10 Tem 2016 10:29
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:22
İlber Ortaylı'dan bomba çıkış! İnsan nefesi bile Ayasofya'yı tahrip edebilir!
Ayasofya'da ezan okunması tarihi eserde tahribat tartışmalarını başlatırken Prof. İlber Ortaylı'dan ilginç bir çıkış geldi.
Ayasofya'da ezan okunması tarihi eserde tahribat tartışmalarını
başlatırken Prof. İlber Ortaylı, "Beri yandan Ayasofya devamlı
restorasyon gerektiren, beşeriyetin yüzde yüz ayakta kalan en eski
anıtlarından. Sesin onda nasıl bir etki yaratacağını bilmiyoruz;
kesinlikle konserlere açılmaması gerekir" dedi. Ayasofya'nın
insanlığın yüzde yüz ayakta kalan nadir eserlerinden biri olduğunu
hatırlatan İlber Ortaylı, "Eski anıtlarda insan nefesinin birçok
şeyi tahrip ettiği biliniyor, tahribin derecesi tartışılıyor"
görüşünü dile getirdi.
Prof. Ortaylı'nın Hürriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:
Ayasofya'da tartışma bitmez. Şimdi de 85 yıl sonra ezan okunmasıyla gündemde. Ama evvela şunu unutmamalı, bu işin şakaya gelir yanı yok; sürekli restorasyon ihtiyacında olan bir yapıdan bahsediyoruz. Eski eserleri korumak ne kuru bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir. Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak gerekiyor.
Ayasofya sanat tarihçilerinin deyişiyle, ne ortaçağ Hıristiyan sanatına ne de Batı Avrupa’daki Romanesk, Gotik-ojival mimari tarzına giren bir eserdir. Bir kere teknik bakımdan Ayasofya kendisinden sonraki asırların ta 15’inci yüzyıl sonuna kadar geçemediği bir mükemmelliği ifade eder. Mimarları Trallesli (Aydın) Anthemius ve Miletoslu İsidoros, eskiçağ inşaat bilimlerini ve matematikçilerini çok iyi tanırlardı. Başta Arşimed’inki olmak üzere İskenderiye Kitaplığı’nda kaybolan birçok eseri Anthemius derleyip zikretmiştir.
Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asırda Brunelleschi’nin mühendisliğine dek görülmeyen ustalıklı bir sisteme dayanmasındadır. Böyle bir ustalıklı sistem ve çalışma sayesindedir ki Ayasofya yedi yılda bitmiştir. Bu tıpkı Mimar Sinan’ın ustalığı gibidir. Ne var ki, İslam dünyasındaki bazı büyük camiler ve kervansaraylar hariç ne Bizans’ta ne de Batı Avrupa’da bu kadar çabuk biten bir yapı yoktur. Üstelik merkezi kubbe sistemi de bir daha Floransa’daki katedrale kadar tatbik edilememiştir. Ayrıca bu kubbe birkaç defa çatlama ve hatta yıkılma tehlikesi geçirmesine rağmen ustalıkla restore edilmiştir. Son başarılı restorasyon istinat sistemini icat eden Mimar Sinan’ın işidir ve o da bu çalışmasıyla haklı olarak iftihar etmiştir.
Ayasofya 1453 Mayıs’ında camiye çevrildi. Dokuz asır boyu Hıristiyanlığa hizmet eden ve fakat hem Hıristiyan hem de Müslüman dünyanın ihtişamına göz diktiği, buna rağmen bir eşini yapamadığı bu yapı bundan sonra beş asır boyu cami olarak hayatına devam etti. Osmanlı sanatının en güzel çinili üç türbesi, kütüphanesi, medresesi bu yeni caminin ilaveleridir. Burası, bütün İslam dünyasının hayallerini kurduğu bir ibadethaneydi. Ayasofya’nın hutbesi ayrı bir ritüele tabiydi. Hatipler, imamlar, müezzinler ve görevlilerin Fatih vakfiyesine göre ayrı bir geliri vardı. Medresesi ve kütüphanesi gözde bir kurumdu. Ancak kabul etmek gerekir ki, Selimiye ve Süleymaniye ile İslam dünyasında bir ihtişam ortaya çıktı.
1849 yılında Sultan Abdülmecid Han’ın emriyle cami restore edildi. Brera Akademisi mezunu olan ve Rusya hizmetinde çalışırken Rusya sefaretini yeniden inşa ederek göze giren mimar Fossatti kardeşler, Osmanlı başkentindeki resmi binalarıyla tanındıkları için (Arşiv Binası, İran Sefareti, şimdi yok olan Adliye gibi) Ayasofya’nın restorasyonu da onlara ihale edildi. Fossatti kardeşler, freskleri onardı ve aynısını mozaiklere de tatbik ettiler.
Görüldü ki 1453’teki camiye çevirme operasyonu, mozaik ve desenleri tahrip etmek bir yana muhafaza etmiştir. 15’inci asırda ‘reconquista’dan (İspanyolların Müslüman Endülüs’ü yeniden fethi) sonra kiliseye çevrilen Kurtuba’daki muhteşem mescit maalesef benzer talihe sahip olmadı. Bizans tipi mozaikleri tahrip oldu, cami içindeki sütunların simetrik yapısı Şarlken’in bile beğenmediği bir ilave katedral ile tamamen bozuldu.
Ayasofya 3 Kasım 1934’te, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki vekiller heyeti kararıyla müzeye çevrildi. İslam hattının harikası sayılan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin levhaları, büyüklükleri dolayısıyla dışarı çıkarılmadı. Ayasofya, eklektik bir eser olarak ziyarete açıldı.
Ayasofya’nın müze haline getirilişinin arkasındaki dış siyasi baskıların varlığı veya etkinliği henüz bilinmiyor ama bu eser hiçbir dini cemaatin ayinine açılmamak kararıyla bir dönüşüm yaşadı.
Israrla şunu belirtmek gerekiyor: Ayasofya üzerindeki tasarruflarla meydana çıkacak buhranı göğüslemek nasıl mümkün olur, bunu tahmin etmek kolay değil. Şimdiden Türkiye’deki en dikkati çeken dış olay haline geldi.
Beri yandan Ayasofya devamlı restorasyon gerektiren, beşeriyetin yüzde yüz ayakta kalan en eski anıtlarından. Sesin onda nasıl bir etki yaratacağını bilmiyoruz; kesinlikle konserlere açılmaması gerekir. Hatta bilim insanları yan ve üst galerilerin de ziyaretçilere kapatılmasının yararlı olduğunu söylüyorlar. Bugünün teknik imkânlarıyla yapılan neşriyat ve röprodüksiyonlar bu talebi de haklı kılıyor. Hatta ziyaretin belirli günlerle sınırlı kalması da doğru olabilir.
Kremlin kiliseleri böyledir. Eski anıtlarda insan nefesinin birçok şeyi tahrip ettiği biliniyor, tahribin derecesi tartışılıyor. Kapadokya kaya kiliselerindeki sorumsuzca ziyaretler freskleri mutlaka tahrip edecektir. Bunlar benim değil uzmanların görüşü; aynı keyfiyet bazı tarihi camiler için de geçerlidir. Eski eserleri korumak ne kuru bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir. Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak gerekiyor.
Yüzyıllar boyu tek başına
“Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asıra kadar tekrarlanamamıştır.”
Milletin zenginleşmesi ve arabasının olması çok güzel. Uzun tatilde İstanbul’dan kaçmak da anlaşılır. Vakıa, İstanbul da bu kaçıştan hiç şikâyet etmiyor, nefes aldı. Meğer İstanbul hakikaten dünyanın en güzel ve en rahat yaşanan başkenti olabilirmiş. Beri yandan yeni köprü bedava, bayram geçişine açıldı diye bunun şirketin bir sadakası olarak ilan edilmesi hoş değil. Kırk günlük yas süresi bitmedi, ananemiz kırk günü icap ettirir. Mamafih buna göre köprü açılışında konfeti patlatmak ve oynamak çok ayıp, ciddi olalım.
Köprüden geçerken ‘selfie’ çekmek ne demek onu da anlamak mümkün değil. Bursa’ya kadar tıkanıklık bayramda bile devam etti. Böyle zamanlarda feribot kullanılması tavsiye edilir. Bu arada üzülerek belirtmek zorundayım ki arabaların sayısı ve kalitesi artıyor ama yol kenarında da çöp yığınından geçilmiyor.
Prof. Ortaylı'nın Hürriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:
Ayasofya'da tartışma bitmez. Şimdi de 85 yıl sonra ezan okunmasıyla gündemde. Ama evvela şunu unutmamalı, bu işin şakaya gelir yanı yok; sürekli restorasyon ihtiyacında olan bir yapıdan bahsediyoruz. Eski eserleri korumak ne kuru bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir. Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak gerekiyor.
Ayasofya sanat tarihçilerinin deyişiyle, ne ortaçağ Hıristiyan sanatına ne de Batı Avrupa’daki Romanesk, Gotik-ojival mimari tarzına giren bir eserdir. Bir kere teknik bakımdan Ayasofya kendisinden sonraki asırların ta 15’inci yüzyıl sonuna kadar geçemediği bir mükemmelliği ifade eder. Mimarları Trallesli (Aydın) Anthemius ve Miletoslu İsidoros, eskiçağ inşaat bilimlerini ve matematikçilerini çok iyi tanırlardı. Başta Arşimed’inki olmak üzere İskenderiye Kitaplığı’nda kaybolan birçok eseri Anthemius derleyip zikretmiştir.
Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asırda Brunelleschi’nin mühendisliğine dek görülmeyen ustalıklı bir sisteme dayanmasındadır. Böyle bir ustalıklı sistem ve çalışma sayesindedir ki Ayasofya yedi yılda bitmiştir. Bu tıpkı Mimar Sinan’ın ustalığı gibidir. Ne var ki, İslam dünyasındaki bazı büyük camiler ve kervansaraylar hariç ne Bizans’ta ne de Batı Avrupa’da bu kadar çabuk biten bir yapı yoktur. Üstelik merkezi kubbe sistemi de bir daha Floransa’daki katedrale kadar tatbik edilememiştir. Ayrıca bu kubbe birkaç defa çatlama ve hatta yıkılma tehlikesi geçirmesine rağmen ustalıkla restore edilmiştir. Son başarılı restorasyon istinat sistemini icat eden Mimar Sinan’ın işidir ve o da bu çalışmasıyla haklı olarak iftihar etmiştir.
Ayasofya 1453 Mayıs’ında camiye çevrildi. Dokuz asır boyu Hıristiyanlığa hizmet eden ve fakat hem Hıristiyan hem de Müslüman dünyanın ihtişamına göz diktiği, buna rağmen bir eşini yapamadığı bu yapı bundan sonra beş asır boyu cami olarak hayatına devam etti. Osmanlı sanatının en güzel çinili üç türbesi, kütüphanesi, medresesi bu yeni caminin ilaveleridir. Burası, bütün İslam dünyasının hayallerini kurduğu bir ibadethaneydi. Ayasofya’nın hutbesi ayrı bir ritüele tabiydi. Hatipler, imamlar, müezzinler ve görevlilerin Fatih vakfiyesine göre ayrı bir geliri vardı. Medresesi ve kütüphanesi gözde bir kurumdu. Ancak kabul etmek gerekir ki, Selimiye ve Süleymaniye ile İslam dünyasında bir ihtişam ortaya çıktı.
1849 yılında Sultan Abdülmecid Han’ın emriyle cami restore edildi. Brera Akademisi mezunu olan ve Rusya hizmetinde çalışırken Rusya sefaretini yeniden inşa ederek göze giren mimar Fossatti kardeşler, Osmanlı başkentindeki resmi binalarıyla tanındıkları için (Arşiv Binası, İran Sefareti, şimdi yok olan Adliye gibi) Ayasofya’nın restorasyonu da onlara ihale edildi. Fossatti kardeşler, freskleri onardı ve aynısını mozaiklere de tatbik ettiler.
Görüldü ki 1453’teki camiye çevirme operasyonu, mozaik ve desenleri tahrip etmek bir yana muhafaza etmiştir. 15’inci asırda ‘reconquista’dan (İspanyolların Müslüman Endülüs’ü yeniden fethi) sonra kiliseye çevrilen Kurtuba’daki muhteşem mescit maalesef benzer talihe sahip olmadı. Bizans tipi mozaikleri tahrip oldu, cami içindeki sütunların simetrik yapısı Şarlken’in bile beğenmediği bir ilave katedral ile tamamen bozuldu.
Ayasofya 3 Kasım 1934’te, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığındaki vekiller heyeti kararıyla müzeye çevrildi. İslam hattının harikası sayılan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin levhaları, büyüklükleri dolayısıyla dışarı çıkarılmadı. Ayasofya, eklektik bir eser olarak ziyarete açıldı.
Ayasofya’nın müze haline getirilişinin arkasındaki dış siyasi baskıların varlığı veya etkinliği henüz bilinmiyor ama bu eser hiçbir dini cemaatin ayinine açılmamak kararıyla bir dönüşüm yaşadı.
Israrla şunu belirtmek gerekiyor: Ayasofya üzerindeki tasarruflarla meydana çıkacak buhranı göğüslemek nasıl mümkün olur, bunu tahmin etmek kolay değil. Şimdiden Türkiye’deki en dikkati çeken dış olay haline geldi.
Beri yandan Ayasofya devamlı restorasyon gerektiren, beşeriyetin yüzde yüz ayakta kalan en eski anıtlarından. Sesin onda nasıl bir etki yaratacağını bilmiyoruz; kesinlikle konserlere açılmaması gerekir. Hatta bilim insanları yan ve üst galerilerin de ziyaretçilere kapatılmasının yararlı olduğunu söylüyorlar. Bugünün teknik imkânlarıyla yapılan neşriyat ve röprodüksiyonlar bu talebi de haklı kılıyor. Hatta ziyaretin belirli günlerle sınırlı kalması da doğru olabilir.
Kremlin kiliseleri böyledir. Eski anıtlarda insan nefesinin birçok şeyi tahrip ettiği biliniyor, tahribin derecesi tartışılıyor. Kapadokya kaya kiliselerindeki sorumsuzca ziyaretler freskleri mutlaka tahrip edecektir. Bunlar benim değil uzmanların görüşü; aynı keyfiyet bazı tarihi camiler için de geçerlidir. Eski eserleri korumak ne kuru bir turizm, ne de gösterişle bağdaşacak bir iştir. Beşeriyetin uzun, kültürel macerasına saygı duymak gerekiyor.
Yüzyıllar boyu tek başına
“Ayasofya’nın kendinden evvelki bazikal kiliselere üstünlüğü temeller ve sütunlara dayanan merkezi kubbeli bir eser olmasıdır. İnşaat sırasında binlerce işçi ve ustanın sevk ve idaresindeki başarı, mimari tarihinde 15’inci asıra kadar tekrarlanamamıştır.”
Milletin zenginleşmesi ve arabasının olması çok güzel. Uzun tatilde İstanbul’dan kaçmak da anlaşılır. Vakıa, İstanbul da bu kaçıştan hiç şikâyet etmiyor, nefes aldı. Meğer İstanbul hakikaten dünyanın en güzel ve en rahat yaşanan başkenti olabilirmiş. Beri yandan yeni köprü bedava, bayram geçişine açıldı diye bunun şirketin bir sadakası olarak ilan edilmesi hoş değil. Kırk günlük yas süresi bitmedi, ananemiz kırk günü icap ettirir. Mamafih buna göre köprü açılışında konfeti patlatmak ve oynamak çok ayıp, ciddi olalım.
Köprüden geçerken ‘selfie’ çekmek ne demek onu da anlamak mümkün değil. Bursa’ya kadar tıkanıklık bayramda bile devam etti. Böyle zamanlarda feribot kullanılması tavsiye edilir. Bu arada üzülerek belirtmek zorundayım ki arabaların sayısı ve kalitesi artıyor ama yol kenarında da çöp yığınından geçilmiyor.