürütmekle görevli MİT TIR’larındaki yardım
malzemelerinin, 2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli
İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT Müsteşarlığı'na verilen görev
ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda
yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken"
niteliğe sahip bulunduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
4. Öte yandan başvuruya ilişkin olarak Mahkememizde oluşturulan
dosyada mevcut belgelerden;
a) Başvuru konusu tutuklama kararının nedenini oluşturan olaya
ilişkin olarak, Aydınlık gazetesinin 21/1/2014 tarihli nüshasında
yer alan "İşte TIR'daki Cephane" başlıklı haberde "Adana'da
durdurulan MİT'e ait 3 TIR'dan mühimmat çıktı. Aydınlık, arama
fotoğraflarına ulaştı. TIR'larda 'insani malzeme' değil, top
mermisi taşındığı belirlendi." şeklindeki iddialara yer verildiği,
anılan gazetenin internet sitesinde de aynı tarihte "Aydınlık
Mühimmatın Fotoğrafına Ulaştı: Boru Değil Top Mermisi" başlıklı
aynı içerikli bir haber yayımlandığı, haberde TIR'lardaki kasaların
birinin içinde bulunduğu iddia edilen top mermilerinin fotoğrafına
da yer verildiği, anılan gazetenin aynı günkü ve ertesi günkü
nüshalarında TIR'larda taşındığı iddia edilen malzemelere ilişkin
olarak kimi yazarların yorumlarına da yer verildiği;
b) MİT’e ait olduğu belirtildiği halde silah zoruyla durdurulup
aranıldığı ileri sürülen TIR'larla ilgili olarak, olayın
gerçekleşmesinin üzerinden yaklaşık olarak 1 yıl 4 ay geçtikten
sonra, Cumhuriyet gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında, Can
Dündar tarafından, “DÜNYA GÜNDEMİNİ SARSACAK GÖRÜNTÜLER İLK KEZ
YAYIMLANIYOR”, "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar", “MİT TIR’LARI
AĞZINA KADAR SİLAH DOLU”, “SAVCI ENGELLENDİ”, “SURİYE’YE SİLAH”,
“MİT TIR’INDAN ÇIKAN SİLAHLARIN DÜKÜMÜ”, “İlaçların altına
gizlenmiş”, “Takçı:MİT’in böyle bir görevi yok”, “NEDEN
YAYIMLIYORUZ?” “ ‘ilaç taşıyordu’ dediler – ‘Türkmenlere yardım
götürüyordu’ dediler – ‘Silah iddiasını ısrarla reddettiler’ –
‘TIR’ı durduran savcıyı, arayan Jandarma komutanını gözaltına
aldılar’ – ‘Ama sonunda MİT’e ait TIR içinde Suriye’ye götürülen
silahların görüntüleri ortaya çıktı” “İŞTE O SİLAHLAR” şeklinde
başlık ve ifadeler ve ayrıntılı anlatımlar içeren bir haber yapılıp
yayımlandığı,
c) Cumhuriyet gazetesinin 29/5/2015 tarihli nüshasında, Can Dündar
tarafından yapılan haber üzerine, aynı gün Aydınlık gazetesinin
internet sitesinde "Cumhuriyet 16 Ay Sonra Görüntülere 'Ulaştı' -
GÜNAYDIN!" başlıklı bir habere yer verildiği, haberde Cumhuriyet
gazetesinde yayımlanan görüntülerin ilk olarak olaydan iki gün
sonra Aydınlık gazetesinde yayımlanmış olduğunun belirtildiği ve
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan görüntülerin ilk kez
yayımlanmadığının vurgulandığı, Aydınlık Gazetesi’nin 30/5/2015
tarihli nüshasında da konuya ilişkin bir habere yer verildiği;
d) Başvurucu Can Dündar tarafından yapılan haberin yayımlanmasından
sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 29/5/2015 tarihli basın
açıklaması ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'nun 327., 328. ve 330. maddeleri ile 12/4/1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. ve 7. maddeleri uyarınca
"devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasi ve
askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör
örgütünün propagandasını yapma" suçlarından soruşturma
başlatıldığının duyurulduğu;
e) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı gün 4/5/2007 tarihli ve
5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve
Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun'un 8. maddesinin (a) bendi kapsamında söz konusu içeriklerin
erişime engellenmesine, aynı mahiyetteki yayınların içeriklerinin
engellenmesi ve içeriğin yayından çıkarılmaması hâlinde ilgili
sitelere erişimin tamamen engellenmesine karar verilmesinin talep
edildiği, aynı gün İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2015
tarihli ve 2015/1330 Değişik İş sayılı kararı ile yayımlanan
haberin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ulusal ve uluslararası
yararları ve millî güvenliği bakımından sakınca doğuracak mahiyette
bulunduğu gerekçesiyle içeriklere erişimin engellenmesine karar
verildiği;
f) Konuya ilişkin olarak 29.05.2015 tarihinde başlatılan soruşturma
devam etmekte iken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün nihai amacına hizmet amacıyla
Cumhuriyet Gazetesi’nin 11.06.2015 tarihli nüshasında Erdem Gül
imzasıyla “kirli operasyon” başlıklı bir haber yapıldığı,
g) Yine aynı soruşturma devam etmekte iken, söz konusu MİT TIR’ları
ile ilgili Jandarma Kriminal Analiz sonuçlarına atfen, Cumhuriyet
Gazetesi’nin 12/6/2015 tarihli nüshasında yine Erdem Gül
tarafından, "ERDOĞAN'IN 'VAR YA DA YOK' DEDİĞİ MİT TIR'LARINDAKİ
SİLAHLAR JANDARMADA TESCİLLENDİ - Jandarma 'Var' Dedi", “ÖLDÜRÜCÜ
SİLAHLAR”, “ÜRETİM YERİ RUSYA”, “Jandarma öldürücü silahları
doğruladı” şeklinde başlık ve ifadeler ve ayrıntılı anlatımlar
içeren bir haber yapılıp yayımlandığı, her iki haberde de TIR'larda
bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmata ilişkin fotoğraflara yer
verildiği;
h) Yine aynı soruşturma devam etmekte iken, bu defa 15 Ekim 2015
tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yine Erdem Gül imzasıyla, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre yine FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü’nün nihai amacına hizmet amacıyla “besle kargayı …” başlıklı
bir haber yapıldığı;
ı) Bu gelişmelerin ardından ve soruşturmanın başlatıldığının
kamuoyuna duyurulmasından yaklaşık altı ay sonra 26/11/2015
tarihinde Can Dündar ve Erdem Gül’ün İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’nca telefonla aranarak ifadeye çağrıldıkları ve
kendilerine "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri,
siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin etmek”, "Devletin
güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği
itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî
casusluk maksadıyla açıklamak” ve "FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün
örgütsel amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan bilerek ve
isteyerek yardım etmek” suçlarının yöneltildiği;
anlaşılmıştır.
5. Başvurucu Can Dündar'ın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında
26/11/2015 tarihinde yaptığı savunma şöyledir:
"...
2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalarda C. Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda,
1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun talimatları
doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT
mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve
aranan, Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli
MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken"
niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve
112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu
belirtilmiştir.
Buna rağmen Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığınız Cumhuriyet
Gazetesi'nde, 29 Mayıs 2015 tarihinde adınızla yayınlanan "İşte
Erdoğan'ın Yok Dediği Silahlar" başlıklı haberde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli İstihbarat
Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım faaliyeti yürütülen
tırlara ait "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından gizli kalması gereken" nitelikteki bilgi ve
fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü'nün nihai amacı olan
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte ihbar ve delillerle teröre
yardım eden ülke konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde
yargılanmasını sağlamak" amacına yardım etmek için temin ettiğiniz
ve devlet sırrını ifşa maksadıyla yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne
maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için
herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 35 yıllık gazeteciyim. Çeşitli gazetelerde yazar, genel yayın
yönetmeni olarak çalıştım. Bana sormuş olduğunuz FETÖ/PDY Silahlı
Terör Örgütü olarak isimlendirdiğiniz oluşumla uzaktan yakından
ilgim olamaz. Ne Fetullah Gülen ne de Emre Uslu ile hiçbir
münasebetim yoktur. Ben şuanda hakkımda yürüttüğünüz soruşturmanın
mağduruyum. Zira bir basın mensubu olarak yıllardır devlet içindeki
bu oluşumların sakıncalarından bahsettim. Adana'da MİT tırlarının
durdurulması olarak adlandırılan olay nedeniyle gazetemde attığım
manşet tamamen gazetecilik faaliyetidir. Bunun dışında ne casusluk
ne örgüte yardım ne de bir başka suçla kesinlikle hiçbir ilgim
olamaz. Sizin FETÖ olarak adlandırdığınız bu oluşuma "ne istediler
de vermedik" diyenler yargılanmalıdır. Yapmış olduğum bu haber
sadece gazetecilik faaliyeti kapsamındadır. Susurluk'ta nelerin
yaşandığı, devlet sırrı olarak adlandırılan eylemlerin nerelere
vardığı ortadadır. Aynı zamanda bir öğretim üyesi olarak mastır
tezimi "devlet sırrı" konusunda hazırladım. Ben neyin sır olup
olmadığını değerlendirebilecek konumdayım. Devletin bu olay
sebebiyle iki kurumunun birbirine düşmesi ayrıca vahimdir. Bir
gazeteci olarak bu olay benim için bir haberdir. Amacım kamuoyunu
uyarmak ve bilgilendirmektir. Aynı zamanda bir takım hataların
önlenmesi için devletin de çıkarınadır. Nitekim aynı gün yazdığım
başyazı ile bu yayını Votergate ve İrangate skandalları olarak
bilinen hadiselerde vakti zamanında devlet sırrı olarak kabul
edilen ve bu haberler sebebiyle gazetecilerin yargılanmaya
çalışıldığı olaylardır. Ancak aradan geçen yıllardan sonra devlet
adına bu operasyonları yürütenler yargılanıp mahkum edilmişlerdir.
Ben bu bilgi ve belgeleri nereden aldığımı gazetecilik etiği olarak
söyleyemem, ancak şunu ifade edebilirim ki hiç kimse veya örgüt
bana bu konuda hiçbir talimat veremez. Meslek hayatımda bunun
hiçbir örneği yoktur. Yaptığım tamamen gazetecilik
faaliyetidir.
...
4- Sizin haberi yayınladığınız tarihten bir gün önce "MİT tırlarına
ait görüntülerin para karşılığında servis edildiği" şeklinde, E.E.
ve B. K. arasında yazışma yapıldığı tespit edilmiştir.
Görüntüleri bu kişilerden mi temin ettiniz? Görüntüleri yayınlamak
için size para teklifinde bulunuldu mu?
CEVAP:
Ben bu kişileri tanımıyorum. Bana okumuş olduğunuz görüşmeden de
haberim yoktur. Zaten saat itibariyle gazete basılmıştır. Kaynağımı
açıklamak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim kesinlikle cemaatle
bir ilgisi yoktur.
...
Görülen lüzum üzerine tekrar şüpheliden soruldu:
Bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde
yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler farklıdır.
Haber değeri vardır. Bu nedenle faaliyetim gazetecilik
faaliyetidir. Başka bir amaç taşımamaktadır.
..."
6. Başvurucu Erdem Gül'ün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında
26/11/2015 tarihinde yaptığı savunma şöyledir:
"...
2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalarda C. Başsavcılığımızca yürütülen sözde Kudüs
Ordusu Terör Örgütü soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda,
1 Ocak 2014 tarihinde Hatay İli Kırıkhan İlçesi'nde, 19 Ocak 2014
tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesi'nde, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu'nun talimatları
doğrultusunda yapılan sahte ihbarlarla FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü yönetici ve üyeleri tarafından silah kullanılarak, MİT
mensuplarına darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulan ve
aranan, Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli
MİT Tırlarındaki yardım malzemelerinin "devletin güvenliği veya iç
veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken"
niteliğe sahip olduğu kamuoyuna duyurulmuştur.
Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 06/02/2014 tarih ve
112-54128131 sayılı cevabi yazısı ile Tırların, 2937 Sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında olduğu
belirtilmiştir.
Buna rağmen Cumhuriyet Gazetesi'nde, 12 Haziran 2015 tarihinde
adınızla yayınlanan "Jandarma Var Dedi" başlıklı haberde, 19 Ocak
2014 tarihinde Adana İli Ceyhan İlçesi'nde durdurulan Milli
İstihbarat Teşkilatı'na ait devlet sırrı kapsamında yardım
faaliyeti yürütülen tırlardaki"devletin güvenliği veya iç veya dış
siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken" nitelikteki
malzemelere ait bilgi ve fotoğrafları, FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü'nün nihai amacı olan "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, sahte
ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke konumuna sokarak
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını sağlamak" amacına
yardım etmek için temin ettiğiniz ve devlet sırrını ifşa maksadıyla
yayınladığınız anlaşılmıştır.
Bu görüntüleri nereden, kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne
maksatla yayınladınız? Bu bilgi fotoğrafları yayınlamak için
herhangi bir kişiden talimat aldınız mı?
CEVAP:
Ben 20-25 yıllık gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı
açıklayamam. Bu nedenle kusura bakmazsanız bu konuda herhangi bir
bilgi veremem. Ben Basın Yayın Yüksekokulu mezunuyum. Ankara
gazetecisiyim. Bunu şunun için vurguluyorum. Ankara gazetecisinin
ilgi alanı devlet bürokrasisidir. Bunu da bu refleksle yayınladım.
Bunun dışında yasal olmayan hiçbir amacım maksadım yoktur.
Gazeteciyim, haber değeri taşıyan her şeyi yayınlarım. Herhangi bir
örgütün, oluşumun amaçları doğrultusunda hiçbir faaliyet
yürütmedim. Özel bir maksadım yoktur. Bu haberi yayınlarken
birilerinin yararına, birilerinin zararına hareket etmedim. Benim
amacım halkın bilgilenmesidir dedi. Ben B.K. ismini şuanda tam
olarak hatırlayamadım. E.E.'yi ise sosyal medyadan tanıyorum. Bunun
dışında ikisiyle de görüşmem olmadı.
Soruldu:
Yine aynı şekilde ifade etmek isterim ki yaptığım gazetecilik
refleksi gereğidir. Ben olayları bir savcı yada hakim gibi
düşünemem hiçbir suç işleme kastım, herhangi bir örgüte yardım
niyetim yoktur.
..."
7. Başvurucuların vekilleri özet olarak, başvurucuların eyleminin
yayımladıkları haberlerle ilgili olduğunu, 9/6/2004 tarihli ve 5187
sayılı Basın Kanunu'nun 26. maddesi gereğince basılmış eserler
yoluyla işlenen suçlarla ilgili ceza davalarının bir muhakeme şartı
olarak dört ay içinde açılması zorunluluğunun yerine
getirilmediğini ileri sürmüşlerdir.
8. Aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı "silahlı terör
örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme",
"devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî
casusluk amacıyla temin etme" ve "devletin güvenliğine ilişkin
gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama"
suçlarından başvurucuların tutuklanmasını talep etmiştir.
9. Başvurucular, sorgularında, Cumhuriyet Başsavcılığında
verdikleri ifadeleriyle aynı yönde savunma yapmışlardır.
10. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/11/2015 tarihli ve
2015/490 Sorgu sayılı kararı ile "silahlı terör örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme", "devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla
temin etme" ve "devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken
bilgileri casusluk maksadıyla açıklama" suçlarından başvurucuların
tutuklanmalarına karar verilmiştir.
11. Hâkimliğin Can Dündar’a ilişkin tutuklama gerekçesi
şöyledir:
"a) … üzerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmaksızın Bilerek
ve İsteyerek Yardım Etme suçundan mevcut delil durumu, 01/01/2014,
19/01/2014 tarihlerinde MİT tırlarının durdurulması ile bu eyleme
katılanlar hakkında Adana ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarınca
soruşturma başlatılmış olup, şüphelinin bu soruşturmalarına ilişkin
mesleki durumu göz önünde bulundurulduğunda bilebilecek durumda
olduğu, buna rağmen MİT tırlarına ilişkin Devletin Güvenliği veya
İç veya Dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli
kalması gereken belgeleri yayınlamak suretiyle İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığınca yürütülen örgüt kapsamındaki soruşturmaya rağmen
yayınlanması, şüphelinin TCK’nun 220/7. maddesi ve TCK 314/2.
maddesi kapsamında eylemin gerçekleştiği ve kuvvetli suç şüphesinin
bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçunu CMK 100/3-a-11.
maddesinde sayılan suçlardan olduğu, atılı suçun yasada öngörülen
cezasının üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nun 100 ve
devamı maddeleri uyarınca şüphelinin TUTUKLANMASINA,
b) … üzerine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini
Siyasal veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme suçundan mevcut
delil durumu, şüpheli ve müdafilerin her ne kadar MİT tırlarına
ilişkin temin edilen ve yayınlanan belgenin konusu olan olayların
daha önce kamuoyunda tartışıldığını ve bunun bir sır olmadığını
belirtmişler, ancak şüphelinin kabulünde de olduğu gibi ilk defa
MİT tırlarına ilişkin şüpheli tarafından belgenin temin edildiği ve
kuvvetli suç şüphesinin oluşturduğu, atılı suçun yasada öngörülen
cezasının alt ve üst sınırı, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin
uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK'nun 100 ve
devamı maddeleri uyarınca şüphelinin TUTUKLANMASINA,
c) … üzerine atılı Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini
Casusluk Maksadıyla Açıklama suçundan mevcut delil durumu, Devletin
güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri basılmış
eserler dışında internet sitesinden de yayımladığı, şüphelinin her
ne kadar MİT tırlarına ilişkin temin edilen ve yayınlanan belgenin
konusu olan olayların daha önce kamuoyunda tartışıldığını ve bunun
bir sır olmadığını belirtmişler, ancak şüphelinin kabulünde de
olduğu gibi ilk defa MİT tırlarına ilişkin şüpheli tarafından
belgenin yayınlandığı ve kuvvetli suç şüphesinin oluşturduğu, atılı
suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, bu aşamada adli
kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı
anlaşıldığından CMK'nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelinin
TUTUKLANMASINA,
... karar verildi."
12. İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin Erdem Gül’e ilişkin
tutuklama kararı ve gerekçesi de Can Dündar’a ilişkin yukarıdaki
gerekçe ile tamamen aynı niteliktedir ve aynı kararın içerisinde
yer almaktadır.
13. Başvurucular söz konusu tutuklama kararına itiraz etmişler,
itirazları İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/12/2015 tarihli ve
2015/4089 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Kararın
gerekçesi şöyledir:
"Şüphelilerin üzerine atılı FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye
olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunun (TCK'nun 220/7
maddesi delaletiyle TCK'nın 314/2 maddesi) CMK'nun 100. maddesinde
belirtilen kaçma ve delilleri karartma şüphesinin var kabul
edildiği katalog suçlardan olduğu, 01.01.2014 tarihinde Hatay İli
Kırıkhan İlçesinde, 19.01.2014 tarihinde Adana ili Ceyhan İlçesinde
sahte ihbar ve talimatlarla halen tutuklu bulunan örgüt üyelerince
cebir ve şiddet kullanarak MİT tırlarının durdurulduğu, bu yolla
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uluslararası alanda teröre yardım
eden ülke algısının oluşturulmaya çalışıldığı, bir kısım
basın-yayın organlarındaki haber, makale ve dizi senaryoları
yoluyla da bu algının desteklendiği, ülkenin milli menfaatleri
doğrultusunda MİT tarafından yürütülen faaliyetlerin devletin
güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması
gereken nitelikte olduğunun kamuoyuna duyurulmasına rağmen
şüphelilerin 29 Mayıs 2015, 11 Haziran 2015, 12 Haziran 2015 ve 15
Ekim 2015 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yaptıkları
haberlerle gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafları
yayınladıkları, şüphelilerin de savunmalarında belirttikleri üzere
bu yönde daha önceden basında yazı ve haberler yapılmış ise de
görüntülerin ilk kez şüpheliler tarafından yayınlandığı, aynı
içerikteki haberlerin internet ortamında da paylaşıldığı,
şüphelilerin bu yolla FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türkiye
Cumhuriyeti Devletini ve yöneticilerini teröre yardım eden ülke
konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılatmak
amacına bilerek ve isteyerek yardım ettikleri, bilgi, fotoğraf ve
belgeleri hangi yolla temin ettiklerini bildirmedikleri, gizlilik
kararı gereği gizli kalması gereken bu belgeleri casusluk
maksadıyla temin ettikleri ve açıkladıkları, eylemlerinin
gazetecilik faaliyeti kapsamında değerlendirilemeyeceği, Basın
Kanunu'nun 11. maddesinin cezai sorumluluğu düzenlediği ve
gazetecilerin de haber yaparken içinde yaşadıkları ve vatandaşı
oldukları devletin kanunlarına ve yargı kararlarına uymak zorunda
bulundukları, şüpheli savunmaları ve yapılan yayın içeriklerine
göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin mevcut
olduğu, atılı suçlar ve öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama
tedbirinin orantılı bulunduğu anlaşıldığından usul ve yasaya uygun
... Kararına yapılan itirazın reddine ... karar verilerek ... hüküm
kurulmuştur."
14. Başvurucular itirazlarının reddedilmesinin ardından 4/12/2015
tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
15. Bireysel başvurudan sonra tutuklama kararına yapılan itirazlar,
İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin 11/12/2015, İstanbul 2. Sulh
Ceza Hâkimliğinin 25/12/2015, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin
7/1/2016 tarihli kararları ile reddedilmiştir. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının tutukluluğun devamına ilişkin 25/12/2015 tarihli
talebi, İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/12/2015 tarihli
kararı ile kabul edilmiştir. Anılan tutukluluğun devamına ilişkin
karara yapılan itiraz ise İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğinin
13/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvuru dosyasının
incelendiği tarih itibarıyla başvurucular hâlen tutukludur.
III. İLGİLİ HUKUK
16. İlgili mevzuat hükümleri bir bölümüne bizim de katıldığımız
kararda belirtildiğinden burada tekrar edilmeyecektir.
IV. İNCELEME
17. Başvurucunun İddiaları:
Başvurucular; yıllardır gazetecilik yaptıklarını, gazetecilik
yaptıkları dönemdeki haberleri, belgeselleri ve yazıları nedeniyle
bir kez dahi suçlu bulunmadıklarını, habere konu tırların
durdurulması meselesinin kamuoyunun gündeminde yer alan bir konu
olduğunu, bu konunun birçok televizyon ve başka gazete haberinde de
yer aldığını hatta bu konu ile ilgili birçok siyasetçinin açıklama
yaptığını, kamuoyunun gündeminde önemli bir yer tutan tırlarda
silah olup olmadığı ve silahların nereye gittiği yönünde yaptıkları
haberin kamuoyunu aydınlatmaya yönelik olduğunu, yaptıkları
haberden sonra haklarında soruşturma açıldığı belirtilmesine
rağmen, soruşturma kapsamındaki kısıtlama kararı nedeniyle
tutuklama kararına karşı etkili bir şekilde yargı merciine
başvuruda bulunulamadıklarını, haberin yayımlanıp haklarında
soruşturma açılmasından yaklaşık altı ay sonra ifadelerinin
alınarak tutuklandıklarını, tutuklama kararı için gerekli olan suça
yönelik kuvvetli bir belirtinin olmadığını; kaçmalarının, delilleri
yok etmelerinin veya değiştirmelerinin söz konusu olmadığını
belirterek Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ile Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde tanımlanan
ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş ve
ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması talebinde
bulunmuşlardır.
18. Tutuklamanın Hukuki Olmadığına, İfade ve Basın Özgürlüklerinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddiaların Kabul Edilebilirliği Yönünden
Değerlendirme:
19. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
tutuklamanın hukuki olmadığına, ifade ve basın özgürlüklerinin
ihlal edildiğine ilişkin iddiaların esasının incelenmesine
geçilmesine ilişkin karara tarafımızdan da katılınmıştır.
20. Esas Yönünden Değerlendirme:
21. Çoğunluk görüşüne dayalı kararda genel anlamda bir tedbir
olarak tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar
ile Anayasa'nın 19. maddesinin anlam ve kapsamına ilişkin olarak
yapılan açıklamalara ve ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin genel
ilkeler konusunda yapılan açıklamalara ve bu hakların sınırlandırma
koşullarına ilişkin açıklamalara tarafımızdan da aynen
katılınmaktadır.
22. Ancak Mahkememiz çoğunluğunca belirtilen genel ilkelerin somut
olaya uygulanması konusunda yapılan değerlendirmelere ve bu
değerlendirmelere bağlı olarak varılan ihlal sonucuna aşağıda
açıklayacağımız nedenlerle tarafımızca iştirak edilememektedir.
23. Mahkememizin verdiği bir çok kararda da belirtildiği üzere,
Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece, bir
başka söyleyişle Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile
delillerin takdirinde açıkça keyfîlik yapılarak hak ve özgürlük
ihlaline sebebiyet verilmediği sürece, derece mahkemelerinin konuya
ilişkin takdirleri ile kararlarındaki kanun hükümlerinin
yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu bağlamda tutukluluk
konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması
derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır.
24. Somut olayda başvurucular, tutukluluklarının makul süreyi
aşması durumuna karşı değil, haklarında verilen “ilk tutuklama”
kararına karşı başvurmuşlardır.
25. Anayasa Mahkemesi'nce, bireysel başvuru sisteminin uygulanmaya
başladığı günden elimizdeki başvuruyu incelediğimiz bu güne kadar,
ilk tutuklama kararına karşı yapılan tüm başvurularda yapılan
yargısal denetimde, kişinin bir suç işlemiş olabileceğine ilişkin
ciddi belirtilerin varlığının yeterli olabileceği kabul edilmiş
(Hidayet Karaca – GK – B. No:2015/144; İzzetin Alpergin – GK – B.
No:2013/385), ilk tutukluluğa ilişkin iddialar bakımından,
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddialarından farklı olarak, ciddi
belirtilerin varlığı ve hukukilik denetimiyle sınırlı bir inceleme
yapılmış, bariz takdir hatalarının veya açıkça keyfiliğin
saptanamadığı durumlarda ilk tutuklama kararının gerekçelerinin
belirlenmesinde mahkemenin takdir yetkisine bir müdahalede
bulunulmamış, bu konuda bu güne kadar herhangi bir ihlal kararı
verilmemiştir.
26. Dolayısıyla, elimizdeki başvurunun konusunu oluşturan tutuklama
kararı ile kararı veren hakimi tutuklama kararı vermeye götüren
nedenler ve gösterilen gerekçeler irdelenirken başvuru konusu
kararın başvurucular hakkında verilmiş bir “ilk tutuklama kararı”
olduğu dikkatten çıkarılmamalıdır.
27. Mahkememiz çoğunluğunca, başvurucuların tutuklanması kararına
esas alınan temel olgunun, durdurulan ve aranan TIR'ları konu alan
iki haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasının olduğu, ...
tutuklama kararlarında, isnat edilen suçlara ilişkin olarak mevcut
delil durumunun tutuklama için yeterli olduğunun belirtildiği,
ancak anılan haberler dışında herhangi bir delilden bahsedilmediği,
başvurucuların, başvuru konusu haberlerde yer alan fotoğrafları ve
bilgileri "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve
isteyerek yardım etme" amacıyla yayımlamakla ve "siyasal veya
askeri casusluk maksadıyla" temin etmek ve açıklamakla suçlanıp
tutuklandıkları, ancak tutuklama kararının gerekçesinde, başvuru
konusu haberlerin "siyasal veya askeri casusluk maksadıyla"
yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine, başvuruculara isnat
edilebilecek hangi somut olgulardan hareketle ulaşıldığının
açıklanmadığı, "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve
isteyerek yardım etme" suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesi yönünden
ise başvurucuların, yayımladıkları haberlerin “hakkında soruşturma
devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumları
itibarıyla bilmeleri gerektiği” kanaati dışında yardım etme
suçlamasına dayanak teşkil edecek somut bir olgu gösterilmediği;
TIR'ların durdurulması ve aranması olayından iki gün sonra
21/1/2014 tarihinde yayımlanan bir gazete haberinde TIR'ların
taşıdığı iddia edilen malzemelere ilişkin bir fotoğrafa ve bazı
bilgilere yer verildiği, TIR'ların içinde ne olduğuna dair
kamuoyunda yapılan soyut tartışmalardan farklı olarak, benzer bir
fotoğrafın ve bilgilerin tutuklamaya konu haberlerden yaklaşık on
altı ay önce yayımlanmış olmasının ve bunlara başvuru dosyasının
inceleme tarihi itibarıyla bile internet üzerinden kolayca
ulaşılabilmesinin, tutuklama için gereken kuvvetli suç şüphesinin
varlığının tespiti bakımından önemli olduğu; bu bağlamda daha önce
yayımlanan ve fotoğrafla desteklenen bir haberle birlikte
alenileşen bilgi ve belgelere benzer hususları içeren haberlerin
başka bir gazete tarafından yaklaşık on altı ay sonra
yayımlanmasının millî güvenlik açısından oluşturduğu sakıncanın
devam edip etmediğinin haberle ilgili başvurulacak tedbirlerin
gerekçesinde belirtilmesinin önemli olduğu, soruşturmanın
başlatıldığının duyurulduğu tarih ile başvurucuların ifadeleri
alınmak üzere çağrıldıkları tarih arasında geçen yaklaşık altı
aylık sürede İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından
başvurucuların ifadelerinin alınmadığı, başvuruculara yönelik
olarak gözaltı ya da tutuklama gibi tedbirlere başvurulmadığı,
anılan süre içinde başvurucuların atılı suçları işlediklerine dair
-yayımlanan haberler dışında- hangi delillere ulaşıldığının da
ifade sırasında sorulan sorulardan ve tutuklama gerekçelerinden
anlaşılamadığı, dolayısıyla da kamuoyunda yoğun tartışmalara neden
olan bir olaya ilişkin benzer haberlerin aylar öncesinde
yayımlanarak alenileşmiş olduğu gözetilmeden, başvuru konusu
haberler üzerine soruşturma başlatılmasından yaklaşık altı ay
geçtikten sonra başvurucular hakkında tutuklama tedbirinin
uygulanmasının neden gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden
ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı; öte yandan
tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yapılan tespitler ile
isnat edilen suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun
başvuruya konu haberlerin yayımlanması olduğu gözetildiğinde
hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbirin,
ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda
gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemeyeceği, ayrıca
benzer bir haberin başka bir gazetede onaltı ay önce yayımlandığı
gözetilmeden ve başvuruya konu haberlerle ilgili soruşturma
başlatılmasından yaklaşık altı ay geçtikten sonra başvurucular
hakkında tutuklama tedbirine başvurularak ifade ve basın
özgürlüklerine müdahale edilmesinin hangi "zorlayıcı toplumsal
ihtiyaç"tan kaynaklandığının ve milli güvenliğin korunması
bakımından demokratik toplum düzeninde gerekli olduğunun somut
olayın özelliklerinden ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı
gerekçeleriyle başvurucuların, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına
alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar
verilmiştir.
28. Çoğunluk görüşünde de belirtildiği üzere, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, bir bilginin yayımlanmasının milli güvenlik nedeniyle
sınırlandırılabileceğini belirtmekle birlikte, böyle bir
sınırlamanın ihlal oluşturmaması için demokratik bir toplumda
gerekli olması ve zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaç baskısından
kaynaklanmış olması gerektiğini söylemektedir. Mahkeme bu anlamda,
devlet sırrı niteliğinde ve yayımlanması ulusal güvenliğe aykırı
olan bilgileri içeren kitap, dergi, gazete gibi yayınların
toplatılmasını, bu yayınların halihazırda elde edilebilen veya
büyük oranda elde edilmiş, yani alenîyet kazanmış olması durumunda,
hem demokratik bir toplumda gerekli olmadığı hem de toplumsal
ihtiyaç baskısının oluşmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 10. maddesine
aykırı bulmaktadır. Mahkeme vermiş olduğu bir kararda, devlet sırrı
niteliğinde bilgi içeren bir kitabın yayımlanmasından önce devletin
aldığı geçici tedbir kararlarının haklı görülebileceğini, ancak
kitabın önce ABD’de daha sonra da İngiltere’de yayımlanması
sonrasında bu tedbirlerin anlamını kaybettiğini belirtmiştir.
Mahkemeye göre söz konusu olan müdahale kitabın yayımlanmasından
sonra demokratik bir toplumda gerekli olmaktan çıkmıştır (Zeynep
Hazar; BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE ULUSAL GÜVENLİK, Gazi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi Cilt:XVII, Y.2013, Sa.1-2).
29. Somut olayda da, başvurucularca haber yapılan MİT TIR'ları
konusunun, başvuruculardan yaklaşık 1 yıl 4 ay önce başka bir
gazetede haber konusu yapılmış ve kamuoyunda daha önce konuşulup
tartışılmış, bir anlamda aleniyet kazanmış olduğu, bu nedenle, salt
bu açıdan bakıldığında "gizli bilgilerin ifşa edilmesi" eyleminin
gerçekleşmemiş olduğu, bu nedenle de sadece bu bağlamda
başvurucuların tutuklanmaları suretiyle ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiği söylenilebilir.
30. Ancak, tutuklamaya sevk sebeplerinin "silahlı terör örgütüne
üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme", "devletin gizli
kalması gereken bilgilerini siyasal ve askerî casusluk amacıyla
temin etme" ve "devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken
bilgileri casusluk maksadıyla açıklama" olduğu hususu ile haber
konusu olayı çevreleyen olay, olgu ve gelişmeler gözetildiğinde,
onaltı ay önce haber konusu edilmiş, toplumda tartışılmış, yargıya
intikal etmiş ve yetkili Devlet makamlarınca "devletin güvenliği
veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması
gereken" niteliğe sahip bulunduğu kamuoyuna duyurulmuş,
başvurucular tarafından "dünya gündemini sarsacak nitelikte"
değerlendirildiği halde onaltı ay önce bir başka gazetede yer alan
haber dışında onaltı ay boyunca başkaca hiç bir basın yayın organ
ve kuruluşunda hiç bir haber yapılmamış, üzerinden onaltı aylık bir
süre geçtiği için habercilik açısından güncelliğinin kalmadığı
söylenilebilecek bir konunun, bu kadar bir süre sonra yukarıda
değinilen içerikte ve konunun ilk kez haber yapıldığı gazetede yer
alan içerikten farklı içerik ve nitelikte tekrar kamuoyunun
gündemine taşınmasının “milli güvenlik” konusuna bağlı olarak
ortaya çıkabilecek neden ve sonuçları üzerinde durulmaksızın, maddi
olayın, yalnızca, daha önce başka bir gazetede haber yapılmış bir
hususun basın ve ifade özgürlüğü kapsamında yeniden haber yapılması
gibi bir durum olarak değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir.
31. Zira "milli güvenlik", gerek Türk hukukunda, gerek Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde ve gerekse Amerikan hukukunda ifade
özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğünün
sınırlandırma nedenlerinden birisidir. Basın özgürlüğünün ulusal
güvenlik nedeniyle sınırlandırılması devletin ve toplumun korunması
kategorisi içerisindedir.
32. AİHM de milli güvenlik kavramını değerlendirirken ülkelerin
kendi konumlarını gözardı etmemekte, her ülkenin kendi koşullarına
göre değişkenlik gösterebileceğini kabul etmekte ve bu konuda
ulusal makamlara geniş bir takdir alanı bırakmaktadır. Ancak bu
değerlendirmeyi yaparken asgari bir sınır belirlemekte ve milli
güvenlik gerekçesiyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin
haklılığının ispatlanmasını, milli güvenliğe ilişkin gizliliklerin
ve endişelerin alenileştirilmemesi yönündeki kabul edilebilir
tedbirlerin olabileceğini söyleyerek devlete yüklemektedir.
33. Somut olaya konu haberlerle, ülke içi toplumsal tartışmalara
katkı sağlamaktan öte, haberin konusunun eskimesinin önlenerek
özellikle uluslararası alanda sürekli gündemde tutulmasının ve bu
suretle Devletin dış politika alanındaki tercihlerinin zora
sokulmak suretiyle milli güvenlik aleyhine yönlendirilmesinin, bir
anlamda da Devletin suçlu olarak gösterilmesinin amaçlanmış
olabileceği, böylece de "FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün örgütsel
amaçları doğrultusunda örgüte üye olmadan bilerek ve isteyerek
yardım etmek” fiilinin gerçekleşmiş olabileceği olasılığının
(başvurucular hakkında açılacak/açılan davanın sonucundan bağımsız
olarak) sulh ceza hakiminin ilk tutukluluğa ilişkin kanaatinin
oluşmasında dikkate alınmış olabileceği gözetilmeden, başvuru
konusu tutuklama tedbirinin gerekçesinin yetersizliği, bu tedbirin
uygulanmasının neden gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden
ve tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı, tutuklama tedbiri
aracılığıyla başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine müdahale
edilmesinin hangi "zorlayıcı toplumsal ihtiyaç"tan kaynaklandığının
ve milli güvenliğin korunması bakımından demokratik toplum
düzeninde gerekli olduğunun somut olayın özelliklerinden ve
tutuklama gerekçelerinden anlaşılamadığı yargısına varılması da
eksik değerlendirmeyle varılan bir sonuç olarak ortaya çıkmış
olmaktadır.
34. Öte yandan, basın ve ifade özgürlüğü ile haber alma ve haber
verme özgürlüğünün devleti rahatsız eden konularda da geçerli
olduğunda kuşku bulunmamakla birlikte, dosyada mevcut bilgi ve
belgelerden, gelişim süreci ve içeriği yukarıda belirtilen somut
olayda, gerek İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklama kararı
verilirken ve gerekse İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliğince bu
tutukluluğa yapılan itiraz reddedilirken, olayın, salt bir haberin
yayınlanması olarak değerlendirilmediği;
a) 1/1/2014 ve 19/1/2014 tarihlerinde Hatay ve Adana'da, sonradan
Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait olduğu belirtilen bazı TIR’ların
silah zoruyla durdurulmuş olduğu, TIR’la ilgilenen MİT mensuplarına
cebir ve şiddet uygulanarak silah zoruyla arama yapıldığı, arama
yapanlarca TIR’ların içinde bulunan malzemelerin silah ve mühimmat
olduğu kaydının yapıldığı ve arama eyleminin görüntülerinin
kaydedildiği ve konunun ulusal ve uluslararası kamuoyunun bilgisine
sunulmuş olduğu,
b) Gelişmelerin hemen ardından soruşturma başlatılmış olduğu,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili birimleri tarafından
yapılan açıklamalar ve ilgili birimlere gönderilen yazılarla,
Suriye Türkmenleri'ne yardım faaliyeti yürütmekle görevli MİT
TIR’larındaki yardım malzemelerinin, 2937 sayılı Devlet İstihbarat
Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile MİT
Müsteşarlığı'na verilen görev ve yetkiler uyarınca, ülkenin milli
menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında
olduğunun ve "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından gizli kalması gereken" niteliğe sahip bulunduğunun
kamuoyuna duyurulmuş olduğu,
c) Bu arada, söz konusu arama ve konunun ortaya dökülmesi
eyleminin, bu olaydaki nihai amacının “Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni sahte ihbar ve delillerle teröre yardım eden ülke
konumuna sokarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını
sağlamak” olarak ifade edilen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün
lideri Fetullah Gülen ve Emre Uslu’nun talimatlarıyla hareket
edilerek gerçekleştirildiğinin anlaşıldığından bahisle başlatılan
soruşturma kapsamında bazı kolluk görevlileri ve yargı
mensuplarının "silahlı terör örgütüne üye olma" ve "Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını
engellemeye teşebbüs" suçlarından tutuklanmış oldukları,
d)Belirtilen duruma karşın, arama olayının üzerinden yaklaşık 1 yıl
4 ay gibi bir süre geçtiği için güncelliği tartışılabilir hale
gelmiş olan bir konu hakkında, 29.05.2015 tarihinde, “DÜNYA
GÜNDEMİNİ SARSACAK GÖRÜNTÜLER İLK KEZ YAYIMLANIYOR”, "İşte
Erdoğan'ın yok dediği silahlar", “MİT TIR’LARI AĞZINA KADAR SİLAH
DOLU”, “SAVCI ENGELLENDİ”, “SURİYE’YE SİLAH”, “MİT TIR’INDAN ÇIKAN
SİLAHLARIN DÜKÜMÜ”, “İlaçların altına gizlenmiş”, “Takçı:MİT’in
böyle bir görevi yok”, “NEDEN YAYIMLIYORUZ?” “ ‘ilaç taşıyordu’
dediler – ‘Türkmenlere yardım götürüyordu’ dediler – ‘Silah
iddiasını ısrarla reddettiler’ – ‘TIR’ı durduran savcıyı, arayan
Jandarma komutanını gözaltına aldılar’ – ‘Ama sonunda MİT’e ait TIR
içinde Suriye’ye götürülen silahların görüntüleri ortaya çıktı”
“İŞTE O SİLAHLAR” şeklinde başlık ve ifadeler ve ayrıntılı
anlatımlar içeren bir haber yapılıp yayımlanmış olduğu,
e) Haberde, yayımlanan görüntülerin “dünya gündemini sarsacak”
nitelikte olduğu ve “ilk kez yayımlandığı”nın vurgulu biçimde
belirtildiği, başvurucu Can Dündar tarafından verilen ifade de bu
hususun “Bu görüntüler 21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesinde
yayınlanan haberle ilgilidir. Ancak bazı görüntüler farklıdır.”
biçiminde açıklanmış olduğu, aynı ifadede ayrıca, yayımlanan
görüntülerin Aydınlık Gazetesi’nde daha önce yayımlanan haberle
ilgili olduğu belirtilmesine karşın, tamamen aynı bilgi ve
görüntüler olduğu yani bir anlamda Aydınlık Gazetesi’nden alıntı
yapıldığının söylenilmemiş olduğu, “Sizin haberi yayınladığınız
tarihten bir gün önce "MİT tırlarına ait görüntülerin para
karşılığında servis edildiği" şeklinde, E.E. ve B. K. arasında
yazışma yapıldığı tespit edilmiştir. Görüntüleri bu kişilerden mi
temin ettiniz? Görüntüleri yayınlamak için size para teklifinde
bulunuldu mu?" şeklinde yöneltilen soruya “Ben bu kişileri
tanımıyorum. Bana okumuş olduğunuz görüşmeden de haberim yoktur.
Zaten saat itibariyle gazete basılmıştır. Kaynağımı açıklamak
istemiyorum …” biçiminde cevap verilmiş olduğu,
f) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 29/5/2015 günü 4/5/2007
tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele
Edilmesi Hakkında Kanun'un 8. maddesinin (a) bendi kapsamında söz
konusu içeriklerin erişime engellenmesine, aynı mahiyetteki
yayınların içeriklerinin engellenmesi ve içeriğin yayından
çıkarılmaması hâlinde ilgili sitelere erişimin tamamen
engellenmesine karar verilmesinin talep edildiği, aynı gün İstanbul
8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2015 tarihli ve 2015/1330 Değişik İş
sayılı kararı ile yayımlanan haberin Türkiye Cumhuriyeti devletinin
ulusal ve uluslararası yararları ve millî güvenliği bakımından
sakınca doğuracak mahiyette bulunduğu gerekçesiyle içeriklere
erişimin engellenmesine karar verildiği;
g) Konuya ilişkin soruşturma devam etmekte iken, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü’nün
nihai amacına hizmet amacıyla Cumhuriyet Gazetesi’nin 11.06.2015
tarihli nüshasında Erdem Gül imzasıyla “kirli operasyon” başlıklı
bir haber yapıldığı,
h) Yine aynı soruşturma devam etmekte iken, söz konusu MİT TIR’ları
ile ilgili Jandarma Kriminal Analiz sonuçlarına atfen, Cumhuriyet
Gazetesi’nin 12/6/2015 tarihli nüshasında yine Erdem Gül
tarafından, "ERDOĞAN'IN 'VAR YA DA YOK' DEDİĞİ MİT TIR'LARINDAKİ
SİLAHLAR JANDARMADA TESCİLLENDİ - Jandarma 'Var' Dedi", “ÖLDÜRÜCÜ
SİLAHLAR”, “ÜRETİM YERİ RUSYA”, “Jandarma öldürücü silahları
doğruladı” şeklinde başlık ve ifadeler ve ayrıntılı anlatımlar
içeren bir haber yapılıp yayımlandığı, her iki haberde de TIR'larda
bulunduğu iddia edilen silah ve mühimmata ilişkin fotoğraflara yer
verildiği, ifadesinin alınması esnasında “Bu görüntüleri nereden,
kim yada kimlerden temin ettiniz? Ne maksatla yayınladınız? Bu
bilgi fotoğrafları yayınlamak için herhangi bir kişiden talimat
aldınız mı?” şeklinde yöneltilen soruya “Ben 20-25 yıllık
gazeteciyim. Malumunuz da olduğu üzere kaynağımı açıklayamam. Bu
nedenle kusura bakmazsanız bu konuda herhangi bir bilgi veremem….”
biçiminde cevap verilmiş olduğu,
ı) Yine aynı soruşturma devam etmekte iken, bu defa 15 Ekim 2015
tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yine Erdem Gül imzasıyla, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre yine FETÖ/PDY Silahlı Terör
Örgütü’nün nihai amacına hizmet amacıyla “besle kargayı …” başlıklı
bir haber yapıldığı;
hususlarının yanında, aynı konuya ilişkin olarak daha önce başka
bir gazetede yayımlanan haber ve görüntüler ile başvurucuların
yayınladıkları haber ve görüntülerin birebir aynı olmadığı ve bu
haber ve görüntülerin diğer gazeteden alınmadığı hususu ile
Devletin haber konusu faaliyeti bağlamında, olayların gerçekleştiği
dönemde ülke içinde ve dışında yaşanan gelişmelerin, milli
menfaatleri ve milli güvenliği doğrudan ilgilendiren konularda
ortaya çıkan gelişmelerin, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün
örgütsel amaçlarının ve bu örgütün faaliyetleri gibi olayı
çevreleyen tüm olay ve olguların ve başvuruculara yöneltilen
sorulara verdikleri cevapların gözetilerek “… şüphelilerin bu yolla
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve
yöneticilerini teröre yardım eden ülke konumuna sokarak
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılatmak amacına bilerek ve
isteyerek yardım ettikleri, bilgi, fotoğraf ve belgeleri hangi
yolla temin ettiklerini bildirmedikleri, gizlilik kararı gereği
gizli kalması gereken bu belgeleri casusluk maksadıyla temin
ettikleri ve açıkladıkları, eylemlerinin gazetecilik faaliyeti
kapsamında değerlendirilemeyeceği, Basın Kanunu'nun 11. maddesinin
cezai sorumluluğu düzenlediği ve gazetecilerin de haber yaparken
içinde yaşadıkları ve vatandaşı oldukları devletin kanunlarına ve
yargı kararlarına uymak zorunda bulundukları, şüpheli savunmaları
ve yapılan yayın içeriklerine göre kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösterir delillerin mevcut olduğu, atılı suçlar ve
öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama tedbirinin orantılı
bulunduğu …" kanaatine ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
35. Başvurucularca yapılan itirazın ilk tutuklama kararına ilişkin
olduğu hususu ile yukarıda yer verilen olay ve olgular
gözetildiğinde, gerek tutuklama kararını veren mahkemenin kararında
ve gerekse bu karara yapılan itirazı reddeden mahkemenin kararında,
kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin olarak yeterli gerekçenin
bulunduğu, bu aşamada, başvurucuların Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkı ile Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan
ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediği sonucuna
varılmaktadır.
36. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkı ile Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan
ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmediği, başvuruların
reddedilmesi gerektiği görüşüyle olayda “ihlal” bulunduğu yolundaki
çoğunluk görüşüne dayalı karara katılmıyorum.
Üye
Kadir ÖZKAYA
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvuru; Cumhuriyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ile Ankara
Temsilcisi’nin, gazete ve İnternet ortamında yayımladıkları görsel
ögeler ve bilgiler nedeniyle “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın
bilerek ve isteyerek yardım etme”, “devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” ve
“devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri
casusluk maksadıyla açıklama” suçlarından tutuklanmalarının basın
özgürlüğü ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ihlal ettiği
iddialarına ilişkindir.
2. Anayasa’nın 19., 26. ve 28. maddelerinin başvurucular açısından
ihlal edildiği yönünde Mahkememizce verilen karara aşağıda
açıklanan nedenlerden dolayı katılmamaktayım.
3. Çoğunluğun vermiş olduğu ihlal kararının gerekçesinde;
başvurucuların gazetecilik faaliyeti yaptıkları, bu faaliyet
neticesinde haberleştirdikleri hususların kamuoyunda daha önce
haber yapılmış benzer ögeler içerdiği, haberlerin yayımlanmasından
altı ay sonra ifade vermek üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına
çağrıldıktan sonra tutuklandıkları ve tutukluluklarını haklı
kılacak herhangi bir nedenin tutuklama gerekçesinde yer almadığı ve
tutukluluğu haklı kılacak yeterli suç şüphesinin bulunmadığı
belirtilmektedir.
4. Ayrıca basın ve ifade özgürlüğüne yönelik verilen hak ihlali
kararına ilişkin gerekçede; başvurucuların tutuklanmalarının basın
mensuplarının özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki
doğurabileceği ve gazetecilik faaliyetlerini toplumun bilgi alma
hakkı kapsamında özgürce yerine getiremeyeceği ihtimalleri de dile
getirilmektedir.
5. Yukarıda sıralanan gerekçelere dayanılarak Anayasa’nın 19., 26.
ve 28. maddelerinin ihlal edilip edilmediği hususunu her bir
Anayasa kuralı açısından ayrı ayrı incelemek gerekmektedir. Aksi
halde bireysel başvurunun Anayasa tarafından çizilen sınırlarının
aşılması, Anayasa Mahkemesinin ikincil bir yargı yolu olduğu
hususunun göz ardı edilmesi söz konusu olabilecektir.
6. Basın ve ifade özgürlüğü kapsamında yürütülen gazetecilik
faaliyetinin neticesinde bir olayın ya da olgunun
haberleştirilmesi, düşünce ya da fikrin yayımlanması elbette suç
sayılamaz. Sorumlu gazetecilik anlayışı çerçevesinde kamu yararına
veya kamusal tartışmalara katkı sağlayabileceği değerlendirilen
haber ve fikirlerin halka ulaştırılması gazetecinin görevidir.
Ancak gazetecinin bu görevi yerine getirirken gazetecilik etiği
temelinde hareket etmesi de gereklidir. Milli güvenlik gibi çok
hassas bir konuda gazetecilerin yapacağı haberlere yönelik olarak
devletin sınırlama getirmesi ve bu bağlamda bazı haberlerin
yapılmasının kamu otoritelerince engellenmesi mümkündür (Observer
ve Guardian Kararları AİHM). Nitekim bu tür gazetecilik etiğine
uygun olmayan eylemler suç kabul edilerek cezalandırılabilir.
7. Ancak başvurucular, “silahlı terör örgütüne üye olmaksızın
bilerek ve isteyerek yardım etme”, “devletin gizli kalması gereken
bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme” ve
“devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri
casusluk maksadıyla açıklama” gerekçesi ile tutuklanmışlardır. Bu
kapsamda sanıklara yöneltilen suçlamaların basın ve ifade özgürlüğü
çerçevesinde yapılan haber ve yayınlar olmadığı, terör örgütüne
yardım, casusluk amacıyla devlete ait sırların temin ve ifşa
edilmesi gibi çok ağır ve vahim suçlamalar olduğu
anlaşılmaktadır.
8. Başvurucuların tutuklu yargılanmalarına yönelik yaptıkları ihlal
başvurusu ile basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine
ilişkin ihlal başvuruları birlikte incelenebilecek hususlardan da
değildir. Tutuklama kararının basın ve ifade özgürlüğü kapsamında
incelenmesi İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine açılan kamu
davasının ilk duruşmasının dahi yapılmamış olması hususu göz önüne
alındığında somut olayın şartları açısından bu aşamada temel hak ve
özgürlüklerin korunmasında asıl görevli ve yetkili olan yargısal
mekanizmaların işlememesine neden olabilecektir.
9. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (Anayasa md: 26) ve basın
hürriyeti (Anayasa md: 28) kapsamında başvurucuların iddialarını
ele almanın asıl görevli ve yetkili olan yargı yerlerinin
kovuşturma yapmalarına ya da kovuşturmanın bağımsız ve etkin
şekilde yerine getirilmesine engel olacağı değerlendirilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin kendisini görevli yargı merci yerine koyarak
maddi vakıa incelemesi yapması bireysel başvurunun Anayasada
ifadesini bulan kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamayacağı hükmü ile bireysel başvuru için kanun
yollarının tüketilmiş olma şartıyla bağdaşmamaktadır. Savcılık
iddianamesinde ileri sürülen hususlar ile başvuruculara atfedilen
suçların sadece basın ve düşünceyi yayma hürriyeti kapsamında suç
sayılabilecek konulardan olmadığı bilakis TCK 220/7, 314, 328 ve
330. maddeleri uyarınca yöneltilen suçlamalar olduğu görülmektedir.
Nitekim başvurucuların yukarıda kendilerine atfedilen suçlardan her
biri için ayrı ayrı üç kez tutuklanmalarına karar verilmiştir.
10. Başvurucuların basın ve düşünceyi yayma haklarının da ihlal
edildiğini ileri sürmeleri prematüre (şartları oluşmamış) bir
yaklaşım olup, ayrıca basın hürriyeti kapsamında yapılan haberlerin
toplumun bilgi alma hakkına yönelik sosyal ihtiyaç baskısından
kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve özgürlüğe yapılan müdahale aracı
ile beklenen amaç arasında makul bir denge bulunup bulunmadığının
değerlendirilmesi bu aşamada mümkün görülmemektedir.
11. Başvurucular hakkındaki tutuklama kararlarının gerekçelerine
bakıldığında gazete ve internet sitesinde yer alan haber ve
görüntülerin gazetecilik faaliyeti kapsamında kamunun haber alma
özgürlüğünden çok, FETÖ/PDY (Paralel Devlet Yapılanması) silahlı
terör örgütünün amaçları doğrultusunda yürütülen bir faaliyet
olduğu iddia edilmektedir. Bu iddia karşısında somut başvuruyu ilk
tutuklamaya itiraz dışında, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında ele
almanın yürütülmekte olan kovuşturmayı etkileme, delillerin
değerlendirilmesinde mahkemenin takdir yetkisini daraltma sonucuna
yol açabileceği düşünülmektedir.
12. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin suç oluşturup
oluşturmadığı, basın ve ifade hürriyeti kapsamında yürütülen
gazetecilik faaliyeti sayılıp sayılamayacağı yapılacak yargılama
sonucunda toplanan delillere göre davaya bakan mahkemece
belirlenebilir. Aynı şekilde bu belirlemenin hukuka uygunluğu kanun
yollarında incelenebilir. Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar
ile delillerin takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük
ihlaline sebebiyet veren durumlar hariç olmak üzere, isnat edilen
eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı, tutuklamaya ilişkin olanlar
da dâhil kanun hükümlerin yorumu ve bunların somut olaylara
uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır (H.
Karaca Kararı AYM).
13. Mahkemelerin takdir yetkisi kapsamında olan hususlarda Anayasa
Mahkemesinin maddi vakıaya yönelik değerlendirmelerde bulunması
mümkün değildir. Somut olayda iddia makamınca ortaya konan delil ve
iddialar, gazetecilik faaliyeti olarak yorumlanarak hak ihlali
sonucuna varılmaktadır. Hukuk sistemimize 2010 Anayasa değişikliği
ile giren bireysel başvuru yolunun çerçevesi, Anayasa Koyucu
tarafından çok kesin ve açık ifadelerle belirlenmiştir. Buna göre,
bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekmektedir. Basın ve ifade özgürlüğü açısından
henüz yargısal aşamaları tamamlanmamış bir uyuşmazlık, sadece
tutukluluk incelemesi kapsamında ele alınabilecek iken
genişletilmiş bir yorum ile incelenip ihlal sonucuna ulaşılması
hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
14. Anayasanın 19. maddesi kapsamında koruma altına alınan
haklarının tutuklanmak suretiyle ihlal edildiğine ilişkin
başvurucuların iddiaları, basın ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlal
iddialarının bu aşamada incelenemezliği tespit edildikten sonra,
ancak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı çerçevesinde ele
alınabilir.
15. Ceza soruşturmasında ilk tutuklamaya ilişkin kurallar Anayasa
ve ilgili kanunlarda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anayasa’nın
19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konulduktan sonra
ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek
şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve
güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi
kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde
söz konusu olabilir (Ramazan Aras Kararı AYM).
16. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında suçluluğu hakkında
kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri
yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar
gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hakim kararı ile tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre
bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği
hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama
tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın
kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir.
İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük
ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı
Kararı AYM).
17. Somut olayda halen kovuşturması devam eden ve kamuoyunda MİT
tırları davası olarak bilinen davada FETÖ/PYD silahlı terör örgütü
mensubu olduğu iddia edilen bazı kolluk görevlileri ve yargı
mensupları “silahlı terör örgütüne üye olma”,“devletin güvenliğine
ve siyasal faaliyetlerine ilişkin bilgileri temin edip ifşa etme”
ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini
yapmasını engellemeye teşebbüs” suçlarından tutuklanmıştır. İsnat
edilen bu suçların ceza hukukunda ve Anayasa Koyucunun belirlediği
ceza siyasetinde en ağır cezayı gerektiren suçlar kategorisinde yer
aldıkları yadsınamaz bir gerçektir.
18. Hak ve özgürlükler açısından Dünyanın en ileri sayılan
demokrasilerinde bile milli güvenliğe ilişkin kaygılar söz konusu
olduğunda bireylerin ve grupların temel hak ve özgürlüklerine
yönelik belirli kısıtlamalar ve ölçülerin getirildiği
görülmektedir. Somut olay çerçevesinde Türk Devletinin Milli
İstihbarat Teşkilatına ait olduğu öne sürülen TIR'ların, niteliği
hakkında kuşku duyulan bir ihbar ile durdurularak, taşıdıkları
malzemelerin deşifre edilmesi ve daha sonra Türk ve Dünya kamuoyuna
Türk Devletinin milli güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde
konunun yansıtıldığı adli mercilerin savlarından
anlaşılmaktadır.
19. Devletlerin, varlığını sürdürmesinin teminatı olan milli
güvenliği ile ulusal çıkarları gereği kendi coğrafi sınırları
içinde veya dışında benzer faaliyetler yürüttükleri bilinmektedir.
Bu faaliyetlere ilişkin bilgi ve belgelerin görsel ve sosyal
medyada yayımlanması devlet otoriteleri tarafından kabul edilemez
bir durum olarak görülmektedir. Tüm dünyada Wikileaks Belgeleri
olarak bilinen istihbarat verilerini yayınlamakla suçlanan Julian
Assange halen Ekvador’un Londra Büyükelçiliğinde siyasi sığınmacı
olarak kalmaktadır. İngiltere ve ABD tarafından milli güvenliğe
ilişkin suçlamalardan dolayı yargılanmak üzere iadesi talep edilmiş
olmasına rağmen, Ekvador hükumetince konu Uluslararası Örgütlere
taşınmış ve reddedilmiştir. Yine aynı şekilde ABD vatandaşı olan
Edward Snowden Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansına ait gizli
bilgileri bir İngiliz gazetesine sızdırmak suçlamasıyla yüz yüze
kalmış ve ülkesi dışında yaşamanı sürdürmek zorunda bırakılmıştır.
Yukarıda adı geçen ve tüm dünyada örnekleri çoğaltılabilecek
fenomenleri dile getirmekteki amaç, milli güvenlik, devlet sırrı,
ulusal çıkar ve casusluk olguları karşısında istisnasız tüm
devletlerin belli refleksleri geliştirdikleri gerçeğini
vurgulamaktır.
20. Kara sınırı itibariyle Türkiye’nin en uzun coğrafi sınırına
sahip olan Suriye’de devam eden iç savaş ve çatışmalar Ülkemizin
milli güvenliğini ciddi anlamda tehdit eder duruma gelmiştir.
Bölgede süregelen çatışmaların yarattığı sorunlar sadece Ülkemizi
değil tüm Avrupa ülkelerini göçmenler, terör örgütlerinin eylemleri
ve küresel istikrarsızlık boyutunda etkilemektedir. Bu olumsuz
etkiler karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli güvenliği
sağlamak, ulusal çıkarlarımızı korumak ve bölgede yaşayan
soydaşlarımız ile mazlum halklara yardım etmek amacıyla gerekli
tedbirleri alması ve faaliyetleri yürütmesi Anayasa’nın Başlangıç
Hükümleri ile 3., 5. ve 6. maddelerinde sayılan devletin bütünlüğü,
devletin temel amaç ve görevleri ile egemenliğin tanımlandığı
kurallar doğrultusunda bir ödev ve siyasi yükümlülüktür. Devletin
yukarıda sayılan ödev ve yükümlülüğü çerçevesinde ve yine Devletin
bu tür görevlerini yerine getirme edimi ile kanunen bağlı olan
Milli İstihbarat Teşkilatına ait TIR'lara ve taşıdıkları
malzemelere ilişkin haber ve bilgilerin Anayasa’mızın birçok
maddesinde ifadesini bulan milli güvenlik olgusu bağlamında ele
alınmasının gerektiği açıktır. Bu açıdan bakıldığında,
başvurucuların basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği
sonucuna ulaşmak, çoğunluk kararında dile getirilen gerekçelerle
mümkün görülmemektedir.
21. Adana ve Hatay’da MİT TIR'larının durdurulmasıyla ilgili
düzenlenen iddianame Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş
ve yargılamayı yapacak ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 16.
Ceza Dairesine dosya gönderilmiştir. İddianamede sanıklar hakkında
17. paragrafta sayılan suçlar isnat edilmiştir. Başvurucuların bu
olaya ilişkin gizli görüntü ve fotoğrafları gazete ve İnternet
sitelerinde yayımlamalarının halen kovuşturması devam eden olaya
ilişkin yargı mercilerinin yönelttikleri suçlamalardan habersiz
olmadıklarını, yargılama sonucu varılacak hükümden ayrı olarak,
iddiaların devletin milli güvenliği aleyhine çok ciddi suçlamaları
içerdiğinin farkında olduklarını ortaya koymaktadır. Nitekim
bireysel başvuru dilekçelerinde bu olguyu, yargı makamlarınca
“yürütülmekte olan soruşturmanın gizliğinin ihlal edilmiş olması”
kapsamında değerlendirilebileceğini ifade ederek örtülü şekilde
kabul etmişlerdir.
22. İşin esası itibariyle bireysel başvurunun konusu olmayan ve
derece mahkemelerinde görülecek yargılama neticesinde ortaya
çıkacak olan olgular ve maddi gerçeklikler Anayasa Mahkemesi
tarafından irdelenecek hususlar değildir. Başvurucuların basın ve
ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine dair şikâyetleri yargılaması
devam eden davanın sonunda ele alınacak hususlardan olduğu
gerekçesiyle başvuruyu ilk tutuklamanın hukukiliği ve hak ihlaline
neden olup olmadığı yönlerinden incelemeye devam edelim.
23. İlk tutukluluğa ilişkin inandırıcı delil sayılabilecek olgu ve
bilgilerin niteliğinin büyük ölçüde somut olayın kendine özgü
şartlarına bağlı olduğu hususunu Hanefi Avcı kararına yaptığımız
atıfta belirtmiştik. Ancak bu nitelemeye bağlı olarak kişinin suçla
itham edilebilmesi için yakalama veya tutuklama anında delillerin
yeterli düzeyde toplanmış olması mutlaka gerekli değildir. Zira
tutukluluğun amacı yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma
sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin
doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha
sağlıklı bir şekilde yürütmektir. Buna göre suç isnadına esas
teşkil edecek şüphelere dayanak oluşturan olgular ile ceza
yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve
mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay Kararı).
24. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi, ancak hakkında suç
işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve
bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede
tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre,
(a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı
şüphesini uyandıran somut olgular varsa; (b) şüpheli veya sanığın
davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2)
tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde
bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı
verilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe
bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar
liste halinde belirtilmiştir (Ramazan Aras Kararı AYM).
25. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal
edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun
yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel
başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun
hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece
mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya
Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde
açıkça keyfilik bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline
sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi
gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla
bağdaşmaz (Ramazan Aras Kararı AYM).
26. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin suç oluşturup
oluşturmadığı, yapılacak yargılama sonucunda toplanan delillere
göre davayı görecek olan mahkemece belirlenebilir. Keza bu
belirlemenin hukuka uygun olup olmadığı kanun yollarında
incelenebilir.
27. Yukarıda zikredilen gerekçeler doğrultusunda ve Anayasa
Mahkemesi ile AİHM’in benzer kararları ışığında; başvurucular
tarafından yapılan Anayasa’nın 19., 26. ve 28. maddelerine yönelik
ihlal başvurusunu kabul edilebilirlik kriterleri açısından
yeterli saymakla birlikte, sonucu itibariyle hak
ihlaline karar verilmesinin uygun olmadığını düşünüyorum.
Üye
Rıdvan GÜLEÇ