İNTİKAM PEŞİNDEKİ POLİSLER SOKAKLARDA!
Sinemalarda bu hafta hangi filmler var ve daha da önemlisi siz hangisine gitmelisiniz? Murat Tolga Şen'in Cineradar köşesini okumadan bilet almayın!
Psikoloji eğitimi almış cinayet masası dedektifi Dr. Alex Cross,
Detroit Polis Departmanı’nda çalışan ve kariyeri boyunca birçok
tuhaf vakayla karşılaşıp bunları ustalıkla çözen bir memurdur.
Ancak karşısına çıkan son vaka oldukça zorludur. Kurbanlarını vahşi
şekillerde öldürüp her seferinde arkasında bir Picasso tablosu
bırakan bu seri katil, Picasso adını verirler. Bu kovalamaca bir
kedi fare oyununa dönüşür ve Alex Cross bir yerde büyük bir hata
yapar. Bu hata ise psikopat katilin Alex Cross ve ailesini hedef
almasına neden olur. Hayatının pişmanlığını yaşayan Cross için
işler kişisel bir boyut kazanmış olur ve kendi ahlaki ve psikolojik
sınırlarını sınayacağı bir sınava dönüşür.
Başrollerini Tyler Perry ve Matthew Fox’un paylaştığı aksiyon ve
gerilim dolu filmin yönetmen koltuğunda Rob Cohen bulunuyor.
Murat Tolga’nın kritiği: Alex Cross hem zekası hem
de kaslarıyla en imkansız davaları çözen siyahi bir polis, bir tür
modern zaman Sherlock Holmes’u... Kurallara sıkı sıkıya bağlı tam
bir aile babası ve tüm bunları topladığınızda elimize Cehennem
Silahı (Lethal Weapon)’nın Roger Murtough’unun bir replikası
çıkıyor. Taklit anlaşılmasın diye de birbirine aşık iki yardımcısı
var. Üçlü takım bu tür polisiye aksiyonlarda çok alışık olmadığımız
bir şey ancak bu sadece dramayı güçlendirmek için atılmış bir yem.
Gelişme bölümünde Alex Cross ve ortağı tam bir Cehennem Silahı
ekibine dönüşüyor ancak 80’ler eğlenceli polisiyenin altın çağıydı
ve sanırım söylenecek her şey söylendi bu konuda...
Film, hakkında uzun uzadıya yazılacak bir öneme sahip değil.
Kahramanlar taklit ve zayıf olunca hikaye kötü adamı öne çıkarmaya
çalışıyor. Matthew Fox’un canlandırdığı Picasso, psikopat ruh
halinde takılan bir kiralık katil, aktörün bu rol için sıkı
hazırlandığı da ortada ancak zayıf hikaye ona karakteri için fazla
bir alan açamıyor. Nihayetinde o da bir replikaya dönüşüyor; Çakal
(The Jackal)’daki Bruce Willis diye yazsam anlarsınız. Uzun
menzilli tüfekle suikast sekansında "yok artık" diyecek kadar aşırı
bir esinlenme söz konusu.
Senaryo Cehennem Silahı’dan çalıp çırpmaya bir ara öyle dadanıyor
ki, dramaya katkı olsun diye kahramanlar büyük kayıplar yaşıyor.
Eskilerden bir seyirciyseniz, Cehennem Silahı 2 (Lethal Weapon
2)’de Martin Riggs’in sevgilisinin öldürüldüğü sekansı
hatırlayın.
Yine de siz eleştirmene takılmayın, Alex Cross çok da sıkıcı bir
film değil ancak sıkı bir tür takipçisinin her anında başka
filmlerle benzeşmeler yakalayacağı, gişe garantili formüllere
fazlaca sırtını dayamış bir yapım... Yeni nesil sinema takipçileri,
ellerinde mısırlar, keyifle izleyebilirler ama şu da biline; Alex
Cross, TV kanallarının kilo hesabı alıp geceyarısından sonra
gösterdiği polisiyelerin biraz daha eli yüzü düzgün uygulanmış
hali.
Film, Lost dizisinin yakışıklı doktoru Jack Shepperd’ı farklı bir
rolde izlemek isteyenler için iyi bir fırsat. Ortalama bir "kötü
adam" performansı olsa da aktörün geçirdiği fiziksel değişim
inanılmaz. Bunun dışında hep izlediğimiz "kendini zeki zanneden"
Amerikan Polisiyelerinden ötesi değil Alex Cross, seviyorsanız
gidin izleyin bence ancak beklentinizi düşük tutmakta fayda
var.
MENEKŞE’DEN ÖNCE
Hüsne Kaya, iki çocuğunu 2 Temmuz 1993’te meydana gelen Sivas
Katliamı’nda kaybeder ve bu acı kayıplardan sonra Menekşe adını
verdikleri bir kızları dünyaya gelir. O gün Sivas’ta yaşananlar
ailenin hafızasından asla silinmemekte ve Menekşe o acı güne dair
anlatılanlarla büyümektedir. Menekşe büyür ve artık hiç göremediği
ağabeyini ve ablasını tanımak istediğine karar verir. O gün orada
yaşananların peşine düşen Menekşe, yazar Lütfiye Aydın’ın kitabını
okuyarak başladığı bu yolculuğu, o gün Madımak Oteli’nde
bulunanları ve yakınlarını bir araya getirip, yaşanan acıları
birincil ağızlardan duymamızı sağlıyor. Soner Yalçın’ın
yönetmenliğini yaptığı Menekşe’nin arayış öyküsü, o gün Madımak
Oteli’nde yaşananların gerçek görüntülerine de yer veriyor.
Murat Tolga’nın notu: Geçen yıl, Altın Portakal
Film festivalinde gösterilen Soner Yalçın belgeseli "Menekşe’den
Önce" yoğun bir izleyici katılımıyla gözyaşları içinde
izlemiştik.
AKM’nin en küçük salonunda yapılan gösterime yoğun seyirci ilgisi
yaşanmış ve oturacak yer kalmamıştı. Ancak izleyiciler dönmek
yerine merdivenlerde ya da ayakta oturarak filmi izledi. 70
dakikalık gösterimde salondan yükselen gözyaşları ve hıçkırıklar
yaşanan acının hiç dinmediğini işaretliyordu.
Olayın birinci elden tanıklarının anlatımları ve aktüel görüntüler
eşliğinde akan "Menekşe’den Önce"nin gösteriminin hemen ardından
yapılan seyirci söyleşisine ktılan Metin Altıok’un kızı Zeynep
Altınok çarpıcı açıklamalar yapmıştı.
"Öldürmesi bol bir ülkeyiz, şimdi öldürmüyorlar belki ama hapse
atarak, susturarak düşünceleri öldürüyorlar."
"19 yıldır devam eden zorlu bir yolculuk Madımak’ın dava süreci...
Soner Yalçın’ın gözünden yansıyan bu filmin farkı şu: hiç bir şey
bu kadar yalın paylaşılmamıştır. Bazı sorular sorulamaz, bazı
acılar paylaşılamaz ama çok yakın bir tanığı olan ben bile bu
belgeselde daha önce görmediğim, bilmediğim acıları gördüm,
anladım. İnsanlar acılara değer, gerçeklerle yüzleşirse bu acımızı
teskin edebiliriz. Biz öfke duymuyoruz sadece adalet
istiyoruz."
"Bu çalışma başladıktan ve çekimler bitip montaj devam ederken
Soner Yalçın tutuklandı ve film yarım kaldı. Bütün olanaksızlıklara
rağmen avukatları aracılığıyla ilettiği bilgilerin ışığında filmi
tamamladık. Soner de filmin ne pahasına olursa olsun tamamlanmasını
istedi. Biz de elimizden geldiğince onun kafasındakileri anlamaya
çalışarak filmi tamamladık. Şu anda o da çok heyecanlı, ve filmin
etkisinden sizin yorumlarınız sayesinde haberi olacak."
O söyleşi de not aldığım sözlerden biri de şu idi; Filmi vizyona
sokmayı çok istiyoruz. Bu acılara duyarsız kalmak mümkün değil,
umarım filmi daha çok kişiye ulaştırabiliriz."
Menekşe’den Önce, nihayet bugün gösterime giriyor. İzleyin…
ZAFERE HÜCUM
1976 yılında gerçekleşen Alman Grand Prix yarışında Niki Lauda’nın
kullandığı Ferrari ikinci round’un sonunda yaşadığı bir sorun
nedeniyle yarış dışı kalır ve birincilik ezeli rakibi James Hunt’a
gider. Bu kaza sonrasında Lauda yaralanır; aradan geçen altı
haftanın ardından olağan hırsı ve öfkesiyle pistlere geri döner.
İki yarışçı arasında italyan Grand Prix’i ile başlayan mücadele
diğer yarışlarda katlanarak devam eder. Hedef dünya
şampiyonluğudur...
Avusturyalı F1 yarışcısı Niki Lauda ve İngiliz rakibi James Hunt
arasındaki dillere destan rekabeti konu alan film, Formula 1’in
altın döneminde, 1970’lerde geçiyor.
A Beautiful Mind filminin Oscar ödüllü yönetmeni Ron Howard’ın
yönettiği filmin başrollerini Daniel Brühl ve Chris Hemsworth
paylaşıyor.
MERYEM
Anadolu’nun küçük bir kasabasında yaşayan ve güzelliği herkesin
dilinde olan Meryem, kasabadan bir ailenin İstanbul’da yaşayan
oğlulları Mustafa ile evlendirilir. Birkaç gün sonra İstanbul’a
dönen Mustafa’nın ailesiyle yalnız kalan Meryem onlara hizmet
etmeye başlar. Kayınpederi ölmüş babasının arkadaşı olan Meryem
yalnız kaldığı bu evde umutsuzluğa kapılsa da annesi ona sabırlı
olmasını söyler. Murat ise askere gitmeden önce Meryem’e aşık bir
gençtir. Murat köye geri döndüğünde artık Meryen için bir tehdit
oluşturuyordur. Durumu anlayan kayınpeder Meryemî İstanbul’a
yollamaya karar verir. Yapılan hazırlıklardan sonra herkesi farklı
bir son beklemektedir.
Atalay Taşdiken’in yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerini
Zeynep Çamcı, İsmail Hacıoğlu ve Mustafa Uzunyılmaz paylaşıyor.
DIANA
1997’de şüpheli bir trafik kazası ile hayatını kaybeden Prenses
Diana’yı beyazperdeye taşıyan film, Leydi Di ve onun Dodi Fayed’den
önceki Pakistanlı sevgilisi kalp cerrahı Hasat Khan ile olan
ilişkisine odaklanıyor. Kimilerine göre Dr. Hasnat Kahn, Leydi
Diana’nın hayatının aşkıydı ve iki yıl süren bu ilişkiden sonra
derin bir aşk acısı yaşamaya başladı. Bu süreçte Dodi Al-Fayed ile
birlikte olmaya başlaması kimilerine göre Kahn’ı unutumadığı ve bu
şekilde cezalandırdığı içindi. 1997 yılında şaibeli bir trafik
kazası meydana geldi ve henüz 36 yaşında Leydi Diana, tüm bu
sırları da yanına alarak hayata veda etti. Bu kaza sadece kraliyet
ailesi için değil, tüm dünya için büyük bir şoktu.
Prenses Diana ve Hasnat Kahn’ın 1995-1997 yılları arasında
yaşadıklarından yola çıkarak Prenses’in bu dönemini anlatan filmin
yönetmenliğini Oliver Hirschbiegel üstlenirken başrolde Naomi
Watts’ı seyrediyoruz.
VAMPİR KIZKARDEŞLER
12 yaşındaki vampir kız kardeşler Silvania ve Dakaria, evleri
Transylvania’dan ayrılıp Almanya’nın bir kasabasına taşındıklarında
büyük bir sorunla karşılaşırlar. Öncelikli sorunları insanların
arasında yaşamayı öğrenecek olmalarıdır. Sadece geceyarısından
sonra uçabilmekte ve süper güçlerini kullanamamaktadırlar.
İnsanların arasında yaşamayı istemeyen Dakaria evlerine geri
dönmeleri konusunda ısrar ederken, Silvania bu insancıl yaşama ayak
uydurmaya çalışmayı tercih etmektedir. Okul yaşamları oldukça zorlu
bir şekilde devam ederken, sürekli beklenmedik sorunlarlarla
karşılaşmaktadırlar. Özellikle de komşularından birinin Dirk van
Kombast isimli bir vampir avcısı olması işleri iyice
zorlaştırır.
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]