''İSLAM ÜLKELERİ AYAKTA TÜRKİYE'DE NİYE TIK YOK!'' RUŞEN ÇAKIR'DAN TÜRKİYE ANALİZİ!
Müslümanları sokağa döken ve şiddettle tırmanan film protestoları neden Türkiye'de bir karşılık bulmuyor?
Libya, Mısır, Yemen, Tunus, Sudan başta olmak üzere İslam dünyasını
ayağa kaldıran “Müslümanların Masumiyeti” adlı film ülkemizde çok
şiddetli protestolara yol açmadı. Saadet Partisi, Mustazaflar
hareketi ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çok ses getirmeyen
bazı eylemlerini saymazsak dün sokaklarımız hayli sakindi. Halbuki
özellikle Cuma günleri, mesela bundan 10-15 yıl önce, namaz
çıkışlarında sıklıkla İslamcıların protestolarına tanık
olurduk.
Bu yazıda bu dikkat çekici durumun nedenlerini sorgulamaya
çalışacağız ancak öncelikle kişisel görüşümü aktarmak istiyorum:
Daha kim ya da kimler tarafından üretildiği belli olmamakla
birlikte bu filmin (Yoksa “sözde film” mi demeliyiz?) yegane
amacının Müslümanları tahrik etmek ve onların göstereceği
tepkilerden yararlanarak Batı dünyasında zaten varolan İslam
alerjisini, hatta fobisini artırmak olduğu aşikâr. Hal böyle olunca
bu filmi gerekçe göstererek (ya da bahane ederek) şiddete
başvuranlar oyuna gelmiş oluyorlar. Dolayısıyla ülkemiz
dindarlarının bu senaryonun bir parçası olmaması son derece
olumludur. Bununla birlikte, yakın geçmişte benzer olaylarda
yaşanmış olan protestoları hatırladığımız çok ciddi bir değişiklik
olduğunu fark ediyoruz. Söz konusu değişikliği sadece dindarların
zamanla serinkanlı davranmayı öğrenmiş olmaları ile açıklamanın
mümkün olduğunu da sanmıyorum. O zaman “ne oldu da bu değişiklik
yaşandı?” sorusunun cevabını aramamız gerekiyor.
Öncelikle Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” romanı, Theo van
Gogh’un “Teslimiyet” filmi veya Danimarka’da Jyllands Posten
gazetesinde yayınlanan karikatürlerle ilgili olarak yaşanan
krizlerden farklı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu
vurgulamalıyız. Bu kez tam bir “korsan” faaliyet söz konusu: Kimin
yazdığı, kimin yönettiği, kimin yapımını üstlendiği bile belli
olmayan bu filmin herhangi bir sanatsal vs. iddiası da yok.
Türkiye’de dindarların bu olguyu daha fazla kaale aldıklarını ve
komplolardan uzak durduklarını söyleyebiliriz.
Öte yandan protestolar başlar başlamaz işin içine terörün girmiş
olması, Amerikan diplomatik temsilciliklerine saldırılması ve
ABD’nin Libya Büyükelçisi’nin öldürülmesi de insanların tepkilerini
dizginlemelerine ve İslam diniyle şiddetin özdeşleştirilmesine
katkıda bulunacak hareketlerden uzak durmalarına yol açmışa
benziyor.
Bir “devlet projesi” olarak İslamcılık
Ancak Türkiye’deki sakinlik daha genel bir olguyla doğrudan
ilintili. Salı
(http://rusencakir.com/Bir-devlet-projesi-olarak-Turkiyede-Islamcilik/1820)
ve Çarşamba günkü
(http://rusencakir.com/AKPden-bagimsiz-Islamcilik-kaldi-mi/1821)
yazılarımda da dile getirdiğim gibi, Türkiye’de İslamcılığın belli
bir süredir bir “devlet projesi” halini aldığına ve AKP’den
bağımsız kaydadeğer bir İslamcı hareketin kalmadığına inanıyorum.
Yani herhangi bir konudaki İslami itiraz, tepki ve taleplerin
eninde sonunda AKP hükümetine ve Başbakan Erdoğan’a endekslenmiş
olduğunu, onun onay ve teşviği olmayan İslamcı inisiyatiflerin
etkili ve sonuç alıcı olma ihtimali bulunmadığını düşünüyorum.
Akla ilk olarak tabii ki Mavi Marmara örneği geliyor. Hükümetin
aktif dahli ve desteğinden güç ve meşruiyet alan dindarlar ülkenin
dört bir yanında seferber oldular ve bu konu hakkında duyarlılık
yarattılar. Somali, Arakan gibi bölgelere yönelik yardım
kampanyalarının belli bir ilgi görmesinin gerisinde de esas olarak
hükümetin ve Erdoğan ailesinin bu konulara angaje olması vardı.
“Amerikancı İslam” mı?
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ali Sirmen önceki gün benim
“AKP’den bağımsız İslamcılık kaldı mı?” başlıklı yazımdan ilhamla
“ABD’den bağımsız İslamcılık kaldı mı?” diye bir yazı kaleme aldı.
İlginçtir, Sirmen’le ideolojik olarak çok farklı olan bazı
İslamcılar da AKP’nin İslami hareketin önemli bir bölümünü sistemin
merkezine taşımasını esas olarak bir “Amerikan projesi” olarak
görüyorlar. Açıkçası Türkiye’de İslami hareketin yaşadığı
değişiklikleri, geçmişten kalma “Yeşil kuşak”; günümüzün “ılımlı
İslam”, Büyük Ortadoğu Projesi ve zamanlarüstü “Amerikancı İslam”
gibi kavramlarla anlamaya ve açıklamaya çalışmanın pek işe
yarayabileceği kanısında değilim.
Şöyle ki Türkiye’nin tarihinde din ile devlet hep iç içe geçmiş,
cumhuriyetle birlikte bu gelenekte belli bir kesinti yaşanmıştır.
Yeni ulus-devlet inşasında dışlanmış olan dindarların çokpartili
hayatla birlikte yeniden sistemin merkezine taşınmaları çok sancılı
oldu. Nihayet AKP’nin 10 yıllık iktidarıyla birlikte bu taşınma
büyük ölçüde tamamlanmışa benziyor. Dolayısıyla Türkiye gibi büyük
bir ülkenin merkezinde yer alan, yani kaybedecek çok şeyleri olan
dindarların, son film krizi gibi bazı kritik konularda, kaybedecek
pek fazla şeyleri olmayan başka ülkelerin Müslümanlarıyla aynı
dalga boyunda hareket etmemeleri son derece doğaldır.
Ruşen Çakır/Vatan