"İKİ HAFTA ÇIKMADIM REYTİNGLER DÜŞTÜ!.." PELİN BATU İÇİNİ DÖKTÜ!..
Ekranların en çok konuşulan medya figürlerinden biri olan Pelin Batu içini öyle bir döktü ki.
Keza Tarihin Arka Odası programının bu kadar gündeme gelmesinin de nedeni. Ekranda uyuyakaldığı için Fatih Altaylı'nın geyiğinden kurtulamayan; Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu karşısında sürekli azar işitip susturulan bir çocuk gibi oturan Batu ekran arkasında olanları anlattı...
Pelin seninle neden bu kadar uğraşıyorlar?
Çok tuhaf, medyada en vahşi en yaralayıcı şeyleri kadınlar yazıyor. Şu beni çok sinirlendiriyor. Ben orada masum hayalperest bir insan olarak görünmek istemiyorum. Benim davasını savunduğum işler memleket için önemli işler.
3-5 tane Beyaz Türk; Radikal 2 okuyan insanlara indirgenip dalga geçilmesi hafifletilmesi beni incitiyor. Hafifleyince kovaladığım işlere yansıması da beni çok sinirlendiriyor. Siz her şeye karşı çıkıyorsunuz ama realist değilsiniz denmesi beni çok rahatsız ediyor. Kimin nerede durduğu çok belli programda.
Peki başa dönelim. Bu format nasıl oluştu? Programda senin yer almana kim karar verdi?
Ben zaten program yapıyordum. Murat Bardakçı aradı; 'Sizinle görüşebilir miyiz' dedi. Erol Şadi Bey'le program yapıyorlardı; bir iki program yapmışlardı. Bana sordular 'Bu programda yer alır mısın' diye. Ben tereddüt ettim hatta önce bir iki programlı sandım. Hakikaten çok tereddüt ettim. Karşında derya gibi iki insan var. 'Siz olursanız farklı bakış açısı getirisiniz' dediler. Karşıt yerde durma üzerinde konuştuk. Bildiğim konuları konuşacağım; bilmediğim konuları da araştıracağım...
Peki bizzat Murat Bardakçı'nın fikri miydi seni o programa çağırmak?
İşte ben o zaman Kısa Devre'yi yapıyordum. Fakat 'üçünüz de aynısınız' diye eleştiriler geliyordu. O sırada yukarıdan da 'Tarih programına devam edin' gibi bir telefon geldi.
Yukarıdan dediğin patrondan değil mi?
Evet patrondan.
Fatih Altaylı'nın bakışı nasıldı?
Fatih Altaylı ile hiçbir iletişimim yok; karşılaşınca konuşuyoruz çok güzel sohbet ediyoruz. Benim başlarken de düşüncem tarih programı sonuçta diyordum; Niş bir seyirci kitlesi olur. Hiç bu kadar ilgi göreceğini aklımın ucundan bile geçirmedim.
Senin oradaki varlığından sonra değişen bir şey var mı programda?
Benim dünyada en nefret ettiğim şey kendimi beğeniyor gibi görünmek. Ben sadece 2 hafta programa katılmadım ve 2 hafta reytinglere giremediler. Belki tesadüftür diye düşünüyorum. Ama onlar da söylediler. Yiğit Bulut da söyledi ''Sensiz mahvoldular'' dedi. Ama ben 1.5 sene 2 hafta haricinde hiç programdan ayrılmadım. Mail sayısı gittikçe artıyor. Bazen 8 bini; 15 bini buluyor. Bu çok müthiş bir rakam.
'Kadın kontenjanından buradayım' dediğin olmuyor mu? Malum medyadaki kadın figürü zihniyeti...
Yazıldı çizildi 'Size süs muamelesi yapıyorlar' diye. Hakikaten onlardan hiç böyle bir yaklaşım görmedim. Benim yerimde bir erkek de olsa aynı muameleyi görürdü. Sadece ben değil herkesin lafı kesiliyor. Sürekli üste çıkma ve benim dediğim şu diyalogları geçiyor.
Peki seni neden sürekli susturduklarını düşünüyorsun?
Ben laf kapabilen ve agresif olabilen bir insan değilim. Etrafta zaten bir sürü agresif insan var. Agresif olmayı da hiç sevmiyorum. Ekranda zaten birbirine sürekli bağıran insanlar var. Onlara dönüşmek istemiyorum. Özellikle medyadaki kadın gazeteci modeli cadalozla eşdeğer. Onların neden öyle olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Ama ben onlar gibi olmak isteniyorum. Hatta bazen sessiz durmak çok daha güçlü bir efekt. Yine dediğim gibi, bu kendimi telkin etmek için olabilir. Ben hiçbir zaman yumruğumu vuramam ki.
Bazen içimde agresif bir şeylerin pıt pıt attığını düşünüyorum. İster istemez benim durduğum yerden bakmaya mı çalışıyorlar diye. Bazen düşünüyorum; acaba beni sinirlendirmeye mi çalışıyorlar diye. Özellikle çevre meselelerinde. Oğlak derisinden yola çıkarak mesela benim damarıma basıyorlar. Ben oğlak burcuyum ve oğlaklaklara hassasiyetim var. Ben söyleyim ve susayım durumuna geliyorum o zaman. Oltaya gelmek değil bu. İtidali yakalayıp orta yerden cevap vererek susmak gibi bir formül buldum.
Peki o tepkilerden hiç mi rahatsız olmuyorsun?
Hayır kendimi biliyorum çünkü.
Sence Murat Bardakçı nasıl biri?
Çok muzip biri bence. İlber Ortalı'ya benzetiyorum. Koskocaman adamlar ama bir taraftan da çocuk tarafları var. Depresif olduğunuz zamanlarda bazı şeylere sinirlenebilirsiniz. Ben kızamıyorum mesela. Esprili bir şekilde görmeye çalışıyorum. Onlardan hiçbir zaman süs objesi yaklaşımı görmedim. O medyanın yaftalaması. Seyredince hissediliyor olabilir.
Ben profesör olduğumu iddia etmiyorum. Ben her programa deli gibi çalışıyorum. Ben çok çalışkan bir öğrenciyimdir. Okulda edebiyat bölümündeyim. Burslu bir öğrenciyim. Her zaman not ortlamam 4 üzerinden 4. Güzel makaleler yazıyorum. Tarih bana ilham verir. Tarih okuduktan sonra hep içimden şiir yazmak geliyor; çünkü beni çok heyecanlandırıyor. Şiir okumaktan çok tarih ve felsefe okumak bana ilham veriyor. Şunun da farkındayım iyi de yapsanız kötü de yapsanız medyada her zaman eleştiriliyorsunuz. Herkese kulak vermeye başlarsanız ya şizofren olursunuz ya sinir hastası olursunuz. Mutsuz olursunuz bir kere o kesin. Bazıları da süs der. Ben süs olmadığımı biliyorum. O yüzden kulak asmıyorum. Ama belli mevzularda insanları zehirlemelerine tahammül edemiyorum. Milliyetçilik bence önemli bir zehirleme konusu. Çirkefce mailler geliyor. 'Bu semtten canlı çıkamazsınız' gibi mailler geliyor.
Sana yükledikleri pozisyon ne?
Murat Bardakçı beni eşine çok benzetiyor. Tanıdığı tipolojide bir insanım Ayşegülle. Amerikan sistemiyle okumuş. Aslında buralı ama tam da buralı değil. Bizim genellikle konuklarımız Marmara Üniversitesi'nden oluyor. O hocalar da Erhan'la aynı noktada.
Peki ya Fatih Altaylı neden seni ağzına doladı?
Onların programları da uzun saatler sürüyor. Benim kanalla ilişkim yok. Cumartesi akşamı 11'i 10 geçe gibi onlarla karşılaşıyorum. Bir iki defa çorba içme ihtiyacı hissettik.
Nuray Mert'in yazısını okuyunca ne hissettin?
Bence çok güzel bir ironi kullanmış. Dil olarak yazısı çok hoşuma gitti. Tabii ben kendimi kurbanlık bir prenses gibi görmüyorum. O kadar zıt görüşlü insanları bir araya getirirseniz, bu insanlardan birisi de cazgır değilse ister istemez kurbanlık gibi gözükecektir.
Bardakçı ''Batu hakkında söyleyecek en son söz Nuray Mert'indir'' demiş. Ne diyorsun?
Bir şey itiraf edeyim mi? Benim okuduğum o kadar az köşe yazarı var ki; Ben Nuray Mert'in onu bir serzeniş olarak okudum. Benim haklarımı korumak gibi bir misyonu olmadığını düşünüyorum. Bardakçı niye cevap vermiş bilmiyorum. O bana laf attı ben ona laf atayım mantalitesi gazeteciliğe saygısızlık. Sürekli her hafta birisi birisine laf yetiştiriyor; sonra kanka oluyorlar. Sonra yine atışıyorlar. Okura haksızlık ya... Bu kadar üzerime gelinmesi bana da gerçekten garip geliyor. Acaba o kadar mı antipatik miyim diyorum.
Uyku meselesi nasıl oldu? Bir anlatsana Allah aşkına.
Bir kere arkadaşlarım çok dalga geçtiler. Çok sempatik şeyler de duydum. Asıl komiği 'vücudum attı' gibi bir sözü insan uyku sersemi kalkar kalkmaz nasıl söyler? Saat 6.5 olmuş. Ve 6 saattir falan Anadolu'daki tarikat tarihinin ilk 50 yılı bile geçilememiş. Vücut atıyor yani ister istemez. Orada ben sanki saatlerce uyumuşum gibi; oysa iki dakika bile sürmedi kendimden geçmek. Erhan 'Pelin uyan' diyebilirdi; ne kadar rezil oldum filan ama umursamadım. Sonra espri olsun diye ben yastıkla geldim.
Şimdi kendimi tutuyorum. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak ancak böyle olur. Kısa Devre'yi yaparken hadi programı bitirelim derdim hep. Bir şeyi toparlayıp söylemek daha güzel; saatlerce ekranda kalmak bayıyor.
En çok hangi konular bayıyor seni?
Seyircilerden gelen maillere o kadar çok önem verip ana eksenden kopmak beni çok bayıyor. Özellikle bazı konular var ki uzattıkça uzatırsın ama saadete gelememek yoruyor haliyle. En zevk aldığım konulardan biri kahvehaneler tarihiydi. Sarıkamış vs. gibi konular benim için de önemli. Ezberi bozan ve yeni bilgiler sunan programlar hoşuma gidiyor.
O kadar çok şey yapıyorsun ki dışarıdan bakıldığında her şeyi yapmaya heves eden bir çocuk gibisin. Zamanımızın proje çocukları gibi... Piyano çalar, drama dersi alır, şiir yazar, şarkı söyler... Nasıl bir çocukluktu seninki? Belli kalıplar içine sokularak bir büyüdüğünü düşündün mü hiç?
Ankara'da doğdum; sonra Kıbrıs. Benim için dünyanın en güzel çocukluğuydu. Deniz kenarında ve ormanın içinde; yüzlerce hayvanımız vardı. Pakistan'da ilkokula başladım. Ankara'ya dönünce Pakistan okuluna gittim; ailem sistem değişmesin İngiliz sistemi devam etsin istedi. Ben kardeşimle ikiz gibiyimdir en yakın arkadaşımdır. Sonra babam Prag'a gitti. Ve benim hayatımda en zor ayrılık dönemi başladı. Çünkü ben babamın kızıyımdır. Neredeyse yılın 6 ayı Prag'da geçti. Sonra New York... Sonra İstanbul. Boğaziçi Üniversitesi. Dışarıdan öyle göründüğümün farkındayım ama annem babam ne beni ne kardeşimi hiçbir şey için zorlamadı. Ben acayip inektim; okulda hep iyi olmak isterdim. Şu dersi de alayım bunu da alayım derdim. Ailem beni durdurmaya çalışırdı. Ama ben 99 aldığımda üzülürdüm hep.
En keyif aldığın ne diye sorsam?
Şiir. Bitirdikten sonra en haz aldığım şey her zaman şiir. Bir şiir üzerinde çalışmak; tabii şiir karın doyurmuyor.
Peki hayatını idame ettireceğin alan hangisi? Kendini başarılı gördüğün alan?
Medya... Çünkü sinemayla para kazanmayacağımı biliyorum. Ancak dizi yaparsam olur. Sinemayı hayal ederek yaşayamayacağımı biliyorum. Arada sırada televizyon yapıyorum
Zeynep Kurtbay/Gazeteciler