25 Eki 2009 11:03 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:54

"İKİMİZ DE BİR PARÇA ŞİZOFRENİZ!..O YÜZDEN 'BU AŞK BİTMEZ' DİYORUM!.."

Ünlü oyuncu Deniz Uğur, geçtiğimiz günlerde çıkan kitabı "Gazeteci" hakkında bilinmeyenleri ve Reha Muhtar ile yaşadıkları büyük aşkı Ayşe Arman'a anlattı. İşte o röportaj.


Zaman ne tuhaf bir şey. 5 yılda bakın neler olabiliyor: Tiyatro oyuncusu İsmail Hakkı Sunat, karısının gözlerinin önünde öldürülüyor.


Komşu öfkeleniyor, silaha sarılıyor ve tetiği çekiveriyor. Bitti. Bir hayat söndü. Korkunç bir travma, bir sürü dava. Katil daha yeni cezaevine gidiyor. O zaman 6 yaşında olan çocukları Engin Deniz, bugün 11 yaşında. Kocasını kaybeden Deniz Uğur, ardından onu üzen bir ilişki yaşıyor, tuhaf olanı da, kimse "o adam"ın adını anmak istemiyor, çünkü zaten acılı bir kadını daha da üzdü diye. Şimdi de anmayalım da ortalığa yeniden çıkmasın. Sonra o kadın, Deniz Uğur, Reha Muhtar'la tanışıyor. Aşık oluyorlar, Engin Deniz, ikizler ve Reha ile Nilüfer'in ortak çocuğu Ayşe Nazlı'yla yeniden aile oluyorlar. Deniz Uğur, "serseri aşkı" için bir kitap yazıyor, doğum gününde ona hediye ediyor. Meğer hep yazar olmak istermiş. Hem ona olan aşkını ve hayatının dönüşümünü anlatıyor. İbre bir zamanlar acıyı gösterirken artık tekrar aşkı, mutluluğu gösteriyor. Evet, her şey bu 5 yıl içinde oluyor. Ben size bir şey söyleyeyim mi, herkes perişan oluyor ama yine de olan sadece "giden"e oluyor. Kalanlar bir şekilde hayata devam ediyor. Etsinler de... "Gazeteci", Deniz Uğur'un ilk romanı. Okuyun. Ama önce benim röportajımı okuyun. Yarın da devam edecek...


"Gazeteci" ne anlatıyor?


- Genç bir kadınla ünlü bir gazetecinin aşkını...


Sizin Reha Muhtar'la yaşadığınız aşkı yani...


- Evet. Ama bildiğiniz gibi, "uçuk pembe bir aşk hikayesi" değil bu. Kitaptaki kadın, çok büyük acılar, travmalar yaşıyor, sonra hayatını yeniden anlamlandırıyor. Bu bir "dönüşüm hikayesi" aynı zamanda...


Bu "dönüşüm"ü yaşadınız ama yazmaya neden gerek duydunuz...


- Çünkü beni mutsuz eden bir şeydi. Ve o travmaların zirvesinde, insan müthiş bir haksızlığa uğradığına inanıyor. Sürekli, "Neden bu, benim başıma geldi?" diyor. Kimsenin, acısını anlayamayacağını düşünüyor. Hayatın devam ediyor olmasına katlanamıyor. Ben de ilk eşimin ölümünde karşı karşıya kaldığım travmalar yüzünden, bir sürü duyguyu aynı anda yaşadım. Yalnız kaldım, katılaştım, isyankar oldum, meydan okuyan birine dönüştüm, hatta küstahlaştım. Hepsi bir tür savunma mekanizmasıydı. Hayatı yeniden anlamlı kılmaya çalışıyordum, ama hiç kolay değildi, hayat başıma yıkılmıştı! Ve bir gün bir adamla tanıştım...


Gazeteci...


- Evet. O "gazeteci" sayesinde hayatım anlam kazandı. O, bana ikinci bir hayat verdi. Şimdi yeniden mutluyum. Hiç olmadığım kadar sağlıklı ve aşığım.


Kitapta, "sıra dışı" bir aşk anlatılıyor. "Genç kadın" için, "gazeteci" tam olarak ne ifade ediyor?


- Hakikaten iyi bir gazeteci. Bu kimlik çok önemli. Çünkü herkesin bir varoluş biçimi var, adamınki de bu. Ve bu, genç kadını çok etkiliyor. Ondan çok şey öğreniyor. Ona hayranlık duyuyor. Onu hayatının merkezine oturtuyor. Çünkü gazeteci, genç kadının bilinçaltında, kimsenin dokunmadığı yerlere dokunuyor. Türkçesi, bu kadın, bu adamdan artık asla vazgeçemez!


"Genç kadın" ile "gazeteci" arasında müthiş bir beyin fırtınası ve elektriklenme var. Aşklarının, diğer aşklardan farkı ne?


- İkimiz de bir parça şizofreniz! Reha ile en başından beri aramızda hiçbir şey normal ve sıradan bir şey olmadı. Sonsuz bir beyin fırtınası yaşıyoruz, sürekli bir şeyler yaratıyoruz. Fikirler havada uçuşuyor, rahat duramıyoruz, anlatabiliyor muyum? Zekası beni baştan çıkarıyor, benim beynimi tetikliyor. O yüzden, "Bu aşk bitmez!" diyorum ya. Daha önce yaşadığım hiçbir şeye benzemiyor. Belki şunu anlatırsam daha açıklayıcı olur: İkimiz de, tek çocuğuz. Çocukluğunu bir evin yalnız ve tek çocuğu olarak geçirmemiş olanlar ne demek istediğimi anlayamaz. Bizler ayrı yaratıklarız! Fazla ilgiden sıkılıyoruz ama ilgisiz kalınca da fenalaşıyoruz. Sosyal ortamlarda çok rahat davranıyoruz ama aslında asosyaliz. Yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyoruz ama yalnız kalmaktan da korkuyoruz. Bir sürü çelişkiyi bünyemizde barındırıyoruz. Tek çocuk olmak, biraz da "yaralı" bir şey, Reha ile o yüzden de iyi anlaşıyoruz.


Kader mi sizin tanışmanız?


- Bir ödül! Reha bana Tanrı'nın bir hediyesi. Ve tabii ilahi adaletin tecellisi. Bunca acının ardından böyle bir güzellik yaşamam gerekiyordu. Tanrı beni duydu ve bana onu gönderdi.


İlk karşılaşmanızı uzun uzun anlatıyorsunuz kitabınızda. Bize kısaca ne hissettiğinizi söyleyin...


- Güven. Göz kontağı önemlidir. Reha, insanın direkt gözünün içine bakar. Yaşamöykümle ilgili bir program yapacaktı, yemeğe çıkardı beni, her şeyi anlattım. Hiç kasılmadan. Son derece güvende hissettim kendimi...


Peki ne oldu Da Mario'daki o yemekte...


- Kitapta o anı şöyle anlattım. Sanki bir yerden faks geliyordu, sinyalleri alıyordum ama makineden çıkan kağıtları göremiyordum. Üzerinde ne yazdığını okuyamıyordum... Meğer gelen aşkmış... O günden sonra hiç ayrılmadık.


TUTKUNUN ŞİDDETİNİ KİTAPTAN OKUYUN


Siz anlatan, o dinleyen, yol gösteren, olgun ve bilge adam mı?


- Yoooo. Olgun ve bilge olduğunu düşünmüyorum, serseri bir adamdır Reha. Belki de olgun ve bilge olan benim! Sakin bir liman aradığımı, ona sığındığımı söyleyenler oldu, yanılıyorlar, liman da belki benim...


Tutku ve şehvetin payı ilişkinizde ne kadar?


- Çok. İnsanın çocuklarının babasını fiziksel olarak çekici bulmasının garipsenecek hiçbir tarafı yok. Aramızdaki tutkunun şiddetini kitapta yeterince anlatıyorum.


"Şu tarafı da şöyle olmasaydı" diyeceğiniz hiç mi bir şey yok?..


- Tanrı'nın hediyesi gibi görüyorum, hediyenin şurası şöyle, burası böyle diye tartışmazsın, tadını çıkarman lazım!


Kurtarıcınız gibi mi hissediyorsunuz?


- Kimse, kimsenin kurtarıcısı olamaz. Biz birbirimize iyi gelmiş olabiliriz... Ki geldik.


Sunset'te bir akşam yemeğinde...


Sevgilinize doğum günü hediyesi olarak, yazdığınız romanı vermek nereden aklınıza geldi?


- Bana bu ilhamı Reha verdi. Ben de ona doğum gününde, benim için çok değerli olan bir şey vermek istedim. "Al bu senin." Hem de 50'sine girdiği gün...


Neredesiniz?


- Sunset'te, baş başa yemekteyiz...


Üzerinizde ne var?


- Sadece gözlerine odaklanmıştım, inanır mısın üzerimde ne olduğunu hatırlamıyorum. Ama galiba şık bir şey giymişimdir. Çok heyecanlıydım. Bilgisayar çıkışlarını uzattım...


N'aptı? Ne dedi size?


- Gülümsedi... Özel şeyler hissettiği zaman, kelimelerle ifade etmez. Güzel bir şekilde aldı, kenara koydu. Yemeğe devam ettik.


Nasıl yani? Öyle bir söylediniz ki, sanki herkes birbiri için roman yazıyor ve hediye ediyor. Bu kadar mı "cool" karşıladı...


- Bu kitapta ben kendimi ifade ettim. Yaşadığım türbülansları, travmaları kendi açımdan anlattım. Yazdım ve iyileştim. Bir tür terapi. Basılmasını çok istiyordum ama Reha pek kılını kıpırdatmadı. İş başa düştü, yazarların menajeri Barbaros Altuğ'a ulaştım, Alfa Yayınları'na götürdü, onlar da hemen basmak istedi. Şimdi elimde...


İyi de müthiş gururlanmış olması lazım, onu "yarı tanrı" gibi anlatıyorsunuz...


- Bilmiyorum ne hissetti. Sor, ben de öğrenmiş olurum.


Ne kadar sürdü yazması?


- 6-7 ay... Geceleri yazdım.


Soruyor muydu, "N'apıyorsun? Ne ediyorsun?"


- Sürekli tepende olan, her şeye müdahale eden biri değildir.


Bir kadın, bir erkeğe neden böyle bir hediye hazırlar? Ona olan aşkının büyüklüğünü mü, yazma yeteneğini mi göstermek için...


- Aşkımın büyüklüğünü ispat etmeme gerek yok, biliyor. Beni yazar olarak beğenmesini çok isterim, mesele bu. Reha beni yazılarıyla yönlendiren adamdır, en sıkı takipçisi benim. Bazen geceleri 4'te, 5'te bilgisayarı açar, yazısının internete düşmesini beklerim, okur, öyle uyumaya devam ederim.


Bu da iyiymiş! Karşımıza yeni kitaplarla çıkacak mısınız?


- İstediğim tek şey bu. İkinci romanıma başladım bile...


Beni tanımlayan 3 sıfat: DÜRÜST-CESUR-AŞIK


Sizin için en romantik an ne?


- Telefon çaldığında onun aradığını görüp, kalbimin hızlandığı an.


En romantik detay?


- Uyurken onu seyretmek ya da gözümü açtığımda onun beni seyrettiğini görmek.


En romantik şehir?


- İstanbul.


En son ne zaman ağladınız? Mutluluktan mı, acıdan mı?


- Bir iki hafta önce, muhteşem dadımız işten ayrıldığında, acıdan!


Sizi tanımlayan üç sıfat?


- Dürüst, cesur, aşık.


"Şu konularda beceriksizim" diyebileceğiniz şeyler...


- Dakik olamıyorum.


Seks sizin için ne renk?


- Kırmızı, siyah, beyaz.


Hangi Hollywood starının hayatını canlandırmak isterdiniz?


- Artık oyunculuk yapmak istemiyorum!


Bir adaya gidiyorsunuz, çocukları ve Gazeteci'yi de yanınıza alma hakkınız var, üç şey daha alabilirsin diyorlar. Ne olur? (Su, yiyecek ve kitap hariç...)


- Kağıt, kalem, kırmızı şarap...


Gazeteci'yle favori yemeğiniz?


- Levrek ve risotto.


Sarılarak uyuyan bir kadın mısınız?
- Uykusunda konuşan bir kadınım!


Bu aralar bütün taleplere nasıl yetişiyorsunuz, "Mina Deniz, Poyraz Deniz, Engin Deniz, Gazeteci... Hepsi "Deniiiiiz" demiyor mu?


- Sırayla yetişebiliyorum.


İlk önce hangisi geliyor?


- Sıralama olarak ilk önce 6.30'da kalkıp, okula hazırladığım Engin Deniz geliyor...


Üzerimdeki lanet yüzünden kocam öldü


Siz benim kişisel tarihime, sevdiği adam yanıbaşında öldürülen kadın olarak geçtiniz. Bu üstesinden gelinebilecek bir şey mi? Hayata nasıl devam edilebiliyor?


- O gün, orada, o adamın karısı olarak ölüyorsun. Ve hayata başka bir insan olarak devam ediyorsun. Öyle bir şoktan sonra, aynı insan olabilmen mümkün değil. Ya akıl hastanesine kapatılman gerekir ya da benim gibi hakikaten ölüyorsun. Ben önce öldüm, sonra başka bir insan olarak yeniden doğdum.


Ne kadar sonra "iyileştiniz"?


- Akıl sağlığım ilk andan itibaren yerindeydi. Çünkü öyle bir adrenalin insanı çok keskinleştiriyor, çok daha hızlı düşünmeye başlıyorsun. Ama duyguların sağlıklı olamıyor. Normal tepkiler veremiyorsun.


İnsanın sevdiği adamın yanında öldürülmesi olabilecek en büyük travmalardan biridir galiba... Daha da kötüsü çocuklarını kaybetmek olur...


- Allah korusun, onun yerine başka bir şey koyamayacağın için nasıl toparlarsın bilemem. Ama onunla da yaşayan insanlar var. Hayatın bir sonu olduğunu, kendinin de bir gün gideceğini düşününce biraz rahat ediyorsundur.


Din, Tanrı, ölüm, hayat...


- Bu kavramların hepsini yeniden tarif ediyorsun. İnsanı en çok zorlayan şey de, böyle bir travma yaşadıktan sonra hayatı yeniden anlamlı kılmaya çalışmak. Taşları yeniden yerine oturtmak zorundasın ki, hayatına devam edebilesin. Yoksa gidip bakkaldan ekmek bile alamazsın.


Siz nasıl anlamlı kıldınız? Başınıza gelen felaketi kendinize nasıl izah ettiniz?


- O dönem nasıl düşündüğümü kitapta ayrıntılarıyla anlattım. Birtakım kötücül insanlar var, onlar bizim üzerimizde deney yapıyorlar. Bu da zalim bir deney. Hangi etkiye, nasıl tepki vereceğimizi görmek istiyorlar. Bazı insanları seçiyorlar, "Bu acıyı da yaşa! Bakalım, altından kalkabilecek misin?" diyorlar. Sana merhamet etmiyorlar, acımıyorlar. Ben de onlardan biriydim...


Peki Tanrı nerede? Onu nereye koyuyorsunuz...


- O dönemde nereye koyacağımı bilemiyordum. Şimdi kendimi Tanrı'ya daha yakın hissediyorum. Zaten bir dönüşüm yaşadım, artık bir deneyin içinde olduğumu da düşünmüyorum. Artık, "Hayat bu. Herkesin başına her an her şey gelebilir" diyorum.


Kitapta genç kadın da, gazeteci de, "seçilmiş" insan olarak anlatılıyor?


- Evet, benim kurduğum hikayede, seçilmiş insanlara daha büyük acılar çektiriyorlar. O dönem "Neden ben?" diye kendi kendime sorarken, böyle şeyler düşünüyordum. Ayrıcalıklıyım ki bunlar başıma geliyor. Zor şeyler yaşadım. Yaşadığım şeyleri kendime ancak böyle izah edebildim.


Bir yerde de, "Benimki lanetli bir güzellikti. Lanetim kocama bulaştı ve öldü..." diyorsunuz. Bu beni çok çarptı...


- Küçüklüğümden beri güzelliğimden söz ederler. Bu sıfat bir şekilde şimşekleri de üzerime çekti. Hep en zor şeyler benim başıma geldi. Annem için de geçerli bu. Kızlar, annelerinin izdüşümü gibidir ya, hayatımda gördüğüm en güzel kadındı ve çok acı kayıpları oldu. "Lanetli güzellik" diye bir kavrama, travmalarımın zirve noktasında inandım. Ama artık böyle hissetmiyorum. Şimdi, "Allah, sevdiği kullarına acı çektirir, beni de zor sınavlardan geçirdi" diye düşünüyorum.


Yani artık lanetin bulaşıcı olduğunu düşünmüyor musunuz?


- Hayır, artık bulaşacak bir şey kalmadı.


İlk eşinizin ölümünün ardından, tatsız bir ilişki yaşadınız ve çok üzüldünüz. "Reha yere düşen onurumu iade etti" mi diyorsunuz?


- Birbirimize bunu yaptık. Tek taraflı bir şey değil.


Yaşadığınız bütün travmalardan kurtulmanın yolu, bir erkeğin eşi ve çocuklarının annesi olmaktan mı geçiyordu?


- Hayır. Biz aile kurmuş, çocuk yapmış olabiliriz ama fark etmez. Ben onun hálá sevgilisiyim, o da benim serseri sevgilim. Aile kurmaya gelince, ancak aşkla yapılabilir, bunun içinde başka hesaplar olmaz, olmaması gerekir. Çünkü hesap kitap varsa, mutluluk olmaz.


Dışarıdan görünen fotoğrafta İtalyan aileleri gibisiniz...


- Evet, öyleyiz. Reha'nın annesiyle babası önde pusetle ikizleri itiyor. Yanlarında Engin Deniz ve Ayşe Nazlı. Ben ve Reha ise bütün bu fotoğrafa bakarak gülümsüyoruz. Hiçbir günümüz bir diğerinin aynı değil. Her gün farklı bir macera...


Evlenmeyi düşünüyor musunuz?


- Hayır. Benim kaybetme korkum var. Tamam artık çok iyiyim ama bu fobi, bana yapıştı kaldı. Baş edemediğim bir duygu. Sanki bir "tık" ileri götürürsem, o oynatıcının modunu değiştirirsem, film kopabilir, sahip olduğum her şeyi kaybederim gibi hissediyorum. Böyle hissederken, nikah masasına oturamazsın. Mahalle baskısıyla da evlenmem! Zaten o benim Reha Muhtar'ım, hep de öyle kalacak, evlenmemize gerek yok!


Ölüm bir başlangıç


Eski kocanızı öldüren adamı affettiniz mi?


- Affedip affetmemek Tanrı'nın işi, ben can almış birine çekeceği azaptan dolayı ancak acırım.


Tanrı'ya bir soru sorma hakkınız var, bu ne olurdu?


- O benim bütün sorularıma zaman içinde cevap veriyor zaten.


Eski kocanızla karşılaşma imkanınız var, ona ne derdiniz?


- Oğlumuza iyi baktığımı, merak etmemesini...


Ölüm son mu?


- Bence başlangıç.


Terapi ya da destek aldınız mı hayatınızın herhangi bir döneminde...


- Tabii ki. Psikolojik desteğin faydasına çok inanırım.







O BENİM İLHAM PERİM


Yazarlık benim çocukluk hayalimdi. Ama operacı bir babayla balerin bir annenin tek kızıydım. Ve anneme çok hayrandım, yeryüzündeki en güzel kadındı. Onu sahnelerde, öyle tütüler içinde görünce, ister istemez balerin olmaya özendim. Konservatuvarda 6-7 yıl bale eğitimi aldıktan sonra da, kimse benim balerin olmaktan vazgeçebileceğimi düşünmedi. Ama bir gün fark ettim ki, benim tutkum dans değil. Edebiyata en yakın sanat olan tiyatro bölümünün sınavlarına girdim, ilk girişte kazandım ve oyuncu oldum. Kalem elimden hiç düşmezdi. Dizi ve film senaryoları yazdım. Fakat roman için birinin bana bu ilhamı vermesi gerekiyordu. O adamı bulunca gerisi geldi.


Ayşe Arman/HÜRRİYET