İçeriden bir isim perde arkasını anlattı: Evlilik programları kurgu ve cast!
İzdivaç programlarında Psikoterapist olarak görev alan Lütfü Kaan Özdemir, programların kurgu ve cast olduğunu söyledi.
Nokta dergisine Özdemir, Türk halkının vazgeçemediği "flört
sürecini gözetleme" durumu, evlilik programlarının perde arkası,
toplumsal psikolojiye yansıma biçimlerini anlattı.
Armağan Çağlayan'ın "İçeriden bir isim Armağan Çağlayan'a
anlattı: Evlilik programları kurgu ve cast" başlığıyla yayımlanan
(8 Şubat 2016) röportaj şöyle:
Takip etmesi çok da enteresan bir şey. Oradaki birçok
insanı tanıyorum ben de. Ama şunu anlamıyorum; 20 yaşında bir
insan da oraya gidiyor. 40 yaşında, 30 yaşında birinin 'evlenmem
zorlaştı' diyerek gitmesi normal. 20 yaşında bir insanın gitmesinin
nasıl bir psikolojik motivasyonu var?
20 yaşında oraya çıkan 5 ayrı kişinin farklı farklı motivasyonu
vardır. Kimi meşhur olmak için çıkar. Benim de uzman olarak
katıldığım dönemde bir çocuk gelmişti. Birkaç hafta geldi, her
geleni reddetti. Sonra kafe gibi bir yer açmış oranın reklamını
yaptı. Televizyon dediğimiz olay 7’den 70’e her sosyo ekonomik
düzey için çok cazip. Kimileri ”aptal kutusu” dese de hala
internetten daha etkili bir mecra. Biz orada birilerini gördüğümüz
zaman ekstra değer atfediyoruz. Ve bir marka değeri oluşuyor. Bu
nedenle birçok kişi normalde evlenmeyi düşünmese de oraya çıkıyor.
Zaten kimileri gerçekten evlenmek niyetiyle, kimileri meşhur olmak
niyetiyle çıkıyor. Farklı motivasyonları var. Hatta o dönemlerde
demişlerdi ki şu kişinin “fun”ları var. Orada hep Platon’un mağara
örneğini veririm. Bir görünen var bir de aslında arkada olanlar
var. Orada bir kameranın çektiği var, bir de set ekibinin
yaptıkları var. Orada “cast” tan (oyuncu ajanslarından) gelenler
var, reyting için yapılan “ekstra faaliyetler” var. Ama aslında
nihai olarak izleyiciye sunulan bir şey var. Son dakikada olanlar,
son dakikada annesi arıyor. Ama aslında kurgu. Orası dev bir
kurgu, ama televizyon halkın bir parçası. Halktan bağımsız değil.
Orada olan çok şey halkın içinde oluyor şu an.
Bugüne kadar yapılmış hiçbir işten -popstarlar dahil- büyük
star olmuş kimse yok. Bunun çok az istisnası var. Bunu bilerek
insanlar niye oraya geliyor?
Bir umut. Şöyle bir şey; yapılan araştırmalara göre şans oyunu
oynayanların yüzde 80’i alt sosyo ekonomik düzeydeki insanlar. Bir
anda yırtma ihtimali olacak. O şunu düşünüyor, 'benim başka türlü
yırtma ihtimalim yok.' Ya tutarsa. Kaybedecek bir şeyi yok.
Yani bizim merakla seyrettiğimiz insanlar kaybedecek çok
şeyi olmayan insanlar.
Aynen öyle. Açıkçası ben hiç televizyon izlemiyorum. Uzman olarak
katıldığım dönemde de izlemiyordum. Zaten onlarla anlaşmam da şu
şekildeydi. Ben gerçekten buraya bir şey katmak için çıkarım. Eğer
etik dışı bir şey bulursam da anında bırakırım demiştim, ki öyle de
yaptım. Aniden ben programı bırakıp çıktım. Program bitmeden
ayrıldım oradan.
"Programa başlarken castları bilmiyordum"
Öyle mi?
Tabi tabi, o zaman Zuhal Topal'da ‘hasta filan ‘ dediler ama hayır
ben anında bıraktım. Çünkü etik dışı şeyler yapıldı. Castlar,
şunlar, bunlar. Ben bilmiyordum. O zaman gerçekten de sosyal
sorumluluk projesi anlamında çıktım. Sizin de dediğiniz gibi kabul
edelim ya da etmeyelim, tu kaka etmeye gerek yok. Hepimiz
izliyoruz. Nişantaşı'na gittiğimde yolda ‘a meraba siz doktor Kaan
değil misiniz’ diyorlardı. Heryerde söylüyorlardı. Kimse belgesel
filan izlemiyor, herkes izliyordu o kanalı. İzlene de bilir, bir
problem yok. Sadece o kadar çok kişinin izlediği kanalda doğru
bilgilerin sunulması benim için önemli. O nedenle çıktık ve süre
verildiği kadarıyla bildiğim doğruları anlatmaya çalıştım. Çok
faydalı olmayacağımı düşündüğüm için ve etik dışı şeyler
yapıldığını gördüğüm için 'ben ayrılıyorum' dedim. Ve bıraktım.
Oradaki insanların sonraki hayatı çok zor değil
mi?
Zor. Bu şöyle bir şey. Bir dua var benim çok hoşuma gider. Ben
Kayseriliyim. ‘Allahım bizi gördüğümüzden geri koma’ derler. Bu çok
kritik bir şeydir. Çok acayip bir şey. Mavi hap kırmızı hap gibi.
Yolda giderken artık hareketlerinize ekstra dikkat etmek
zorundasınız. Ne oldu o olaylardan sonra intihar edenler oldu.
Çünkü sizi 10 bin metreye çıkartıyorlar. Ve siz 'Allah Allah ben
neymişim’ filan zannediyorsunuz. Orada ‘ünlü olmak’ içi
boş bir şey. Sadece televizyona çıktığı için ünlü
onlar. Onlar içi boş bir ürün. Onları 10 bin metre yükseğe
çıkartıyorlar ve oradan aşağıya bırakıyorlar. Çok acı bir gerçek
ama, amaç sadece reyting.
"İnsanları 10 bin metreden aşağı bırakıyorlar"
Burada ne yapımcıyı ne televizyonu suçlamıyorum ben. Niye
suçlamıyorum? Çünkü orada ne yapıldığı belli. Herkes oraya kendi
isteğiyle geliyor.
Suçlama için söylemiyorum. Kastettiğim şu. Yapımcı ve yönetici
biliyor neler olacağını ama onlar bilmiyor aslında.
Nasıl bilmiyor olabilirler Kaan bey? Son tahlilde bu
programlar televizyonda son 8 yıldır var.
Kastettiğim şu. Çoğunluk itibariyle cahil kişiler açıkçası. Yapımcı
ve yönetici dolaylı olarak aslında şunu vaat ediyor: “Seni meşhur
edeceğim”. Yani muhtemelen bunu konuşmuyorlar 'seni meşhur
edeceğim' diye, ama meşhur olduktan sonra insanlara bir rol
biçiliyor. Ünlü Ahmet, Mehmet oluyor. Mahallede bile insanlar selam
veriyor filan. Daha sonra bunun içi boşaltılınca 10 bin metreye
çıkartıp bırakıyor seni. Bu bir çok “ünlü” dediğimiz kişiye oluyor.
Bana daha önce gelen 'ünlü' dediğimiz mankendir şudur budur, ‘ya bu
hafta benim hiç haberim çıkmadı’ diyenler oluyor. Çok kötü bir şey.
Alıştığı bir şey var. Ama nihai tüketici bilmiyor bunu. Orada size
vaat edilen bir şey var; “Ünlü olma”. Hepimiz bilinmek ve tanınmak
isteriz. Ben de isterim siz de. Bunun sağlıklı olanı somut bir
ürünle meşhur olmak diyelim. Ben nedir gerçekten psikolojiyle
ilgili bir şey yapmışımdır, onunla ilgili bilimsel şekilde “ünlü”
olurum, bu çok tatmin edici bir şeydir. Diğer türlü farklı yönlerle
daha kısa ve kolay yollarla ünlü olmayla çalışırsak, kağıttan
kaplan diyoruz ya, o her an yıkılmaya mahkumdur.
Soyunarak da ünlü olabilirsiniz, ama altı boş. Bu aynen “no pain no
gain” gibi aslında. Eğer gerçekten dişinizle tırnağınızla kazıyarak
bir şey elde etmediyseniz, kısa sürede kazandıysanız, ne oluyor
şaşırıyorsunuz. Sisteme hiç hayal dahi edilemeyecek bir giriş
oluyor ve siz onu yönetemiyorsunuz!
Yani oraya gitmek insanın ruh dünyasına çok zarar
veren bir şey mi?
Aynen öyle. Bazen bize çocuklar için soruyorlar. 3 yaşında 5
yaşında reklamlarda oynatalım mı? Çok riskli bir şey. Alt yapısını
çok iyi sağlayabilmeniz lazım. Şunu bilmek lazım hayatı hiçbir
zaman eskisi gibi olmayacak. Eğer bu sürdürülebilir bir şey
ise.
"Kalabalıklar içinde yalnızız"
Ben bunu yeni fark ettim. Orada oturan insanlar, biri
geliyor aşık oluyorlar, 'biz evleneceğiz' diyorlar, hakikaten
evlenmeye kalkıyorlar, öyle ya da böyle televizyondan uzaklaştıktan
sonra kavga edip geri dönüyorlar. Çünkü bence onlar evlenirlerse
televizyondan uzaklaşacakları için kavga çıkartıyorlar ve
evlenmeyip televizyona geri dönüyorlar.
Bu insanın idesini, besleyen bir şey. Hiç kimse sizi
tanımıyor, kalabalıklar arasında yalnızız çoğunluk itibariyle.
Şöyle bir roman yazmak istiyorum. Patrick Süskind’in Koku’sunu
okumuşsunuzdur onun böyle ruhsuz gibi, yani o kadar çok kişi var
ki, var ama yok. 70 milyon diyoruz ya, insanlar var ama varlığıyla
ilgili kimsenin haberi yok. Bazen buraya veliler geliyor,
'çocuğunuz kaça gidiyor' diye soruyorum, "3’e mi 5'e miydi hanım?"
diyor. Ama tuttuğu takımı sorsanız ilk 11’ini sayar. Yani
kalabalıklar arasında yalnız çok insan var. Böyle ruhsuz gibiler o
yüzden insanın var olma ihtiyacını orası besliyor ama sağlıklı bir
besleme değil. Kimileri tarafından bağımlılık haline bile
getirilebilir o programlar. Çünkü orda var olduğunu hissediyor. Var
olma ihtiyacı. Orada kendini bir işe yarar hissediyor açıkçası. Siz
yönetmen olarak orada kameranın neyi çektiğini, ama kameranın
dışında ne olduğunu görüyorsunuz. Benim kastetdiğim oydu. Yapımcı
ve yönetmenler her şeyi görüyor. Katılımcıların algısı dar olduğu
için sadece kameranın çektiğini görüyor. Ama yapımcı ve yönetmen
bütün resmi görüyor. Oraya gelen çoğu vatandaş sadece vaat ettiği
güzellikleri görüyor. O da geçici bir güzellik kalıcı değil.
"Maaş alan da, casttan gelen de var"
Çok büyük bir yara verir mi insana?
Kişiden kişiye değişir. Kendini oraya ne kadar kaptırdığınla doğru
orantılıdır. Tabi kimileri oradan maaş alıyor, yorum yapanlardan
maaş alanlar var. Oturan kızların ve erkeklerin bazıları cast.
Dolayısıyla para için gelenler var. Kurgu olduğu için hangileri
gerçek hangisi kurgu bilemiyoruz.
Bunun kurgu olabileceğini seyircinin yüzde 80’i biliyor.
Burada şöyle bir durum var; alan razı satan razı.
Evet, seyirci zaten seyirlik bir şey izliyor. Seyirciyi Ahmet ve
Mehmet’in evlenip evlenmediği değil, arkasındaki merak duygusu
bağlıyor. Ençok reyting alan şeyler ardı ardına gelen ve merak
uyandıran şeyler. Oradaki şahıslarla çok ilgisi yok. Bazıları
Ahmet’e Mehmet’e üzüldüm diyor ama mesele oradaki şahıslar değil.
Ne olacak, merak duygusu var. Özdeşleşim de kuruyor. Kendi
hayatlarıyla da özdeşleşim kuruyor, genelde halkın çoğunluğu olan
kesimlerden çıkıyor.
"Aslanların önüne atılan gladyatörler"
Tersten bakarsak biz niye seyrediyoruz?
Roma döneminde kavga eden gladyatörleri neden seyrediyorlar ise,
ondan seyrediyoruz! Aslanların önüne atılan gladyatörler onlar.
Hiçbir farkı yok!
Niye gözetlemeyi seviyoruz?
Sanal dünya da böyle. Facebook, kiminle neler yapmış, kim kiminle
ne yapıyor? Bir taraftan da biz malzeme sağlıyoruz, besliyoruz.
Eskiden tanışmalar orda burada oluyordu, şimdi Facebook’una
bakıyorsun, beğenirsen! Her şey açık. İşe alımlarda bile sosyal
medyasına bakıyor insanlar, çünkü her şeyi açık açık yazıyor,
duygusunu, arkadaş ortamında neler yaptığını. Bize psikolog
başvuruyor iş için, Facebook’una bakıyoruz.
Toplum olarak hangi duygumuz doymamış ki
gözetliyoruz?
Bu sadece biz değil, tüm dünyayla ilgili. İnsanoğlunun gözetleme
açlığı. Başkası ne yapıyor? Az gelişmişlikle de ilgisi var. Şunla
da ilgisi var, bizler kendi duygularımızı, ruhumuzu geliştirmeye
çalışmamız gerekirken, onla uğraşmamak için başka başka uğraşlar
ediniyoruz: Kimler neler yapmış? Asıl odak noktamız kendimizi
geliştirmemiz olması gerekirken, başkalarının ne yaptığı bizi daha
çok ilgilendiriyor.
Şöyle de bir duygu var mı acaba, benden daha kötü de
insanlar var…
Tabi bir taraftan da o. Grup terapilerinde insanlar en çok orada
rahatlar. “A ne güzel benim gibi başka hastalar da varmış” der.
Bütün danışanların çoğu sorar, ‘doktor bey benim gibi başkaları da
var mı’. Bu rahatlatıcı bir şey. Bir günah işliyorsunuz, ve
“başkaları da yapıyormuş bunu çok da kötü durumda değilim”
diyorsunuz.
"3 F ile yönetiyoruz ülkeyi"
Kavga seyretmeye de çok meraklıyız.
Sadece Türk insanı değil. Bu aslında bizim doğuştan getirdiğimiz
birazcık daha gelişmemiş, ham halimizin, az gelişmiş toplumların
özelliği.
Ama öyle demeyin Amerika’da Jerry Springer Show en çok
izlenen şov ve düşüklüğün sınırı yok.
Kastettiğim bu zaten. Az gelişmiş toplumların ve kişilerin bu tarz
şeylerle, hep söylenir ya “üç F ile yönetiyoruz ülkeyi”.
(Portekiz'li faşist diktatör Salazar'a, uzun süre, çok az dirençle
karşılaşarak Portekiz'i nasıl yönettiğini sormuşlar; o da gülüp
omuz silkmiş. "Üç F sayesinde" demiş, "Fado, Fiesta, Futbol..." )
Birazcık da az okuyan, az düşünen, az analiz sentez yapan insanları
yönetmek daha kolaydır. Dünya politakası olarak da sürdürülebilir.
Bütün hükümetlerin, başbakanların medyayı ele geçirme sevdası da
buradan kaynaklanır. Medyayı ele geçirebilirseniz az gelişmiş
kişileri çok rahat kontrol edebilirsiniz. Ne verirseniz onu alıyor
insanlar.
Ben televizyonun içinde bir insanım hiç kimse bugüne kadar
bana hiçbir şeyi dikte etmedi, yok öyle bir şey.
Kastettiğim şu. Size dikte etmemişlerdir de yayın politikasını
belirler insanlar.
Siz şuna inanıyorsunuz yani; Eğlence programları ve diziler
için derler ya halkı uyuşturmak için yapılıyor.
Hayır buna inanmıyorum. Bunun devlet politikası olduğuna
inanmıyorum. O zaman Flash TV’yi devletin sübvanse etmesi lazım o
mantıkla. Ben buna inanmıyorum, sadece ordaki algı yönetimini
isterse devlet yapabilir. Kastettiğim bu.
"10 yıl sonra abuk sabuk bir nesil ortaya
çıkar"
Seyreden insan kötü etkilenir mi
seyrettiklerinden?
Çin atasözü var ya; İnsan ne yerse odur. O her şey için geçerli.
İnsan ne yerse odur, insan ne izlerse odur. Dataları ordan
aldığımız için her türlü bilgimiz görgümüz ahlakımız o programlara
göre şekillenir. Böyle bir araştırma yapılsa, izin verilmez ama,
beş yaşındaki çocukları alıp evlenme programlarını izletseniz, 10
yıl sonra çok abuk sabuk çocuklar bulursunuz. Tıbbi olarak izin
verilmez bu deneye, hakkaten de oradaki kültürle yoğrulacaktır
çocuklar. Dolayısıyla etkileniyoruz tabiî ki. Şu örneği vermeyi çok
seviyorum; bilgisayarcılar açık kod diyorlar, yani açık yazılım.
Herkes müdahalede bulunabiliyor. Hepimiz açık kod yazılımlarıyız.
Hepimiz her an her şeyden etkileniyoruz. Ama etkilenme oranlarımız
değişiyor. Bir film izlersiniz, film sizi etkiler ama hayatınızda
milyonda bir etkisi vardır belki. Bir program izlersiniz etki
yüzdesi düşüktür, ama totalde büyük olur. Dolayısıyla siz her
gün o tarz programlar izlerseniz, o tarz bir backraundunuz ve
hayata bakışınız olacağı için aynı şekilde psikolojik olarak da siz
değişiyor olacaksınız.
Biz neden kadın erkek ilişkisini seyretmeye çok
meraklıyız?
Kadınlar için evlilik başka. Düşünsenize kendini gelinlikle hayal
etmeyen kadın var mıdır? 100 kişiden bir tane varsa vardır.
Evlilik, aşk, ilişki konusu kadınlar için çok cazip konu. Ekstra
merak vardır. Bir de onun için daha cazip bir şey yok yapabileceği.
Daha üst sosyo ekonomik düzeyde olsa, oturup kitabını okur,
belgeselini izler. Ama bunlar zor işler. Kitap okumak zor,
sıkıcı!
"Gelecek nesil yok olacak"
Popüler kültür bu kadar kötü bir şey midir?
Kötü derken, kötülüğü tanımlamak lazım.
Püpüler kültür psikolojik durumumuza ne zarar
verebilir ki?
Kesinlikle çok zarar verebilir. Düşünsenize, orada sürekli kim
kiminle ne yaptı izliyor. Kadın geliyor bize diyor ki; Kesinlikle
bütün erkekler aldatır. İşte bunlar gerek popüler kültürün gerek
yaşantıların sonucu. Bu nasıl oluyor; öğrenmeyle oluyor. O tarz
programlarda “negatif öğrenmeler” çok fazla oluşuyor bilinç
altında. Kimse getirip de oraya ”ne kadar mutlu çiftler” diye
birilerini çıkarmıyor. Kavgalar, dövüşler. Siz de genelini böyle
düşünür hale geliyorsunuz.
Yani şunu diyorsunuz; Bekar bir insan o programları seyrede
seyrede evlenmekten korkabilir.
Aynen öyle, söylediğim bu. Evliyse de sürekli orada yaşanan olumsuz
olaylardan dolayı etkileniyorsunuz. Mesala şimdi yeni evlisiniz, 6
ay olmuş, onu izliyorsunuz. Kayınvalide şunu yapmış, kaynana bunu
yapmış, a demek ki ben onlara karşı gardımı almam gerekir diye
düşünürsünüz. Bunu tek program izleyerek yapmazsınız, ama sürekli o
tarz programlar izledikten sonra bilinçaltınız onlara göre
şekillenir. Yani gelecek bir nesil yok olacak, maalesef. Tek
programla olmaz ama...
Ben popüler kültüre çok meraklı bir adamım. Bana hiçbir
zararı olmadı aksine ben bundan para kazandım.
Aynen öyle, siz oraya bir ürün gözüyle bakıyorsunuz. Sizin bakış
açınız farklı.
Ama televizyon bir eğitim aracı değil orada ayrılıyoruz
herkesten.
İsterseniz eğitim aracı olur. Amacı eğitim aracı değil kabul
ediyorum. Amacı eğlence aracı tamam. Onda da problem yok. Sorun
şurda: Nihai tüketici bunun bilincinde değil.
Cast ajansı; dizi, program ve filmlerde oynayacak olan oyuncuların
bulundukları ajanslar. Bu ajanslar ellerinde bulundurdukları
datalar sayesinde aranılan role en uygun kişiyi buluyorlar. İzdivaç
tarzı programlara tanınmamış, amatör düzeyde oyuncular
gönderiliyor.