Medya
01 Tem 2009 11:25 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:47

İSMET BERKAN MİLLİYET'İN HANGİ YAZARINI NEDEN KISKANIYOR?...

Milliyet gazetesi yazarı, benim sevgili ağabeyim H.... aradı. Sohbet ederken onu ne kadar kıskandığımı düşündüm...

Sabah Milliyet gazetesi yazarı, benim sevgili ağabeyim Hasan Cemal aradı. Bir kitap yazıyor, o sebeple bu yıl iznini deniz kenarında değil de İstanbul'daki evinde kapanmış olarak geçiriyor, iki haftadır da gazetede yazmıyor.


Sohbet ederken onu ne kadar kıskandığımı düşündüm. İki haftadır bu ülkenin kısır gündemi hakkında yazmak veya düşünmek zorunda bile kalmamış, kendi işiyle gücüyle, üretken olabileceği bir konuyla ilgilenmişti sadece.


Bense iki haftadan fazla zamandan beri birisinin yazdığı dört sayfalık bir metnin gerçek olup olmadığı gibi kırk yıl düşünsem akıl edemeyeceğim kısırlıkta ve sığlıkta bir konuyla yatıp kalkmak zorunda kalmıştım. Sadece ben bu sığlığa ve kısırlığa mahkûm olsam neyse, ülkedeki bütün gazete yöneticileri, köşe yazarlarının ezici bir çoğunluğu, siyasetçilerin hemen hemen tamamı da aynı mahkûmiyeti yaşamıştı.


Sıkılmayacağınızı bilsem, her gün günde kim bilir kaç kere Radikal'in Ankara Temsilcisi Murat Yetkin ile yaptığımız konuşmalardan bazı örnekler bile aktarabilirim. Gazetede Yazıişleri'ndeki sohbetler, haber konuşmaları da cabası. Ama en çok koyanı akşam eve gidince veya gazeteci olmayan birkaç arkadaşla bir yerde yan yana gelince cevaplamak zorunda kaldığım 'Bu belge meselesi nedir?' soruları.


***
Mesela dün Bursa'dan bir okuyucumdan, onun oğlunun Sabancı Üniversitesi'nde uygulanan bölüm değiştirme sisteminden yararlanarak ne kadar iyi eğitim aldığını anlattığı bir mektup aldım. Biliyorsunuz, Sabancı'da uygulanan sistemin YÖK tarafından kaldırılmak istenmesini eleştirdik ve YÖK de sonunda sistemin kaldırılmasına değil yaygınlaştırılmasına karar verdi. Bu mektup bana faydalı bir iş yaptığım hissini verdi, koltuklarım kabardı.


Oysa son iki haftada yazdıklarımdan, konuşmak zorunda kaldıklarımdan ötürü hayat boyu koltuklarım kabarmayacak. Bu zavallı fakir ülkenin sığlığı ve kısırlığı, hepimizi sığlaştırıyor ve iğdiş ediyor. Bunları konuşmaya mahkûm kalmamalıyız ama gündemden de kaçamıyoruz işte.


***
İnsanın aklı duruyor, diyelim mayın tartışması gibi bir konuyla karşı karşıya kalınca, diyelim belge tartışmasıyla karşı karşıya kalınca ve son olarak askeri yargı tartışmasıyla karşı karşıya kalınca...


Bu sığlıklar yüzünden, gündemin hepimizi sistematik iğdiş eden tabiatı yüzünden hafızamız da kısa ömürlü. Bugün yaptığımız askeri yargı-sivil yargı tartışmasını, asker kişilerin yargılanması tartışmasını geçmişte de yaptığımızı hatırlamıyoruz.


Bugün yaptığımız ve Başbakan'ın pek celallendiği belge tartışmasını ise çok daha vahim ve üstelik gerçekliği tartışmasız belgeler ortaya çıktığı halde geçmişte (öyle çok uzak geçmiş değil, son birkaç yıl içinde) yapmadığımızı da hatırlamıyoruz.


Honduras'taki darbeyi gördünüz mü? Darbeyle uzaklaştırılan (ve şimdi muzaffer biçimde geri dönmekte olan) kişi tam bir popülist.


Putinleşme eğiliminde. Bıraksanız zaten seçimi kaybedecek. Ülkesinin anayasasını çiğniyor. Yüksek yargıyı ve kendi partisinin çoğunlukta olduğu parlamentosunu da dinlemiyor. Ama onun bile darbeyle devrilmesini dünya kabul etmiyor, BM konuşma yapmaya çağırıyor, ABD arka çıkıyor vs.


Honduras'ta darbe bile olmamışken, yani asker sadece devlet başkanını evinden alıp yurtdışına göndermiş, yönetime el koymamışken bunu bile kabullenmeyen dünya, sanıyor musunuz ki Türkiye'de bir kalkışmaya onay verir?


Ama bizde özgüvensizlik hep tavan yapan bir şeydir, bir türlü kendimize ve ülkemizin potansiyeline inanmayız o yüzden darbeden korkmaya devam ederiz.


Kusuruma bakmayın, gündemden kaçma ihtiyacı içindeyim, birkaç gün tatil yapacağım, salı günü yeniden burada görüşürüz.

İSMET BERKAN / RADİKAL