27 Ağu 2014 11:13 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:36

Hüseyin Gülerce'den çarpıcı açıklamalar; Meğer beni en baştan dışlamışlar!

Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca'nın 'Son hallerini görünce...' şeklindeki sözlerine yanıt verdi: Saygısızlık yapıyor. Sen yokken ben vardım.

Beyaz TV'de Türker Akıncı moderatörlüğündeki Ortak Akıl programının yorumcusu Hüseyin Gülerce, Cemaat'in yayın organı Mehtap TV'de program yaptığı dönemde, kanal yönetiminin kendi söylemediği sözleri alt yazı olarak yazdığnı, maniplasyon yapıldığığını iddia etmişti.

Gülerce'nin "Mehtap TV'de benim konuşmalarımın altına benim konuşmadıklarım yazılıyor. Söylemediğim şeyler. Birkaç defa ikaz ettim ben bunları söylemiyorum. Ben hakaret etmiyorum bir şey demiyorum hep hükümetin aleyhinde şeyler yazılıyor oraya" şeklindeki sözlerine Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca sosyal medyadan yanıt verdi.

Karaca, "Arkadaşlarımızı olmayan konular üzerinden yaftalaması da cabası. Ne demiş de ne yazmışız, açık açık söylesin. O zaman bir hata varsa ekranlar sonuna kadar açıktı. İstediğini söyleyebilirdi, yazabilirdi. Tuhaf. Bizi provokatif yayıncılıkla suçlamasına sadece yakıştıramadım diyorum." ifadelerini kullandı.

Hüseyin Gülerce, yaşananları, iddiaları, yanıtları İnternetHaber'e anlattı. Hidayet Karaca'nın sözlerine yanıt verdi. "Karaca, saygısızlık yapıyor" diyen Gülerce, Başbakan'a yezid, hırsız, firavun, nemrud denilemeyeceği gibi; Fethullah Gülen Hocaefendi'ye de örgüt lideri denilmez dediği röportajda, Zaman ve cemaatin diğer yayın organlarının kendisini gözden çıkardığını ileri sürdü. İşte Gülerce'nin anlattıklarından çarpıcı bölümler:

HİDAYET KARACA SAYGISIZLIK EDİYOR

- Hidayet Karaca ile aranızda bir polemik yaşandı. Saygısızlık yapmadan size cevap verdi.
Saygısızlık yapıyor. Hidayet Bey saygısızlık yapıyor. Mesela, "Son hallerini görünce" diyor. "Hal" ne demek? Bir de diyor ki, "Kendisine en özgür yayıncılık ortamını sağladık" Sen kimsin? Ben Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü olduğum dönemde, sen İzmir Zaman temsilcisiydin. Ben Samanyolu'nda program yapmaya başladığımda, sen yoktun. O zaman buradaki "Biz" kim? O biz seninle oluyorsa ben o "Biz"in içinde niye değilim? Ben senden daha kıdemliyim hizmetin içerisinde. Burada çok enteresan bir açık etme var. Kendi adına konuşmuyor ve beni "biz"in içinde görmüyor. Bana her türlü imkanı vermiş ben niye dışarıda kalıyorum. Senin bana bir imkan sağlaman mümkün değil ki. Ben diyorum ki, ben "biz"in içinde yokum. Anlaşılıyor ki, bu arkadaşlar beni en baştan beri dışlamışlar.

-Dışlama hissediyor musunuz?
Tabii... Burada bir dışlama var. Bir üçüncü şahıstan bahsediyor. "Hüseyin Abi" dediği bir insandan bahsetmiyor, üçüncü şahıstan söz ediyor.

- Niye dışlama gereği duydular?
"Son hallerini görünce" diyor. "Son halleri" ne demek, ne olmuş benim son halime? Ben ne çamur atmışım. Benim elimde KJ çıktıları var, ağzımdan çıkmayan şeyleri KJ olarak yayımladılar. Ben bunu söyleyince çamur mu atmış oluyorum? Allah aşkına gerçekler gün gibi ortadayken, benim ekranda dediklerim ortadayken, altta yazılanları seslendirmek niye zorlarına gidiyor?

KIRILMA NOKTASI AHMET TURAN ALKAN'IN YAZISI

- Kırılma noktası neresiydi?
Mehtap TV'de 17 Aralık'ın yolsuzluk soruşturması olmadığını söyledim. 17 Aralık'ın hükümete karşı darbe olduğunu söyledim. Yayının kaydı orada duruyor. Birlikte program yaptığımız Ahmet Turan Alkan ve Ali Bulaç, "Sen ne dediğinin farkında mısın? Mehtap TV'de bunu nasıl söylersin? " diye çıkıştılar. O programdan sonra Ahmet Turan Alkan, benim aleyhime "Turfa müneccim" başlığı altında bir yazı yazdı hatırlayın. Benim o yazıdan sonra istifa etmem gerekirdi.

- Niye etmediniz?
Genel Yayın Yönetmeni'nin bilerek koyduğu bir yazı. Ben Ekrem Bey'le görüştüm. Ekrem Bey bir vesile ile beni aramıştı. Konuştuk, sonra bu konuyu açtım.

- Ne dedi?
Ekrem Bey'e "Senden empati yapmanı rica ediyorum. Sen bu gazetenin yayın yönetmenisin. Ben de yaptım. Diyelim ki görevin bitti yazar olarak devam ediyorsun. Yayın yönetmeninin gazetede senin için "Turfa müneccim" başlığı ile bir yazı yazılmasına müsade etseydi, ne hissederdin?" diye sordum.

- Cevap?
"Abi biliyorsun, o arkadaşın yazısını yayımlamazsak, gazeteden ayrılır" dedi. Ben yutkundum, çünkü "Onun ayrılması doğru olmaz ama senin ayrılman bizim için önemli değil" anlamına geliyordu Ekrem Bey'in sözleri. Veya "Sen hizmet adına yapılan hakareti kabul edebilirsin, ama bu arkadaşı kaybetmek istemedik bu yazıdan dolayı." demek oluyordu. Bu ifade beni çok yaraladı. Çok ağır bir ifadeydi. Tam o sırada Hocaefendi'nin "Darılma değil, dayanma" sözü geldi aklıma. Tek tutunduğum dal, Hocaefendi'nin sözünü yerine getirmekti. Hidayet Bey'in karalıyor, çamur atıyor tarzındaki kibir dolu açıklaması, bana karşı bir tavrın olduğunu ortaya koydu.

ZAMAN'DA GÖZDEN ÇIKARILDIM

-Ekrem Dumanlı hangi sıfatla bunu söylüyor, genel yayın yönetmeni olarak mı? Yoksa yukarıdan aldığı talimatı mı size iletti sizce?
Bu ifade ve Zaman'daki yazı benim gözden çıkarıldığımı gösterir.

Kim sizi gözden çıkardı?
Ekrem Dumanlı...

Sadece o mu?
Başka yere götürmek istemiyorum.

-Ekrem Dumanlı tek başına sizi gözden çıkarabilme gücüne sahip biri mi?
Zaman'da kimse öyle bir güce sahip değil.

-Güç kimde? Cüneyt Özdemir'in Ekrem Dumanlı'ya enteresan bir sorusu olmuştu. Cüneyt, "Zaman'ın sahibi kim?" demişti. Dumanlı da, künyedeki isme işaret etmişti. Ben aynı soruyu size sorayım, Zaman'ın sahibi kimdir?
Gazetede herkes biliyor ki, bu gazetede patron olarak gözüken kişinin genel yayın yönetmenini değiştirebilecek gücü olmaz. Şimdiye kadar da olmamıştır. Benden önce de olmamıştır, benden sonra da olmamıştır.

-Sizi kim görevden aldı?
Buna cevap vermek istemiyorum.

-Zor bir soru mu?
Üzmek istemiyorum.

-Ekrem Dumanlı yarın sizi görevden aldığını söylerse... bu tebliğin asıl sahibi kimdir size göre?
-Ekrem Bey'e sorun.

HOCAEFENDİ'Yİ BU İŞİN DIŞINDA TUTMAK İSTİYORUM

- Cüneyt Özdemir sormuş, orta yerde verilmiş bir cevap var. Ben size soruyorum ve bu cevabı sizden almak istiyorum. Siz patron olarak gözüken kişinin ne sizi ne de bir başkasını görevden alacak güce sahip olmadığını açık söylüyorsunuz. O halde kim? Hocaefendi mi karar veriyor?
- Ben Hocaefendi'yi bu işin dışında tutmak istiyorum. Bu konuda konuşmak istemiyorum. Ben Hocaefendi'yi üzmek istemiyorum. Konuşulacak çok şey var ama üzmek istemiyorum. Hocaefendi'yi öz dayım gibi seviyorum. Ben onu çok sevdiğimi defaatle ifade ettim. Bu hayatta benim için en büyük şeref, Hocaefendi'nin dostluğudur. Dolayısıyla bu süreçte üzecek bir ifade kullanmak istemiyorum. Ben Hoacefendi'ye kırılmam ama onun kırılmasını istemem. Üzülürüm ama küsmem. Benim Hocaefendi'ye küsmem söz konusu olmaz. Bütün bu süreçte hedefe konulması, örgütten bahsediliyor, örgütün lideri olarak Hocaefendi'nin adı geçiyor. Bir iddia var "Paralel yapı" diye.. Yargı süreci sonucunda ne olur onu bilmiyorum. Ama diyelim ki Hocaefendi bürokrasiyi çok önemsemiş, bürokraside bulunmayı en önemli görmüş diyelim. Ben bunu bir içtihat farkı olarak değerlendiririm. Hocefendi böyle düşünmüş yani. Kötü niyet olarak düşünmem. Bana göre bu dünyada kötü niyetli olacak en son kişi Hocaefendi'dir.

-Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve seçilmiş Cumhurbaşkanı açık açık Fethullah Gülen'in örgüt lideri olduğunu söylüyor. Siz bu suçlamaya katılıyor musunuz?
Bir din alimine bu şekilde hitap edilmesi, ondan daha ağır ifadeler de var. Doğru bulmuyorum, bunu eleştirdim de. Çünkü yanlış iki taraflı.. Başbakan için de, seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı için de "Firavun" iması, "Nemrut" iması, "Hırsız" iması, "Yezid" iması, son günlerde artan "Münafık" iması, nasıl kabul edilemezse, çok ağırsa, aynı şekilde bir din alimi olarak bilinen bir insana da benim burada dilim söylemeye varmıyor, Başbakan'ın ağzından çıkan ifadeler, bunların söylenmesi kabul edilemez. İkisi de yanlış. Fakat ben burada dönüp kendimizi eleştiriyorum, diyorum ki "Yıllardır üslubumuz bizim namusumuzdur" diyoruz. Tayyip Bey diyebilir bir siyasetçi başkalarına derken bu sertliğe ve üsluba alışmış olabilir ama o ne kadar derse desin bizim demememiz lazım. Çünkü biz hep şunu savunduk...

SÖVENE DİLSİZ DÖVENE ELSİZ OLMAK

-"Sövene dilsiz, dövene elsiz olmak gerekir."

Şimdi tam bu sözü uygulamanın tam zamanı. O hakaret ediyor ama Başbakan'a söylenenler inanç açısından da tavsip edilecek şeyler değil. Sen "Münafık" olduğunu nereden biliyorsun? Bir arkadaş çıktı Bülent Arınç'a, "Mü'minler münafıklardan özür dilemez" dedi. Bülent Arınç gibi bir insana aleni "münafık" dedi. Şimdi bu kabul edilebilir mi? Ben şunu söylüyorum, Ak Parti'nin 10 yılında her şey güllük gülistanlık. Ne yolsuzluk var, ne rüşvet var, ne rant yeme var, ne Deniz Feneri var. Hiçbir şey yok. 10 sene sonra hakimler savcılar, emniyet mensupları bir bakıyorlar ki, Başbakan, bakanlar ve bakan çocukları Türkiye'yi götürüyorlar! Bunu farkedip harekete geçiyorlar. Ben diyorum ki bu benim zekama hakarettir. Toplumun zekasına da hakarettir. Dolayısıyla burada bir darbe var. Ama bu darbeyi kim yapmış, kimlerle yapmış, nasıl bir ilişki ağı var ben onu bilemem.

-Darbe olsaydı ne olacaktı?
Hükümet düşürürülecekti. Tayyip Bey gidecekti. Ak Parti'nin içinden yeni bir hükümet kurulacaktı. 17 Aralık'ın ilk günü bunun bir darbe olduğunu hissettim. Savcı bildiri dağıttı ya.. Orada her şey görünüyordu, flu olan fotoğraf o bildirinin ardından netleşti. Ben o zaman da savcının yaptığının militanlık olduğunu söyledim. Cumhuriyet tarihinde örneği yok. Demek iyi hazırlanmış. Ama şunu söyleyeyim sonuçta kararı yargı verecek. Her iki taraf yargısız infazdan yakınıyor ama yargının vereceği kararı beklemiyor.