İNSANIN ''HARCANACAK'' BİR HAYATININ BİLE OLMAMASI NE KADAR KÖTÜ ENGİN ARDIÇ!
Medyaradar'ın medya analiz yazarı Atilla Akar "Tarihin İlgili Sepeti" başlıklı köşe yazısında Mihri Belli için "gereksiz kişiydi" diyen Engin Ardıç'ı topa tuttu.
Artık tam “Engin Ardıç’ın üslubuna alıştık” diyordum ki yanılmışım! Bu sefer “Ne yapayım fıtratı, tıyneti bu” deyip geçemeyeceğim bir yazı yazmış. Zaten okur okumaz bir “Yuh artık!” çekiverdim farkında olmadan! Daha cenazesi bile kalkmamış bir insana ileri-geri laflar etmesi bir yana bir kişinin bu kadar “takıntılı” derecede “kin jeneratörü” gibi davranmasının psikolojik saikleri ne olabilirdi? Bu kadar nefret, bu kadar “negativizm” ve bendini aşmış bir “ego” kimde bulunabilirdi acep? Hem de “tedavisi imkânsız” türünden!
Evet, Engin Ardıç’ın Mihri Belli’ye dair “Tarihin İlgili Sepeti” başlıklı yazısından söz ediyorum. İnsanın nutkunun tutulduğunu, ne söyleyeceğini bilemeyeceği durumlar vardır. Bu durumda benim açımdan öyle işte! Ardıç, (Seversiniz, sevmezsiniz o ayrı konu) Türk solunun tarihi kişiliklerinden, devrimci önder ve ideologlarından Mihri Belli hakkında öylesine laflar etmiş ki yenilir yutulur cinsten değil. Üstelik “ölçüyü kaçırmış” değil, düpedüz “ölçüsüz” bir yazı bu…
SOĞUK SAVAŞIN DEĞME ANTİ-KOMÜNİSTLERİNE TAŞ ÇIKARTIR BİR ÜSLUP
Ne var ki Engin Ardıç aslında bunu ilk defa yapmıyor. (Bu seferkini daha da “vahim” kılan, hiç değilse toplum adabına uyup cenazesinin kalkmasını bile beklememesi oluyor o kadar!) Daha önce de Türk solunun belli bir kuşağına ve isimlerine yönelik ağır hakaretler, küfürlerle dolu saldırgan yazılar kaleme almıştı. O kadar ki soğuk savaşın değme anti-komünistleri bile bu konuda Engin Ardıç’ın eline su dökemezlerdi.
Üstelik hayatın garip bir cilvesi olarak bu konudaki ilk yazısı benim bir kitabım vesilesiyle idi. 1989 yılında yayınlanan ve benimde ilk kitabım olan “Bir Kuşağın Son Temsilcileri: Eski Tüfek Sosyalistler” dolayısıyla TEMPO Dergisi’nde “Paslı Tüfekler” başlıklı bir yazı kaleme almış ve o kuşağa demediğini bırakmamıştı. Söz konusu yazıda eski TKP kuşağının mensuplarına karşı bugünkü gibi “hayatınızı boşa geçirmişsiniz, amma da salakmışsınız” mealinde öfke ve hakaret dolu bir yazıydı. (Bu arada belirteyim; kimi “cin fikirli” fazla “uyanık” arkadaşlar hemen “Bakın, Ardıç Atilla Akar’ın kitabı aleyhine yazmış, Atilla Akar’da 20 küsur yıl sonra onun acısını çıkartıyor” demesinler. Engin Ardıç benim kitabım aleyhine yazmadı. Benim kitabımdan hareketle o kuşak üzerine yazdı. Dolayısıyla kitabımı kötülemedi. Tam tersine kitabı objektivitesinden ötürü övdü bile denebilir. Merak edenler yazıyı –dergiyi bulmak zor olabileceği için- Engin Ardıç’ın “Mustafa Kemal Sizin Gibi Kıro Değildi”, İzlenimler 37-41, Cep Anlatı, 5. Baskı, 1990. kitabında bulabilirler.) Söz konusu yazı döneminde oldukça tartışma yarattı. Hatta o dönem için varolan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’de Engin Ardıç’a yönelik sert bir bildiri yayınlamıştı. Üstelik Ardıç’ın o yazısında Salih Hacıoğlu’nun ölümü gibi –bana göre- “haklı” diyebileceğim yanlarda vardı. Ancak üslup bir kez “küstah” olunca “içerik” de güme gidiyordu!
MESNETSİZ DEDİKODULAR, CIVIK YAKIŞTIRMALAR!
Neyse bugüne dönersek; Ardıç daha ilk cümlesinde ne kadar “kötü niyetli” olduğunu belli ediyor. Mihri Belli ile ilgili “Görevinin Türk solunu bölmek ve saptırmak, yozlaştırmak olduğu söylenirdi. Ben de daha fazla bir şey söylemeyeyim de itle kopukla papaz olmayalım.” diyerek aslında Mihri Belli’nin “görevli” bir “ajan” olduğunu ima ediyor. Ayıp diye bir şey var. Ardıç, Belli’ye bu iftirayı atanın siyasi gerekçelerle İllegal TKP’nin Genel Sekreteri İ. Bilen (Laz İsmail) olduğunu ve tümüyle mesnetsiz bir çamur olduğunu bilmiyor olamaz. Hele de Ardıç’ın hemen devamında söylediği tamamıyla uydurma bir “yakıştırma”dan ibaret. Ne diyor Ardıç; “Mihri Belli... Yunan iç savaşında kullandığı kodla "Kapetan Kemal"...Niçin Kemal? Çünkü Atatürkçü rahmetli.” Tam bir “buyur buradan yak” durumu yani. Birincisi –bildiğim kadarıyla- bu zaten “kod adı” değil. Yunanlı yoldaşlarının ona taktığı bir lakap daha ziyade. (İngilizcedeki “Captain”den yani “kaptan, yüzbaşı, reis”ten türetilen. “Kemal” ise herhangi bir Türk ismi. İlle de Mustafa Kemal’e yoracak ya! Kaldı ki öyle olsa ne olur? Bu neyi ispatlar? Ancak Ardıç ille de “orijinallik” olsun diye kaba “anti-komünizm”ini kaba “anti-Kemalizm” ile örtüştürecek ya! Tam anlamıyla cıvık, çirkin, avami ve popülist bir üslup. Yaşasın Zırvalama Özgürlüğü!
Elbette ki Mihri Belli “eleştirilemez” diye bir durum yok. Nitekim defalarca, kıyasıya eleştirilmiştir de. Ancak Ardıç’ın yaptığı ne yeri, ne zamanı ne de bağlamı açısından bu değil. Doğru veya yanlış bir “inanç adamı”ndan bu şekilde söz etmek, onun gibileri “gereksiz kişi” olarak adlandırıp, “hayatlarını bir vehme kurban etmiş koca bebekler” diye tanımlamak en hafifinden “edepsizce” bir tavır. Liberal “şirretlik” işi bu kadar “pespaye” noktalara vardırabiliyor demek ki. Ayrıca Engin Ardıç’ın ne kadar “gerekli bir kişilik” olduğu ise hepten tartışılır!
MİHRİ BELLİ’NİN HAYATI HERKESE NASİP OLMAYACAK BİR HAYATTIR!
Öte yandan Engin Ardıç’ın göstermek istediğinin aksine Mihri Belli’nin hayatı romanlara konu olacak kadar “renkli” ve “maceralı”dır. 90 küsur yaşında ölen bu insan hayatı çoğu kişiden çok daha dolu yaşamıştır. 1930’ların ortasında okumaya gittiği ABD’de tanıştığı işçi ve siyahi hareketleri içinde başlayan bir “devrimcilik” süreci (Şimdilerde ABD’ye ancak “Amerikancı” olmak için gidilir!), Türkiye dönüşte TKP ile başlayan “militan” bir hayat, aynı zamanda İktisat Fakültesi’nde Ordinaryüs Profesör Fritz Neumark’ın asistanlığı ile akademik kariyer, 1944’de İlerici Gençler Birliği kovuşturmasıyla gelen tutukluluk, TKP merkez komitesine giriş, 1946’da Yunan iç savaşına katılma, tabur komutanlığı yapma, çatışmalarda iki kez yaralanma, 1951 TKP tevkifatında tekrar tutuklanma, 7 yıl hapis ve iki yıl dört ay mecburî ikamet, karısı Sevim Tarı (Belli) ile hapishanede başlayan bir aşk, uzun süre en ağır işkencelerden geçtiği halde konuşmama, arkadaşlarını ele vermeme, 1960’tan sonra nispi demokratik ortamda tekrar sosyalist ideallerinin peşinde koşma, “kopyacı” değil, Türkiye’ye özgü tezler üretme, 12 Mart’ta yurtdışına çıkmak zorunda kalma, 1975’de Türkiye Emekçi Partisi (TEP)’i kurma, defalarca yargılanma, suikasta uğrama, ağır yaralanma, ölümün kıyısından dönme, 12 Eylül sonrası süren “mülteci yaşamı”, yüzlerce yazı, bir sürü kitap, vb.
Daha ne olsun? Ardıç ve Ardıç gibiler bu hayatın onda birini bile yaşamamıştır. Ona göre bu “harcanmış” bir hayattır. Harcanmamak ise bir köşede oturup ona buna çamur atmak, bu yolla cebini doldurmak, hükümete şakşak yapmaktan ibaret olsa gerek.
Ne diyeyim; insanın böylesi “harcanacak” bir hayatının bile olmaması hakikaten kötü bir şey olsa gerek. Sana “harcanmamış” hayırlı hayatlar diliyoruz Engin Ardıç!...
Atilla AKAR
[email protected]