20 Mayıs 2015 14:37
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:34
İsmail Küçükkaya: "Canlı yayında Erdoğan'ın danışmanından iki kez mesaj geldi"
Son dönemlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından eleştirilen deneyimli gazeteci İsmail Küçükkaya, BirGün'ün sorularını yanıtladı.
Fox TV'de "Çalar Saat" programını sunan tecrübeli gazeteci İsmail Küçükkaya, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın medyaya yönelik tavrını eleştirdi.
BirGün gazetesine röportaj veren Küçükkaya, canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanından iki kez SMS de aldığını belirtti.
İşte o röportaj...
Akşamüzeri gazetenin civcivli saatinde, bond çantalı takım elbiseli adamlar yazı işlerine girene kadar, pek bir şeyden haberimiz yoktu. Devam ediyor muyuz diye sorduk, hiçbir şey yokmuş gibi çalışın dediler. Oysa bir şey vardı ve o gün orada ne olduğunu anlamak için bilgisayarlarının başından fırlayan hiç kimse için hayat bir şey yokmuş falan gibi olmayacaktı. Lafı döndürmeye gerek yok, TMSF’nin el koyduğu Akşam gazetesi çoğumuzu bir safra gibi tükürdü. Bazılarımızı direkt attı, bazılarımıza istifadan başka şans bırakmadı. Birileri yeni düzenle çabuk kaynaştı... İlk giden ise Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ydı. Bana göre ılımlı, saflaşmaktan kaçınan, ortada konumlanmaya çalışan bir fotoğraf veriyordu o günlerde. Bugün Fox ekranlarında izlediğimiz görüntüsü ise daha keskin, daha net, daha eleştirel. Üstelik iktidarın, bizzat Tayip Erdoğan’ın açık hedefi oldu.
Eski yayın yönetmenimle “sivilde” buluştuk, hem dünle bugün arasındaki farkı hem de bizim gözümüzün önünde cereyan edenlerin ardında neler yaşanıyordu, konuştuk.
Erdoğan’ın sizinle ilgili sözleri, iktidarın hedefi olduğunuzu açıkça ortaya koydu. Neler yaşıyorsunuz?
Biraz eleştirel gözle bakınca, Türkiye’nin konjonktürü gereği hedef tahtasına oturuyorsunuz. Eleştiriye en az tahammülün olduğu dönemdeyiz. Birkaç kere sosyal medya ve mail hesaplarım hacklendi, sosyal medyada aleyhte kampanyalar başlıyor, birkaç kere RTÜK gazete okuduğumuz için ağır cezalar verdi. Canlı yayındayken Cumhurbaşkanı’nın danışmanından iki kere gelen mesajlar… Bütün bunlar göğüslenebilir ama bir cumhurbaşkanının meydanlarda televizyonda bir gazete patronunu eleştirmesini kabul edemem. Bu bir kere Akşam’dayken de başıma gelmişti. Sahibine, kapat o gazeteyi diye çağrıda bulunmuştu.
Erdoğan’ın tehdidinin nedeni, Rize yayını. Ne oldu orada?
Erdoğan’ın doğum yeri olan ve AKP’nin yüzde 80-85 civarı oy aldığı Rize’den yayın yaptım. 20’ye yakın Rizeli oraya gelip eleştiri yaptı canlı yayında. O üç saatlik program incelenmeli. Her zamanki gibi 06.45’te başladı 09.59’da bitti. Hiçbir kesinti yapmadık. Kapanışa bir dakika kala gençlik kolları üyesi olduklarını söyleyen 10 kişi geldi, ben konuşurken Recep Tayyip Erdoğan diye slogan atmaya başladılar, 45 saniye önce topu İstanbul’a atmak zorunda kaldım. Bunu propaganda yaparak programı kestiğim şekline dönüştürmeye çalıştılar.
Akşam’dakine kıyasla duruşunuzun keskinleştiğini söyleyebilir miyiz?
Evet. Aslında üslubuna çok dikkat eden biriyim, hâlâ dikkat ediyorum. Herhangi bir siyasi partiye yakın ya da karşı pozisyonlanmak yerine birinin doğru politikaları varsa onu savunmak yanlışı varsa da onu eleştirmek üzerine kurdum yapımı. Toplumun merkezindeyim, kendimi solcu veya sağcı diye tanımlamıyorum. Bir partiye oy veriyorum ama her defasında gönlüme sinerek vermiyorum. Adalet Kalkınma Partisi’nin olumlu icraatlarını destekledim gazetedeyken, olumsuzlarını da eleştirdim. Türkiye değişti. Bu arada yayın yönetmenliğinden ayrıldım, Fox’ta başka bir iş yapmaya başladım ama inanın hemen her gün acaba olumlu bir şey var mı diye bakıyorum, bulamıyorum. Sırf negatif haberleri görmek istemiyorum, ama şu anda durum o kadar sıkıntılı ki Türkiye’de demokrasi açısından kaygı duyuyor ve kaygılarımı dile getirmeye çalışıyorum. Tabii ki her olaya karşı tavrım var ama tarafsızlığımı nasıl gösterebilirim diye düşündüm, dedim ki bir gün soldan BirGün’ü alayım, sağdan hükümete yakın Star, Akşam, Yeni Şafak, Sabah gibi gazeteleri alayım, onları yan yana okuyorum.
Sağ diye saydığınız gazeteler uydurma haberleriyle ünlü. Muhalif gazeteler ise olanı olduğu gibi aktarıyor. Hatta bugün anaakım olduğu söylenen gazetelerin de zaman zaman manipülatif haberler yaptığı ifade ediliyor…
Gazeteler düşünüldüğünde, Türkiye’de şu anda ya hükümete yakın ya da muhalif medya var. Bizim dün merkez dediğimiz medya da hükümetin ağır baskısı altında olduğu için zaten birinci sayfada mühendislik yapıyorlar sürekli. Cumhurbaşkanı geçmişte gazete yöneticilerine birinci sayfaları önemsediğini söylemiştir. Şu anda birinci sayfalarda Erdoğan’ı kızdırmamak üzerine bir mühendislik yapılıyor.
Yayında gazeteleri yan yana okumak mühendislik mi?
Güzel soru bu. Tamamen tesadüfi yapmıyorum onu. 12 Mayıs’ta BirGün’ün manşetini aldım, tam sayfa Soma çalışmıştı, o tarihte Soma’yı bir sol gazete nasıl görmüş onu gösterdim, bir de sağ gazete nasıl görmüş onu da gösterdim. Haber karşılaştırması yaptım. İnsanların zihninde farklı bir pencere açmaya çalışıyorum.
Gezi siz gitmeden hemen önce başlamıştı ve geniş yer ayırıyordunuz Akşam’da. Ama aynı Gezi için köşenizde AKP dönemini kastederek “İnsanlar özgürlüğü sevdiler, paradoks mu?” diye yazmıştınız...
Burada bir sıkıntı var mı sizce?
AKP’nin bir özgürlük kapısı açtığını söylemişsiniz!
AKP ilk yedi yılda karşısındakileri dinledi, yine aynı görüşteydiler belki ama Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını iddia ediyorlardı. AB perspektifi vardı, ben bunu çok önemsedim. O tarihlerde Ermeni, Roman, Alevi, Kürt açılımı yaptı. Ama bir yerde bunların siyasi getiri- götürüsünü hesaplamaya başladı. Gezi Parkı’ndaki insanlar bizim gençlerimiz. Onlar 14 yılın ilk yedi yılındaki demokrasi havasını soludular. O tarihlerde pek çok olumlu adım da atıldı. Fakat son üç, dört yılda ‘Belli bir yere geldik, gücümüzü konsolide ettik, devletin kurumlarına da yerleştik, artık AB ve demokratikleşme o kadar önemli değil’ çizgisine geldi, sonra liberallerle ve demokratlarla yollarını ayırdı.
Bugün o liberaller kandırıldık, kullanıldık diyor ama.
Tayyip Erdoğan, Arınç ‘Safmışız’ diyor, Cemaat ‘Biz safmışız, bunlar hırsızlık, yolsuzluk yapıyormuş’ diyor. Liberaller ‘Safmışız’ diyor. Yakında bir saflık olimpiyatı açmamız lazım. Bakalım birinciliği kime verecekler?
Siz de AKP’nin bir dönem olumlu icraatları olduğunu ifade ederken, o saflıktan nasibinizi aldığınızı söylemiyor musunuz? Elle tutulur hiçbir şey yapılmadı çünkü.
Hayır buna katılmıyorum, gözümle gördüm çalışmaları, AB gezilerinin yüzde 70’ine katıldım, hiçbir şey yapılmadı, dememek lazım. Hiçbir zaman kandırıldım duygusuna kapılmadım, her zaman temkinliydim, koşulsuz destek vermedim. Her zaman olumlu ve olumsuz tarafları aynı anda görmeye çalıştım. Ama gurur duyuyorum Gezi Parkı ve 17-25 Aralık sürecinde hiçbir zaman haber saklamadım. Buna siz de şahitsiniz.
AKP’yi ‘Destekleyerek dönüştürmek istedik’ açıklamasına ne diyorsunuz?
Erdoğan’ı en çok kim güçlendirdi diye bakıyorum, isim isim, genel kitle liberal demokrat, benim de çok okuduğum, önemsediğim isimler; Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan Ailesi, Murat Belge. Erdoğan’ın bütün sihrini biraz bunlar yarattılar. Erdoğan’ı kendi kişilik ve kimliğinin ötesinde, başka bir paketle sundular. Şimdi Altanlar atıldı, düşman oldular, Hasan Cemal gibi bir adam şu anda Türkiye’de yazılı basında yok, internette. Cengiz Çandar çok önemli bir isimdir… Bunlar Erdoğan’ı sadece Türkiye’ye değil, Avrupa ve Amerika’ya sundular.
Persona non Grata belgeseliyle, medyada mağduriyet meselesi tekrar gündeme geldi. Bu süreçten zarar gören biri olarak, sizce en çok kimler mağdur oldu?
Mesela ben Derya Sazak’a falan baktığım zaman iyi bir sınav vermediğini düşünüyorum o tarihte. Kaç kurban verdiniz, yönettiğiniz gazete zamanında, ne yaptınız? Kurbanlar kim biliyor musunuz, muhabirler. Çünkü bir muhabir başka bir iş de yapamıyor, sadece bu meslekle karnını doyurup mutlu olabiliyor. Çok sayıda muhabir işsiz kaldı.
Süreç böyle işlemeseydi, Akşam’dan yine de ayrılır mıydınız?
Geriye baktığımda yapmasaydım dediğim tek bir şey oldu. 1 Nisan’da şaka yaptım bir gün. Gazetedeki dördüncü yılında, ‘Ayrılıyorum’ dedim. İki binden fazla telefon ve mail geldi. Şimdi düşünüyorum, çok zordu, siz yaşadınız, hiç kimse maaş alamıyordu… Demek ki diyorum ben zorlanmışım çok ve bilinçaltım o şakayı yapabilmiş. Ben Karamehmet’e beş yıl içinde en az dört ya da beş kere ‘Para koyamayacaksanız, ayrılayım’ dedim. O beşinde de şuradan para gelecek koyacağım, dedi. Borçlarını kapatın yeter, gerisini ben hallederim, döndürürüz gazeteyi diyordum...
Mehmet Ağar’la yaptığınız telefon konuşmasının sızması sonrası, Oray Eğin, verdiği bir söyleşide, daha sonra aranızın düzeldiğini ama ilk onu atmak için geldiğinizi söyledi…
Benden hemen önce maaş sorunu çok büyümüş, büyük bir tenkisat yapılmıştı. Serdar Turgut yönetiyordu. Oray Eğin onunla çok yakın arkadaştı. Beni çağırıp başına geçmelisin dediklerinde onlara tek şart koştum: Serdar Turgut ve Oray Eğin’i gazetede tutacaksınız. Sözleşmelerini ayarlayın, en az iki yıl devam etmemizi sağlayın… Çünkü gazetenin imkânları çok kısıtlıydı ve bu iki yazar çok okunuyordu. Ve Serdar Turgut’un yayın yönetmeni maaşı devam etti, ben bir yıl Ankara’dan geldiğim maaşımla devam ettim.
Ben bir kriz yönetmeye gelmiştim. Herkesin bir düzeni vardı ve ben gelince o bozuldu, birtakım korkuları olmuş anladığım kadarıyla… Siz bir gazeteyi yönetiyorsunuz, yönettiğiniz gazetedeki bir yazar başka bir gazetedeki Ahmet Hakan’la dedikodular yapıyor, altınızı oyuyor, annenize küfrediyor… Ve Soner Yalçın da dahil olmak üzere, böyle bir süreç… Bunu bilmeme rağmen konuştuk onla, yüz yüze bakarak sözleştik, birkaç kere yemeklere gittik, yönetim bizi yemeklere götürdü, daha sonra biz bunu toparladık, onun için bir tehdit olmadığımı anlamasını istedim, anladı. O tarihlerde Ankara’dan bana yoğun baskı geliyordu, “Oray Eğin’i at” diye. Ben hiçbir zaman hiçbir yazarımı atmadım.
Başka yazarlarla ilgili de baskılar gelir miydi?
İki yazarla ilgili bana baskılar geldi biri Oray Eğin biri Hüsnü Mahalli. Oray Eğin benim birinci sayfadan en çok anons ettiğim yazardır.
Eğin, aynı söyleşide, o kaydın neden şimdi ortaya çıktığı sorusuna da dikkat çekiyor. Neden şimdi?
Bana yönelik bir saldırı. Şimdiki pozisyonum birilerini rahatsız etmeye başladı, tıpkı hesaplarımın hacklenmesi, trollerin saldırması, açıktan hedef gösterilmem gibi… Fox sabah haberleri kuşağı çok etkili bir mecra oldu, kredibiliteyi sarsmaya yönelik bir hamleydi o… Ben orada bir yayın yönetmeni olarak gayet normal konuşmuşum. Bir yazarım yazı yazmış, benim de tanıdığım Mehmet Ağar’la ilgili, o yazıyı oraya koymuşum. Yazıya dokunmamışım. Yayın yönetmenliği şudur, siz haberi yapar, yazıyı basarsınız, gelen tepkiyi de göğüslersiniz, topu göğsünüze alıp yumuşatırsınız...
Orada demişim ki başkanım siz merak etmeyin, şudur budur… Oray Eğin’e söylemedim bile onu biliyor musunuz, o yazıyı bastım ve basılmış yazısına tepkiden Oray Eğin’in haberi bile yok. Sizin topu yumuşatmanız gerekir. Ben orada bir yayın yönetmeninin yapabileceği en iyi şeyi yapmışım.
Maaşın azalmaz, Sky Türk’te de program yaparsın dediler
TMSF el koyduktan sonra gazeteyle ilişkinizi anlatan iki yazı yazdınız. Onları yazarken atılacağınızı bilmiyor muydunuz?
Hayır, söyle oldu; TMSF geldi, o grubun içindeki gazeteleri yönetenlerle uzun uzun görüşmeler yaptılar. Bana benimle birlikte yola devam etmek istediklerini, gazetenin hasar almadan satılmasını istediklerini söylediler. Gayet tabii, dedim. İki üst düzey bürokratla görüştüm. Onların dürüst olduğunu biliyorum. Ancak Gezi Parkı olayları büyüdü, ben de o haberlerden kaçamadım, kaçamazdım. Cengiz Özdemir geldi… Ankara’nın böyle bir takdiri var, senin yayın yönetmenliğinden ayrılmanı istiyor Ankara, dedi. Dikkat edin TMSF değil, Ankara. Ben de saygı duyarım dedim. Ama Cengiz Özdemir, “Yazmaya devam edebilirsin, Ankara bunu istiyor, hatta bana yardım et, bu zor süreçte Akşam’ı ayakta tutalım. Sky Türk’te de program yaparsın, maaşın hiç azalmaz, sekreterin, şoförün ve makam aracın aynen devam edecek” dedi. Kabul edemem dedim.
Hükümet gezilerine ne zaman alınmamaya başlamıştınız?
Akşam’ın Ankara temsilcisiydim AKP’nin ilk döneminde, gazetem de ben de dengeliydik. O tarihlerde Erdoğan’ın bir, kendisine yakın grubu -Bugün Cemaatçi diye suçladıkları Zaman grubu her gezilerine katıldı-. İki, merkez medya dediği, Hürriyet vardı, her geziye katıldılar. Bir de her iki ya da üç geziye katılanlar vardı, ben onlardan biriydim. Bu dört, beş sene sürdü. Bir gün Abdullah Gül’le ilgili bir manşet attım, Erdoğan bana ilk tepkisini koydu ve altı yedi ay, uçaklarına çağırmadı. Zaman geçti beni tekrar iki üç geziden birine çağırmaya başladılar. Sonra Kılıçdaroğlu’nun ilk geldiği dönem Erdoğan ve Kılıçdaroğlu bir hafta arayla Show TV’ye aynı programa çıktılar, ben ikisinin reyting analizini karşılaştırdım, Kılıçdaroğlu’nunki çok yüksek çıktı, bunu manşet yaptık. Erdoğan buna çok tepki gösterdi, ikinci ambargoyu yedim. Sonra Gezi Parkı’nda koptu iş tamamen.
BirGün gazetesine röportaj veren Küçükkaya, canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanından iki kez SMS de aldığını belirtti.
İşte o röportaj...
Akşamüzeri gazetenin civcivli saatinde, bond çantalı takım elbiseli adamlar yazı işlerine girene kadar, pek bir şeyden haberimiz yoktu. Devam ediyor muyuz diye sorduk, hiçbir şey yokmuş gibi çalışın dediler. Oysa bir şey vardı ve o gün orada ne olduğunu anlamak için bilgisayarlarının başından fırlayan hiç kimse için hayat bir şey yokmuş falan gibi olmayacaktı. Lafı döndürmeye gerek yok, TMSF’nin el koyduğu Akşam gazetesi çoğumuzu bir safra gibi tükürdü. Bazılarımızı direkt attı, bazılarımıza istifadan başka şans bırakmadı. Birileri yeni düzenle çabuk kaynaştı... İlk giden ise Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya’ydı. Bana göre ılımlı, saflaşmaktan kaçınan, ortada konumlanmaya çalışan bir fotoğraf veriyordu o günlerde. Bugün Fox ekranlarında izlediğimiz görüntüsü ise daha keskin, daha net, daha eleştirel. Üstelik iktidarın, bizzat Tayip Erdoğan’ın açık hedefi oldu.
Eski yayın yönetmenimle “sivilde” buluştuk, hem dünle bugün arasındaki farkı hem de bizim gözümüzün önünde cereyan edenlerin ardında neler yaşanıyordu, konuştuk.
Erdoğan’ın sizinle ilgili sözleri, iktidarın hedefi olduğunuzu açıkça ortaya koydu. Neler yaşıyorsunuz?
Biraz eleştirel gözle bakınca, Türkiye’nin konjonktürü gereği hedef tahtasına oturuyorsunuz. Eleştiriye en az tahammülün olduğu dönemdeyiz. Birkaç kere sosyal medya ve mail hesaplarım hacklendi, sosyal medyada aleyhte kampanyalar başlıyor, birkaç kere RTÜK gazete okuduğumuz için ağır cezalar verdi. Canlı yayındayken Cumhurbaşkanı’nın danışmanından iki kere gelen mesajlar… Bütün bunlar göğüslenebilir ama bir cumhurbaşkanının meydanlarda televizyonda bir gazete patronunu eleştirmesini kabul edemem. Bu bir kere Akşam’dayken de başıma gelmişti. Sahibine, kapat o gazeteyi diye çağrıda bulunmuştu.
Erdoğan’ın tehdidinin nedeni, Rize yayını. Ne oldu orada?
Erdoğan’ın doğum yeri olan ve AKP’nin yüzde 80-85 civarı oy aldığı Rize’den yayın yaptım. 20’ye yakın Rizeli oraya gelip eleştiri yaptı canlı yayında. O üç saatlik program incelenmeli. Her zamanki gibi 06.45’te başladı 09.59’da bitti. Hiçbir kesinti yapmadık. Kapanışa bir dakika kala gençlik kolları üyesi olduklarını söyleyen 10 kişi geldi, ben konuşurken Recep Tayyip Erdoğan diye slogan atmaya başladılar, 45 saniye önce topu İstanbul’a atmak zorunda kaldım. Bunu propaganda yaparak programı kestiğim şekline dönüştürmeye çalıştılar.
Akşam’dakine kıyasla duruşunuzun keskinleştiğini söyleyebilir miyiz?
Evet. Aslında üslubuna çok dikkat eden biriyim, hâlâ dikkat ediyorum. Herhangi bir siyasi partiye yakın ya da karşı pozisyonlanmak yerine birinin doğru politikaları varsa onu savunmak yanlışı varsa da onu eleştirmek üzerine kurdum yapımı. Toplumun merkezindeyim, kendimi solcu veya sağcı diye tanımlamıyorum. Bir partiye oy veriyorum ama her defasında gönlüme sinerek vermiyorum. Adalet Kalkınma Partisi’nin olumlu icraatlarını destekledim gazetedeyken, olumsuzlarını da eleştirdim. Türkiye değişti. Bu arada yayın yönetmenliğinden ayrıldım, Fox’ta başka bir iş yapmaya başladım ama inanın hemen her gün acaba olumlu bir şey var mı diye bakıyorum, bulamıyorum. Sırf negatif haberleri görmek istemiyorum, ama şu anda durum o kadar sıkıntılı ki Türkiye’de demokrasi açısından kaygı duyuyor ve kaygılarımı dile getirmeye çalışıyorum. Tabii ki her olaya karşı tavrım var ama tarafsızlığımı nasıl gösterebilirim diye düşündüm, dedim ki bir gün soldan BirGün’ü alayım, sağdan hükümete yakın Star, Akşam, Yeni Şafak, Sabah gibi gazeteleri alayım, onları yan yana okuyorum.
Sağ diye saydığınız gazeteler uydurma haberleriyle ünlü. Muhalif gazeteler ise olanı olduğu gibi aktarıyor. Hatta bugün anaakım olduğu söylenen gazetelerin de zaman zaman manipülatif haberler yaptığı ifade ediliyor…
Gazeteler düşünüldüğünde, Türkiye’de şu anda ya hükümete yakın ya da muhalif medya var. Bizim dün merkez dediğimiz medya da hükümetin ağır baskısı altında olduğu için zaten birinci sayfada mühendislik yapıyorlar sürekli. Cumhurbaşkanı geçmişte gazete yöneticilerine birinci sayfaları önemsediğini söylemiştir. Şu anda birinci sayfalarda Erdoğan’ı kızdırmamak üzerine bir mühendislik yapılıyor.
Yayında gazeteleri yan yana okumak mühendislik mi?
Güzel soru bu. Tamamen tesadüfi yapmıyorum onu. 12 Mayıs’ta BirGün’ün manşetini aldım, tam sayfa Soma çalışmıştı, o tarihte Soma’yı bir sol gazete nasıl görmüş onu gösterdim, bir de sağ gazete nasıl görmüş onu da gösterdim. Haber karşılaştırması yaptım. İnsanların zihninde farklı bir pencere açmaya çalışıyorum.
Gezi siz gitmeden hemen önce başlamıştı ve geniş yer ayırıyordunuz Akşam’da. Ama aynı Gezi için köşenizde AKP dönemini kastederek “İnsanlar özgürlüğü sevdiler, paradoks mu?” diye yazmıştınız...
Burada bir sıkıntı var mı sizce?
AKP’nin bir özgürlük kapısı açtığını söylemişsiniz!
AKP ilk yedi yılda karşısındakileri dinledi, yine aynı görüşteydiler belki ama Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını iddia ediyorlardı. AB perspektifi vardı, ben bunu çok önemsedim. O tarihlerde Ermeni, Roman, Alevi, Kürt açılımı yaptı. Ama bir yerde bunların siyasi getiri- götürüsünü hesaplamaya başladı. Gezi Parkı’ndaki insanlar bizim gençlerimiz. Onlar 14 yılın ilk yedi yılındaki demokrasi havasını soludular. O tarihlerde pek çok olumlu adım da atıldı. Fakat son üç, dört yılda ‘Belli bir yere geldik, gücümüzü konsolide ettik, devletin kurumlarına da yerleştik, artık AB ve demokratikleşme o kadar önemli değil’ çizgisine geldi, sonra liberallerle ve demokratlarla yollarını ayırdı.
Bugün o liberaller kandırıldık, kullanıldık diyor ama.
Tayyip Erdoğan, Arınç ‘Safmışız’ diyor, Cemaat ‘Biz safmışız, bunlar hırsızlık, yolsuzluk yapıyormuş’ diyor. Liberaller ‘Safmışız’ diyor. Yakında bir saflık olimpiyatı açmamız lazım. Bakalım birinciliği kime verecekler?
Siz de AKP’nin bir dönem olumlu icraatları olduğunu ifade ederken, o saflıktan nasibinizi aldığınızı söylemiyor musunuz? Elle tutulur hiçbir şey yapılmadı çünkü.
Hayır buna katılmıyorum, gözümle gördüm çalışmaları, AB gezilerinin yüzde 70’ine katıldım, hiçbir şey yapılmadı, dememek lazım. Hiçbir zaman kandırıldım duygusuna kapılmadım, her zaman temkinliydim, koşulsuz destek vermedim. Her zaman olumlu ve olumsuz tarafları aynı anda görmeye çalıştım. Ama gurur duyuyorum Gezi Parkı ve 17-25 Aralık sürecinde hiçbir zaman haber saklamadım. Buna siz de şahitsiniz.
AKP’yi ‘Destekleyerek dönüştürmek istedik’ açıklamasına ne diyorsunuz?
Erdoğan’ı en çok kim güçlendirdi diye bakıyorum, isim isim, genel kitle liberal demokrat, benim de çok okuduğum, önemsediğim isimler; Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Altan Ailesi, Murat Belge. Erdoğan’ın bütün sihrini biraz bunlar yarattılar. Erdoğan’ı kendi kişilik ve kimliğinin ötesinde, başka bir paketle sundular. Şimdi Altanlar atıldı, düşman oldular, Hasan Cemal gibi bir adam şu anda Türkiye’de yazılı basında yok, internette. Cengiz Çandar çok önemli bir isimdir… Bunlar Erdoğan’ı sadece Türkiye’ye değil, Avrupa ve Amerika’ya sundular.
Persona non Grata belgeseliyle, medyada mağduriyet meselesi tekrar gündeme geldi. Bu süreçten zarar gören biri olarak, sizce en çok kimler mağdur oldu?
Mesela ben Derya Sazak’a falan baktığım zaman iyi bir sınav vermediğini düşünüyorum o tarihte. Kaç kurban verdiniz, yönettiğiniz gazete zamanında, ne yaptınız? Kurbanlar kim biliyor musunuz, muhabirler. Çünkü bir muhabir başka bir iş de yapamıyor, sadece bu meslekle karnını doyurup mutlu olabiliyor. Çok sayıda muhabir işsiz kaldı.
Süreç böyle işlemeseydi, Akşam’dan yine de ayrılır mıydınız?
Geriye baktığımda yapmasaydım dediğim tek bir şey oldu. 1 Nisan’da şaka yaptım bir gün. Gazetedeki dördüncü yılında, ‘Ayrılıyorum’ dedim. İki binden fazla telefon ve mail geldi. Şimdi düşünüyorum, çok zordu, siz yaşadınız, hiç kimse maaş alamıyordu… Demek ki diyorum ben zorlanmışım çok ve bilinçaltım o şakayı yapabilmiş. Ben Karamehmet’e beş yıl içinde en az dört ya da beş kere ‘Para koyamayacaksanız, ayrılayım’ dedim. O beşinde de şuradan para gelecek koyacağım, dedi. Borçlarını kapatın yeter, gerisini ben hallederim, döndürürüz gazeteyi diyordum...
Mehmet Ağar’la yaptığınız telefon konuşmasının sızması sonrası, Oray Eğin, verdiği bir söyleşide, daha sonra aranızın düzeldiğini ama ilk onu atmak için geldiğinizi söyledi…
Benden hemen önce maaş sorunu çok büyümüş, büyük bir tenkisat yapılmıştı. Serdar Turgut yönetiyordu. Oray Eğin onunla çok yakın arkadaştı. Beni çağırıp başına geçmelisin dediklerinde onlara tek şart koştum: Serdar Turgut ve Oray Eğin’i gazetede tutacaksınız. Sözleşmelerini ayarlayın, en az iki yıl devam etmemizi sağlayın… Çünkü gazetenin imkânları çok kısıtlıydı ve bu iki yazar çok okunuyordu. Ve Serdar Turgut’un yayın yönetmeni maaşı devam etti, ben bir yıl Ankara’dan geldiğim maaşımla devam ettim.
Ben bir kriz yönetmeye gelmiştim. Herkesin bir düzeni vardı ve ben gelince o bozuldu, birtakım korkuları olmuş anladığım kadarıyla… Siz bir gazeteyi yönetiyorsunuz, yönettiğiniz gazetedeki bir yazar başka bir gazetedeki Ahmet Hakan’la dedikodular yapıyor, altınızı oyuyor, annenize küfrediyor… Ve Soner Yalçın da dahil olmak üzere, böyle bir süreç… Bunu bilmeme rağmen konuştuk onla, yüz yüze bakarak sözleştik, birkaç kere yemeklere gittik, yönetim bizi yemeklere götürdü, daha sonra biz bunu toparladık, onun için bir tehdit olmadığımı anlamasını istedim, anladı. O tarihlerde Ankara’dan bana yoğun baskı geliyordu, “Oray Eğin’i at” diye. Ben hiçbir zaman hiçbir yazarımı atmadım.
Başka yazarlarla ilgili de baskılar gelir miydi?
İki yazarla ilgili bana baskılar geldi biri Oray Eğin biri Hüsnü Mahalli. Oray Eğin benim birinci sayfadan en çok anons ettiğim yazardır.
Eğin, aynı söyleşide, o kaydın neden şimdi ortaya çıktığı sorusuna da dikkat çekiyor. Neden şimdi?
Bana yönelik bir saldırı. Şimdiki pozisyonum birilerini rahatsız etmeye başladı, tıpkı hesaplarımın hacklenmesi, trollerin saldırması, açıktan hedef gösterilmem gibi… Fox sabah haberleri kuşağı çok etkili bir mecra oldu, kredibiliteyi sarsmaya yönelik bir hamleydi o… Ben orada bir yayın yönetmeni olarak gayet normal konuşmuşum. Bir yazarım yazı yazmış, benim de tanıdığım Mehmet Ağar’la ilgili, o yazıyı oraya koymuşum. Yazıya dokunmamışım. Yayın yönetmenliği şudur, siz haberi yapar, yazıyı basarsınız, gelen tepkiyi de göğüslersiniz, topu göğsünüze alıp yumuşatırsınız...
Orada demişim ki başkanım siz merak etmeyin, şudur budur… Oray Eğin’e söylemedim bile onu biliyor musunuz, o yazıyı bastım ve basılmış yazısına tepkiden Oray Eğin’in haberi bile yok. Sizin topu yumuşatmanız gerekir. Ben orada bir yayın yönetmeninin yapabileceği en iyi şeyi yapmışım.
Maaşın azalmaz, Sky Türk’te de program yaparsın dediler
TMSF el koyduktan sonra gazeteyle ilişkinizi anlatan iki yazı yazdınız. Onları yazarken atılacağınızı bilmiyor muydunuz?
Hayır, söyle oldu; TMSF geldi, o grubun içindeki gazeteleri yönetenlerle uzun uzun görüşmeler yaptılar. Bana benimle birlikte yola devam etmek istediklerini, gazetenin hasar almadan satılmasını istediklerini söylediler. Gayet tabii, dedim. İki üst düzey bürokratla görüştüm. Onların dürüst olduğunu biliyorum. Ancak Gezi Parkı olayları büyüdü, ben de o haberlerden kaçamadım, kaçamazdım. Cengiz Özdemir geldi… Ankara’nın böyle bir takdiri var, senin yayın yönetmenliğinden ayrılmanı istiyor Ankara, dedi. Dikkat edin TMSF değil, Ankara. Ben de saygı duyarım dedim. Ama Cengiz Özdemir, “Yazmaya devam edebilirsin, Ankara bunu istiyor, hatta bana yardım et, bu zor süreçte Akşam’ı ayakta tutalım. Sky Türk’te de program yaparsın, maaşın hiç azalmaz, sekreterin, şoförün ve makam aracın aynen devam edecek” dedi. Kabul edemem dedim.
Hükümet gezilerine ne zaman alınmamaya başlamıştınız?
Akşam’ın Ankara temsilcisiydim AKP’nin ilk döneminde, gazetem de ben de dengeliydik. O tarihlerde Erdoğan’ın bir, kendisine yakın grubu -Bugün Cemaatçi diye suçladıkları Zaman grubu her gezilerine katıldı-. İki, merkez medya dediği, Hürriyet vardı, her geziye katıldılar. Bir de her iki ya da üç geziye katılanlar vardı, ben onlardan biriydim. Bu dört, beş sene sürdü. Bir gün Abdullah Gül’le ilgili bir manşet attım, Erdoğan bana ilk tepkisini koydu ve altı yedi ay, uçaklarına çağırmadı. Zaman geçti beni tekrar iki üç geziden birine çağırmaya başladılar. Sonra Kılıçdaroğlu’nun ilk geldiği dönem Erdoğan ve Kılıçdaroğlu bir hafta arayla Show TV’ye aynı programa çıktılar, ben ikisinin reyting analizini karşılaştırdım, Kılıçdaroğlu’nunki çok yüksek çıktı, bunu manşet yaptık. Erdoğan buna çok tepki gösterdi, ikinci ambargoyu yedim. Sonra Gezi Parkı’nda koptu iş tamamen.