20 Ağu 2011 11:02
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:42
İNANILMAZ BİR BASİRETSİZLİK! TARAF YAZARI RONİ MARGUİLES YİNE TARAF'I ELEŞTİRDİ!
Taraf yazarı Roni Margulies'in gazetesiyle Kürt sorunu üzerine tartışmaya ve eleştirmeye devam ediyor...
MEDYARADAR- Roni Margulies bugünkü yazısında PKK’nin eylemlerini tırmandırmasının sebebini sorgularken gazetesiyle neden ters düştüğünü yazdı.
Margulies, ayrıca "Varsayım şu: Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu. Bu varsayımla başlayınca, barışı kimin baltaladığı, her şeyi kimin berbat ettiği zaten baştan belli." diyerekte tartışmanın boyutunu asıl kışkırtmayı çıkaran tarafa yönlendiriyor.
İşte Roni Margulies’ın dikkatle okunması gereken o köşe yazısı...
İnanılmaz bir basiretsizlik
PKK ne istiyor? Neyi niye yapıyor? Ne yapmaya çalışıyor?
Herkes bu sorulara cevap arıyor. Memleket bunu tartışıyor.
Ve tartışmaların büyük çoğunluğu temel bir varsayımdan yola çıkıyor.
Varsayım şu: Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu.
Bu varsayımla başlayınca, barışı kimin baltaladığı, her şeyi kimin berbat ettiği zaten baştan belli.
Ve tartışma, “Barış için ne yapmak gerek” sorusunu bir yana bırakıp “PKK barışı engelliyor, acaba niye engelliyor” sorusuna odaklanıyor.
Soru böyle sorulunca, cevabı baştan bellidir.
Tüm yazarları, genel yayın yönetmeninden çaycısına kadar tek tek her çalışanı Kürt halkının tüm haklarını savunan ve Türk basınında bu hakları sonuna kadar savunan tek gazete olan Taraf gazetesinde bile, verilebilecek olan cevap baştan bellidir.
Birinci cevap: PKK derin devletin, Ergenekon’un, JİTEM’in veya benzer bir kurumun taşeronudur ve bu kurumun amaçları doğrultusunda barış istememekte, memlekette kargaşa olmasını istemektedir.
Bu cevabın biraz daha hafif bir alt biçimi: Derin devlet ve/veya benzer bir başka kurum PKK’ye sızmıştır, PKK’yi bu kurumun amaçları doğrultusunda yönlendirmektedir.
İkinci cevap: Kürt halkının çıkarları PKK’nin umurunda değildir, örgüt zaten Kürt halkının azınlığının desteğini ve oylarını almaktadır, PKK kendi örgüt çıkarları için hareket etmektedir.
Dün, örneğin, Kurtuluş Tayiz şöyle yazmış:
“Örgütün gerçek amacı Güneydoğu’da Kürtler için değil, daha çok PKK için özerk bölge yaratmaktır. Yoksa, istenen demokratik özerklik olsaydı, bu kadar büyük kıyamet koparmaya, şiddeti bu kadar tırmandırmaya hiç gerek yoktu. Asıl mesele PKK’ya özerk bölge oluşturmaktır. Örgütün hayalini kurduğu şey, büyük bir savaştan küçük bir iktidar alanı çıkarabilmek.”
“Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu” varsayımından yola çıkınca, “Bugünkü duruma niye geldik” sorusunun bu iki cevaptan başka bir cevabı olamaz.
AK Parti hükümeti bu savaşı kazandı.
Silahlı savaşı değil, propaganda savaşını.
Kamuoyu varsayımı kabullendi: Barış olacaktı, olamıyor, çünkü PKK barış istemiyor. Suçlu, PKK.
Bu durumda tek çare kaldı. Savaşmak, Kandil’i bombalamak, PKK’yi yok etmek.
Bugün gazete manşetleri şöyle: “228 hedef vuruldu”, “Vurucu güç şart”, “Haine uyku yok”, “Bitene kadar devam, “İnleri yerle bir”.
Bu arada, fırsat bu fırsat, PKK’yi yok ederken BDP’yi de aradan çıkarıveririz. Yine
manşetlerden: “BDP’ye uyarı”, “Ayrıysanız ayrı durun”.
Ne yalan söyleyeyim, varsayım kamuoyunda bu denli yaygın kabul görmüşken, yer gök savaş tamtamlarıyla inlerken, çatlak ses çıkarmak biraz zor.
Zaten tamtamların sesinden başka ses çıkmasın diye tehditler en baştan savruldu bile. Kaç kişinin tutuklanacağının rakamları bile verildi.
Ben yine de iki küçücük noktaya dikkat çekmek isterim.
Birincisini Ahmet Altan dün ifade etmiş:
“AKP’nin Kürt meselesinde çok fazla oyalanması, son adımı bir türlü atamaması, referandumda bu halkın kendisine açtığı büyük krediyi, inanılmaz bir basiretsizlikle genel seçimlerde ulusalcı bir dille harcaması, savaş isteyenlere büyük olanaklar yarattı.”
Demek ki, yaygın varsayımın aksine, haziran ayında sorun vardı, her şey çok iyi gitmiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürümüyorduk. Oyalanıyorduk. Basiretsizlik ediyorduk.
Sormak gerekmez mi? AKP oyalanmasaydı, son adımı atsaydı, ulusalcı bir dil kullanmasaydı, inanılmaz bir basiretsizlik etmeseydi, bugün geldiğimiz noktaya gelir miydik?
Bilmem. Ama belki de gelmezdik.
Belki de bugün gerekli merciler masa başında oturmuş, barışın koşullarını konuşuyor olurdu.
Olmamalarının suçlusunu biraz daha derinlemesine düşünmek gerekmez mi?
Dikkat çekmek istediğim ikinci nokta da şu.
Ben sayamamıştım, Cumhuriyet’te Cüneyt Arcayürek yazmış: “45 günde 45 şehit”.
Kandil’in bombalanması, 228 hedefin vurulması, BDP’nin tehdit edilmesi sonucunda bu rakam azalacak ve sıfıra düşecek mi? Yapılan her şeyin amacı bu olmamalı mıdır?
Savaşarak mı sıfıra düşer bu rakam, barış masasına oturarak mı?
Margulies, ayrıca "Varsayım şu: Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu. Bu varsayımla başlayınca, barışı kimin baltaladığı, her şeyi kimin berbat ettiği zaten baştan belli." diyerekte tartışmanın boyutunu asıl kışkırtmayı çıkaran tarafa yönlendiriyor.
İşte Roni Margulies’ın dikkatle okunması gereken o köşe yazısı...
İnanılmaz bir basiretsizlik
PKK ne istiyor? Neyi niye yapıyor? Ne yapmaya çalışıyor?
Herkes bu sorulara cevap arıyor. Memleket bunu tartışıyor.
Ve tartışmaların büyük çoğunluğu temel bir varsayımdan yola çıkıyor.
Varsayım şu: Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu.
Bu varsayımla başlayınca, barışı kimin baltaladığı, her şeyi kimin berbat ettiği zaten baştan belli.
Ve tartışma, “Barış için ne yapmak gerek” sorusunu bir yana bırakıp “PKK barışı engelliyor, acaba niye engelliyor” sorusuna odaklanıyor.
Soru böyle sorulunca, cevabı baştan bellidir.
Tüm yazarları, genel yayın yönetmeninden çaycısına kadar tek tek her çalışanı Kürt halkının tüm haklarını savunan ve Türk basınında bu hakları sonuna kadar savunan tek gazete olan Taraf gazetesinde bile, verilebilecek olan cevap baştan bellidir.
Birinci cevap: PKK derin devletin, Ergenekon’un, JİTEM’in veya benzer bir kurumun taşeronudur ve bu kurumun amaçları doğrultusunda barış istememekte, memlekette kargaşa olmasını istemektedir.
Bu cevabın biraz daha hafif bir alt biçimi: Derin devlet ve/veya benzer bir başka kurum PKK’ye sızmıştır, PKK’yi bu kurumun amaçları doğrultusunda yönlendirmektedir.
İkinci cevap: Kürt halkının çıkarları PKK’nin umurunda değildir, örgüt zaten Kürt halkının azınlığının desteğini ve oylarını almaktadır, PKK kendi örgüt çıkarları için hareket etmektedir.
Dün, örneğin, Kurtuluş Tayiz şöyle yazmış:
“Örgütün gerçek amacı Güneydoğu’da Kürtler için değil, daha çok PKK için özerk bölge yaratmaktır. Yoksa, istenen demokratik özerklik olsaydı, bu kadar büyük kıyamet koparmaya, şiddeti bu kadar tırmandırmaya hiç gerek yoktu. Asıl mesele PKK’ya özerk bölge oluşturmaktır. Örgütün hayalini kurduğu şey, büyük bir savaştan küçük bir iktidar alanı çıkarabilmek.”
“Haziran ayında sorun yoktu, her şey çok iyi gidiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürüyorduk. Sonra PKK durup dururken, gereksiz yere saldırmaya başladı, her şey berbat oldu” varsayımından yola çıkınca, “Bugünkü duruma niye geldik” sorusunun bu iki cevaptan başka bir cevabı olamaz.
AK Parti hükümeti bu savaşı kazandı.
Silahlı savaşı değil, propaganda savaşını.
Kamuoyu varsayımı kabullendi: Barış olacaktı, olamıyor, çünkü PKK barış istemiyor. Suçlu, PKK.
Bu durumda tek çare kaldı. Savaşmak, Kandil’i bombalamak, PKK’yi yok etmek.
Bugün gazete manşetleri şöyle: “228 hedef vuruldu”, “Vurucu güç şart”, “Haine uyku yok”, “Bitene kadar devam, “İnleri yerle bir”.
Bu arada, fırsat bu fırsat, PKK’yi yok ederken BDP’yi de aradan çıkarıveririz. Yine
manşetlerden: “BDP’ye uyarı”, “Ayrıysanız ayrı durun”.
Ne yalan söyleyeyim, varsayım kamuoyunda bu denli yaygın kabul görmüşken, yer gök savaş tamtamlarıyla inlerken, çatlak ses çıkarmak biraz zor.
Zaten tamtamların sesinden başka ses çıkmasın diye tehditler en baştan savruldu bile. Kaç kişinin tutuklanacağının rakamları bile verildi.
Ben yine de iki küçücük noktaya dikkat çekmek isterim.
Birincisini Ahmet Altan dün ifade etmiş:
“AKP’nin Kürt meselesinde çok fazla oyalanması, son adımı bir türlü atamaması, referandumda bu halkın kendisine açtığı büyük krediyi, inanılmaz bir basiretsizlikle genel seçimlerde ulusalcı bir dille harcaması, savaş isteyenlere büyük olanaklar yarattı.”
Demek ki, yaygın varsayımın aksine, haziran ayında sorun vardı, her şey çok iyi gitmiyordu, emin adımlarla barışa doğru yürümüyorduk. Oyalanıyorduk. Basiretsizlik ediyorduk.
Sormak gerekmez mi? AKP oyalanmasaydı, son adımı atsaydı, ulusalcı bir dil kullanmasaydı, inanılmaz bir basiretsizlik etmeseydi, bugün geldiğimiz noktaya gelir miydik?
Bilmem. Ama belki de gelmezdik.
Belki de bugün gerekli merciler masa başında oturmuş, barışın koşullarını konuşuyor olurdu.
Olmamalarının suçlusunu biraz daha derinlemesine düşünmek gerekmez mi?
Dikkat çekmek istediğim ikinci nokta da şu.
Ben sayamamıştım, Cumhuriyet’te Cüneyt Arcayürek yazmış: “45 günde 45 şehit”.
Kandil’in bombalanması, 228 hedefin vurulması, BDP’nin tehdit edilmesi sonucunda bu rakam azalacak ve sıfıra düşecek mi? Yapılan her şeyin amacı bu olmamalı mıdır?
Savaşarak mı sıfıra düşer bu rakam, barış masasına oturarak mı?