04 Mayıs 2010 09:37 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:16

"İNSAFSIZ, VİCDANSIZ, AHLAKSIZ BİR GAZETECİLİK!" TARAF YAZARINDAN 3 GAZETEYE TEPKİ!

Taraf yazarı Alper Görmüş, bir gazetecinin çocuk istismarı haberlerine yönelik tepkisini kaleme aldı.

İnsafsız, vicdansız, ahlaksız bir gazetecilik!

Nokta’da birlikte çalıştığımız gazeteci arkadaşım Vilday Ay, Posta ve Güneş gazetelerinin 30 nisan tarihli sayılarının birinci sayfalarını görmekten duyduğu dehşetin etkisiyle ve haklı bir öfkeyle yazdığı satırları bana da göndermiş.

Gelin önce, söz konusu birinci sayfaların manşet ya da sürmanşetlerinde yer alan ve bu yazının da konusunu oluşturan haberi Vildan Ay’ın satırlarını izleyerek öğrenmeye çalışalım (daha fazla ilerlemeden belirteyim: Vildan belli ki görmediği için eleştirisini Posta ve Güneş’le sınırlı tutmuş, oysa aynı haber Takvim’de de vardı):

“(...) Bugün Posta ve Güneş gazeteleri çocuk istismarına alkış tuttu. Bir çocuğun tacize uğrayış görüntülerini hiçbir sakınca görmeden açıkça yayınladı. Cinselliğe çağrı içeren bu görüntüler çocuk tacizini eleştirmek bir yana açıkça özendiriyor.

“Dünyanın hiçbir yerinde çocuk istismarı haberinde bu fotoğrafları kullanamazsın. Bu sayfayı hazırlayanlar ve altına imza atan herkes hapis cezası almalı. Evet, hapis. Çocuk istismarı asıl budur.

“Herkesi Posta ve Güneş’i protestoya çağırıyorum. Ben yazı işlerini aradım ve kendileri aleyhine bir kampanya başlattığımı söyledim. Lütfen beni yalnız bırakmayın.”

“Pedofiller için fotoroman”
Üç gazetenin bize bildirdiği haberin, aslında iki yıllık bir geçmişi var... İki yıl önce Anadolu’da bir kız yatılı ilköğretim bölge okulunda iki okul yöneticisi, çocuk yaştaki kız öğrencilere cinsel tacizde bulunmuş, haber, Türk basınının ezeli derdi “takipsizlik” girdabına kapılmış, unutulup gitmişti.

Peki, şimdi bu üç gazete bize hangi yeni gelişmeyi bildiriyor? Haberlerden anladığım kadarıyla, okul yönetimi bu dosyayı kapatmış, bunun üzerine de bazı öğrenciler sınıfın dolabına yerleştirdikleri bir kamera aracılığıyla yöneticilerden birini taciz sırasında tesbit etmişler ve videoyu bir ay kadar önce Milli Eğitim Bakanlığı’na iletmişler. Bakanlık da iki yöneticiye işten el çektirmiş, vs.

“Haberlerden anladığım kadarıyla” dedim yukarıda, gerçekten de neyin ne olduğu anlaşılmayan haberler bunlar. Fakat ne gam! Zaten metnin önemli olmadığı haberlerle karşı karşıya değil miyiz? Tamamen öyle... Bunu anlamak için gazetelerin videodan elde edilen kareleri nasıl kullandığına bakmak yeter.

“Haber”e (aslında “fotoğraflar”a demek daha doğru olur) manşet ya da sürmanşetlerini tahsis eden üç gazetemiz de Vildan’ın deyişiyle “pedofiller için fotoroman” tarzında bir işçiliğe başvurmuş...

İzleyen günlerde birkaç gazetede taciz haberlerinin nasıl sunulması gerektiğine dair uzman görüşleri okudum ve anladım ki yapılması gerekeni işaret etmek bazı durumlarda çok “naif” kaçmaktadır. Yine de, madem çocuk tacizi haberlerinde “insafsız, vicdansız ve ahlaksız” bir gazeteciliğin marifetlerinden söz ediyorum, “insaflı, vicdanlı ve ahlaklı” bir haberciliğin nasıl yapılması gerektiğine dair görüşlere de yer vermeliyim. Bu çerçevede okuduğum metinler arasında en derli toplusu, pedagog Adem Güneş’in görüşleri oldu. Yazının bundan sonrasında yeri geldikçe Güneş’in 2 mayıs tarihli Zaman gazetesinde yer alan görüşlerini parantez içinde aktaracak, tekrardan sakınmak için de her defasında adını zikretmeyeceğim. Bilin ki, parantez içinde ve tırnakla yazılmış bölümler Adem Güneş’e aittir.

Görüntü: Asla...
Vildan’ın bana yazdığına göre, onun ve kampanyaya katılan başka kişilerin ulaştığı yazıişleri sorumluları ona hep aynı klişeyi tekrarlamışlar: “Haber değeri vardı, yayımladık...”

Doğru, çocuk tacizi haberlerinin “haber değeri” vardır gerçekten ve bunlar gazeteciler tarafından mutlaka izlenip haberleştirilmelidirler. (“Pedagojik şartların yerine getirilmiş olması şartı ile taciz haberleri medyada mutlaka yer almalıdır. Zira tacizin tabu olduğu toplumlarda tacizcilerin cesaret aldığı bilinen bir gerçektir. Taciz olaylarının objektif olarak medyada yer alması, konunun gündemde kalmasına neden olacağından, sivil toplum örgütleri ve toplumun her katmanı konuya karşı duyarlıklarını kaybetmeyecektir.”)

Bizim örneğimizdeki sorun, haberin “pedagojik şartlar”ı bırakın yerine getirmeyi”, basbayağı “pedofillere kıyak” anlamına gelecek bir sunumla aktarılması... Bu noktada, üç gazetenin de fotoğrafları birinci sayfanın üst kısmında yayımlamış olmalarına dikkatinizi çekmek isterim; gazete bayiinde, gazeteleri gözden geçirenlerin ilk bakışta görebilmelerini sağlayacak bir tarzda yani... Uzmanların “görüntü, asla” uyarılarına rağmen tercih edilen bu pervasız sunumları “halkta bilinç uyandırma” gerekçesine bağlayan ikiyüzlülüğe tahammül etmek ne kadar zor. (“Pedagojik açıdan bakıldığında fotoğraf yayınlamanın sadece etik açıdan sorun olması değil, aynı zamanda yayınlanan fotoğrafın yeni tacizlere zemin hazırlayacağının da bilinmesi gerekir. Zira haberi takip eden anne-babalar mağdur olmuş çocuğa şefkat ve merhametle bakıyor olmalarına rağmen, tacizcileri çocuğun kendi duygularının tatmini olarak izlerler. Yaşanan bir taciz olayında sadece çocuk değil; annesi, babası, kardeşleri ve yakınları da mağdur olur. Hiçbir kişi kendi kardeşinin taciz haberini, resmini ve detayları gazetelerde görmek istemez. Böylesi bir durum o aile üzerinde ciddi bir psikolojik yıkımı beraberinde getirir.”)

Hikâyeleştirmeler ve ayrıntılar...
Bu tür haberlerde ayrıntılardan uzak, kuru ve soğuk bir dil kullanılması gerekir. Hikâyeleştirmeler ve her bir ilave ayrıntı, hasta ruhları biraz daha tahrik ediyor, onlardaki tehlikeli eğilimin kuvveden fiile çıkmasına yardımcı oluyor.

Unutmayın, yukarıda dile getirilen “fotoğraf” eleştirisi, mağdurun taciz görüntülerine değil, fotoğrafına ilişkindi... Bu örnekte olduğu gibi, çocuk tacizi haberlerinde taciz ânı görüntülerinin kullanılmamasına ilişkin bir uyarı literatürde yer almıyor; çünkü bu konuda düşünüp yazanların aklına, bir günlük gazetenin böyle görüntülere yer verebileceği hiç gelmemiş. (“Taciz haberleri ayrıntısı ile verilmemeli. Neden? Bunun birkaç nedeni var. En önemli nedeni, böylesi haberlerin bu işe meyilli kişileri tahrik etmesidir. Zira bu haberleri sadece ruhen sağlıklı kişiler değil; aynı zamanda suça meyilli insanlar da takip etmektedir. Bir taciz olayının en ince detayına kadar veriliyor olması, haberi okuyan tacizcinin haberden haz almasına neden olur. Bir olayın hemen ardından birçok ilde benzer olayların olmasının altında bu gerçek vardır. Haberlerdeki detay, anne-babaların kaygı düzeyinin yükselmesine neden olur. Kaygı düzeyi yükselen ebeveynler, çocukları tehlikelerden korumak için akılcı tedbirler yerine, duygusal ve panik halinde önlemlere başvurur. Bu durum çocuklarda kaygı bozukluğuna ve çocuğun sosyal çevreden korkmasına yol açar.”)

Kınıyormuş, ayıplıyormuş gibi...
Üç gazetenin, “haber”lerini, aslında medyada yaygın bir “teknik” olan kınıyormuş, ayıplıyormuş gibi yaparak sunma taktikleri ise, öfkeyi büyütmede bir katalizör rolü oynuyor. (Bu “teknik” son olarak Hürriyet gazetesi tarafından Osman Can’a karşı kullanılmıştı. Hatırlayın, Can’ın eşiyle ilgili hiçbir yerde çıkmamış bir haberi Hürriyet “şimdi de belaltı vuruşlar başladı” diye gûya kınayarak aktarmıştı.)

Yaşar Kemal’in Ölmez Otu romanında, tecavüze uğrayan bir kızı ikide bir çağırıp başına gelenleri en ince ayrıntısına kadar anlattıran, hikâyeyi dinlerken de sürekli olarak “vay vicdansızlar, vay alçaklar” diye konuşan bir muhtar vardır... İşte o hesap...

Şu ibarelere bakın: “Sapık sınıfta... Okulda rezalet... Çocuklarımıza sahip çıkalım... İğrençlik... İğrenç adam... Kutsal öğretmenlik mesleğinin yüz karası... Mesleğe, millete, devlete, emanete ihanet...”

Bunları okuyunca, elimde değil, aklıma Yaşar Kemal’in romanındaki muhtar geliyor.

Bir eleştiri yazısı kaleme aldım ama aslında ben de Vildan Ay gibi düşünüyorum: Bu işi gazete köşeleri değil, ceza davaları paklar!

Yine de köşelerden hiçbir ses gelmemesini çok yadırgadığımı belirterek bitireyim: Her şeye bu kadar mı alıştık, bilmiyorum ki!