''İMZA KUYRUĞUNDA BEKLERKEN TANIŞIP EVLENENLER OLUYOR''
Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, ikinci kitabını yazdıktan sonra başından geçen ilginç olayları aktardı..
Hangi yazarın imza günü kitabevi kapanana kadar sürer? Hangi
yazardan okur yeni doğacak çocuğunun ya da yeni açacağı işyerinin
adını koymasını ister? Hangi yazara, okuru ördüğü kazağı imza
gününde anı olarak verir?
Ya da hangi yazar imza gününde yerinden kalkıp ihtiyacını
gidermemek ve sıradakileri bekletmemek için sabahtan itibaren su
bile içmez?
Yılmaz Özdil...
Hem kolay anlaşılan tarzı hem de işlediği günlük popüler konularla
büyük bir okur kitlesine ulaşan Özdil artık aileden biri olarak
görülüyor.
Bu nedenle de okurları onu özellikle imza günlerinde hiç yalnız
bırakmıyor.
Ortalama bekleme süresinin iki saat olduğu bu kuyruklardaki
insanlar Özdil’e aynı zamanda bir çok anı ve yaşam hikayesini de
hediye ediyor.
Biz de, Hürriyet’in 3’üncü sayfasının sevilen sakini Özdil’le
kuyruklardaki bu hikayeleri ve karşılaştığı ilginç olayları
konuştuk:
EN KÜÇÜK ZİYARETÇİM 42 GÜNLÜK BİR BEBEKTİ
- Her imza
günü 6-7 tükenmez kalem tükenir. Biriktirmeye niyetim vardı.
Okurlara kaptırdım... Koleksiyonum bozuldu maalesef.
- Şu ana kadar en küçük, 42 günlük bir bebek geldi. Suadiye’de
annesi ve babasıyla gelmişti. En büyük okur ise 94 yaşında emekli
bir kadın öğretmenimizdi, o da Ankara’da geldi.
- Anne adayları hamileyken, genellikle doğmamış bebeklerini adına
imzalatıyorlar. Doğunca da e-posta yoluyla bana fotoğraflarını
gönderiyorlar. Biriktiriyorum. Albüm haline getireceğim. Şu ana
kadar ismini koyduğum bebek sayısı 23. Kitabı imzalarken ismini
koyduğum iki bebek var. Biri erkek Ege, diğeri ise kız, İzmir.
- İlkokul öğrencisi bir minik kız, İsim Şehir Hayvan’ı kedisi adına
imzalatmıştı. Son imza günümde de, gene bir kız çocuğu, İsim Şehir
Bitki’yi yavru köpeği adına imzalattı. Tarçın’dı yanlış
hatırlamıyorsam.
- İsmini koyduğum işletme sayısı 11. Açacağı kafeterya veya
restorana isim önermemi isteyen okurlarım oluyor. Bunların da
tabelalarının fotoğraflarını gönderiyorlar.
- Uzun kuyruklar sizce neden oluşuyor? Unutamadığınız
anılarınız var mı?
Uzun kuyrukların neden oluştuğunu doğrusu düşünmedim. Bunu okurlara
sormak lazım.
Ben okurlarım için imzalıyorum, okurlarım da benim hatıra kitabımı
imzalıyor.
İmza günlerimin toplamı 100 saati buldu. Kaç kişi olduğunu saymadım
ama kaba hesap dakikada iki ya da üç kişiye imza vermeye
çalışıyorum.
KUYRUKTA TANIŞIP EVLENENLER VAR
Kuyrukta tanışıp evlenen var. İstanbul’da ilk imzamda kuyrukta
beklerken tanışıp, evlendiler. İnsanlar kuyrukta beklerken arkadaş
oluyor. Çünkü oradaki herkes aslında zihniyet arkadaşı, zihniyet
hemşehrisi, hatta zihniyet akrabası. Uzun süre kuyrukta bekliyorlar
ve bu sırada birbirlerine yardım etmeleri gerekiyor. Arada gidip
yemek yemek için, fotoğraf çektirmek ya da ihtiyaçlarını giderme
konusunda birbirlerinden yardım istiyorlar.
Nikah davetiyesi koleksiyonum var. Nikah şahidi olmamı isteyenler
oluyor.
Bursa’daki imzaya gelen bir nişanlı çift, daha önce flört
ederlerken İzmir’deki imza günüme de gelmiş. Evlenmek için üçüncü
kitabı bekliyorlar.
Kız arkadaşının, erkek arkadaşının mail adresini verip, yaşgününü
kutlamamı isteyen çok olur. Veya, eşinin mail adresini verip,
evlilik yıldönümünü kutlamamı isteyen... Yetişebildiğim kadar
kutluyorum.
YABANCILAR DA GELİYOR
İmza günlerime Amerikalılar çok gelir. Rus gelinlerimizden
katılanlar olur. Almanlar gelir. İngilizler, canım Azerbaycanlılar
ve enteresan şekilde Ankara’da bir Kübalı okur gelmişti. Çoğunun
eşi Türk ve kendileri de Türkçe’yi çok iyi biliyor. İsrailliler de
geldi.
Her şehre gidemiyoruz maalesef. Ancak, komşu şehirlerden imza
günlerine yoğun katılım oluyor. Mesela Ankara’ya, Eskişehir,
Gaziantep, Aksaray, Antalya’dan gelenler olmuştu.
Hediye koleksiyonum var. Kuran gelir, anahtarlık gelir. Tişört
yaptırıp gelenler oluyor. Okurlarım eli boş gelmek istemiyor.
Hatıra getiriyor. Bu bazen bir forma, bazen bir biblo olabiliyor.
Kazak örüp getiren okurum olmuştu. Bunlar çok özel hediyeler.
Okurla benim aramda. Sergilemeyi ya da başka bir projede kullanmayı
düşünmüyorum. Maddi değeri çok düşük ancak benim için manevi değeri
paha biçilmez hediyeler bunlar.
BİR KAMYONET BOYOZ GELDİ, AŞEVİNE VERDİK
Tabii bu hediyeler yüzünden bazen başımıza işler de
geliyor. İzmir’de bir keresinde espri olsun diye ‘İlk gelen boyoz
getirsin, özledim’ dedim. Bir kamyonet boyoz geldi. Aşevine vermek
zorunda kaldık. Bursa’da kestane şekeri hücümuna uğradık.
Dağıtıyoruz.
ANNE VE BABAMIN TABUTLARINI BERABER
OMUZLADIK
Annem, babam vefat ettiğinde, okurlarım hem
camiye hem de kabristana geldi. Tabutları beraber omuzladık. Annem
babam için helva dağıtan da mevlüt okutan da oldu. Sağolsunlar
"KENDİME ALIYORDUM, SANA DA ALDIM"
Yapmayın göndermeyin diye yalvarmama rağmen gönderiyorlar. Bir
bakıyorsunuz bir kasa portakal gelmiş. Çoğunun üzerinde tanıtıcı
yazı bile bulunmaz. Bazılarında ‘alıyordum sana da alıp gönderdim’
gibi notlar olabiliyor. Canının çektiği bir şeyden bana da
tattırmak isterler.
- Sizi bir nevi aileden biri olarak mı görüyorlar
acaba?
Sanırım öyle. Özellikle İzmir’de ve yurdun çeşitli
yerlerinde yaşayan İzmirliler bana sadece Yılmaz diye hitap
ederler. Çoğu bana kuzen, kardeş, oğlum, abi gibi akrabalık
sıfatlarıyla seslenir. Bu bana büyük onur verir.
Ayrıca hiç çağrıda bulunmamamıza rağmen çeşitli üniversitelerden
gönüllü gruplar var. Mutlaka imza günüme gelip fotoğraf çeker ve
onları sosyal paylaşım sitelerinde paylaşırlar. Yanında fotoğraf
makinesi olmayanların fotoğrafını çekip, onlara e-posta yoluyla
gönderirler. Bu gönüllü arkadaşlar, kuyruktaki yaşlı, bebekli,
hasta olup da bekleyenleri bulup öne getirirler.
KSK’LILAR VE GÖZTEPELİLER YANYANA
Doğma büyüme
hasta Göztepeliyim. Göztepeli taraftarlar istisnasız her imzama
gelir. İstanbul, Ankara, Bursa farketmez, Göztepeliler mutlaka
gelir. İzmir’de, Göztepe forması giymiş gençlerle, Karşıyaka
forması giymiş gençlerin, yan yana durduğu ve kavga etmediği, belki
de tek yer, benim imza kuyruğudur. Karşıyakalılar’ın sanırım tek
sevdiği Göztepeli benim... KSK formasıyla gelirler, formayı
imzalatırlar.
-İzmir Atatürk Lisesi mezunu olduğum için, mezunları gelir. İzmir
Atatürk Liseliler yaşadıkları şehirde bir şekilde birbirlerini
buluyor. Mesela Bursa’da yaklaşık 15 kişilik bir doktor grubu
geldi. Değişik yaşlardan mezunlar ve ayda bir gün bir araya
geliyorlarmış.
KIRMIZI IŞIKTA DURAN İNSANLAR
- Sıra adaletini nasıl sağlıyorsunuz? Sırada yaşlı amca ve
teyzeler gördüm. Öne gelmeleri teklif edildiğinde dahi bundan
çekiniyorlardı.
Çok hassaslar gerçekten. Bu yurttaşlar aslında kırmızı
ışıkta duran yurttaşlar. Kural neyse ona uyarlar ve asla ayrıcalık
talep etmezler. Bir örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanımız Ahmet
Necdet Sezer’in damadının ve torununun Ankara’daki sırada 5 saat
beklediklerini imza bittikten çok sonra öğrendim. Yazar ve gazeteci
arkadaşlar gelir ve kuyrukta beklerler.
- Peki bundan haberiniz olsaydı öne geçmeleri yönünde bir
çağrıda bulunur muydunuz?
Hayır.
SERUMLA GELEN OKURUM OLDU
Doğan Kitap’tan arkadaşlar şahittir, gözlerimize inanamadık,
serumla gelen okurum oldu. Fiziksel engelli okurlarımız gelir.
Onlar da öne geçmek istemezler. Ben onların yanına giderim. Engelli
sporcular gelir. Bundan çok gurur duyarım.
Sporcular gelir... Pekin’deki 2008 Paralimpik Olimpiyatları’nda
okçuluk dalında, tarihimizin ilk altın madalyası kazanan Gizem
Girişmen... Aynı olimpiyatta, 100 metre sırtüstü yüzmede altın
madalya kazanan Durducan Nevruz... Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda
finale kalan ilk Türk kızı, İzmir’in gururu Semra Aksu... İlk
aklıma gelenler.
ÖYLE BİR ŞEY SÖYLEDİ Kİ...
- Okurlarınızla aranızda geçen unutamadığınız diyaloglar
var mı?
Unutamadığım diyaloglardan bir tanesi... Rahmetli
Fatin Rüştü Zorlu’nun torunu gelmişti mesela... Sadece bir cümle,
öyle bir şey söyledi ki bana, milyarlarca sayfa yazsam, bugün
yaşadığımız siyasi atmosferi o şekilde özetleyemem.
Silivri’ye tıkılan MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun annesi Belgin
hanımefendi gelmişti, İsim Şehir Hayvan’ın imza gününe, imzalatıp,
oğluna götüreceğini söylemişti. Sonra malum, içerdeyken vefat etti
Kaşif Kozinoğlu... Aradan zaman geçti. İsim Şehir Bitki’nin imza
gününe de geldi, Belgin hanımefendi... Bu sefer, oğlunun kitabını
getirmişti bana, imzalayarak... “İki kitap arasında, sen anneni
kaybettin, ben oğlumu kaybettim, oğluma sarılmak için sana geldim”
dedi. Verecek cevap bulamadığım ender zamanlardandı.
ORTAK NOKTA SAMİMİYET
- Kemoterapi hastası bir genç ile coşkulu 30 kişilik motorcu grubu
aynı kuyrukta buluşabiliyor. Dünyaya bakışı bu kadar farklı olan
insanları aynı kuyrukta bir araya getiren size göre
nedir?
Gerçekten bilmiyorum. Ama, samimiyet ya da sahicilik insanların
ortak noktası olabilir. Gazetecilik için objektif meslek denir ama
aslında subjektif bir iş. Yani herkesin bakış açısı farklı.
Dolayısıyla aynı fikirde olmamız mümkün değil. Kitap için kuyruğa
girenlerin hepsinin de birbiriyle hem fikir olması mümkün değil.
Ama, en azından yazdıklarımızın kendimize ait, özgün ve samimi
fikirler olduğunu bildikleri için ya da bundan emin olduklarını
düşündüğüm için, farklı toplum katmanlarında olan insanlar aynı
çizgide buluşabiliyor herhalde.
HOLDİNG PATRONU İLE İŞSİZ GENÇ YANYANA
İsimlendirmek istemem ama holding patronlarının ya da ekonomi
sayfalarının manşetlerinde gördüğümüz işadamlarının gelip işsiz bir
gençle, emeklilerle aynı kuyruğa girdiğine defalarca şahit
oldum.
- Yani samimiyetinizin sınıf farkını ortadan kaldırdığını
mı belirtiyorsunuz?
Öyle olduğunu düşünüyorum.
BAŞI SARGILI BEYEFENDİ UNUTULDU, EVİNE
GİTTİM
Bağdat Caddesi’nde yapılan bir imzada başı
sargılı bir beyefendi görüyorlar. Öne almak istiyorlar. Kabul
etmiyor. ‘Bari gelin bankta oturun, sıranız gelince haber verelim’
diyorlar. Sonra, o telaşla onu unutuyorlar. O da sabırla saatlerce
orada bekliyor. İmza günlerinde kuyruk, mağaza kapanınca ancak
nihayete eriyor. O gün de öyle olunca, mağazanın ışıkları kapanınca
o beyefendi, gelip yetkililerle konuşuyor. Benim gittiğimi
öğreniyor. Kendisinin orada unutulduğu ortaya çıkıyor. İletişim
bilgileri alınıyor. Anlaşılıyor ki, aslında bir gece önce düşmüş.
Hastanede kalması isteniyor. Ancak, ısrarla imza gününe gelmek
istiyor ve geliyor. Başına bir de bu hadise geliyor. Haberim oldu.
Evine gidip, kitabı evinde imzaladım.
HER ŞEYİ SAĞ ELİMİN PERFORMANSI BELİRLİYOR
- İmza günleri ortalama kaç saat sürüyor?
Bunu biraz da benim sağ elimin durumu belirliyor. Çünkü, bazen iki
hafta üst üste imza günü yapıyoruz. Elim üç ya da dört gün içinde
ancak normale dönebiliyor. Önce bir uyuşukluk başlıyor, sonra bir
elektriklenme oluyor ve dirseğimden omuzuma kadar çıkıyor. O anda
insan bir robot gibi, gayretle imzalamaya devam edebiliyor. Ama
daha sonrasında sıkıntılar ortaya çıkıyor. Bazen geçiyor ve devam
edebiliyoruz. Bazen de geçmiyor ve o haftaya yeni imza günü
koymuyoruz. Dolayısıyla 9.5 saat süren de 4.5 saat süren de oldu.
Elimin durumu belirliyor.
Birçok doktor okurumun bu anlamda faydasını gördüm. Tavsiye ve ilaç
önerileri oluyor. Dirseğim ve elim için aparat getiren doktor
okurlarım oldu.
- Kuyruklardaki insanlarla yaptığım söyleşilerden edindiğim
izlenim ve ilgi, imza günlerinin gelecekte de uzun süreceğine
işaret ediyor. Dolayısıyla, süreyi kısaltmak için hiç formül
düşündünüz mü?
Okurlardan da çok formül geliyor. Damga hazırlamamı öneren de, bir
metin hazırlayıp çoğaltıp dağıtmamı öneren de oldu. Tabii bu benim
istediğim bir şey değil. Tatil gününden dört, beş saat ayırarak
orada bulunan insanlara, en azından “teşekkür ederim” yazmak benim
görevim.
Bu konuda okurlar da çok duyarlı. Mesela, kitap sayısında sınırlama
koymuyoruz. Başlangıçta bunları geri çevirmiyoruz. Ama saatler
ilerledikçe, okurlar ellerinde beş ya da altı kitap olmasına rağmen
sadece birini imzalatıyor. Hem kuyrukta bekleyenlere saygı, hem de
benim çok yorulduğumu düşündükleri için bunu yapıyorlar. Çünkü, o
sekiz, dokuz saat boyunca masadan kalkmam.
OKUR KENDİ KUYRUK STRATEJİSİNİ YARATIYOR
- İmza günlerinde fiyatların satış performansı nasıl oluyor?
Genelde, imza günlerini aynı yerlerde yapıyoruz.
İnsanlar, kitapları satın alıp kuyruğa giriyor. Bu da ekstradan bir
kuyruk yaratıyor. Ama artık hem biz hem de okurlar tecrübe sahibi
olduk. Kitaplar önceden satın alınıyor. Ya da imza gününün
yapıldığı kitabevinde kitap satışı yapılmıyor. Başka kitap
evlerinden alıp geliyorlar. Kuyruğu bitirebilmek için eskiden en
sona görevli arkadaşları gönderiyorduk ve sıraya yeni kişi
alınmıyordu. Bu sefer de okurlar kuyruğa girmeyip, bitene kadar
beklemeyi tercih etmeye başladı. Okurlar bu anlamda bizim aldığımız
önlemlere karşı kendi kuyruk stratejisini belirliyor.
(Gülüşmeler)
Korsan baskı getirip, imzalatan da çok... Elbette imzalıyorum. Hem
kitap pahalı, haklılar, hem de okunsun diye yazıyoruz, okunsun da
nasıl okunursa okunsun... Korsan’ı yaratan koşulları ortadan
kaldırmadan, korsan’ı ortadan kaldıramazsın.
SABAHTAN İTİBAREN SU BİLE İÇMİYORUM
- İmza sürecinde tuvalete dahi gitmediğiniz söyleniyor. Bu doğru
mu?
- Doğru. İmza günlerimin olduğu günlerde, sağlığa aykırı olmasına
rağmen, tuvalete gitmemek için sabahtan itibaren su bile içmem.
Aslında okurlarım bu konuda bana kızıyor ve ara vermemi istiyorlar.
Ama yağmur altında bile insanların dört saat beklediğini görünce
böyle bir şey yapamıyorsun.
- Beni bu anlamda etkileyen bir diğer davranış da, elinde birden
çok kitapla gelen okurlarımdan bazılarının beni yormamak için tek
kitap imzalatması ve onu da kendi adlarına değil, bir arkadaşı,
akrabası adına imzalatmasıdır.
- Üniversiteli, liseli gençlerin tatil günlerinde gelip beklemesini
görmek, ailesi çalıştığı için onların adına gelip sırada bekleyen
genç yaştaki arkadaşları görmek, tüm hoyratlığa karşı Türk aile
yapısının hala ne kadar sağlam durduğunu göstermesi açısından beni
umutlandırıyor.
- Kitapları imzalarken iki ok çiziyorsunuz. Bu ne anlama
geliyor?
İlk kitabımın adı, İsim-Şehir-Hayvan’dı. Hayvan’dan Yılmaz’ı
çıkarmak çok hoşuma gitmişti. Bunda da benzer yöntemi
uyguluyorum.
Her okura farklı cümlelerle hitap etmek daha doğru ve gerekli. Ama
süreyi kısaltmak, insanların çektiği sıkıntıyı azaltmak için
genelde aynı metinleri tercih ediyorum. Dakikada iki ya da üç
kişiye imza vermek için başka çıkar yol yok.
’YILMAZ GELİYOR’ DİYEN YALAN SÖYLÜYORDUR
- Sadece kitapçılarda mı imza günü düzenliyorsunuz?
Festival ya da başka türlü etkinliklerde bu anlamda bulunmuyor
musunuz?
Hiçbir belediye, parti, üniversite organizasyonuna asla
katılmam.
- Neden?
Çünkü bu bir kitap. Çıkaran yayınevi belli. O yayınevinin istediği
yerlerde imzalarım.
Mesela bir takım festivallere, partilerin ya da belediyelerin
organizasyonlarına katılacağımız yönünde duyurular yapılıyor.
Bunlar tamamen benim dışımda gerçekleşiyor. Utanmadan, para teklif
edenler oluyor. Anladığım kadarıyla, "şu kişiyi getireceğiz" diye
belediyeleri tokatlayan bazı kişiler var. Buradan tekrar duyurayım.
Katılmıyorum. "Yılmaz geliyor" diyen varsa mutlaka yalan
söylüyordur.
- Ünlü isimler kitap imzalatmaya geliyor mu?
Dizi oyuncuları, söz yazarları, futbolcular,
milletvekilleri geliyor. İsim-Şehir- Hayvan kitabı tiyatro oyunu
oluyor. Şu anda provaları yapılıyor. Ben kimlerin oynayacağını
henüz bilmiyorum. Mesela bu oyunda rol alacak bir devlet tiyatrosu
sanatçısıyla kuyrukta tanıştım. Bana bir anda kitabımla birlikte ,
oyunun metnini uzattı ve çok şaşırdım.
- Milletvekilleri de geliyor dediniz. Hiç hükümetten kimse
geldi mi?
Hayır.
NASREDDİN HOCA’NIN DA TORUNUYUZ
- Bir okurunuz, sizin için "hem anlatıyor hem güldürüyor hem de
düşündürüyor. Sanki çağımızın Nasreddin Hoca’sı gibi" bir ifade
kullandı. Bu sizce doğru bir tanımlama mı?
Bu benim için çok onur verici bir tanımlama. Biz sadece Fatih
Sultan Mehmet’in ya da Kanuni Sultan Süleyman’ın torunları değiliz.
Aynı zamanda Nasreddin Hoca’nın Yunus Emre’nin torunlarıyız.
Dolayısıyla benim için çok onur verici bir benzetme. Hayata
gülümseyerek bakmayı severim. En karamsar durumların bile hayatın
bir gerçeği olarak kabul edilmesine inanırım. Sorunların,
gülümseyerek daha kolay aşılabileceğine inanıyorum.
CENAZE SONRASI SAĞLIK BAKANI’NIN SÖZLERİNİ UNUTAMAM
- Yakın zamanda çok kısa süreyle anne ve babanızı kaybettiniz. Bu
süreçte okur desteği size nasıl güç verdi?
Cami avlusunda da, cenaze namazında da, cenazeyi
yıkmaya gittiğimizde de, kabirde toprağa verirken de hep yanımda
okurlar vardı. Bu benim için hem onur hem de huzur verici bir
durum. Babamı ve annemi Urla’da defnettik. Mesela Urla halkı onları
bağrına bastı. Bu beni çok mutlu ediyor. Kendi yakınlarını ziyarete
gittiklerinde mutlaka bizimkilere de uğruyorlar. Ben gittiğimde
orada taze çiçekler görüyorum. Annemle, babamın mezarına
bakıyorlar. Bu beni gerçekten çok etkiliyor.
O dönemde taziyelerini bildiren sayısız vatandaşlarımız oldu. Aynı
şekilde, AKP’lilerden de çok sayıda telefon aldım. Bakanların çoğu
aradı. 10’dan fazla bakan, milletvekili bizzat telefonla aradı. CHP
Genel Başkanı, MHP Genel Başkanı, milletvekilleri, il başkanları
sahip çıktılar. Dualarını esirgemediler. Kişisel bir şey daha
paylaşayım; mesela Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın kendi babasını
kaybettikten sonra yaşadıklarıyla ilgili anlattıklarını şu anda
dahi çok net hatırlıyorum ve unutamıyorum. "Ölümden gayrısı yok"
derler. Ben bunları yazdıklarımızın samimiyetine destek olarak
algıladım.
"BİZ, YILMAZ’DAN HİÇ UMUTLU DEĞİLDİK"
- Peki hiç öğretmenleriniz geliyor mu imza
günlerinize?
Çok. Ortaokul, liseden öğretmenlerim hatta üniversiteden öğretim
görevlilerinden gelenler çok oldu. İzmir Atatürk Lisesi’nden
felsefe öğretmenim gelmiş ve daha sonra televizyon kamerasına şöyle
demişti; "Biz, Yılmaz’dan hiç umutlu değildik. Nasıl oldu böyle bir
şey. Biz de şaşkınız". Bu da unutamadığım hatırlarımdan biridir. Bu
görüntüyü Star Haber’de görev yaparken de yayınlamıştım.
Öğretmenlerim beni arar, yazdıklarımı eleştirir, konu tavsiyesinde
bulunurlar. Yani öğretmenlerim bana öğretmeye ben de onlardan
öğrenmeye devam ederim. Bu sadece benim kendi öğretmenlerimle
sınırlı değil elbette. Öğretmenliğimi yapmayan ama öğretmen olan
çok sayıda okurumdan da gelir. Eğitimcilerin eleştirilerinin
özellikle altını çizerek okurum.
Konunun uzmanları sizi besler ve bu gazetecilik açısından oldukça
önemlidir. Bu nedenle e-posta iletişimine çok önem veririm.
Herhangi bir konuda çok sayıda yetişmiş insanımız var. Daha
sağlıklı yazabilmemiz için böyle bir derya var adeta.
ÇOCUKLARA MASAL KİTABI İMZALIYORUM
İmza günlerinde dikkatimi çeken bir diğer olay da, ilkokul çağında
çocuklarıyla gelen anne-babaların kendi ellerinde benim kitabım,
çocuklarının ellerinde ise bir masal ya da çizgi roman olmasıdır.
Onları da bana imzalatırlar. Böylece çocuklarına, yazarların imza
gününe gidilir ve bu şekilde davranılırı öğretiyorlar. Bu da
gerçekten benim şimdiye kadar hiç düşünmediğim ve hayran olduğum
bir davranış biçimi.
Kitap almayıp, kırık alçısını, tişörtünü, gazeteden kesilmiş
küpürleri imzalatanlar da oluyor.
- Peki İsim-Şehir-Hayvan ve İsim-Şehir-Bitki’den sonra
üçüncü kitabınız ne zaman gelecek?
Sessiz Film’i yazıyorum. Şu ana kadar yayımlanan iki kitap,
gazetede çıkmış yazılarımın belli bir mantık çerçevesinde
derlenmesinden oluşuyor. Sessiz film öyle değil. Normalde şu anda
bu kitabı çıkaracaktık. Ancak hem benim tembelliğimden hem de
yaşadığımız konjonktürün 2014 senesinde çok belirleyici bir aşamaya
geleceğini öngörüyorum. Yani, belediye, genel ve cumhurbaşkanlığı
seçimleri gibi süreçlerin en azından şekillenmiş olması gerekiyor.
O yüzden Sessiz Filmi 2014’e erteledik. Ama iki kitabın devamı
İsim-Şehir-Eşya ve İsim-Şehir-Artist gibi gelecek.
Emek KAPLANGİL / HÜRRİYET