İrfan Değirmenci Olayı: Medya mensupları “Siyasi kanaat” belirtmemeli mi?
Medyaradar medya analisti Atilla Akar, İrfan Değirmenci olayı dolayısıyla medya mensuplarının “siyasi kanaat belirtme hakkı”nı değerlendirdi…
Efendim; malum İrfan Değirmenci olayı bütün hafta medyamızın ana
gündemiydi. Gerçekten de büyük bir tartışma yarattı. İşin bu kadar
köpürmesinin bir nedeni de belli bir kesimin insanlarının şu
sıralar hakikaten “muhalif bir kahraman”a çok ihtiyaç
hissetmeleriydi herhalde. Onu da kendilerince Değirmenci’nin
“çıkışı”nda buldular galiba!
Neyse; bu boyutu şimdilik bir kenara koyalım. Lakin önce şu soruya
bir cevap arayalım isterseniz. “Medya mensupları referandum gibi
önemli siyasi konularda görüş belirtmemeli mi?”, “Belirtirse hangi
şartlarda ve kimler belirtmeli?”, “Son yaşananlar bunlara ne ölçüde
uyuyor ya da uymuyor?”, Yayın kuruluşlarının çalışanlarının kişisel
görüşleri üzerindeki etkisi nereye kadardır? Bu hususların
sınır ve kapsamı iyi çizildiğinde ve “bireysel özgürlükler”den yana
tavır alındığında farklı bir perspektif ortaya çıkmaktadır. Bende o
açıdan bakıyorum zaten…
BİR NOKTAYA KADAR NORMAL ONDAN SONRASI
TARTIŞMALI
Şüphesiz ki her yayın kuruluşunun kendine göre birtakım ilkeleri
vardır. Bunlar genel gazetecilik ilkeleri ile sarmalanmış
ilkelerdir. Bunların bazıları açıkça deklare edilmiş bazıları
söylem olarak yerleşmiştir. (Hoş, pratikte pek uygulanmaz ya da
kolayca çiğnenir ama neyse!) Hele de içinden geçmekte olduğumuz
“Hassas dönem”de bunlara uyulması daha bir önem arz eder. Üstelik
ortada Doğan Grubu gibi çoktandır “sıkıştırılan” bir yayın grubu
varken. O bakımdan bir yayın grubunun mensuplarından –hele de
tanınan yüzlerinden- bazı konularda daha hassas davranmalarını
beklemeleri bir ölçüde normaldir. Sonuçta hiçbir yayın kuruluşu bir
çalışanının kişisel tutumu yüzünden başına “bela” almak istemez.
Çünkü her kuruluştan sorumluluk sınırını bilmeyen tipler çıkabilir.
O yüzden bu gibi hassasiyetler bir noktaya kadar “normal”dir ama
bireysel alana müdahil olmaya başladıkları anda tartışmalı hale
gelirler.
Nitekim Doğan Grubu’da İrfan Değirmenci’nin uzaklaştırılmasına
gerekçe olarak “Yazdığı mesajlarla kamuoyunda tartışılan bir konuda
‘Taraf’ olduğu” hatırlatılmış ve böyle gerekçelendirilmiştir. Şimdi
de yapılan yeni açıklama ile “Özellikle sunucu veya ekran yüzü
olarak görev yapan arkadaşlarımızın, kişisel görüşleri ne olursa
olsun tarafsız bir konumda olmaları daha da önem taşımaktadır. Zira
bir görüşe angaje olmaları, haberin tarafsızlığı ilkesini
zedeleyecek bir nitelik taşımaktadır. Bu konum, kişisel görüşlerini
ifade için yazarlık yapanların durumu ile aynı değildir. Yazar ve
yorumcudan beklenen, kendi görüşünü Yayın İlkelerine uygun bir
üslup ve içerikle kamuoyu ile paylaşmasıdır.” denilmiştir.
YASAĞIN KENDİSİ BİR TÜR “ZORLAMA”DIR!
İlk bakışta çok “ikna edici” gibi duruyor değil mi? Lakin burada
bir “handikap” var. O da şudur: o medya mensubunun kendi kişisel
kanaat belirtme özgürlüğü nereye gitmiştir? Bu arada yazara tanınan
özgürlük (Fatih Çekirge örneği) kendi spikerlerine neden
tanınmamıştır? (Buradaki “fark” elbette anlaşılırdır!) Tam bu
noktada “haberin tarafsız verilmesine gölge düşürür” gibi bir
“itiraz” yapılacaktır. (Nitekim yapılmıştır) Oysa sanırım sınırı
şaşırılan şudur: bir haber sunucusu şayet bunu program sınır ve
içeriği içinde yapıyorsa (Ki bunu çok “inceden” yapanlar zaten
vardır!) hakikaten “sorunlu” bir durumdur. Yahut içinde bulunduğu
kurumun olanaklarını, sosyal medya mecralarını kullanarak, sanki o
kurumu bağlar bir şekilde yapıyorsa gene sorunludur. “Tarafı”nı
programına taşıyorsa gene problemdir. O zaman böylesi kurumsal ve
bireysel imaj çakışması riski doğabilir!
Ancak bu kişi kendi kişisel hesabından, tamamıyla kendisini bağlar
şekilde yapıyorsa bence sorun yoktur. (Şayet bunu hakarete, küfre,
iftiraya, vb tavırlara vardırıyorsa o zamanda sorunludur.) Bunların
dışında kalanlar tamamıyla onun “kişisel özgürlüğü” dahilinde kabul
edilmelidir. Hiç kimse filan yerde çalışıyorum diye siyasi
görüşlerini ipotek veremez. Aksi ve zorlayıcı bir tavır, (Hukuki
şartlara veya “Yayın ilkeleri” söylemi kılıfına uydurulsa da)
“Düşünce ve ifade özgürlüğü”ne terstir, sınırlayıcı hatta
baskıcıdır. Burada “yayın ilkeleri” söylemine yedirilmiş, inceden
bir baskıcılık ve sınırlayıcılık doğmaktadır.
Şayet Değirmenci veya başka biri programı esnasında veya o
programın içeriğine bir şekilde yedirerek “evet” veya “hayır”
propagandası yapsaydı, izleyicilere bu yönde çağrıda bulunsaydı,
açıkça veya dolaylı bu yönde bir baskı kursaydı haklı
olabilirlerdi. Lakin böyle bir durum yok. Tamamıyla kendisine ait
bir alandan kendi fikrini biraz ajitatif görünse de belirtme durumu
söz konusudur.
PROBLEMİ YARATAN DAYATMACI ANLAYIŞTIR!
Bence sorunu yaratan bu “dayatmacı” anlayıştır. (Üstelik bu anlayış
ortadan kalktığında kurumsal suçlanma riski de kaybolacaktır.) Olay
“kişisel” bir tutum olarak algılanacaktır. Nasıl kurumun yayın
politikalarından o medya mensubu sorumlu değilse o kişinin de
kişisel görüşlerinden medya kuruluşu sorumlu değildir. Maalesef son
dönemlerde –dünyada da örnekleri olduğu gibi- medya kuruluşları
kendi birtakım vehimleri gereği çalışanlarına böylesi sınırlamalar
getirebilmektedir. Kendilerine göre “haklı” kaygıları da
olabilir.
Fakat bu sorunun çözüm yolu yasak ve sınırlamalar değil, kişisel
özgürlük alanıyla kurumsal sorumluluklar alanının ayrımlarının iyi
çizilmesidir. Bu yapılamadığı sürece –başka faktörlerinde araya
girmesiyle- bu gibi suçlanmalarla hep karşılaşılacaktır. Görüldüğü
üzere bu gibi “ambargolar” daha çok sorun yaratıyor!
Medya mensupları siyasi görüş ve tutumları olmayan kişiler
değildir. Onlar bu görüşlerini haberlerine bulaştırmamakla
yükümlüdürler sadece. İrfan Değirmenci olayında da bu prensip
işleseydi sorun olmazdı. Çünkü Değirmenci “Hayır” çağrısında
bulunurken haber mecrasını, ekranı ya da kurum imkânlarını değil
kendi kişisel sosyal mecra alanını kullanmıştır. Bu ise tamamıyla
onu bağlar.
MEDYA MENSUBUNUN “KENDİSİNİ İFADE ETME ÖZGÜRLÜĞÜ” NE
OLACAKTIR?
Ne olacaktır yani? Sırf medya kuruluşu istemiyor diye medya mensubu
kendi kişisel görüşlerini açıklamaktan çekinecek midir? Açıkladı
diye başına bunlar mı gelecektir? Siyasi görüş ve
tercihlerini bireysel düzeyde iptal mi edecektir? İnsanlar öyle
olmadıkları halde “apolitik” ya da “tavırsız” rolü mü yapacaktır?
Tüm toplumun ifade özgürlüğü savunulurken kendi mensubuna “yasak”
mı konulacaktır? Bu da bir tür “Baskı” değil mi? Ne yazık ki bu
konu hiç tartışılmayan bir “klişe” haline gelmiştir. Oysa bu haklar
“Bunlar bizim yayın ilkemiz” denilerek ya da bir kâğıt
imzalattırılarak kolaylıkla kaybolacak türden haklar değildir.
Temel haklardandır…
Kaldı ki son olayda ülkenin geleceğine dair çok mühim bir oylama
yapılacaktır. Ülkenin her ferdinin bu konuda sınırlanamaz söz
söyleme ve kanaat belirtme hakkı vardır. Her medya mensubunun da bu
konuda bir tutumu vardır ve beyan etme hakkı da olmalıdır.
(Atıyorum; bu kişi bir siyasi parti ya da sosyal grup üyesi olsa,
bu konudaki mitingine katılması mı engellenecektir? Siyasi yasak mı
getirilecektir? “İllegal davranış” muamelesi mi görecektir?) O
yüzden bence yasağın kendisi saçmadır. Bırakın isteyen istediği
şekilde kendi bireysel alan ve imkânlarıyla belirtsin. Aksi -şu an
olduğu gibi- suçlamalara daha müsait ve yanlış bir ortam
sağlamaktadır.
SORUN “EVET” VEYA “HAYIR” DEĞİL DAHA TEMEL BİR
HAKTIR!
Bu noktada irfan Değirmenci veya başka bir birinin “Evet” veya
“Hayır” deme, bu yönde beyanda bulunma hakkı her halükârda
geçerlidir. Şayet herhangi bir yayın kuruluşu bireysel
düzlemde böylesi sınırlamalar getirme inisiyatifini kendinde
bulmaya başlarsa bunun sonu yoktur. Kurumu kamuoyu karşısında
açıkça küçük düşürmediği, yanlış kanaatlere yol açmadığı sürece
“Bireysel” konum ve mecrada her tür açıklamada bulunma hakkı medya
mensubunun da hakkıdır. Yayın kuruluşu bir şeylerden çekiniyor ya
da o anki hesaplarına uymuyor diye bağımsız birer birey olan
mensupları da buna uymak zorunda mıdır? Bu ona mensubunun “kişisel
özgürlükler alanı”nı da denetleme, sınırlama hakkını verir mi?
Verirse nereye varırız?
Kabul, medya mensubu aynı zamanda “kamusal bir görev” yapar ama
sonuçta “kamu memuru” değildir. (Kaldı ki şu an –maalesef- kamu
memurlarının bile “taraf”girliklerini belli ettiği, yasalar gereği
“tarafsız” olmaları gereken makamların bile kampanya yürüttüğü bir
ortamdayız) Kamuya karşı yanıltıcı, şartlayıcı, yönlendirici yayın
yapmamakla yükümlü olmaları “kişisel görüşleri” olmadığı anlamına
gelmez. Önemli olan bunu bir kemaliyetle ifade etmeleridir.
Kendilerini bağlar…
Anladık; bunu yayınlarına taşıyamazlar. Ancak bireysel bazda, kendi
özgürlük alanları içinde ifade edebilirler. Bu hakkı nasıl devlet
ve yasalar sınırlayamıyorsa yayın kuruluşları da çalışanlarına
karşı sınırlayamazlar bence. Sadece bunu yaparken bazı noktalarda
daha dikkatli olmalarını, üsluplarına sahip çıkmalarını
isteyebilirler, talep edebilirler. Gerisi onların
tercihlerine kalmıştır. Bir eleştiri veya tepki olacaksa da bu
zeminde yapılır.
İRFAN DEĞİRMENCİ OLAYI KONUYU TARTIŞTIRMALI!
Aslında bütün sorun buradan çıkmaktadır. Medya kuruluşları kendimi
koruyayım derken üyelerinin en temel haklarını korumaktan
vazgeçmişlerdir. Hatta korumak bir yana çeşitli bahanelerle çiğner
hale gelmişlerdir. Bu konunun riskli ve kaygan bir zemin
yarattığını bilmekle beraber, gene de sorunun asıl çözümünün
mensuplarını bu noktada baskılamamak olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz
bunun sınırı iyi çizilmelidir. Bu “hak” kötüye kullanılır, yayıncı
kuruluşu zor duruma düşürür şekilde de değerlendirilemez. O zaman
hakikaten “gereği” yapılır.
Burada tartıştığımız son referandumdan bağımsız olarak, “evet” veya
“hayır” denilmesiyle de ilgili bir durum değildir. Daha “prensibe
dair” bir tartışmadır. Olaya dar noktadan bakan yanılır. Burada
medya mensuplarına yönelik gereksiz bir “kısıtlayıcılık” vardır. Bu
sürdüğü sürece benzeri sorunlar her an her yerde patlak
verebilir.
Aksi taktirde bu gibi manzaraların çıkması kaçınılmazdır. Bırakın
isteyen istediğini savunsun, şayet bir takım kendini bilmezler,
sorumsuzlar çıkarsa da medya kendi önlemleriyle onu izole etmesini
bilecektir diye düşünmek istiyorum…
İrfan Değirmenci olayının konunun bu yönde de tartışılmasına vesile
olmasını ümit ediyorum…
NOT 1: Doğan Grubu en hafif tabirle bu garip
hareketlerini, “Hayırcılar”ı şutlayıp, “Evetçiler”i sözüm ona
sürekli kollamayı sürdürür göründüğü sürece “şüpheli” konuma
düşecektir. Bu durum tersinden bir “algı operasyonu” kanaati
oluşturabilir. Benden söylemesi!
NOT 2: İrfan Değirmenci Anıtkabir’e giderek bir
fotoğraf çektirmiş ve yayınlamış. Gereksiz ve manasız bir hareket
olarak gördüğümü belirtmeliyim. Olaya bu tarz bir “Kemalist
popülizm” ile yaklaşılırsa iş bir hakkı savunmaktan çıkıp bir
“kutuplaşma” yaklaşımına hizmet eder.
15.02.2016.
[email protected]